30 Eylül 2009 Çarşamba

TEVBE, İSTİĞFAR NEDİR?


Bugün istedim yine sizinle sohbet,

Artık sizde okuyun bir zahmet.

Tevbe, İstiğfardır konumuz,

İnşallah her daim yapanlardan oluruz.

Bilirsiniz insanlar zayıf yaratılmıştır,

Günah işlemek kolaylaştırılmıştır.

Zaten öyle diyor Hz. Resulallah, (SAV)

Başka ümmet yaratırdı Hz. Allah (1)

Zayıflığıdır her an nefsini haklı görmek.

Tek ilacı vardır nefsini bilmek.

Bilmezse doğrunun ne olduğunu,

Düşünecektir hep haklı olduğunu.

Bu yüzden ilim öğrenmek farz olmuş,

“Bilmiyordum” mazereti orada yokmuş.

Allah Rahimdir merhameti sever,

Bu yüzden tevbeleri kabul eder.(2)

Şartı üçtür. Tevbe etmenin,

Önce pişmanlık duymasıdır kalbin.

Sonra özür dilersin dil ile,

Nedamet duyarsın her ikisiyle.

Artık dikkat edeceksin azalarına,

Eline, beline, diline, gözüne, kulağına.

Günahlar karartır insanda kalbi,

Çeker kendine her türlü bela ve musibeti.

Nasıl çok yemek yersiniz de,

Çıkamazsınız bir türlü tuvalete.

Sancır sanki her türlü azanız,

Acilen gidip ilaç ararsınız.

Günahta acı çektirir Ruha böyle,

Onun ilacı da istiğfar ve Tevbe.

Bilmezsen doğrunun ne olduğunu,

Zannedersin her daim haklı olduğunu.

Bu yüzden bulamazsın doğru yolu.

Tevbe eden kişi çok sevinecektir,

Yemin ederim derin bir oh..! diyecektir. (3)

Çok şaşırdığını söylüyor Hz. Ali,

Henüz imkanı varken Tevbe etmeyeni.(4)

Aman dostum ne olur araştır biraz,

Zannetme nefsin sağlamdır kırılmaz.

Zaman çok sınırlı bir ömür kadar,

Yaşam ise uzar sonsuza kadar.

Yatarken son sözün tevbe istiğfar olsun,


Derim o zaman her şey gönlünce olsun.



(1) - Hz. Resulallah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Eğer siz hata ve günah işleyip, Allah’ın da sizi mağfiret etmesi olmasaydı, elbette hata ve günah işleyip, kendilerini mağfiret edeceği bir ümmet yaratırdı… Çünkü muhakkak ki O, Gafur’dur, Rahim’dir”. Hadis

(2) - Ey müminler hepiniz Allah’a tevbe ediniz umulur ki kurtuluşa erersiniz… (Tahrim/8)

(3) - Allah Resulü (SAV); “Allah Mümin kulunun tevbesine; Yanında bineği, yiyeceği içeceği ile tehlikeli bir çölde düşüp bir ara uyuyup uyandığında bineğinin kaybolduğunu gören, sıcaklık ve susuzluğa artmış olduğu halde onu arayan, sonra da devemi kaybettiğim yere döner orada ölürüm diyerek başını koyup uyuyan, uyandığında da baş ucunda bineğini, yiyeceğini içeceğini bulan bir adamın sevinmesinden daha çok sevinir.” diye buyurmuştur. (Buhari/hadis)

(4) - Hz. Ali; “Kurtuluş yanında iken perişan olan kişiye şaşıyorum.” dedi. Nedir o diye sorduklarında ise “istiğfardır.” buyurdu.( Merasid’ül-Hikem.)

29 Eylül 2009 Salı

ZİKİR ÇALIŞMASINDAN ÖRNEKLER.


Söylenecek çok şey var ama,

Uzatmadan gelelim sonuna.

En değerli zikir “Allah” tır, (1)

Varlığın ve yaşamın kaynağıdır.

Her yaratılmış olan zikreder O’nu,

Hiç yaratanı unutmak olur mu.

Sadece insan vardır, kainatın meyvesi,

Başıboş bırakıldığını zanneder kendisi.

Aldığı bir solukla başlar hayat,

Sonra arar huzur ve afiyet.

Zikre başladığında yüce Allah’ı

Kalbinde hissedersin sen de O’nu.

Allah seni seviyor mu dersen,

Alameti zikirdir bilmek istersen.(2)

İlk baştan solunum düzene girer,

Kalpten akciğere yol genişler.(3)

Ruhun mekanı kâlptir bilirsiniz,

Onun için “Allah” demelisiniz.

Alınan her nefes O’ndan nimettir,

Bunun için bile büyük kıymettir.

Sadece yüz kez Allah diyen kişi,

Yapamaz daha değerli bir işi. (4)

“La ilahe illa Allah” tır bundan sonrası,

“ilah yoktur, sadece Allah vardır.” manası.

Bir kez bile kalpten söyleyen kişi,

Eninde sonunda bulacaktır cenneti (5)

Allah’tan geldik döneceğiz Allah’a

Allahuekber de, teslim ol O’na.

Besmele olmalı ki her işin başı,

Bilmiş olursun o zaman yaratıcını.

Suphanallah ve bihamdihi de,

En sevdiği kelimelerdir O’nun indinde. (6)

Esmaları öğren ki çok lazım sana,

Muhtaç olmazsın Allah’tan başkasına.

Ararsan bulursun her bir çareyi,

Başarman gerekir kendini bilmeyi.

Nefsinin hakimi olamazsan eğer,

Sonu hezimettir, kesindir keder.

Bilirsen Allah’ı yolundan şaşma,

Vekil olarak O yeter sana. (7)

Dilerim her nefesin Allah olsun,

İhmal etme ki her şey gönlünce olsun.



Kaynaklar;
(1) - “Sana vahy edilen Kitabi oku ve namazı kil. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebut/45)
(2) - Allah Resulü (SAV) buyurdu ki; “Allah’ın sevgisinin alameti , Allah’ı zikretmeyi sevmektir. Allah’ın buğzunun alameti ise Allah’ı zikretmeyi sevmemektir.” Hadis.

(3) -
http://www.tbm.tudelft.nl/live/pagina.jsp?id=eca06fab-9a8c-4ad9-9060-c14fc720f292&lang=en

(4) Resulallah “ Kendisine her gün bin sevap yazılmasından hanginiz geri kalır?” diye sordu. “Bu nasıl olur?” diye sorulunca; “Yüz defa Allah’ı tespih edene bin sevap yazılır ve bin günah silinir.” diye cevap vermiştir.
Taberani, hadis)

(5) “Allah, kendi rızasını kazanmak için ‘La ilahe illallah’ diyen kimseye Cehennemi haram kıldı.” (Buhari)

(6) - Ebû Zer (RA)şöyle dedi: Resûlullah (SAV) bana:
“Allah’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah’ın en çok hoşlandığı söz, sübhânallahi ve bi–hamdihî demektir”, buyurdu. (Riyazussalihin/ Hadis)

(7) - Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (Kur’an Ahzap/3)

25 Eylül 2009 Cuma

ZİKRİN ZAMANI

Zikirde zaman önemlimidir,

Varsa böyle bir şey hikmeti nedir.

İşleyelim diyorum bu konuyu,

Biraz anlamaya çalışalım mevzuyu.

Aslında zikirde yoktur kısıtlama,

Hem gece, hem gündüz der Kuran da.(1)

Yani zikrin özel zamanı yoktur,

Otururken, yatarken anılacak O’ dur. (2)

Yalnız bazı zamanlar vardır ki özel,

Çok daha etkindir hem de çok güzel.

Namaz vakitlerinin ilk saatleri,

Değerli kabul edilmiştir bunun gibi.

Yine Özel günler, geceler, bayram ve arifeler,

Hatta bazen değerlidir saatler.

Zikrederiz bazen Allah’ın esmasını,

Bazen duaları, bazen da Kuran’ı

Esmalar genelde farzlardan hemen sonra yapılır,

Dualar ise genelde namazdan sonradır.

Anlamı bilinmezse yapılan zikrin,

İşine yaramaz yapan kişinin.

Dillendirilen zikri tefekkür şarttır,

Kalple olan zikir daha mubahtır.

Zikir bir reçete gibidir insanoğluna,

Bilirse ulaşır her umduğuna.

Mesela sıkıntısız rahat bir hayat isteyen,

Vehhap ismini zikretmelidir farzları binaen.

Sadaka vermek artırır etkiyi,

İstiğfar ve salavat artırır değeri,

Bazı zikirler vardır ki uzak durmak gerek,

Toplu yapılan zikirlerdir buna örnek.

Çünkü bid’attır yoldan sapmaktır,

Allah Resulü bunu hiç yapmamıştır.

İnananları hallettik tamam ama,

İnanmayan kişi nasıl uyacak buna.

Sabah kalktıktan, gece yatana kadar,

Abdestli abdestsiz, hepsine ruhsat var.

Ulaşır hepsi sonunda, aynı amaca,

Sadece süre olur biraz uzunca.

Aldığımız her nefes bir zikir olsun,

Dilerim her şey gönlünüzce olsun.



(1) “Sabah ve akşamları içinden yalvararak, gizlice ve kendin işitecek kadar bir sesle Rabbini zikret de gafillerden olma!” (Araf/205)

(2) “Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Rabbimiz sen boşuna yaratmadın’ derler...”(Al-i İmran/191)

24 Eylül 2009 Perşembe

ZİKİR ÇALIŞMASININ KURAMI

Her çalışmanın bir kuralı vardır,

Zikrin de mutlaka bir adabı vardır.

Uyanık kalmak demektir zikir yapmak,

Kalp gaflette ise, demektir bilinçsiz olmak.

İnançsız bile olsa, uyarsa adaba,

Faydasını görecektir inanın mutlaka.

Bir ses duyarsanız ne yaparsınız?

Ona yönelip nedir diye bakarsınız.

Zikirde böyle, bilinmezse anlamı,

Boşa harcamıştır onca zamanı.

Zikir kavramı soyut değil somuttur,

Bilim bile sonunda onu bulmuştur.

Klinik deneyle sabittir sonuçları,

Dağınık işlevlerdir makalenin adı. (1)

Daha da ileri gideyim isterseniz,

Harflerin bile etkisi vardır şüphesiz.(2)

Zihin yönelirse bilinçli bir anlama,

Dönüşür zihinde, manyetik bir alana(3)

Bu alanda oluşan biyoenerji,

Ruha transfer olur, olduğu gibi.

Bundan diyoruz ki zikir ruhun gıdası,

Değildir zikir çalışmasından başkası.

Ruh bilgi ister, ilim ister, gıdası odur,

Onlar ise okuyarak, çalışarak bulunur.

Sağlıklı beslenirse sağlıklıdır beden,

Güçlüdür, korkmaz çekinmez bir şeyden,

Ruh’ta güçlenirse böyle zikirle,

Dünya ve ahirette değme keyfine.

Bilirsiniz kalptir ruhun mekanı,

Zikirle ancak bulur itminanı.(4)

Allah vermiş her ne gerekiyorsa insana,

Demiş ihtiyacın her neye varsa,

Sana verdiklerimi kullansana.

Dostum her nefesin bir zikir olsun,

Dilerim her şey gönlünüzce olsun.



(1)-
http://ekabirweb.blogspot.com/2009/09/daginik-islevler.html

(2)-
http://www.tbm.tudelft.nl/live/pagina.jsp?id=eca06fab-9a8c-4ad9-9060-c14fc720f292&lang=en

(3)-
http://ekabirweb.blogspot.com/2009/09/bilincli-zihnimiz-elektromanyetik-alan.html

(4) “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (Rad/28)

23 Eylül 2009 Çarşamba

NEDEN ZİKİR.

Bugün dedim bu konuyu işleyelim,

Zikir neden önemlidir onu bilelim.

Yaptığımız gibi daha önce,

Bildiklerimizi hatırlayalım sakince.

Zikir Allah’ı anmaktır denir ama,

Çok yetersiz kalır aslında.

Bundan önce dedim ki zikir,

Müthiş bir beyin eksersizidir.

Doğrudur bu, inanın fiilen,

Etkileri müthiştir gerçekten.

Allah’a ait özellikler ki adı esmadır,

İşte beyinde hepsinin bir alanı vardır.

Doğuştan etkindir bazıları yüksek oranda,

Kapalı kalmıştır bazıları aynı oranda.

Huy dediğimiz davranışlarımız,

Bu etkinlik oranında oluşur amaçlarımız.

İşte zikir burada devreye girer,

İhtiyaç olunan tüm özellikler,

Zikirle tekrar devreye girer.

Mesela diyelim ki zayıf iradeniz,

Her şeyde kararsızsınız çaresiz,

Demek ki o merkez etkisiz kalmıştır,

Çaresi esma ile zikir yapmaktır.

Mürid ismi İrade sıfatının adıdır,

Yapılacak hareket onu anmaktır.

Tıpkı çağrıya benzer bir tanıdığı,

Kişiye yönelir, yaklaşır andığı.

Aynı sistem işler zikirde de

İster kalbinle an onu, ister dilinle.

Ben inançsızım deme, bana işlemez,

İçilen su gibi kanmak fark etmez.

Çünkü esmadandır yaratılan her varlık,

İster akıllı olsun isterse alık.

Allah’ı tanı, özelliklerini ara,

İlaçtır inanın her türlü soruna.

İnsanın amacı rahat ve mutlu olmaktır,

Bununda çaresi zikir yapmaktır,

Kaynağıdır dünyada ve ahirette huzurun,

Yaşamınız zikirle dolu, gönlünüzce olsun.

22 Eylül 2009 Salı

ALLAH KELİMESİNDEKİ SIR.

Hollandalı bilim adamı psikolog Vander Hoven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin sırrını bulduğunu açıkladı.

Prf.Hoven'in hastalar üzerindeki araştırmasının sonucu ise şöyle;

Hollandalı bir psikolog olan Vander Hoven Kur'an okumanın ve ALLAH kelimesini tekrar etmenin hastalar ve sağlıklı insanlar üzerindeki etkilerini bulduğunu açıkladı. Hollandalı profesör üç yıldan beri bir çok hasta üzerinde araştırma ve çalışmasını yaparak yeni buluşuna ulaştığını söyledi.

Hastalarından bazılarının Müslüman olmadiğını, bazılarının da Arapça bilmediğini belirten Hoven hastalarına ALLAH kelimesini öğrettiğini söyledi.

Alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, özellikle depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti.

Profesör Haven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin psikolojik hastaların üzerindeki etkilerini açikladı.

-ALLAH kelimesinin ilk harfi olan –A- harfi solunum sisteminden direk çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor.

- Damaktan söylenen –L- harfi ise, (Arapçada çıkarıldığı şekilde) dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor ve çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlem tekrarlanıyor.(İki –L- harfi olduğu için) Bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor.

- Son harf olan –H- harfi çıkartılırken akciğer ve kalp arasında bir ilişki oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor.

Bu araştırmayı yapan Hollandali profesör Müslüman değil, fakat İslam ilimlerine ilgi duyan ve Kur'an-i Kerim'in sırlarını araştıran bir psikolog.

Elimizdekinin kıymetini bilememek diye buna denir işte.Müslüman olmayan bir insan ALLAH kelimesinin faziletini araştırıyor ve hastalarını tedavi ederken ALLAH kelimesini öğretiyor. Biz ise tutturmuşuz bir tanrı....Çocukların seyrettiği çizgi filmlerde bile bir tane ALLAH kelimesi yok hep tanrı...Televizyon programlarını saymıyorum bile...Ben elimden geldiğince çocuklarıma öğretmeye çalışıyorum tanrı değil ALLAH demeliyiz diye.

İkisi de aynı kapıya çıkıyor diyebilirsiniz ama bence değil çok fark var. Niye biz yabancılardan dilimize geçen bu kelimeyi kullanalım ki halis muhlis ALLAH kelimemizi her söylediğimizde bu kadar faydaları varken.....

http://www.tbm.tudelft.nl/live/pagina.jsp?id=eca06fab-9a8c-4ad9-9060-c14fc720f292&lang=en

DAĞINIK İŞLEVLER

Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı mı var?
Modern nöroloji bilimlerinde tanımlanan hâliyle beyin, hastaneye benzer. Örneğin beynin dil ile ilgili bölümünde, bazı nöronlar (sinir hücreleri), yalnızca özel isimleri, bazı nöronlar ise yalnızca düzensiz fiilleri kavramaya yönelik çalışırlar.

Görme ile ilgili bölümünde, sinir hücrelerinin bir bölümü
turuncu kırmızı renklere, bir bölümü güçlü kontrastlı diyagonal çizgileri, bir kısmı ise soldan sağa hızlı hareketlere yönelik çalışırlar. Şimdi sorulması gereken soru, beynin değişik bölgelerinin sahip olduğu bu son derece özelleşmiş işlevlerin nasıl yeniden bir araya getirilerek, düşünce ve algılamanın bileşimi olan aklı oluşturduğudur.

Bağlantı problemi (Binding problem) olarak da bilinen bu bulmaca, yapılan deneylerin, beynin daha da özelleşmiş bölümlerini ortaya çıkarmasıyla daha da zorlaşmış bulunuyor.

Bazı kuramcılar algılamanın değişik öğelerinin “birleştirici Bölgeler” (convergent zones) adı verilen yerlerde bir araya geldiği düşüncesini ortaya attılar. Bu bölgelerin en belirgin (short-term) ya da “çalışan“ (working) bellek alanlarıdır.

Birinde elektrotlarla monitorize edilen maymunların, diğerinde ise PET (positron emission tomography) ile taranan insanların deneklik etmiş olduğu, 1993 yılında yapılan iki deneyde, ”çalışan bellek” te oldukça özelleşmiş bölgeler
bulunduğu görülmüştür.

Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Fraser A.W.Wilson, Seamas P.Ö Scalaidhe ve Patricia S. Goldman-Rakic tarafından yapılan deneylerde görevliler, maymunları “çalışan belleğin” kullanılmasını gerektiren iki işi başarmaları için eğitiyorlar. Bu işlerden biri maymunların gözlerini bir ekranın başka bir yerinde yanıp sönen bir kare de, maymunun görüş alanı içinde yer alıyor. Karenin kaybolmasından birkaç saniye sonra maymun bakışlarını karenin bulunmuş olduğu noktaya yönlendiriyor. Diğer iş, görüntünün konumundan çok niteliği ile ilgili bilginin akılda tutulmasını gerektiriyor.

Araştırmacılar ekran merkezinde yanıp sönen bir görüntü oluşturuyorlar. Her maymun, görüntü kayboluncaya kadar beklemek ve gözlenen şekle bağlı olarak gözlerini sağa ya da sola çevirmek için eğitiliyor. Elektrotlarla, maymun beyninin pre-frortal konteks sinir hücreleri ekranda görülüyor. Pre-frontal korteks adlı
bölgesindeki nöronların aktiviteleri, elektrotlarla ekrana yansıtılıyor.

Her testte sadece bir nöron grubu harekete geçiyor. Konumla ilgili “nerede” testi, prefrontal korteksin bir bölgesindeki nöronları aktive ederken, şeklin içeriği ile ilgili olan “ne” testi diğerine komşu ama ayrı bir bölgedeki nöronları harekete geçiriyor.

Goldman-Rakic, pre-frontal korteksin şimdiye değin hep bilginin yönlendirildiği ve planlama, düşünme, anlama ve istem için sentez edildiği yer olarak düşünüldüğünü belirterek, bu alanın en azından duyusal ve motor bölgeler kadar bölümlenmiş olduğunu gösterdiklerini söylüyor.

Geçen yıl içinde Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından ortaya koyulan tamamlayıcı bulgular, insanlar üzerinde PET ile yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor.

Deneyde gönüllülere, isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, “köpek” sözcüğü okununca “havlamak” gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.

Bu deneyde pre-frontal ve cingulate korteks de dahil olmak üzere, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise, nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.

Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek, yalnızca içeriğine göre değil; aynı zamanda işlevine göre bu bölümlere ayrılıyor.

Washington Üniversitesi’nden Steven E.Petersen, bu sonuçları Goldman-Rakic’in düşünceleriyle uyum içerisinde olduğunu söylüyor.

Peki nasıl oluyor da beyindeki bu özelleşmiş alanlar birbirleriyle büyük bir uyum içerisinde çalışabiliyorlar? Aktiviteler tek bir merkezden mi, yoksa beyne yayılmış olan bir çeşit entegrasyon ağı tarafından mı koordine ediliyor?

Petersen; algılama, bellek ve istemin entegre edildiği bir tek lokalize alan ya da lokalize olmuş birkaç alan bulunduğu düşüncesini savunuyor. Goldman-Rakic’in görüşleri ise, farklı fakat eşdeğer bölgelerin birbirleri ile bağlantı ve ilişki içerisinde bulunduğu, hiyerarşik olmayan bir modele daha yakın.

San Diego’daki California Üniversitesi’nde bellekle ilgili araştırmalar yapan Larry R.Squire, ”bağlantı problemi” nin çözümünün uzun yıllar alabileceğini, bağlantı mekanizmasının ne olduğu konusunda gerçek bir ipucunun bulunmadığını düşünüyor. Ama öte yandan hızla gelişen teknolojinin son ürünlerinden biri olan mikroelektrotlar, vücuda zarar vermeyen görüntüleme teknikleri (örneğin PET ve Manyetik Rezonans ile görüntüleme gibi) ve bilgisayarlar sayesinde bu sorunların yakın bir gelecekte yanıtlanacağından ve deneysel bilgilerle yeni modeller
oluşturulabileceğinden umutlu Squire’ın da dediği gibi “Bu teknolojik destek olmadan artık hiç bir şey yapılamaz.”


John Horgan

BİLİM DERGİSİ Ocak 1994 sayısı, sayfa 12’de "Dağınık İşlevler" başlıklı makale.


Ahmed Hulusi sitesinden alıntıdır.

Bilinçli Zihnimiz Elektromanyetik Alan Olabilir mi?

Acaba düşüncelerimiz uzayı etkileyen ve TV ya da radyo yayın sinyallerini taşıyan bir çeşit elektromanyetik alan olabilir mi?

İngiltere Surrey Üniversitesi Biyomedikal ve Hayati Bilimler’den profesör Johnjoe McFadde, bilinçli zihnimizin bir elektromanyetik alan olduğuna inanıyor.
“Teori bilinçle ilgili önceden aşılamayan pek çok problemi çözdüğü gibi, zihin, özgür irade, ruhaniyet, yapay zekanın yaratılışı hatta yaşam ve ölüm gibi konularda bile öngörülen ilişkisi olabilir.” diyor.

Çoğu insan “zihin” kavramını, farkında olduğumuz biliçnçli şeylerin bir bütünü olarak algılar. Ama daha fazlası, çoğu zihinsel aktiviteler, istem dışı olarak faaliyet gösterir. Yürümek, arabanın vitesini değiştirmek, bisikletin pedalını çevirmek gibi aktiviteler zamanla nefes almak gibi otomatik bir hale gelebilir.

Nörobilim’deki en büyük bilmece, beynin bilinçli haldeyken gerçekleştirdiği aktivitelerin, bilinçsiz halde gerçekleştirdiği tüm aktivitelere kıyasla farklı oluşudur.

Bir cisim gördüğümüz zaman retinamıza gelen sinyaller, sinirler yoluyla,iyon kaynaklı elektrik dalgaları olarak hareket ederler. Sinir merkezine ulaştıkları zaman, sinyal kimyasal nöroileticiler yoluyla sonraki sinire atlar. Alıcı reseptör sinir, dışarıdan gelen uyarıcı sinyalin şiddeti doğrultusunda, iletim yapıp yapmayacağına karar verir.

Bu yolla elektriksel sinyaller, bedenimize yayılmadan önce beyinde işlem görürler. Ama bilinç, tüm bu iyon ve kimyasal hareketin neresindedir? Bilim adamları beyinde, bilinçli düşünmenin gerçekleştiği bir bölge veya parça bulamıyorlar. Bilinç kavramı hala gizemini korumakta…

“Bilinç, bizi insan yapan şeydir.” diyor Profesör McFadden. “Konuşma dili yaratıcılık, duygular, ruhaniyet, mantıksal çıkarımlar, zihinsel aritmetik, vicdan, gerçeklik, etik değerler; bilinç olmadan tamamen olanak dışıdır. Peki bunlar nasıl yaratıldılar?”

Bilinçle ilgili esas sorunlardan birisi, bağlayıcı problem olarak bilinen ,”Ağaca bakma” durumudur. Çoğu insan, ağaçta kaç tane yaprak gördükleri sorusuna, “Binlerce diye cevap verecektir.” Ama nörobiyoloji bize, tüm yapraklarla ilgili bilginin milyonlarca sinir yoluyla dağılıp parçalandığını söylüyor.

Bilim adamları, beynin neresinde, tüm o yaprakların tekrardan toplanıp bütün bir ağacın bilinçli ifadesine dönüştüğünü açıklamaya çalışıyorlar. Beyin nasıl oluyor da bilgileri; bilinçlilik hali yaratabilecek şekilde bağlayabiliyor.

Profesör McFadden’in fark ettiği, bir sinirin her harekete geçişinde, elektriksel aktivitenin, beynin elektromanyetik alanına bir sinyal gönderiyor olduğu… Ama tekil sinir sinyallerinin aksine, beynin elektromanyetik alanına ulaşan bilgi, otomatik olarak beyinden gelen tüm diğer sinyallerle birleşiyor. Sonuç olarak beynin elektromanyetik alanının yaptığı bu birleştirme işlemi, bilincin karakteristiğini oluşturuyor..

Profesör McFadden ve ondan bağımsız olarak Yeni Zelanda’lı nörobiyolog Sue Pockett, beynin elektromanyetik alanının bilinç olduğunu düşünüyorlar.

Beynin elektromanyetik alanı, sadece bir bilgi lavabosu olarak değil, aynı zamanda, sinirleri tetikleyip sinyal geçişini sağlayarak veya engelleyerek, hareketlerimizi etkileyen bir kaynak olarak da görev yapıyor.

Teori, öğrenme işlemindeki payını da içeren, pek çok açıklanamaz bilinç özelliklerine de açıklık getiriyor.

Arabayla ilk deneme yaşanırkenki aşırı bilinçli halin, bir süre sonra seri pratikler yoluyla, refleks haline dönüşmesi gibi…

İlk sürüş deneyimlerinin gerçekleştiği anlarda sinir sistemini incelediğimiz takdirde, beynin elektromanyetik alanının sinir geçişini sağlamak ya da engellemek üzere harekete geçirmeye çalıştığı, kararsız sinirsel bir bölgenin varlığını bulabiliriz.
Ama sinirlerin birbiriyle bağlantılı olması sebebiyle, sinyal iletildiği zaman, bir bütün olarak bağlanıyor. Bu yüzden de daha güçlü bir bağ etkisi gösteriyor. Yeterince pratiğin ardından, alanın etkisi giderek belirsizleşiyor. Aktivite öğreniliyor ve daha sonra kullanıldığında bilinçsiz bir refleks olarak ortaya çıkıyor.

Bilincin elektromanyetik alanı teorisi teorisine karşı tezlerden birisi de şu. “Eğer zihnimiz elektromanyetik ise, neden bir elektrik kablosunun veya başka bir dış elektromanyetik alanın altından geçerken, bunu hissetmiyoruz?” Bunun cevabı, derimizin, kafatasımızın ve omurilik sıvımızın, bizi dışarıdan gelen elektriksel alanlara karşı bir kalkan görevi görerek koruyor olması.

Bilincin elektromanyetik alanı bilgisi, günümüzde hala bir teori. Ama eğer gerçekse; özgür idare, yaratıcılığın doğası ve ruhaniyet hayvanlarda bilinç hatta yaşam ve ölümün etkileri konularında pek çok şaşırtıcı gelişmeler olacağı da kesin.

Profesör McFadden’ın açıklamasına göre; “Teori, neden bilinçli hareketlerimizin, bilinçsiz hareketlerden daha farklı bir his uyandırdığını açıklıyor. Çünkü kaynak olarak beynin elektromanyetik alanında bulunan geniş bilgi havuzundan faydalanılıyor.”

Eğitim ve araştırmalar konusunda mükemmel bir üne sahip Surrey Üniversitesi, dünya standartlarında araştırma profiliyle, İngiltere’nin profesyonel, bilimsel ve teknolojik üniversiteleri arasında başı çekenlerden…


(Kaynak: “Synchronous firing and its influence on the brain’s electromagnetic field: evidence for an electromagnetic field theory of consciousness" dökümanı Johnjoe McFadden “Journal of Consciousness Studies” Dr. Susan Pockett.) 16-May-2002

http://www.unisci.com/stories/20022/0516026.htm

19 Eylül 2009 Cumartesi

ZİKİR ÇALIŞMASI ve YARARLARI


Allah’ı anmaktır zikir, Allah’ta anar onu,

Allah’la dost olmaktır, işin doğrusu.

Kalbe ferahlık verir, kasaveti giderir,

Bedeni ve kalbi güçlendirir.

Zikir rızkı çeker, hatta genişletir,

İstemediği halde türlü nimetler verir.

Hoşgörü ve muhabbet zikrin şiarıdır,

Karşılığı saygı, sevgi ağıdır.

Zikir düşünmektir, tevekkülü sağlar,

Verir güven duygusu, sakinlik, vakar.

Zikir duygusallık verir öyle ki, ağlatır,

Allah’ta kendisine yardım akıtır.

Zikir bir ağaca benzer, meyvesi bol,

İlim, irfandır meyvesi emin ol.

Cehennemden uzaktır zikir ehli,

Çünkü sonsuzluktur onun getirisi.

Zikir terbiye, edep ve hayadır.

İnsan olmanın şartı ahlaktır.

Zikir bir eksersizdir beynimiz için,

Sağlıklı bir şekilde düşünmek için.

Yetenek diyorsan zikre devam et.

Kalır mı insanda gam ve kasavet.

Her türlü, katılık, zulmet hastalıktır,

Zikir bunların yegane ilacıdır.

Zikir yapmayan kapılır delalete,

Koruyamazlar kendi nefislerini bile.

İstediğin becerimi lazım zikir yap,

İyi oku, bunu yazmaz her kitap.

Anlamak istiyorsan her okuduğunu,

Alim’i zikret gör ne olduğunu.

İradeniz mi zayıf etmezsin gam,

Mürid çekersin sonrası tamam.

Gel dostum zikir yapıp rahatla,

İhmal etme pişman olursun sonra.

Her nefesin sana zikir olsun,

Her şey herkesin gönlünce olsun.


Kaynak El- ibriz.

17 Eylül 2009 Perşembe

“FEYZ” NEDİR?

Bugün “feyz” den bahsedelim istedim,

Neye benzer, bu feyz, ne işe yarar, dedim.

Önce bilelim nedir, bunun sözlük anlamı.

Hayal edin içi su dolu olan bir kabı.

Eğince ne olur bilirsiniz, suyu dökersiniz,

İster içersiniz, elinizi yıkarsınız isterseniz.

İşte suyun çıkıp kendi kabından,

Elinize ulaşmasıdır anlatılan.

Mana anlamında anlatılmak istenirse,

Buna bir örnekte vermek gerekirse,

Işınlarını düşünün güneşin renkli duvara,

Zayıfta olsa yansıtır kendini burada.

Yahut bir aynayı düşünün parlak ve temiz,

İçinde şekil ve görüntüsüyle siz.

Ne sizden ayrılan vardır eksilen,

Ne aynaya vardır dışardan giren.

Ayna ne kadar düz ve temiz ise,

O kadar net bakarsınız görüntünüze.

İşte bu netlik sınırı aradığımız anlamdır,

Feyz denince de bu anlaşılmalıdır.

Yansıyınca her şeyin hakikati dünyaya,

Bizlerde ayna oluruz istersek ona.

Ayna tutamaz görüntüyü aklı yoktur,

İnsan isterse tutar, çünkü aklı çoktur.

Ayna gibi olmayalım cansız bir eşya,

O ilahi yansıma kaybolur gider sonra,

Ramazandayız geliyor feyzler dolu dolu,

Kalpler boş kalmasın olsun dopdolu.

Gönüller açık olsun, gücü yetene,

İnsan muhtaçtır ilham yollu bilgilere,

Yeni ufuklar açar, kanat çırpar sonsuzluğa,

Ulaşır insan hayatın, güzelliklerinin sırrına.

Herkes bu feyzlerden alanlardan olsun,

Dilerim her şey gönlünüzce olsun.



Kaynak; İ.Gazali Hz. (iki madnûn.)

DÜŞÜNMEK NEDİR?

İnsani bir yetenektir düşünme fiili,

anlamak için kullanır her şeyi.

Yaşadığı dünyayı merak eder,

Var oluşuna bir anlam yükler.

Amaç gerçeğe ulaşmaktır,

Mesut ve mutlu olmaktır.

Bunun için anlam verir gördüklerine,

İşte buna denir insani düşünce.


Çok yerde geçer düşünün diye kitapta,

“Düşünmez misiniz” der “hâlâ”(1)

Sağlıklı düşünmek başka bir şeydir,

Doğru düşünmekte bir yetenek işidir.

Açığa çıkmamışsa bu yetenek o insanda,

Güdük kalmıştır düşüncesi ve oranı da.

İnsan bildiği kadar düşünür,

Mantıklı şekilde oluşturduğu bütündür.

Beşikten mezara kadar der Allah Resulü,(2)

Çünkü bildikleri kadardır düşündüğü.

Bazı insan düşünemez soyut kavramı,

Zorlanır, kavrayamaz bu konuları.

Kabul etmez inancı onu reddeder,

Hep somut kavramlarda gezinmek ister,

Bu durum onun için aleyhinedir,

Çünkü kişinin ürettiği düşünce, eksiktir.

Bir büyük tehlike de ön yargılardır,

Bunun çaresi dinlemek, çok okumaktır.

Bloke olur yoksa kişinin zihni,

Artık düşünemez istese de isabetli.

İyi düşünmek için sağlıklı olunmalıdır,

Her zaman beyin eksersizi yapılmalıdır.

Peki bu nasıl olacak derseniz,

Bol bol zikir çalışması yapacaksınız.

Kuran okumak zikirdir, tabii namaz da,

En etkili olanları ise esma-ül Hüsna da.

Bu öyle bir çalışmadır ki inanın,

Yapan kişi yarar görür inansın, inanmasın.

Eylemsiz düşünce askıda kalır,

Verim alamaz ondan yorgunluk kalır.

Her zaman düşüncemiz açık, aydınlık olsun,

Dilerim her şey gönlünüzce olsun.


(1); (Kur’an-Enam/80)
(2); Hadis; “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.”

15 Eylül 2009 Salı

KABİR AZABI

Çok yerde duyarsınız “Kabir azabı” diye,

Gelin bugün onu işleyelim sizinle.

Önce bilgilerimizi anımsayalım insanın,

Bir bilincimiz vardır kimliğimiz, nefsimiz,

Bir de vehmimiz vardır, düşüncemiz hayalimiz.

Duyularımızla aldığımız etkilenimleri,

Bu vasıta ile yaşarız hislerimizi,

Kimi zaman sevinç, çok kez de acı,

Doğruyu bulmak, hazırlanmaktır ilacı.

Bedenin değil hisler, ruhun karakteridir,

Beden bunun için sadece bir alettir.

Ölünce beden, ruh serbest kalır,

Bilinç ve vehmini de yanında taşır.

Bu nedenle hissedilir ölmüşse bile,

Her acıyı da hisseder bilincinde.

Mesela görmüştür, gömüldüğünü mezara,

Kabullenemez, yalvarır yakınlarına.

Duyuramaz sesini, eşine dostuna.

Görecektir orada her iki alemi,

Uykuya dalacaktır, rüyadaki gibi.

Artık dünya ile ilişkisi bitmiştir,

Hissedilenler, bilinç+vehim+enerjidir.

Bilinçli enerji; irade edilen ne ise,

Yaratır varmış gibi, gösterir size.

Hani deriz ya çoğu zaman,

Allah’tan gelip Allah’a gidecektir insan,

Ulaşacağı yere oyalanırsa dünyada,

O kadar çok uzak kalmıştır aslına.

Allah’a inanıp kullanmışsa aklını,

Nasihat dinler okur kitabını.

Kendi nefsi bilecek asıl gerçekleri,

O zaman anlayacak yanlış bildikleri.

Pişmanlıkla, acıyla içi yanacaktır,

İstisnasız her insan bunu yaşayacaktır.

Hazırlamışsan kendini olacaklara,

Hiç korkma zahmet çekmezsin uyuma.

Cehennem olacaktır. pişmanların kabri,

Cennet olacaktır hazırlamışsa kendini.

Allah herkese hidayet etsin,

Böylece kabrini cennet eylesin.

Bilmek isteyen Kur’an, Hadis okusun,

İnşallah her şey gönlünüzce olsun.

CENNET YAŞAMI.

Bu günkü konumuz cennet yaşamı,

Dünyaya iniş derken nedir anlamı?

Bilirsiniz insan oluşur iki şeyden,

Birisi Ruhtur, diğeri beden.

Beden Dünyaya aittir, toz olur gider,

Ruh ölümsüzdür, sonsuza gider.

Bir tür enerjidendir yapısı,

Allah’ın esmalarına açılır kapısı.

Enerjinin en alt tabakasıdır madde,

Bu nedenle iniş denir hitabette.

Beşeriyettir bir adı maddi alemin

İnilmiş demektir, en alt seviyenin.

İşte ruh dediğimiz melekî beden,

Gücünün sınırı yoktur gerçekten.

İnsan ise dünyada edindiği idrak ve ilimle

Sınırlar koyar kendine, iman ve amelle.

Beşeri bedenin gücü bir hiçtir,

İlmi, idraki öğrenip, yükleyici alettir.

İşte ruh gelince ahirete

Edindiğiyle yaşayacaktır dilediğince.

Özgür bir ortamdır güç sınırsızdır,

Her dilediği anında hazırdır.

Edindiği bilgi ve sevapla yükselir konumu,

Aynı seviyededir konu komşusu,

Dilerse ziyaret eder üstte olanları,

Eski dostları tanıdıkları.

Nimetler sonsuzdur, sınırı yoktur,

Tek sınır sensin, başka şey yoktur.

Pişmanlıkta farklıdır o ortamda,

Keşke yapsaydım dedirtir insana.

Ne hastalık, ne ibadet vardır,

Sadece nimetleri temaşa vardır.

Sınırlar belirlenir beden ölünce,

O zaman vakıf olunacak işin hakikatine.

Aman dostum değerini bil bu yaşamın,

Geriye dönüşü yok sonra yanarsın.

Toz olacak şeylere verme kendini,

İlim öğren, terbiye et nefsini.

O zaman halife, ancak olursun,

Her şey, herkesin gönlünce olsun.

ŞEFAAT, AYDINLATMA

Gelin bugün şefaati konu edinelim.

Nedir, nasıldır onu bilelim.

Aydınlatma anlamına gelir şefaat,

Bunun için olmalı kalpte şecaat.

Bileceksin ihtiyacın olan konuyu,

Düşüneceksin nasıl oluştuğunu.

Çok ihtiyacınız var şimdi ne yapsak?

Nereden akil insan bulup danışsak.

Kolay değil her insana güvenmek.

Fakat çok ihtiyacımız var, sorun bilmemek.

Bir an aklınıza gelir kime sorsam,

Bu konuda bilgili kimi bulsam.

Tüm hatlarıyla konuya vakıf,

Böyle birini bulma ihtimali zayıf.

Sonra aklınıza gelir birisi,

Tüh yaa.! Aklınıza gelmiyor ismi.

Tanışmamışsınız daha önce onunla,

Yanına gitsek kabul eder mi acaba.?

Koşup gidersiniz o kişiye,

Önce merhaba dersiniz ümitle,

Cevap verir size gülümseyerek,

Ancak dili farklı anlamadınız ne demek.

Sonra aklınıza gelir başka bir kişi,

Bu ulu kişiyle dost, ahbap birisi.

Merhabanız vardır onunla az da olsa.

Koşar gidersiniz ona, bin umutla.

Bilmese bile soruya tam cevabı,

Bu uluya sorar çünkü ahbabı.

Anlatırsınız derdinizi, dersiniz medet,

Çok ihtiyacım var ne olur yardım et.

Anlatır bildiklerini, rahatlatır sizi,

O bilmese bile vardır soracağı birisi.

Sorun yaşanacak mekan ahirettir.

O an bildiklerin ise dünya’ya aittir.

Peygamberdir gittiğin ilk ulu kişi,

Bir veli olmalı ahbabın olan kişi.

İşte Şefaat’tir ahbabının yaptığı,

Aydınlatır seni onun ışığı.

Dünya da dikkat et dost bildiklerine,

Merhaban olsun en azından bir mü’mine

Olur isen Dünya da parasız, pulsuz, kimsesiz,

Çekeceği rezilliktir, acıdır, hüzündür çaresiz.

Varsa bir dostun, bir tabak aş verecek,

Yapacağın tek şey vardır, onu beklemek.

İnançlı ol, ibadet et sevap kazan,

Malı mülküdür ahiretin bana inan.

İşte ahiret böyle bir mekandır dostum.

İnşallah gelmez başına böyle bir durum.

En azından bir mü’min dostun olsun,

Dilerim her şey gönlünce olsun.

ŞEFAAT, NEDİR

Gelin bugün şefaatten sohbet edelim,

Neye benzer nasıldır bilelim.

Şimdi düşünün Ulu bir Sultan,

Birde Veziri var has kuldan.

Sevdirmiş kendisini Ulu Sultana,

Dürüst, adil, akıllı çalışmasıyla.

Bazen gelir kulağına dedikodu,

Çok kötü işle yapıyor derler Vezirin dostu.

Lakin affeder onları ulu sultan,

Beklemez kötü bir şey has kulundan.

Ulu Sultan tanımaz vezirin dostlarını,

Onlar vezirle kurmuş oldu bağlantıyı.

Ulu Sultan hepsine dağıtır nimet,

Vezirin sayesinde görmüşlerdir inayet.

Ne kadar yakınsa Vezirle dostlukları,

O kadar görürler Ulu Sultandan rağbet ve alakayı.

İşte şefaat budur; Vezirin yaptığı,

Tanıtır dostlarını ilgiyi sağlar,

Ulu Sultan da onları nimete boğar.

Vezirin de vardır dostunun dostu,

İşte böyle gider sonuna doğru.

Ulu sultan Allah’tır burada,

Vezir ise peygamberdir arada.

Velilerdir peygamberin dostları,

Müminlerdir dostlarının dostları.

Ulaşmak istiyorsan nimete sonsuza kadar,

Bir dost edin en az bir mümin kadar.

İnşallah sende müminlerden olursun,

Dilerim her şey gönlünce olsun.

Kaynak; İ. Gazali Hz.- İki madnun

CEHALET HASTALIKLARI

Bir kalp hastalığıdır cehalet,

Doğru söylüyorum, hastalıktır cehalet.

Hangi kalpler tedavi edilir,

Hangisi müzminleşmiştir, bilmek gerekir.

Şayet ediyorsa her şeye itiraz kişi,

Bil ki, hastadır, nefretle doludur kalbi.

Cevap verip yardım etsen bile,

Artmaktan başka işe yaramaz nefreti.

Bu hastalık bulaşıcıdır, bulaşır,

Ondan uzak kalmak akıllıcadır.

Ne sorarsa sorsun sana,

Cevap vermek inanın sakıncalıdır.

Bir hastalık türü daha vardır, aptallık,

Eğitim bile görmüştür birazcık,

Birkaç mesele öğrenmiştir kendince,

İtiraz eder çoğunlukla büyük alimlere,

Bu tür de müzmin ve bulaşıcıdır,

En iyisi bunlardan uzak durmaktır.

Değişik bir tür daha vardır, noksanlar,

Aslında öğrenmek ister, sizden bir şeyler,

Ne yazık ki anlayışları azdır, anlayamazlar,

Boşuna gayrettir öğretmeye çalışmak,

Onlarla da münasip değildir meşgul olmak .

Son bir türü daha vardır hastalığın,

Kişi hem akıllı, hem anlayışlıdır.

Aydınlanmak ister samimidir,

Güçlüdür iradesi, kendi nefsine.

Doğruyu arar sabırla, azimle,

Sorularını bu niyetle sorar inanın.

Tedavi edilebilir türüdür hastalığın,

Meşgul olmak caizdir, gereklidir.

Bizlerinde kalbi hasta bunu biliriz,

İnşallah son türden olup tedavi ediliriz.

Kalp tabibi vardır mutlaka ama,

Bilemeyiz, göremeyiz kalbimiz âmâ,

Tek çaremiz vardır okuyarak öğrenmek,

Kuran ve hadis vardır elimizde mihenk,

İnşallah her kes bilenlerden olsun,

Hepimizin her şey gönlünce olsun.



Not; Kaynak İ.Gazali Hz.

CEHENNEM NERESİDİR?

Hep bahsederler vardır cehennem,

Bilmek ister misin onu ne menem?

Bedenin ve şuurunun acı ve mutsuzlukla,

Yaşayacağı ortamdır Cehennem

Yaşanılan her sevinç, acı duygusu,

Şuurunda yaşanır unutma bunu.

Kaybetmeyecek kimse kendi şuurunu.


Bilimsel gerçeklikle bakarsan olaya,

Kabul edeceksin cehennemin güneş olduğuna,

Dünyayı ve Mars’ı da içine alacak kadar büyüyüp,

Buharlaştıracağı alandır cehennem.

Bizde buharlaşır yok oluruz zannetme.

Ruhani bir bedenin olacak, benzer enerjiye

Oradaki bedenin değildir artık eski madde .!

Her ne kadar ona da diyecek olsan da madde.

Atomun bir alt boyutunda bulacaksın kendini.

Ruhani bir bedenin olacak, Ruhsal enerji.

İşin daha kötüsü nedir bilir misin?

Şeytan diye anlatılan,

Cin isimli varlığın da,

Yaşadığı alemdir o.

Edinmemişsen sevap dediğimiz güçten,

Oyuncak oldun gittin demektir gerçekten.

Farkın kalmaz zayıf, yavru bir köpekten.

Zehirli radyasyonla yanan bedenin,

Acısıyla kıvranacaktır bilincin.

Uzaklaşmak isteyeceksin tüm gücünle,

Sığınmak isteyeceksin senden daha güçlüye.

İşte bu güç dünyada kazanılır,

Senden güçlüler ise,

Peygamber ve evliyalardır.

İşte cehennem böyle bir yerdir.

Allah bizleri düşürmesin,

Her şey gönlünüzce olsun.


Kaynak; Ahmed Hulusi eserlerinden.

11 Eylül 2009 Cuma

RIZIK ARAMAK.

Yaşayan her canlıya,

Zorunludur rızık aramak.

Mümkün değildir inanın,

Çalışmadan kazanmak.

Rızkı veren Allah’tır her canlıya,

İnsana da buyurmuş “rızkını ara”

Sebeplere sarıl ümitle iste,

Bir nevi benzer bu Allah’tan dilenmeye.

Çünkü O alıp verir dilediğince,

Hiç izlediniz mi dilenciyi?

Verirken sadece bakarlar size,

Gittikten sonra bakar verilene.

Veren güçlüye duyulan saygı diye.

O zaman insanın da yönelmesi gerekir,

Rızkını veren olan yaratıcısına,

Nasıl diye sorarsan eğer,

Bağlı olacaksın onun kuralla rına.

İşte o zaman insana yakışır rıza.

Kimi kazanç lezzet aldırıp mutluluk verir,

Kimi kazanç acı zehir gibidir, mutsuzluk verir:

Önemli olan doğru yolda aramaktır.

Yoksa zaten yaratılan sana ulaşır.

Elinden gelenin en iyisini yap,

Emeği boş geri çevirmez Rabb.

Sabahleyin çıkarsın besmeleyle evinden,

Melekler gıpta edip takdirle bakarken,

Görseydin “Bu insan ne güzel kul derken.”

Kazancınız helal ve bereketli olsun,

Her şey gönlünüzce olsun.


Not; Kaynak El İbriz.

HADİSLER (1) KUR’AN OKUMAK

Okunuyor Kur’an Ramazanlar da,

Mukabele diyorlar adına da.

Çok merak ederim inanın,

Okurken ne anladıklarına.

Hep düşünmüşümdür amaç nedir,

Bilmediği bir dille ne kazanacaktır,

Hatta anlıyor olsa bile,

Yaşamadıkça neye yarayacaktır.

Bir hadis’i vardı Allah Resulünün;

Demiş “İnsanlardan ilim gidecek”,

Şaşırıp sordular nasıl olur?

Biz hem kendimiz okuyor,

Hem de çocuklarımıza öğretiyoruz.

Öyleyken ilmin gitmesi nasıl olur?

Cevap verdi Allah Resulü;

Hay anasız kalasıca Ziyad,

Görmez misin hem Yahudileri,

Hem de Hıristiyanları,

Onlarında kitabı var Tevrat, İncil gibi.

Amel etmedikleri için kaybolmuş ilimleri.

Demek oluyor ki keramet,

Okumakta, öğrenmekte değildir,

Onunla amel etmektir nihayet.

Her şey gönlünüzce olsun.
Not; Hadis:
Ziyâd İbnu Lebîd (R.A.) anlatıyor: "Resülullah (S.A.V.) bir şey anlatarak:
- "İşte bu şey, ilmin gitme anlarında olur" buyurdu. Ben:
- "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler Kurân’ı okur olduğumuz, evlatlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim.
Allah Resulü;
- "Anasız kalasıca Ziyâd! Ben seni, Medine'nin en fakihlerinden biri bilirdim. Şu, (gözümüzün önündeki) Yahudi ve Hıristiyanlar kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların içinde bulunanlarla amel ediyorlar mı? (Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata geçirmekte, yaşamakta ve tatbik etmektedir)" buyurdular."

MANEVİ İLİMLER.

Hep duyarsınız,

Nedir bu manevi ilim dedikleri?

Anlatayım isterseniz kısa yollu.

Bir kişi düşünün her azası sağlıklı,

Bir diğeri ise, gözleri doğuştan kapalı.

Her ikisine de anlatılsın, yaşadıkları şehri.

Sokaklarını, evlerini, ırmaklarını.

Gören kişi sadece anlatılanları değil,

Gördükleri ile de öğrenmiştir bildiklerini.

Âmâ ise ancak anlatıldığı kadarını.

Ne öğretildi, söylendi ise odur bildikleri.

İşte aradaki fark budur.

Sadece madde ilmini öğrenen,

Âmâ kişi gibidir. Bilimi maddidir.

Gören ise sadece anlatılanı değil,

Onları oluşturan mânâyı da öğrenmiştir.

İşte bu yüzden diyorum ki;

Dikkat edin size bir şeyler öğreten kişiye.

Gören midir, kör müdür diye,

Çünkü sahip olabilirsiniz ancak,

Onun ilmine, bilgisine.

Her şey gönlünüzce olsun..!

10 Eylül 2009 Perşembe

EĞİTİM DANIŞMANLIĞI KÂBUSU..! (2)


Bazen akşam bültenlerinde şu şekilde bir haber duyarız. “Öğrenciye Saldıran Öğretmen Hakkında Soruşturma Açıldı.”
Veya gazetelerin ikinci sayfasında okuduğumuz başka bir haber. “Öğrencilere, Atatürk’ü kötüleyen öğretmen görevden uzaklaştırıldı.”

Milli Eğitim Bakanlığı, okullardaki en ufak bir aksama emaresinde bile, Müfettiş Orduları’nı devreye sokarak hemen müdahale ediyor. Sistemin bu noktadaki işleyişini gerçekten verimli bulduğumu itiraf etmeliyim. Ancak; “Dükkanda yangın nöbeti tutarken, ev kül olmakta; kimsenin haberi yok.”

Okullara takviye olarak çıkan ve sınava hazırlık mantığıyla büyüyen dershanelerden sonra, şimdi de öğrenciye takviye niteliğinde “Eğitim Danışmanlığı Kurumları” yangın gibi türemeye başladılar. Sorsan, “Biz, Kişisel Gelişim Merkezi’yiz. Hedef kitlemiz öğrenciler değil, tüm millet” derler. Ama hem ÖSS- SBS hazırlık kursu verirler, hem de Milli Eğitim bünyesinde resmi onay almamış kursların sertifikalarını dağıtırlar. (Aslında o diploma havasında yazılmış kağıtta bahsedilen, “Seminer” programıdır.)

Neden seminer? Çünkü kendini hitap ettiği gruba ispatlamış herkes seminer verebilir. Dahası bunu, şimdi olduğu gibi bir sektör haline getirerek, absürd fiyatlarda çekebilirler.

Bir dershane belli aralıklarla denetlenir. Müfettişler için bu tarz kurumlar erişim alanı içindedir. Ancak “kişisel gelişim merkezi” tıpkı bir emlakçı gibidir.

Birine gider, gayrimenkul için akıl danışırsınız, size bir tane bulursa komisyonunu alır. Diğerinde de yaşam tarzınız için akıl danışırsınız, size bir yol gösterirse, komisyonunu alır. Aynı mantık…

Ancak ne yazık ki, “Danışmanlık Kurumları”, Milli Eğitim kapsamında yer almaz. Müfettişler, o alanda boy gösteremezler. Bu da akıl danıştığınız o yerin, sizin için bir saray mı yoksa mezar mı olduğunu kimsenin bilmediği anlamına gelir.

Düşünün ki, sarıklı bir hoca; muskalar yazıp, anlamsız ayinler yapıyor ve bunun için para alıyor. Sizin için neyin iyi olduğunu biliyorsanız buna yaklaşmazsınız değil mi? Ya da, arabasının bagajında sakladığı silahları size satmaya çalışan bir adamdan alışveriş yapar mısınız? Hayır mı? Peki neden?

Nedeni şu, ne o sarıklı, ne de o serseri, o işi yapmak için gerekli yetkiye sahip değil. Birisi “Ahiretini kurtaracağım.” Diğeri “Hayatını Kurtaracağım.” dese de ruhsatsız şarlatanlardır. Yaptıkları şeylerin veriminin ve başarısının bir ispatı yoktur.

Bir Danışmanlık Kurumu açmak için hiçbir altyapı gerekmiyor. “Danışmanlık Ofisi” adı altında bir lise mezunu bile dükkan açabilir. Siz de hem kendinizi hem de çocuklarınızı onlara emanet edersiniz. Dahası, aldığınız onca safsatadan sonra bile hala doğru şeyi yaptığınıza inanırsınız.

Önceden de yazdığım gibi; Milli Eğitim Bakanlığı okullara ve diğer eğitim kurumlarına bu kadar yakın incelemeler yaparken, bu tarz danışmanlıklarda tüm genç birikimlerin heba olma ihtimalini de göz önünde bulundurulması gerekir.

Kötü örnek vermek istemiyorum. Ama şöyle düşünelim. “Bir Uzman; “Reiki ile çocuğun enerjisini düzenliyorum.” diyerek elle tacizde bulunsa, kim ne diyebilir? Veya… İnançlarını sağlamlaştırmak adına zorla ayinlere sokulan bir çocuğun yaşadığı travmayı hiç düşündünüz mü?

İşte öneri…

“Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde “Danışman Eğitim Kurumları Bölümü” açılsın. Eğitim Danışmanlık Ofisleri ve Kişisel Gelişim Merkezleri bu bölümün çatısı altında yer alsın.

Verimi ve başarısı tescil edilmiş çalışmalar; “Örneğin, Hızlı Okuma, Hafıza Teknikleri, NLP, SBS-ÖSS etütleri gibi çalışmaları resmi kurslar haline getirilsin.

Danışmanlık Kurumu açmak için, Tıp (Psikiyatr), Psikoloji, Rehberlik ve Eğitim branşlarında “TEZLİ” yüksek lisans yapma zorunluluğu konulsun.

Bu tarz kurumlar için bir “Danışmanlık Ofisleri Birliği ya da Odası” kurulsun. Yine doğrudan MEB’e bağlı olsun.

Ve farklı “Danışmanlık” kurumları açacağını söyleyerek, “Milli Eğitim” bünyesinden ayrıldığı halde, bu tarz aktivitelere girişen kişilere ağır para ve hapis cezası uygulansın.

Bu yangın büyümeden kontrol altına alınmazsa, Tüm Türkiye gerçekten alevler içinde kalacak.

Geleceğimizi, “Yaşken kıvrım kıvrım eğilmiş ağaçlara” çevirmemek dileğiyle…

İlgili yetkilileri ve aileleri uyarmak amacıyla bu konuda kaleme aldığım yazılarımı burada noktalıyorum. Benim elimden gelen bu kadar. Bundan sonrası ailelere ve Milli eğitim Bakanlığı yetkililerine kalmış. Amacım kimseyi yermek, aşağılamak değil, insanlara iyi doğru ve güzelin verilmesini sağlamaktır.


Her şey gönlünüzce olsun.

EĞİTİM DANIŞMANLIĞI KÂBUSU.! (1)

Salaş bir benzin istasyonunda durdunuz ve arabanıza yakıt alıyorsunuz. Yanınıza serseri kılıklı bir adam yaklaşıyor ve ceketini açarak birkaç mücevher, kolye, bilezik gösteriyor ve şöyle diyor,

- “Abi, hepsi gerçek bunların… Garantilidir. Normalde en az 2500 eder ama sana 1000’den bırakırım.”

Bu adam ne kuyumcu ne de sarraf… Ama satıyor işte…

Güvenecek misiniz peki?

Sonuçta kaybedeceğiniz en fazla bir 1000’lik değil mi?

Peki olayı bir de şu temada ele alalım. Çocuğunuz ortaokulu bitirmiş liseye geçmiş; ama hem okuldan hem de dershaneden kendisi için “Dikkati dağınık.” “Odaklanamıyor.” şeklinde yorumlar geliyor.

Şunu bir defa aklınızdan çıkarmayın. Standart bir zamane gencinin zeka seviyesi, toplum standartlarının üzerindedir. 120’den 160’a doğru bir yelpazede yer alırlar. Bu zehir gibi gençlere; yeteneklerini keşfettikleri, toplumsal hayatın tadını almaya başladıkları ve hormonlarının coşkuyla fışkırdığı bir dönemde; Memlukları, Divan Edebiyatı’nı, Zimbabwe’nin bitki örtüsünü anlatmaya çalışıyorsunuz. Ya da Asetilsalisilik Asit’in organik kimya formülünü, memelilerin boşaltım sistemini, üç katlı integralleri gösteriyorsunuz.

Sizce dikkat dağınıklığı bu senaryoda gerçekten çocuğunuza mı ait, yoksa koyun yetiştiren mera sahiplerine mi? Ama konumuz bu değil.

Ne okul, ne dershane derdinize çare olamıyor. Psikiyatrlar şişelerce ilaç yazarak gözünüzü korkutuyorlar. Geriye çok fazla seçenek kalmıyor.

- Ne yani çocuğu çöpe mi atalım?

İşte bu noktada bambaşka bir sektör devreye giriyor. İyi niyetle başlayan ama gün sekmeden akbabaların üşüşüp canım bilgi hazinesini, bir leş yığınına çevirdikleri bir sektör…

Eğitim Danışmanlığı…!

İnanılmaz paralar yağdırarak, çocuğunuzu “Uzman” olarak nitelendirilen birine emanet ediyorsunuz. Neden uzman olmayacak ki? Ofis duvarları boydan boya sertifika, seminer kağıtlarıyla dolu… Bu adam kesin işini biliyor.

Gerçekten de öyle mi peki? “Eğitim Danışmanlık Kurumları”, Mili Eğitim bünyesinde kabul görmüş ve resmileştirilmiş bir yaygın eğitim kurumu değildir. (Okullara Örgün Eğitim, Dershanelere Yaygın Eğitim Kurumu deniyor.) Buna rağmen ortalıkta sayısız kağıt uçuşuyor.

Hızlı Okuma,

Hafıza Teknikleri,

NLP,

Kuantum,

Sınav Teknikleri…

Hatta terbiyesizliğin son noktası Psikolojik Danışmanlık…!

Yazımın başında verdiğim örnekte olduğu gibi, işin erbabı olmayan birinden güvenemeyeceğiniz bir malı almazsınız, gidecek olan sadece 3-5 kuruş para olsa bile… Yine de geleceğinizin yatırımını yaptığınız çocuklarınızı kimlerin eline bıraktığınızı biliyor musunuz?

Bulunduğunuz muhitteki “Eğitim Danışmanlarının”, nerelerden mezun olduğunu, nasıl bir psikoloji, ya da eğitim mastırı yaptığını biliyor musunuz?

Hatta, “Eğitim Danışmanlığı” kurumu açmak için hiçbir ön belge ve koşula ihtiyaç olmadığını biliyor musunuz?

Aklınızda bulunsun…!

Bilinçli bir tüketici olarak gittiğiniz “Eğitim Danışmanlığı” kurumunda, “Uzman” kişinin bir “Tıp”,Psikoloji” ya da “Eğitim” diploması yoksa…

Hatta bu alanda, “Psikiyatri”,Rehberlik Danışma” ya da “Eğitim Programları” gibi en az 2 ek yıllık daha akademik bir çalışması yoksa…

Ve bunları size sorduğunda, “Diplomam o alanda değil ama ben kendimi geliştirdim.” diyorsa, o mekandan yangın varmışçasına uzaklaşın. Çünkü gözünüz gibi koruduğunuz çocuğunuzu ateşe atmanıza sadece saniyeler kalmıştır.

Eğer gerçekten bu tarz bir yardım ve desteğe ihtiyacınız varsa, bir kişisel gelişim uzmanında aramanız gereken birkaç özellik şunlar olmalıdır.

- Hangi üniversiteden mezun olmuş?

- Yüksek lisansını hangi dalda yapmış?

- İş tecrübesi ne düzeyde?

- Hangi seminerleri düzenlemiş? (Katılmış değil, kendisi düzenlemiş?)

- Hangi makaleleri ve kitapları yayınlanmış?

- Hangi spesifik alanda kendini geliştirmiş? (Hiç kimse her konuda uzman olamaz.)

Eğer tüm bu soruların yanıtlarını aldığınızda, hala tatmin oluyorsanız, o zaman doğru yerdesiniz demektir.

Kaliteli bir Eğitim Danışmanlık Kurumu, hayalini kurduğunuz o, “Kendi ayakları üzerinde duran çocuğum” hedefinize ulaşmanızda en büyük destekçiniz ve yardımcınız olacaktır.

Doğru düşünen ve yaşayan bireyler olmanız dileklerimle…

Her şey gönlünüzce olsun.


EĞİTİM DANIŞMANLIĞI KÂBUSU.

Günümüzde yaşanan büyük bir tehlike var ve her geçen gün katlanarak devam ediyor.

İşin en vahim tarafı ise öğrenciler büyük bir risk altına girmiş durumda. Geleceğimiz diye üzerine titrediğimiz çocuklarımızı ne idüğü belirsiz kişilerin eline verilmesine izin veriyorsunuz.

Son zamanlarda pıtrak gibi açılan eğitim koçluğu adı altında bir sürü danışmanlıklardan bahsediyorum.

Hızlı Okuma danışmanlığı

Hafıza Teknikleri danışmanlığı

NLP, danışmanlığı

Kuantum düşünce danışmanlığı

Sınav Teknikleri danışmanlığı,

Sinerji eğitim koçluğu,

Vs. vs…

Hangi konuda eğitim görmüşler, Hangi bilimsel kariyere sahipler, kimden izin almışlar belli değil. Sorsanız efendim şu kurslardan belgem var, şu seminerlere gittim, gibi Milli Eğitim Bakanlığının ilgisi izni onayı olmayan kişilerden alınan kurs belgeleri.

Ödenen bir sürü ücretten vazgeçtik ne olsa zenginiz ama çocuklar yetkisiz belki de zararlı ellere veriliyor.

Düşüne biliyor musunuz, basit bir öğretmen bile en az 4 yıl eğitimden geçip formasyon gördükten sonra öğretmenlik yapabildiği halde, 2 haftalık 12 saatlik güya bir kursla eğitimci olabiliyor. Belgeler bile enflasyona uğradı bol keseden dağıtılıyor.

Bu konuya yakın bir yazıyı da MB arkadaşımız Murat sevgi işlemişti. (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=195375)


Bu konuya devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki biz öyle tek bir yazı tek bir uyarı ile uykudan uyanamayız. İlgisi bilgisi olan arkadaşlarımız da konuyu işleyebilirse belki sesimizi duyurabiliriz, en azından ulaşabildiğimiz dostlarımızı uyarabiliriz. Çocuklarını telsim ettikleri kişileri araştırmak ihtiyacı yaratabiliriz diye düşünüyorum.

Şimdilik esen kalın. Her şey gönlünüzce olsun.

ALTIN GİBİ İNSAN OLMAK.

Yaşadığımız dünyada her insan altın gibi değerli olmak ister.

Hiç düşündünüz mü altın neden değerlidir?

Onu yaratan, Ona değer verdiği için,

Milyonlarca yıl yer altında kalsa değerinden bir şey kaybetmez.

İnsanlar da bu yüzden ona değer verir.

Her zaman, her millete, her mekanda altının değeri değişmez.

İnsanlar da madenler gibidirler. Değerleri itibarıyla;

* Altın gibi,

* Gümüş gibi,

* Bakır gibi,

* Demir gibi,

* Teneke gibi olan vardır.

Herkes altın gibi değerli olmak ister.

Lakin bu öyle kolay elde edilemez.

Üniversiteler bitirse,

Tüm dünya zenginliklerine sahip olsa,

İnsanların en güçlüsü olsa bile elde edemez.

Neden bilir misiniz?

Çünkü insan olduğunun farkında değildir.

Kendini madde beden olarak görür.

Bir otomobil ile sürücüsünü düşünün.

Ona insan diyebilir misiniz?

Hayır dersiniz. İnsan onun içindeki kişidir.

İşte beden de otomobil gibidir.

“İnsan” onun kalbindedir.

Otomobil eskiyip çürüdüğünde atıldığı gibi,

Beden de çürüyüp toprak olacaktır.

O zaman “altın değerinde insan” olabilmek için,

İçinizdeki insanı olgunlaştırmanız,

Eğitmeniz,

Kemale erdirmeniz gerekecektir.

İşte o zaman sizi görenin içi açılacak,

Size ve sözünüze güvenecek, inanacak,

Hiçbir şekilde zarar gelmeyeceği gibi,

Her an “size yardıma hazır” diye düşünmelerini sağlayacaksınız.

İşin özünde güven vardır.

Altınında her zaman değerli olduğuna güvenildiği gibi.

Peki bu insani kimliğimizi nasıl eğiteceğiz derseniz,

O zaman insanı yaratana yönelmeniz gerekecektir.

Yaşanılan örneklerden öğreneceksiniz.

Bildirdiği kitaplarından,

Gönderdiği öğretmenlerden öğrenecek,

Bunun başka bir yolu yok.

Siz aracınızı tamirciye değil de,

Muslukçuya mı götürürsünüz?

Altının değeri nasıl kuyumcuda açığa çıkıyorsa,

Kamil İnsan olmanın yolu da ancak İslam da’dır.

Değerli, altın gibi olmak isteyen,

Kendisini yaratanına yöneltecek,

Gönderdiği kitabından gerekli bilgileri öğrenecek,

Öğretici olan Resulünün önerilerini benimseyecek,

Bu yolda başarılı olanları inceleyip örnek alacak,

Başarılı olduğu oranda da,

İstediği değere kendisi ulaşacaktır.

İster altın,

İster gümüş,

İster bakır,

İster demir,

İster teneke.

Değerinizi siz tayin edeceksiniz. Karar sizin.

Her şey gönlünüzce olsun..!

RIZIK YOLLARI

Geçim yolları ve sebepleri (Ki bunlar ziraat, ticaret ve başka mesleki yollarla sağlanır.) Dilencilerin elinde olan çanaklara benzer. Çünkü Cenab-ı hakkın adet-i ilahiyesi, kul hiçbir çareye, yola, hizmet ve himmete baş vurmadan rızkı onun eline koymak şeklinde cari olmamıştır. Kul elindeki sebepler çanağını harekete geçirip uzatmadıkça Allah ona rızık vermez. (Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.) Meryem/ 25 Sebeplere başvurup çanağını uzatınca da layık olduğu ölçü ve biçimde onun rızkını çanağa koyar.

O halde sebeplere başvurma durumunda olan kimse geçim sebebini belirtilen düzeyde getirmesi vaciptir. Zorunludur. Ama sebebe başvururken dikkatli aziz ve Celil olan Allah’a yönelmeli, sadece sebebe bağlı kalmamalıdır. Nitekim dilenci kendi elindeki çanağa veya açtığı avucuna bakmaz, o çanağa veya avucuna bir şeyler koyan insanlara bakar.

Allah’tan rızık talep etmenin iki yolu vardır. Bunlardan biri;

Kul, sebebe başvururken Aziz ve Celil olan Rabbine bakarsa, o takdirde sebebe baş vurmada Rabbine bağlanmış olur. Böylece sebep onunla Rabbi arasında vuslat anlamını taşır. O böylece sebebe değil, sebepleri kudret elinde tutan Rabbine güvenip dayanır.

Artık Allah izin verdiği sebeple verip alır. Onun nazarında sebeplerin çok ya da az olmasında bir fark yoktur. Çünkü veren sadece Allah’tır. O, birçok sebeple elde edilemeyecek şeyleri bir sebeple vermeye kadirdir.

O halde kişi sebeplere başvururken Allah’tan korkmalı,ve rızık talebinde en uygun yolu takip etmelidir.

Diğerleri ise; Kendilerini sebeplere başvururken bu konuda müsaade edilip edilmediğine bakmadan alıp vermede katledilenlerdir. Çünkü onların itikadına göre, rızık elde etmek, kendilerinin çare, hile ve siyasetlerine bağlıdır. Onların fasit siyasetleri güçlüyse o nispette rızık elde edileceği fikri hakimdir.

İşte bunlardır ki dünya işlerinde tedbirli olmayı ve bu konuda büyük meşakkat ve zahmetlere katlanmayı Allah’a kulluk görevi yapmaya tercih edip bu yaptıklarını helal sayarlar Çünkü onlar Allah’tan olduğu gibi kopmuş, kalplerini başka şeylerle meşgul kılmışlardır.
Her şey gönlünüzce olsun.

Kaynak; El ibriz.

8 Eylül 2009 Salı

MUTLAKA OKUYUN

Milliyet Blog sayfalarında okuyunca hayran olduğum bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Yazıda görüleceği üzere Ülkemizle ilgisi yoktur deniyor ama okuyup yorumladıktan sonra düşünmenizi istiyorum.

Ülkemizde 80-90 yıldır yaşananlara baktığınızda ne kadar benzerlikler olduğunu göreceksiniz.

İnanç bazında ne kadar dejenere olduğumuz hepimizin malumudur. Acaba diyorum İstiklal savaşımızdan sonra günümüze kadar uygulanan plan, Rusya’daki bu yöntemin aynı değil mi sizce. Bunu okuyunca karar vereceksiniz.


Ülkemizle ve bizimle ilgisi yok. Anlatılanlar Çarın Rusya’sında yaşanmıştır.

Rusya’da Çarlık döneminde, Galiçya ve Lituanya ülkesinde oturan İslav ırkından “Ruthenes” denilen bir halk yaşamaktadır. Ne var ki bu halkın mezhebi, Çarın Ortodoks mezhebinden değildir.

Çarlar karar verir;
“Rutheneslerin milli mezhepleri söndürülüp, Ortodoks mezhebine sokulacaklardır.”

Bunun için, zulmün klasik tedbiri; Rüten kiliselerini kapatmak ve rahipleri sürüp halkı Rus Ortodoks Kiliselerine geçmeye zorlamaktı.

Çar böyle yapmamıştır. Böyle yapsaydı, dünyada, baskı yoluna gitmiş ve din hürriyetine aykırı hareket etmekle itham olunurdu.

Çar; Rüten kiliselerin kapılarını açık bırakmış ve rahiplerin Rüten ayinlerini serbestçe yapmalarına müsaade etmiştir. Hatta Rütenlerin mektep ve manastırlarını dahi kapatmamıştır.

Çar şu kadarcık bir müdahalede bulunmuştur; Rüten kiliseleriyle mektep ve manastırlarını hükümet kontrolüne almış ve mektep ve manastırlarda ders okutup ibadet eden genç rahipleri yetiştirecek olan hocaları, Rüten mezhebinin gizli düşmanlarından olmak üzere, kendisi tayin etmiştir.

Bu müdahale kâfi gelmiş, kısa zamanda Rütenlerin milli din ve mezhepleri sessiz soluksuz çöküvermiştir. (1)

Gayet tabii; Hükümet elinin ve gözünün girdiği iman ve akide göçer. Sovyet hükümeti, Çar’ın vaktiyle Rütenlere tatbik ettiği bu şeytani tedbiri bugün Rusya’daki Müslüman ve Hıristiyan bütün halka tatbik etmektedir. (2)
Bunu neden yazdık. Rusya ile iş ilişkilerimiz giderek artmaktadır. Ne de olsa iş ortağımız. Onların anlayışlarını öğrenmekte zarar olmaz derim.

Meraklısına; “Bugünkü sorunlarımız, dünkü yanlışlarımız” Devam edecektir.



Kaynak; (1) Jules Simon, Liberte civile, sahife 325.(2) Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil. İst. Hukuk Fakültesi dekanı sahife 106.

Canmehmet Sosyoloji - 29.02.2008 - 20:15
Resim; http://www.kizilbayrak.net/uploads/RTEmagicC_Lenin_ve_bayrak.jpg.jpg den alıntıdır.
Yazı;
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=95297

Nasıl çok ilginç değil mi? Hiçte tesadüfe benzemiyor. Ne dersiniz?

Her şey gönlünüzce olsun.