28 Haziran 2010 Pazartesi

BİR HİKÂYE; ÇOLAK HOCA

Eskiden Karadeniz tarafında bir memlekette bir kimsenin bir çocuğu doğmuş, lâkin çocuk Allah’ın hikmeti çolak, iki elinde ve iki ayağında parmakları yokmuş, yalnız bir tarafında bir parmak varmış. Çocuğun babasına bunu söyledikleri vakitte, babası ebeye;

- Hemen o çocuğun ağzına bir şey tık, nefesi kesilsin..! Demiş.

Orada hâzır olan bir kimse demiş ki;


- Bu işi kolay mı zannettin? Bu sana Cenâb-ı Hak’tan bir ihtardır, yolun yanlıştır. Bu namazı bir kılarsın beş bırakırsın veya hiç kılmazsın, Allah yolunu gözetmezsin seni uyandırmak için bir tembihtir, bu çocuğu sen öldürmeye kalkma! hem evlât kâtili olursun (Hafazanallah) Ya bu çocuk büyüdüğünde âlim kişi olursa?, Ona dokunma..!

Onun üzerine adam bırakmış. Hakîkatten o çocuk büyümüş okumuş ve âlim bir kimse olmuş. Allah rızâsı için olduğu memlekette vaaz ü nasihat edermiş. Ona âlim Çolak hoca derlermiş. Tek parmacığıyla değneğini tutar, câmilere gider gelir nasihat edermiş, yine bir hutbesinde;

- Ey cemaat, cumaya vâlide, kaymakamda, generalde gelecektir! eğer gelmezse isimleri İslâm defterinden silinecek kâfir defterine yazılacaktır. Diye hutbe vermiş.

Kaymakam onun haberini alınca;

- O hoca bana gelsin! Diye ona haber göndermiş.

Bir defâ haber etmiş gelmemiş. Bir haber daha göndermiş, gene gelmemiş. Üçüncü defâda çağırıldığında oraya gitmiş. Gittiğinde ise kaymakam ona serzenişte bulunmuş, azar etmiş;

- Bir defâ seni çağırdım gelmedin, üçüncü defâda geldin!

- Lâkin ey kaymakam, sen benden çok daha kabahatlisin, ben seni ezan okuyarak beş defâ çağırıyorum hiç gelmiyorsun. Ben hiç olmazsa üçüncü defâda geldim. Sabah çağırdım gelmedin, öğlen çağırdım gelmedin, ikindi çağırdım gelmedin, akşam çağırdım, yatsı çağırdım gelmedin ben nihâyet bir mahlûkum sende mahlûksun, ve sen bana diyorsun ki kabahatlisin. Ya sen? Allah’ın huzurunda sen nesin kaymakam bey?

Kaymakam ise, iki gün sonra camiye cemaate başlamış.Yâni secdeyi bıraktıktan sonra insanın işi zordur.


Not; Ş. Nazım Kıbrısi Hz.leri sohbetlerinden

18 Haziran 2010 Cuma

BİR ANI.

Hz. Ömer anlatıyor;

"Müslüman olmadan önceydi. Bir gün çıktım Kâbeye vardım. Oraya gittiğimde orada kimse yoktu ama orada Allah Resulü Hakka suresini okuyordu. Bu sureden o kadar etkilenmiştim ki o surenin iç sesi beni bürüdü, O kadar beğenmiştim ki bu bir şair olmalı dedim. Hemen arkasından şu ayeti okudu;

"O bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz." (Hakka/41)

Ben bu sözü içimden söylemiştim. Ama cevabını dışardan aldım. Bunu duyunca o zaman bu bir kahindir dedim. Hemen anında cevabı gelmesin mi?

"Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!" (Hakka/42)

Artık bana inanmaktan başka bir çözüm yolu kalmamıştı."


Kandiliniz ve cumanız mübarek olsun.


Ahmed Bin Hambel’in den.

15 Haziran 2010 Salı

BİR HİKAYE

Evliyânın büyüklerinden Beşiktaşlı Yahya Efendi Hz.leri Hızır a.s. ile görüşür ve onunla sohbet ederdi. Bu hâli bilen devrin padişahı Kanunî Sultan Süleyman Han bir gün,

- Ey benim can kardeşim, mürşidim; Hızır a.s. ile beni de görüştürür müsün?

Yahya Efendi ses çıkarmadı, uzun müddet sustu sonra

- İnşallah..! diye mırıldandı..

Yine bir gün Yahya Efendi, Hızır a.s. ile sohbet ederlerken Kanunî’ de aynı saatte kayıkla boğazda gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizasına gelince kıyıya adam göndererek Yahya Efendiyi davet etti. O da yanına Hızır a.s.’ı alarak beraberce Kanunî’nin davetine gittiler. Padişah Yahya Efendiyi hürmetle karşıladı Hızır a.s.’ı da onun müritlerinden biri sandı. Kim olduğunu sormadığı için Yahya Efendide Hızır a.s.’ı tanıtmadı.

Kanunî’nin parmağında çok kıymetli bir yüzük vardı, Hızır a.s. hep o yüzüğe bakıyordu, padişah ise hep Yahya Efendi ile sohbet ediyordu, Hızır a.s. ile ilgilenmiyordu hatta onun yüzüğüne dikkatle bakmasından rahatsız bile oldu. Hızır a.s. bir ara padişaha;

- Ey padişahım kerem edip bu yüzüğü verir misiniz?

Padişah yüzüğü parmağından çıkarıp uzattı.

- Buyurun daha yakından inceleyin, dedi ve ekledi “iyi muhafaza edin.”!

Hızır a.s., Kanunî’nin paha biçilmez yüzüğünü eline aldı ve denize attı. Padişah ve diğer devlet adamları şaşırıp kaldılar. Hünkâr kızdı ve öfkelendi ama Yahya Efendiden dolayı sesini çıkarmadı. Kuruçeşme önlerine gelmişlerdi kayık sahile yanaşırken Hızır a.s. elini suya daldırdı, biraz su alıp sultana uzattı. Avucunda orta köy önlerinde denize atmış olduğu yüzük vardı. Herkes hayretler içindeydi. Padişah ne diyeceğini bilmiyordu.

- Buyurun yüzüğünüzü alın içinizden bana çok öfkelenmiştiniz.

Hızır a.s. Yahya Efendi ile vedalaştı ve onlardan ayrıldı. Kanunî Yahya Efendiye döndü.

- Ağabey neler oluyor?

- Sen hep demiyor muydun beni Hızır a.s. ile görüştür diye, işte o gördüğün ta kendisiydi.

- Niye tanıştırmadınız?


- O kendini tanıttı ama siz oralı olmadınız ve tanımakta geç kaldınız.

9 Haziran 2010 Çarşamba

BİR HİKAYE

Fatih Sultan Mehmet Han her fırsatta fakir ve yoksullara yardımda bulunurdu. Dervişlerin ve muhtaç kişilerin gönlünü almayı görev bilirdi, fakat padişahın bu tavrını bilen nice açıkgöz onun bu özelliğinden yararlanma yoluna giderdi.

Bir gün avlanmak için İstanbul dışına çıktığında karşısına üstü başı perişan kıvrak zekâlı bir dilenci çıkıp yardım istedi. Fatih’te onu bir altınla savuşturmak istediyse de bu defa sert bir kayaya çarptı. Zira bir altını beğenmeyip yüzünü buruşturan dilenci,

- Sultanım bu ne biçin kardeşlik? İnsan kardeşine sadece bir altını mı lâyık görür?

- Nerden kardeş oluyoruz? Diye şaka yollu dilenciye takıldı.

- Hünkârım ikimizde Adem peygamberin soyundan gelmiyor muyuz? Dedi

Fatih Sultan Mehmet han zekâsı ince zekası ile dilenciye;

- Aldığın bir altını sakın az görme, çünkü o kadar çok kardeşin var ki eğer onlar duyarlarsa senin hissene bir altında düşmez. Dedi.

Lâkin dilencinin zekâsı da hoşuna gittiği için,

- Hadi bakalım al şu bir kese altını da diğer kardeşlerine görünme!

7 Haziran 2010 Pazartesi

BİR HİKÂYE

Bir defasında Hz. peygamberimiz arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Yanlarına Ebucehil geldi, Hz. Muhammedin yüzüne bakarak kendi yüzünü ekşitti ve;

- Ne pis bir yüz, ne kötü bir surat..! dedi. Hz. Muhammed (s.a.v.),

- Ebucehil doğru söyledi . diye tasdik etti, ardından Hz. Ebû Bekir geldi, o da baktı ve,

- Ne güzel bir yüz, ayın on dördü gibi parlıyor dedi,

Hz. Muhammed (s.a.v.)

- Ebu Bekir’de doğru söyledi buyurdu.

Şaşıran sahabeler sordular;

- Ya Resulallah, her ikisi de birbirine zıt şeyler söylediler siz ikisini de doğruladınız..! deyince şöyle buyurdular,


- Ben Allahın cilâsıyla cilâlanmış bir aynasıyım. Bana bakan kendini görür. Ebucehil baktı kendi kötü yüzünü gördü ve onu tarif etti. Ebu Bekir de baktı ve kendi gül yüzünü gördü o da onu tarif etti. Diye cevap verdi.