29 Nisan 2010 Perşembe

TEVEKKÜL

Bu gün konuşalım istedim tevekkül nedir?
Her şeyi zaten Allah yapıyor mu demektir?

Bize düşen nedir, oturup beklemek midir,
Böyle biliyor isen hapı yuttun demektir.

Tevekkül; tekellüften gelir, yani külfettir,
Nimete ulaşmanın yolu emek vermektir.

Düşünmek mi istiyorsun emek vereceksin,
Okuyup, araştırıp bilgiye ereceksin.

Kafa yorulmazsa düşünmek işe yaramaz,
Yani tefekkür etmeden bir fikre erilmez.

Tevekkül kulluk demektir, yaratan Allah’a,
Tabi olmak gibidir tutulan Avukata. (1)

Tevekkül imandır, korku ve ümitle sevmek,
İsmi anıldığında dahi kalben ürpermek.(2)

Tevekkülü öğretir Allah Kur’an la sana,
Der ki: verilen geçicidir, sen bak imana.(3)

Tevekkül eden onu öğrenelim nasıldır,
Önce büyük günahlardan özenle kaçınır.

Hayasızlığa edemez tahammül, utanır,
Öfkelense bile affeder gösterir sabır.

Çünkü Vekili Allah’tır, başkası gerekmez.
En iyisini Allah yapar der şüphe etmez. (4)

Tevekkül eden sabreder, sabırsa külfettir,
Bilir ki emeğin, külfetin sonu nimettir.

Allah’a sığınır şeytandan hem münafıktan,
Zulüm bile görse sabreder, der ki külfetten.

Tevekkül eden sığınır Allah’a güvenir,
Dilden düşürmediği euzü besmeledir. (5)

Tevekkül sabır dedik, elde yokken zorunlu,
Bu tevekkül değildir hayvan da yapar onu.

Yani varlık ve yokluğun fark etmemesidir,
Çünkü önemli olan şey vereni bilmektir.

Böyle tevekkül etmek herkese nasip olsun,
Dilerim Allah’tan her şey gönlünüzce olsun.






1 - Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter. (Ahzap/3)

2 - Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. (Enfal/2)

3 - Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise iman edip sadece Rablerine güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. .(Şura/36)

4 - Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter. (Ahzap/3)

5 - Şimdi Kur'ân okumak istediğin zaman önce o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın(Nahl/98)

1 Nisan 2010 Perşembe

ALLAH’IN VELİ KULUNU ARIYORUM.

Günümüzde insanlar nedense her şeyi kendilerinin yapabileceğini, her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini sanmak gibi bir tutum bir kendini beğenmişlik davranışlarını sergiliyorlar. Halbuki İnsan dediğimiz varlık sosyal bir varlıktır. Yani bir arada, yardımlaşarak yaşamaya zorunludur. Diğer canlılar gibi sadece maddesel yaşamı paylaşmanın yanında, insani özellik olan bilgilenme, ilim, ruhsal gelişim konularında da yardımlaşmaya zorunludur.

Örneklemek gerekirse sağlık sıhhat, bireyin bizzat kendisinin sahip olması ve koruması gereken formudur. Her insan sağlık konularında ama doğru, ama yanlış bilgilere sahiptir. Fakat gerek doktorlar, gerek hastaneler yine de dolup taşar. Çünkü sağlık konularında eğitim görmüş, o güne kadar bilgileri edinmiş uzman vasfını kazanmıştır.

İnsan varlığının mana yönü, yani İnanç dediğimiz formda aynen böyledir. Kendisini Ruh- Bilinç sahibi bir varlık olarak gören her insanın zorunlu olarak ihtiyaç duyduğu formdur. Tıpkı sağlık konularında olduğu gibi doğru veya yanlış bir çok bilgiye de sahiptir. Fakat bu konuda BİR UZMAN’ dan yardım alma konumuna girilmek istendiğinde Yaratıcı ile araya kimse girmemeli gibi absürt bir şart ileri sürülmektedir.

Size; İşte size lokman hekimin kitabı, şu Prof.’un, bu Alimin kitapları. Aç oku hastalığını kendi kendine tedavi et desem ne dersiniz? Büyük bir saçmalık dersiniz. Öyle değil mi. Bu tez doğru olsaydı yaratıcı neden bir sürü Resul, Nebi görevlendirmeye ihtiyaç duysun ki? Belli aralıklarla yağmur gibi kitap yağdırır, alın okuyun, öğrenin, gerekeni yapın diyebilirdi.

İşte Resul ve Nebilerin görevi, İnsanın Ruh- bilinç’e sahip bir varlık olduğunu, yaşamın ebedi olduğunu, bir sonraki aşamaya nasıl hazırlanılması gerektiğini anlatan öğreten Özel eğitilmiş uzmanlardır. Kendilerinin süresi belirli olduğu içinde manevi kavramları algılamaya uygun yaratılmış insanları eğiterek diğer normal insanlara yol gösterici uzmanlar görevlendirdiler. Evliya dediğimiz, Veli dediğimiz insanları kastediyorum. Resulallahın Alimler benim vekilimdir sözü bunu ifade eder.

Bu insanlar, yani gerçek veli, evliya vasfına sahip olanlar, bizimle birlikte yaşıyor olsalar da, manevi alem dediğimiz alemle irtibat halindedirler. Dolayısıyla insanlara yol gösterirken yaptıkları önerileri bilerek, görerek yaparlar. Normal bir insan gerekli yeteneğe sahip bile olsa, bu uzman kişiler tarafından bizzat eğitilmemişse onun algılamaları, müşahedeleri doğru olmaz. Kocakarı ilaçları kullanan büyücü doktorlar ne kadar güvenli ise. Kendi gayret ve çalışmaları ile “Ben Oldum, Erdim” diyen kişi de aynıdır.

Zamanımızda vasıflı uzman doktorlar nasıl Tıp fakültelerinde, Prof. Seviyesinde uzmanlar nezaretinde yetişiyor. Doktorluk yapabilme yetkisi bir diploma ile tescil ediliyorsa. Manevi ilimlerde de uzman kişiler TARİKAT dediğimiz oluşumlarla gerçekleştirilir.

Birçok kişi Tarikat denince batıdaki saçma, batıl şeyler için bir araya gelen gruplar olarak algılar. Bu yanlıştır. Manevi ilimlerle eğitilmiş bu uzman kişiler eğittikleri öğrencileri belli bir seviyeye gelince halife tayin etme, kendisine vekil kılma yetkisi verir. İşte her uzmanın kendisine özgü yetiştirme tarzına O kişinin yöntemi, yolu, tarikatı denir. Tüm gerçek tarikatların amaçları aynıdır. Hem İnsanları manevi aleme hazırlamak, hem de bunun sürekliliği için yeni uzmanlar yetiştirmektir.

Günümüzde nasıl Tıp fakültesine girmek birçok elemeden geçerek mümkün oluyorsa, gerçek Tarikata girmekte ona benzer elemeden geçerek mümkün olup, uzun ve meşakkatli bir çalışma gerektiren yoldur.

Belki İzlemişsinizdir. Üftade Hz. lerinin yoluna girmek isteyen Aziz Mahmut Hüdai Hz. Kadı idi. Yani günümüzde Hakim seviyesinde eğitimli, her türlü dünyevi bilimlere sahip birisi idi. Mevkiini makamını her şeyini terk ettiği halde bile, insani kibirini yok etmeden tarikata kabul edilmedi.

İmam’ı Gazali Hz. Dünyevi bilimleri tahsil etmek, manevi ilimler için hazırlık aşamasıdır tespitini yapar.

Söylemeye çalıştığım, günümüzdeki gibi her isteyenin girmesine izin verilen bir oluşum değildi. Üstelik girenlerin için de ayrıca uygun vasıfta olmakta gerekiyordu.

Basit bir örnek vereyim. Siz kendinizi en az kırk günden aşağı olmamak üzere hücreye kapatıp tüm zamanınızı hususi zikir ve namaz gibi ibadetlerle, hem de oruçlu olarak geçirebilmeyi hayal edebilir misiniz? Buna ERBAİN denirdi. Bu çalışmayı en az bir kez yapmamış olan kişi tarikata alınmazdı. İki ayrı uygulamadan oluşan bu çalışma, ruhun nefsani, bedenin şehvani duygularını kontrol altına alabilmek, iradeyi bilinç’in bir fonksiyonu haline getirmekti.

İşte Tarikatta insanları irşat etmeye yetkili olabilmek için bunun gibi birçok çalışmaları başarıyla geçmesi gerekiyordu. Yapılan bu çalışmalar çoğunlukla davranış olarak gerçekleştiriliyordu. Yani varlıklara hizmet etme şeklindeydi. Mesela Nakşi tarikatında ana felsefe; Halkın hatırını almak, Hakkın hatırını almaktır. Halkı hoşnut etmek, Hakkı hoşnut etmektir. Halkı sevindirmek, Hakkı sevindirmektir. Halkın içinde Hak ile olmaktır. Şeklinde özetlenebilir.

Derseniz ki nerede öyle Mürşitler, böyle titiz davranan tarikatlar. Bir bakıma haklısınız. Öyle kişiler mutlaka vardır. Kıyamete kadar da olacaktır. Ancak Gizlenmişlerdir. Onları bulabilmek için kişinin izlemesi gereken yol ne olabilir dersek, Benim düşüncem şudur;

1 – İslami inanca sahip olmak. Bunu açıklamak gerekirse sadece inandım la kalmayan yaşamının her aşamasında İslami kurallara riayet etme gayreti içinde olan, farzlar ve sünnetleri kesin olarak bilmek ve uygulamaya çalışmak şeklindeki bir inancı kastediyorum.

2 – Dünyevi bilimleri en az bir branşta üniversite seviyesinde bilgiye sahip olmak.

3 – Alim vasfına sahip olduğu şek ve şüphe götürmeyenlerin eserlerini araştırmaktan geri durmamak.

4 – İnsanların etrafında toplandıkları kişileri incelemeye almak, dinlemek.

5 – Yazılmış olan özelliklere uygun kişilerin sohbetlerine, çalışmalarına katılmak.


Bunlar benim de uygulamaya çalıştığım metotlar. Henüz bir tarikata girmedim. Bu vasıflara uygun bir mürşit olarak kabullendiğim kişi Şeyh Nazım Kıbrısi Hz. leridir. Kendisi ile henüz yüz yüze görüşebilmek nasip olmadı. Sohbetlerini okuyor, bilgi sahibi olmaya çalışıyorum. Gücüm yettiği kadarda Allah izin verirse çalışmalarıma devam edeceğim. Hani Kaplumbağaya sormuşlar nereye gidiyorsun diye, O da Hacca diyince bu yürüyüşle oraya ulaşamazsın dendiğinde, Ulaşamasam da o yolda ölürüm dediği gibi olmaya çalışıyorum. Allah yardımcım olsun.

Herşey gönlünüzce olsun.