31 Ağustos 2010 Salı

EY İNSAN BAŞIBOŞ DEĞİLSİN..!


Varlık alemine baktığınızda uzaktan,
En üstün varlıktır diye görünüyor insan.
..
Allah’ta öyle diyor ya, eşref – i mahlukat,
Sanki, varlık aleminde sürüyor saltanat.
..
Geçmişine baktığımızda insanoğlunun,
Almamış zerresini sanki sorumluluğun.
..
Ne tanımak istemiş kendini yaratanı,
Ne koruyup kollamış çevresinde olanı.
..
Tesadüflerden oluşmuştur diyor aklınca,
Anlamazlıktan geliyor, çünkü mantıksızca.
..
Mesela iki tuğlayı görseniz üst üste,
Mutlaka birisi koymuştur dersiniz işte.
..
Tüm varlıklar sanki kendine özgü bir sistem,
Nasıl dersiniz varlık oluştu tesadüften.
..
İnsanı düşünün, bir kainat harikası,
Mümkün mü insanın tesadüften oluşması.
..
Her eserin mutlaka yapanı olacaktır,
Yapanı yok demek sadece mantıksızlıktır.
..
İşte insanın da bir dizayn edeni vardır,
Tüm varlığı yaratan ise kesin Allah’tır.
..
Şimdi düşünün siz, güzel bir eser yaptınız,
Sonra vazgeçip onu çöpe mi atarsınız.
..
Allah’ta insanı böyle en güzel yarattı,
Üstelik onun için özel alem yarattı.
..
Böyle bir eser nasıl başı boş bırakılır,
Böyle bir iddia varsa, nasıl bir mantıktır.
..
Yaratan öyle diyor; Sen başıboş değilsin, (1)
Vermese iradeyi söylesene sen nesin.
..
Tabi ki bunun bir sorumluluğu olacak,
Ödül de, ceza da karşılığını bulacak.(2)
..
Kabul etmese de insan sonsuz bir hayatı,
Yaşayacak çaresiz hak ettiği hayatı.
..
Aman dostum dikkat et, önderin Kur’an olsun,
Dilerim ki Allah’tan her şey gönlünce olsun.




(1) Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? (Müminun/115)



(2) Halbuki Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Hem de herkese yaptığının karşılığı verilmek üzere, onlara asla haksızlık edilmez. (Casiye/22)


(1) Zira gökleri ve yeri hak ile yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır. (Tegabün/3)

26 Ağustos 2010 Perşembe

DİN BİR YOLDUR.


Din sanki yola benzer yürünmesi gereken.
Önemli olan sona ulaşmaktır beklenen.
..
Her doğanın bir yolu mutlaka olacaktır,
Lakin önemli olan bekleneni bulmaktır.
..
Bir şeyin farkında değilmiş gibi insanlar,
İstemese de bu yola mutlak çıkacaklar.
..
Şuur, akıl insana boşuna verilmedi,
Keyfince kullanasın diye de iradeyi.
..
Ölünce kendini yok olacakmış sanıyor,
Tüm hayatı dünyadan ibaretmiş sanıyor.
..
Böyle bir teori hayvanlar için doğrudur,
Halbuki Allah diyor ki yaşamın sonsuzdur.
..
Tamam, inandık diyelim sonsuz bir hayata,
İstediğim gibi oluşacak mı acaba.
..
Burada bile istediğim her şey olmuyor,
Bilmediğim bir alemde…! Hiç aklım almıyor.
..
İşte din yolu bu noktada devreye girer,
Doğru gidilecek yolu o işaret eder.
..
Allah gösterdim diyor yolu aklı olana, (1)
Yaratan O’dur ihtiyacı yok ki yalana.
..
Diyeceksin bir sürü din var hangisi doğru,
Nasıl bileceğiz bunların hangisi doğru.
..
İşte burada aklı kullanman gerekiyor,
Hepsini ilme bilime sorman gerekiyor.
..
Diyelim hastasın, yapacağın ilk şey nedir?
Gidip sorarsın bir doktora ilacım nedir?
..
Haydi diyelim o da yazdı sana reçete,
Eczacıya dersin hastayım işte reçete,
..
Olay burda bitmez değil mi aklı olana?
Bakarsın son kullanma tarihi nedir ona.
..
İşte din yolunu da böyle düşüneceksin,
Seçtiğin yol doğrumudur kendin bileceksin.
..
Bilmelisin ki dinlerin tamamı İslam’dır,
Onu değiştirip bozan da yine insandır.
..
Allah biliyordu ki böyle olacağını,
Korumasına aldı onu yoktur yalanı (2)
..
Bir ilacın süresini nasıl, arıyorsan,
Din yolunu da öyle seçersin bana inan.
..
İyi de bu yol neden bu kadar önemlidir?
Yoldan saptırmayan yoldaki işaretlerdir.
..
Tüm yolların bir haritası olduğu gibi,
İslam’ın ki de Kur’an dır aynen onun gibi.
..
Dilediğin hedefe istiyorsan ulaşmak,
Yapacağın; Allah ve Kur’an a tabi olmak
..
İşaretlere iyi bak hedefinden şaşma,
Geri dönüşü yok bu yolun sakın unutma.
..
Evet dostum işte böyle, yolun açık olsun,
Diliyorum ki her şey sizin gönlünce olsun.




(1) – “Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.” (İnsan/3)

(2) – “Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr/9)

“Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder. Allah Alîm'dir, Hakîmdir.” (Hac/52)

“Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.” (Yunus/37)

19 Ağustos 2010 Perşembe

AHİRET

Ahiret’i işleyelim bugün ne dersiniz?
Ahirete imanı bilelim isterseniz.


Önce insan diyelim bakalım kendimize,
Sadece et ve kemikten canlı mıyız sizce.


Hayvanlar da etten kemikten varlık değil mi?
Farkımız şuurdur, bilinçtir aramızdaki.


Peki bunları gözle göre biliyor muyuz?
Veya aletle falan ölçe biliyor muyuz?


Kimse iddia edemiyor bunlar yok diye,
Yahut hayvanlarda bile bunlar var diye.


Demek oluyor ki insanın asıl kimliği,
Şuuru ve bilincidir, anlaştık değil mi?


Tekrar hatırlatayım bunlar madde değildir,
“Göremiyorum” demek abesle iştigaldir.


Oluşturduk mu zihnimizde iki alemi?
Bir bilineni varmış, bir de bilinmeyeni,


Yok desek te bunların var olduğu kesindir,
Bu gerçekse ancak akılla idrak edilir.


Kainatı bilirsen üç boyutlu değildir.
Madde dediğin şey yoğunlaşmış enerjidir.


Gerçek evren bilinçli ve canlı bir yapıdır,
İşte ruhun ebedi mekanı bu alandır.


İnsanı insan yapan da işte bu bilinçtir,
Ölümsüzdür ruh, bilinç, beden gibi değildir.


Daha anne karnında, üflenir bedenine,
Doğduğunda hazırdır artık şekillenmeye.


Yaşamın süresince imar edersin onu,
İrade bunun içindir doğru kullan onu.


Ruhun sınırı yoktur madde bedenin gibi,
Üç boyutlu değildir artık şimdiki gibi.


Bedenimiz zayıftır algı gücü sınırlı,
Bu yüzden göremeyiz, şuuru, ruhu, aklı.

Halbuki ruhumuzun algı gücü sonsuzdur,
Bu yüzden orada her şey” bilinen” olmuştur.


Şunu anlıyoruz asıl olan madde değil,
Onu kullanan da bilinçten başkası değil.


Şimdi geldik işte konunun püf noktasına,
Ahiret diyoruz bilmediğimiz kısmına.


Şuur ve bilincimiz ölmez, beden ölse de,
Yalnız geçiş yapar bilinmeyen o aleme.


Ahiret denilen de bu alemin adıdır,
Her şeyin aslının görüleceği ortamdır.


Rüya halini hatırlayın hiç sınır yoktur,
Zaman bile farklıdır, onda da sınır yoktur.


Rüyamızda yaşayan ruhsal kimliğimizdir,
Maddi alemde ise bedenle beraberdir.


Ölünce beden artık çürüyen ceset olur,
Ruhumuz ise kendini o alemde bulur.


Bilinmeyen aleme gayp alemi diyoruz,
Buna ait bilgiyi Kur’an dan alıyoruz.


İnşallah kolaylaşır ahiretin inancı,
Yoksa halin haraptır çekersin büyük acı.


Tabi ol Kainatın yaratanı Allah’a
O zaman kavuşursun mutluluğa, huzura.


Yönel Allah’a dostum kalbin imanla dolsun,
Başka bir çaresi yok, her şey gönlünce olsun.



Ahmet akar (01.09.2010)

17 Ağustos 2010 Salı

ALLAH’IN İKRAMLARI.

Bilirsiniz Allah’tır insanı yaratan,

Sahip olduğu her şey,

İkramdır O’ndan.

Neymiş bunlar diye sorarsak eğer,

Dört şeyden bahsetsek buna değer.

Birincisi fıtrattır. Yani doğası (1),

Tertemiz olarak vermiş onu,

Bulunmaz kir ve pası.

İrade vermiş sana hem de vicdan

Doğrular ordadır eğer kullanırsan.

İradeyi kullanırsın dilediğince,

O da yaratacaktır hemen ce.

Diğer ikram ne derseniz,

Duyu ve şuurdur bilirseniz. (2)

Bu şuurdur insanı insan yapan,

Diğer varlıklardan üstün kılan,

Mesela bir fareyi düşünün,

Tuzaktaki Peynire baksa şöyle bir,

Başka şey görmez, onu gıda bilir.

Altındaki tuzağı istese de göremez,

Neden yakalandığını inan bilemez.

İnsan da baksa oradaki peynire,

Tuzak olduğunu o an bilecektir.

Bu büyük bir ikram değil de nedir.

Allah’ın insana 3. ikramı akıldır,(3)

Doğruyu, yanlışı, kıyaslamayı,

Sahip olduğu akılla yapacaktır.

4. İkram nedir derseniz,

Vahydir o artık düşünürseniz. (4)

Doğruların tek kaynağı onlardır,

Her şeyi yaratanın insana,

Gönderdiği doğrulardır.

Kullanma kılavuzu olarak,

Kabul et onu,

Her şeyi bilen ve yaratan,

Göndermiştir onu.

Değerini bil dostum harcama kendini,

Sonra pişman olursun ezilen sinek gibi.

Yaşadığın her an fırsatın olsun,

Dilerim her şey gönlünce olsun.





(1) - “O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Rum/30

(2) – “Bir dil ve bir çift dudak (konuşmak için) vermedik mi?”
“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi? (Belet/9-10)

(3) – “Bu Kur'ân, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir tebliğdir.” İbrahim/52

(4) – “Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.” İnsan/2

16 Ağustos 2010 Pazartesi

AHİRETE İMAN (9)

Ahırete imanı olmayan kimse, bir konunun ebedi yaşamındaki yerini ve önemini bilemez! Daha da önemlisi, yaptıklarına ötesindeki bir tanrının vereceği karşılığı bekler, oysa bilincine kazandırdığıyla ona ne getirdiğini, ne götürdüğünü fark edemez!

İyi ahlâklı, hayatından memnun, yardımsever, hayırsever olabilir ama “iman”ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersiz geçip gider dünyadan...!

Günümüzde yaşam sistemini açıklamaya çalışan çok sayıda öğreti var! Bu öğretilerin bedene (dış dünyaya) veya bilince (içselliğe) dönük kullanım farkını belirleyen şey, b sırrıyla kendi hakikati olan "Allah'a ve ahırete" imandır. Bilgiyi madde bedene ve dünyaya yönelik kullananlar Rasûlullah (A.S.'a yönelmekten uzak kalıp, hakikatlerinden perdelilikten kurtulamıyorlar.

Deccaliyet, böylece Mehdi (A.S.)'dan yayılan feyizden istifade edip birtakım sırlara değinse dahi, temelinde "ahırete iman" unsurunu barındırmadığı için dış dünyaya dönük kalır. Deccal’ın bir gözü kördür. İşte bu sebeple, dünyada Deccal’ın cennetine aldananın ortamı nihayetinde cehenneme döner.

“Ve melhayatüd dünya illâ leibun ve lehv ve leddarul ahıretü hayrun lilleziyne yettekun, efela ta'kılun:”

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Bilfiil korunanlar için ahıret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz? (enam/32)



Ahmed Hulusi arşivinden.

13 Ağustos 2010 Cuma

VARLIK ALEMİ.

Algıladığımız her şeye, varlık diyoruz.

İyi ama bunu doğru biliyor muyuz?

Bunu işleyelim bugün, İsterseniz,

Akılcı olsun biraz diyeceksek eğer,

O zaman bir düzene koymamız gerek.

İslam açısından bakacağız olaya,

Çünkü bize lazım olan o gerçek.

Varlığı ayıralım isterseniz üçe,

Mesela zorunlu varlık diyelim ilkine.

Bir şeyin var olması,

Mutlaktır ki bir yapanı, yaratanı olması,

Hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz,

Birazcık aklı olan bunu tartışmaz,

Öyle biri olmalı ki zatında,

İhtiyacı olmamalı bir başkasına,

İşte bu varlığa biz Allah diyoruz.

Aslında gerçektir incelersek eğer,

İnanmayan bile bunu itiraf eder.

Derler ki varlık aleminin,

Var oluşu Tesadüf,

Yani kendi tanrıları olmuştur,

İleri sürdükleri tesadüf.

İkincisine diyelim mümkün varlık.

Varlığı bir başkası tarafından,

Yapılmış, yaratılmış varlık.

Kendi başına var değildir.

Varlığı ancak yaratıcısına delildir.

Sonuncusu da aslında yok olan,

Yahut ta zannedilen varlık.

Karanlık dediğimiz şey buna örnektir.

Varlık alemi ise aydınlığa bedeldir.

Bilirsiniz her ışığın, bir kaynağı vardır.

Işığın yokluğu ise karanlıktır.

Varlık alemi dediğimiz budur,

Yani aydınlık olan alem, bu alemdir,

Her ışık gibi onunda kaynağı vardır,

Bu kaynak ise inandığımız Allah’tır.

Kuran böyle diyor Nur suresinde,

Varlık aleminin nuru Allah’tır.(1)

İşte insan vahye, peki derse eğer,

Varlık aleminin zirvesindedir,

Tabii kıymetini bilirse eğer.

Neyse konumuz burada hitam bulsun,

Cumanız mübarek, her şey gönlünüzce olsun.



(1) “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” (nur/35)

12 Ağustos 2010 Perşembe

AHİRET BİLİNCİ (8)

Kendisini et-kemik bir bedenden ibaret zanneden ise, varlığın her zerresi olarak kendi mânâlarıyla açığa çıkmakta olanın ete-kemiğe bürünüp Muhammedî sûretle seslenişine ve "b sırrıyla iman edin Allah'a ve Resûlüne" hitabına anlam veremez! Değerlendirmeleri, beş duyu algısından öteye geçemediği için irsal oluşu "elçilik, peygamberlik" sanır, "kişi peygamber" ile bloke olup, yöneldiğinin kendi hakikati olduğundan perdelenir. Âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına şahit olup da kendisine uzanan yardım eline nâil olamaz.

Sonuçta, Allah Resûlü’nün dillendirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edileni anlamak yerine, ya bu ismi hayalinde tasavvur ettiği tanrısına verir, ya da ateist olur!

Kendi özündeki sınırsız, sonsuz mânâ okyanusunun farkına varan birim, Rasûlullah (A.S.) a ve dolayısıyla varlığının hakikatinin "Esmâ mertebesi" olduğuna "iman" ederse, dışsallıkla kayıt altına girmez; dış dünyaya sahiplik ve bağımlılık ile kendini sınırlamaz; böylece kaybetme korkusu da olmaz!

"Ela inne evliyaullahi la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun.”
(Yunus/62)

Onlar için ne korku söz konusudur, ne de hüzün!"



"Allah ahlâkıyla ahlâklanma" sırrını kavrayabilme sürecine girişin koşulu "ahırete imandır" ki onsuz asla "tahalluku biahlâkillah" gerçekleşmez.

"Taklidi iman" ile "Nübüvvet"e tâbi olarak "gizli şirk" denen anlayış içinde gereken çalışmaları yapmış ve bu halde boyut değiştirmiş olanlar buradaki konumuz değil elbette.

Sonuç...! İman sahibinin yaptıklarıyla yakîni artarken; iman sahibi olmayan, dışarıdaki bir tanrının vereceği karşılığı bekleyerek yaptıklarıyla perdeliliğini artırır.

Bütün bu gerçekler dolayısıyla, Rasûlullah (A.S.)’a imanı olmayanın, "Rasûlullah" kavramıyla nasıl bir gerçekliğe işaret edildiğinin farkına varmayanın ve yaşantısında Rasûlullah (A.S.)'a özenmeyenin, yönelmeyenin (salâvat), "yaşam" dediği, sadece dünyada ortaya koyduğu, kişisel zevkleri ve mutlulukları olmanın ötesine geçemez!



Ahmed Hulusi Arşivinden.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

RAMAZAN NEYMİŞ?

Gelin bugün sizle ramazandan bahsedelim,
Neden mübarek bu ay isterseniz bilelim.

Biliyor musunuz, doğum ayıdır Kur’an ın.
Ramazan’ı mübarek kılan Kur’an inanın. (1)

Birleşip, kaynaşmanın barışıp sarılmanın,
Eşi, benzeri yoktur inanın ramazanın.

Hele bir ibadeti var ki oruç diyoruz, (2)
Açlık sanma aslında ruhu doyuruyoruz,

Kur’ana koş hemen, onu anlamaya çalış,
Allah’ı tanımaya onu bilmeye çalış.

Kur’an müthiş bir kitaptır, her şey onda vardır,
Yalnız her cevaba, sorusu olan ulaşır.

Anlamadan okumanın bir yararı yoktur,
İnsana vereceği sadece yorgunluktur.

Ramazan barışın ayıdır inanan için, (1)
Kalpler sevgiyle dolup taşar muhabbet için.

Ramazan terbiye ayıdır, hem de disiplin,(1)
Nefse gem vurulacaktır insan olmak için.

Ramazan ahlak öğretir inanan insana,(1)
Çünkü sorumludur insan, nefsine, Allah’a,

Ramazan sorgu ayıdır, insanın kendini,(1)
Düzenler iyi ve doğruya amellerini.

Ramazan rahmet ayı, şefkat ve esirgeme, (1)
Allah’a kul olmuyorsan, olacaksın kime,

Kul olmak denilen şey köle olmak değildir,
Yaratan Allah’a gönüllü teslimiyettir.

Ramazan sabır ayıdır tüm kötülüklere,(1)
Nefsinin istediği, zarar veren her şeye.


Ramazan bir iç zenginliktir insan olana,
Arınma ve teksiyedir bilirsen ruhuna.(1)


Ramazan bir okuldur, nefis alır eğitim,(1)
Eğitmen gerek onu, yoksa olursun teslim.


Nefse teslim olmaksa, çıkmaktır insanlıktan,
Farkımı kalır artık diğer tüm hayvanattan.


Nefsin olduğu gibi malında kiri vardır,
Bunun ilacını istersen fitre, zekattır. (3)

İnsan başıboş varlık değildir inan bana,(4)
Her şeye bir düzen koyan, koymaz mı insana.


Dua edersen Allah’a, O icabet eder,
Şimdi o davet ediyor seni bak, haydi gel.


(1) - “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur'ân onda indirildi…. (Bakara/185)


(2) – Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.(Bakara/183)

(3) – “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cuma/5)

“Nice namaz kılanlar vardır ki, onların namazdan nasîbi, yorgunluk ve zahmetten başka bir şey değildir.” (Hadis - Nesâî)


(4) – “Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz edersin….” Tevbe/103

(5) – “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun/115)

Ahmet Akar (05.09.2010)

10 Ağustos 2010 Salı

AHİRET BİLİNCİ (7)

Hakikaten bu evrensel sistemde işleyen ilahi kanunları çözer, bu işleyişin ebedi yaşamındaki önemini fark ederse, bu aynı zamanda onda kendi varlığının hakikatine ulaşması açılımını yapar. O vakit der ki;

Beden olarak kendimi aynada görüyorum ve tanıyorum, fakat "bilinç" olarak ben neyim?

Nasıl bir varlığım? Özelliklerim nelerdir, bunlar nerede biter?

Benimle bu algıladıklarım arasında nasıl bir ilinti var? Bildiklerimin ötesinde ne tür özellikleri, güçleri, hangi kemalâtı ortaya koyabilirim?

Bu arada, kendi varlığının hakikatini anlamaya, fark etmeye, –bir tanrının hakikatini değil, "ALLAH" ismiyle işaret edilenin kendi varlığının hakikati olduğunu anlamaya, gereğini yaşamaya yöneldiği zaman da "Rasûlullah" kavramının –"peygamber"in değil– bilincine varır ve Allah Resûlü’ne imanlı bakış, ondan açığa çıkmaya başlar.

Daha açıkçası, "Hakikat-i Muhammedî" olarak işaret edilenin, evrensel bilinci meydana çıkaranın ve tüm evrensel mânâların orijininin "Esmâ mertebesi" denen hakikat olduğuna ve bu "Esmâ mertebesinin" insanın hakikati olduğuna iman eder. Kendi "hakikatinin", tüm varlık suretlerinde açığa çıkan (irsal olan) Esmâ mertebesi'nden başka bir şey olmadığını, dolayısıyla, o özelliklerin kendi varlığını oluşturduğunu ve de o özelliklerin melekî yapı olarak varlığında açığa çıktığını ve sonsuz biçimde çıkabileceğini fark eder.

Eğer var oluş amacı, özündeki (içselliğinde) gizli sonsuzluğu yaşamak ve o kuvveleri açığa çıkartarak cennet denen gerçekliğe ulaşmaksa, işte o aşamada, yaratılış amacına hizmet vermekte olan “Rasûlullah”a yönelir –ölmüş peygambere değil– ve O'nun şefaatine nail olur.

Bu fark edişleri düzeyinde de "bilincine" hak ettiği formasyonu kazandırma sürecine girmiş olur. İşte o zaman bilinç, kendisindeki potansiyelin açığa çıkışını kemâliyle gözlemleyebileceği, ayna nöronları sayesinde kendisine "özenebileceği" bir model arar! Kendinde var olup da yaşayamadığını görmesi suretiyle kendisine aşkı yaşatabilecek, gönlünde yer edecek, haliyle hallenebileceği bir mahâl arar. Eğer var oluş amacı, özünde (içselliğinde) gizli sonsuzluğu yaşamak ve o kuvveleri açığa çıkartarak cennet denen gerçekliğe ulaşmaksa, işte o aşamada, yaratılış amacına hizmet vermekte olan "Rasûlullah"a yönelir –ölmüş peygambere değil– ve böylece O'nun uzanan eline, şefaatine nail olur. Çünkü insanlara, vahye dayalı bir şekilde hakikatlerini açıklayan ve hakikatlerinin "ALLAH" adıyla işaret edilenin Esmâ mertebesi olduğuna "iman" etmelerini teklif eden "Allah Resûlü", bunun gereğini yaşamak üzere var olanların talebine ayna olur.


Ahmet hulusi arşivinden

9 Ağustos 2010 Pazartesi

AHİRET İNANCI (6)


Özündeki Allah'a ait özelliklere yönelir ve o özelliklerin varlığından ortaya konuşunu müşahede eder... Yok eğer ahırete "iman" yoksa, bu kez, o bildikleri ve uyguladıkları, dünyadaki kişiliğini, dünyadaki karakterini, tutum ve davranışlarıyla dünyadaki yaşamını şekillendiren bir unsur olarak kalmış olur ve zaten bunların karşılığını da dünyadaki bağları düzeyinde ziyadesiyle alır!

Çünkü, varlığının "madde bedenden ibaret" olduğunu zannıyla hareket ettiği sürece kendi hakikatini inkâr etmekte, dolayısıyla yaşadıklarının, bilincine nüfuzuna, bilincine dönük kazanımlarına kendisi "mâni olmaktadır". "İçselliğinde" gizli, sistemin ana kuvvelerine şahit olamamakta, bu gerçeği görmeye kör kalmaktadır.

Burada, "şirkin bağışlanmaması" diye işaret edilen gerçeğin, şirk koşanın, "dışarıdaki bir tanrıdan karşılık gelmesini beklemesi sebebiyle, kendi varlığındaki ALLAH’A ait kuvveleri değerlendirmeye mâni oluşu" şeklindeki işleyiş mekanizmasını hatırlayalım! Zira Kur'ân-ı Kerim'in kesin hükmü "imanı olmayanın (şirk koşanın) asla cennete giremeyeceği"dir; yani varlığında, Allah'a ait özellikleri yaşadığının farkına varamayacağı ve buna şahadetin getirisine kendisinin mâni olacağıdır.

"İnnAllahe la yağfiru en yüşreke bi-hi ve yağfiru ma dune zâlike limen yeşa ve men yüşrik billahi fekadiftera ismen azîyma."

Muhakkak ki Allah (b gerçeğince) kendisine şirk koşulmasını (şakiliği) bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a (b gerçeğince) şirk koşarsa (yanı sıra bir varlık kabul ederse, ortak tutarsa), gerçekten büyük bir iftira etmiş olur. (Nisa: 48)

Elbette insan için değerli olan, yaptıklarıyla "ahıretini kazanması" ve "ebedi yaşamını imar edebilmesi"; dünya yaşantısını şekillendirmekle kayıtlı kalmamasıdır. Zira, dünyada şöyle veya böyle ahlâklı olmak, iyi olmak, hayırsever olmak, vs. cennete erdirmez!

Bu hususu açıkladıktan sonra, şimdi gelelim konunun asıl can alıcı yanına; Ahırete imanın işareti, getirisi ve sonucunun ne olduğuna. Kendisini madde beden değil, bilinç olduğuna iman eden kişi, ebedi yaşamını nasıl düzenlemek istiyorsa ona göre ahlâk edinmeyi amaç edinir, dedik.




Ahmed Hulusi Arşivinden

6 Ağustos 2010 Cuma

AHİRET BİLİNCİ (5)

Ahıret bilinci olmayınca, kişinin kendini "sonsuz yaşama sahip bilinç" olarak kabul hali olmamasından dolayı, tüm yaptıkları, kendini madde bedenden ibaret varsaydığı için sadece dünyalık düzeyinde kalır.

Buradaki incelik şudur: Kendi hakikatine, dolayısıyla ahırete "iman"ın olmaması, dünyada yaşananların neticesinin ölüm ötesi yaşamda ne şekilde görüleceğinin farkında olunmaması yanı sıra, bütün o yaşananların tamamen beş duyu düzeyinde, bedensel davranış ve tutum düzeyinde kalması, yaşamın içselleştirilememesi, asıl kişiliklerine, bilinçlerine nüfuz etmemesi sonucunu getirir! Çünkü "ahıret bilinci" demek, kişinin "bilinç" dünyasının o değerlere göre şekillenmesi demektir. Oysa ahırete iman olmayınca, kişinin kendini "sonsuz devam eden yaşama sahip bilinç" olarak kabul hali olmadığından dolayı, tüm yaptıkları, kendini madde bedenden ibaret varsaydığı için sadece dünyalık düzeyinde kalır.

Bunun bir başka açıklaması da, ne kadar iyi ve güzel davranış ve tutumlar ortaya koyarsa koysun, kişinin yaşamının yalnızca bedensel ilişkiler düzleminde, yani "dışsal bağlar ve bağlantılar" içinde geçmesidir! Oysa, insanı ebedi saadete erdiren güçler kendi özünde bulup yaşayacağı, "içselliğinde" gizli güçlerdir. Bunlara yönelememesi durumunda da elbette kendisinden açığa çıkmayan bilincine ait değerleri, yani "içsel hakikati" fark edemez, yaşayamaz!.. Hakikatini yaşayamayınca, istediği dışsal şeylere sahip olmayı amaç edinir, onlara sahip olunca (ve de sahiplik duygusuyla dağıtınca) sevinir, mutlu olur, fakat sahip olduğunu sandığı her şeyi sonunda kaybedeceği için de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba düşer!

“Bel tü'sirun elhayat eddünya”

–Ne çare siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

“Vel'ahıretü hayrun ve ebkâ “

–Oysa, ahıret daha hayırlı ve bakidir. (87: 16-17)

Sonuçta, kendini madde beden kabul ederek madde dünyasında ortaya koyduğu davranışları, tutumları, iyilikleri, ahlâkı, velhasıl tüm Dünya'daki yaşantısı, ahıret bilinci olmadığı için, kişiliğinin, karakterinin ve yaşantısının bu dünya değerlerine göre şekillenmesini sağlar, bilincine mal olmaz (ahıretine kazanç sağlamaz)! Yaşadıkları dışsal bağ ve bağlantılarını güçlendirir; buna karşılık, "içselliğinde" gizli güçlere yönelemez. (Hatta ve hatta "iman" bilgisi, yani neye nasıl iman etmesi gerektiği konusunun "bilgisi" dahi sonuçları ve getirisi yaşanmadığı sürece bilince mal olmaz.)

Ama eğer ahırete iman varsa, yani kendi varlığının bilinç olduğu gerçeğinden hareket etmekteyse, o zaman hakikatinin farkında olarak, düşünce ve uygulamaları ile selliğinde" gizli güçlere, evrensel kuvvelere yönelir, "bilinci" melekeler kazanır, bilinci yaşadıklarının değerine göre formasyon kazanır, kendinde bulduğu mânâlar ve kuvvelerle zenginleşir.

Diğer bir değişle, o güzellikleri, mutlulukları paylaşmak, iyilik yapmak, hayırsever, yardımsever olmak dediğimiz şeyler, şayet ahırete "iman" varsa, "bilincin haline" ve "melekelerine" dönüşür; o hal ile hallenmiş olur bilinç, o mânâlarla ahlâklanmış olur; hulku, halk oluş, var oluş, işleyiş biçimi öyle olur...

5 Ağustos 2010 Perşembe

AHİRET BİLİNCİ (4)

Günümüzde "aynı" gerçeklerin farklı dillendirilişi gibi görünen çeşitli öğretiler gittikçe artmakta ve hatta bunların birbirlerinden ayırt edilmesi de gün geçtikçe zorlaşmaktadır birçokları için. Oysa, yukarıda üzerinde durduğumuz analizi yapabilen için, bunları birbirinden kolaylıkla ayırt etmek mümkündür.

Önce bu ayırt edişin önemine değinelim. Zira, bu ayrımı yapamayanlar, Deccal’ın aldatmacalarına kanmak tehlikesiyle yüz yüze kalacaklardır...

Kişi, ya kendisinin bir bilinç olduğundan hareketle ahıret inancına sahiptir; yaşamını ve düşüncelerini buna göre değerlendirir, ya da kendisinin maddeden ibaret bir beden olduğu varsayımıyla, ölüm ötesi yaşama (ahırete) inanmadan yaşamını dünyada bırakıp gideceği şekilde düzenler.

Oysa ölüm ötesi saadete erebilmesi için neler yapması ve bunları nasıl yapması gerektiği, insan için bilinmesi zorunlu ve en önemli gerçektir.

Kişinin yaşam biçiminin, düşünce ve eylemlerinin ve bunlara ışık tutan öğretinin, ölüm ötesi yaşam gerçeğine (ahıret inancına) dayalı olması bu bakımdan en hassas ve önemli noktadır! Zira, sonsuz biçimde devam edecek yaşamında insan, Dünya'da beyne sahipken neleri nasıl kazanabileceğini bilir ve uygularsa, ahıreti de o düzeyde mamur olur.

Dünyanın farklı yerlerinde, çok değişik anlayışlara sahip toplumlarda bugün artık birçok platformda, insanların, iyilikleri, güzellikleri, hoşlukları, mutlulukları paylaşmasının, pozitif düşünmesinin, pozitif davranmasının birer erdem olduğundan ve bunların değerinden bahsedilmekte, ayrıca bunları uygulamanın kazandırdığı güzel sonuçlar değişik yollardan dile getirilmektedir. Hatta birçok topluluk veya birey günlük hayatlarını bu öğretilere uygun biçimde yaşamaya çalışmaktadırlar... Meselâ, birisinin sevinçli, mutlu bir olayı olduğu zaman onunla paylaşıyorlar o sevinci, mutluluğu. Pozitif düşünüyor, pozitif tutumlar ortaya koyuyorlar. Düşünceleriyle yaşamlarını bağdaştırıyorlar. Hatta bu kişiler cennet ve cehennem tasvirleri yapabiliyorlar, maneviyat ehlinin üzerinde durduğu birçok inceliğe açıklama getirebiliyorlar.

Cehennemi, kişinin kendi nefsi için çalışmasının karşılığı olarak, cenneti ise karşısındakiler için bir şeyler yapabilmenin mutluluğu olarak tarif edebiliyorlar ve ellerinden geldiği kadar da bu bilgilerini günlük hayatlarında uyguluyorlar. Seviyorlar, seviliyorlar, iyi ve faydalı işler yapıyorlar, yardım ediyor, mutlu oluyor ve çevrelerini de sevindiriyorlar... Günümüzde, bu anlayışa sahip sayısız iyi ahlâklı, hayatından memnun, yardımsever, hayırsever insan var, topluluklar var...

Bununla birlikte, böylesi yaşantıda olan kişilerin yaptıklarının, ölüm ötesi yaşamda, evrenin özünde işleyen sistem indinde bir hükmü olmayabiliyor! Ortaya koyduklarının sistem boyutunda bir getirisi, bilinç düzeyinde bir izi, etkisi, değeri olmayabiliyor... Tıpkı "The Secret" ta açıklandığı türden sistemde işleyen bir kuralı veya birçok doğa kanununu çözmüşler ve fakat çözdükleri o hükümleri sadece "dünya hayatıyla sınırlı" getiriler için uyguluyorlar!

İşte bunun nedeni "ahıret bilinci"nde, yani "ahırete iman"da gizli! Çünkü, "ahırete imanı ve ahıret bilinci" olmayanlar, kendilerinin sonsuz yaşama sahip "bilinç" olduklarını kabul etmemelerinden dolayı, madde bedenden ibaret varlıklar oldukları zannıyla hareket ederler ve dolayısıyla tüm işlevlerini de bu varsayımları üzerine bina ederler. Bunun sonucunda da, o paylaşım, o mutluluk, hatta hayırseverlik ve yardımseverlik türünden davranışlarla ortaya koydukları "iyi insan olma", beş duyu düzeyinde, beden düzeyinde kalır ve çoğunlukla karşılığını da dünyada bulur.



Ahmed Hulusi arşivinden

4 Ağustos 2010 Çarşamba

AHİRET BİLİNCİ (3)


"Ahıret", ölüp yok olup sonradan dirilmeye mi, yoksa şu anki bilincimizin sonsuz yaşamına mı işaret etmektedir?

"Bil-ahıreti" vurgusu ile (tıpkı "amentü bil-lahi"de olduğu gibi), b sırrıyla, ahıretin (yaşamın devamlılığının) "kendi gerçeğimiz" olduğuna işaret vardır. Keza, "bil yevmil âhıri"nde "b sırrıyla (kendi varlığımızın sonsuzluğu dolayısıyla) ahir güne (ölüm ötesine)" iman vurgusu yer alır.

Amentü'de "vel ba'sü badel mevt" teki "mefta oluşla birlikte yaşamın devam edeceğine" iman, bu idrak ve kabulün sonucudur.

Dolayısıyla "ahıret", kendi gerçeğimiz olarak yaşamın sonsuzluğudur; ölüp yok olup sonradan dirilmekle başlayacak bir kurgu yaşam değil!


Ahırete "iman", varlığımızın aslının "bilinç" olduğunu kabul etmemizin tabii sonucu olduğu için, kendi varlığının "bilinç" olduğuna inanmayan kimse, varlığının "et-kemik beden"den ibaret olduğu zannı yüzünden, "ahıret" gerçeğini inkâr halindedir ya da örtmektedir! Daha açıkçası, kendini "madde bedenden ibaret" kabul etmek, hakikatine küfürdür. Zira, hakikatin, sonsuz mânâlara, yani "kozmik bilince" ve dahi Esmâ mertebesine dayanır.

Ahıreti inkâr, kendi hakikatini, yani varlığının aslı olan Esmâ mertebesini ve dolayısıyla var edenini inkârdır.

İşte bu sebeple, ahırete iman etmeyen kişinin tüm düşünce ve eylemleri dünya yaşamıyla sınırlı bedensel düzeyde kalır! Öte yandan, madde ötesi gerçeğinin farkında olan birey için ise yaşam, varlığının hakikati olan esmâyı müşahedeye yönelerek, sonsuza dek yaşayacak olan "bilincine" hak ettiği formasyonu kazandırma yolculuğu olur.

Hakikatine imanı olmayanın, var oluş sistem ve kademelerini anlamayanın, ahırete imanı ancak taklidi kabul yollu olur. Kendisinin "madde" değil, "bilinç" olduğu gerçeğini kavrayabilen insan, yaşamını, sonsuza kadar varlığını teşkil edecek olan bilincinin değerlerine göre düzenlemeyi amaç edinir doğal olarak; dünyada bırakıp gideceği bedene göre değil!..

Ölümü bir "yok oluş" gibi varsaymak, ya da ölüp yok olup, daha sonradan bir vakit dirileceğini ummak, kendini madde beden zannetmekten kaynaklanır. Ki bu tür inanışlar Rasûlullah (A.S.)'ın öğretisiyle bağdaşmayan zanlardır! Neden?.. Şimdi bunun açıklamasını yapalım kalem elverdiğince...


Ahmed Hulusi Arşivinden

3 Ağustos 2010 Salı

AHİRET BİLİNCİ (2)


Ahırete iman, "ölüm"ün bir "yok oluş" olmayıp sadece bir "geçiş" olduğunu, dolayısıyla "yaşamın sonsuzluğunu ve kesintisiz devam edişini" kabul etmektir temel olarak.

"Yaşamın sonsuzluğuna" inanmayanın, ölüp, sonradan yeniden dirileceği beklenti ve zannı içerisinde olanın "ahıret inancı" dediği şey;

Kendini ne kadar inançlı sayarsa saysın, safî bir "ezberin tekrarıdır" ve gerçeklerden çok uzaktır.

"Ahırete iman"ın, "ölüp yok olup, bir zaman sonra yeniden dirileceğini" varsaymakla alâkası yoktur! Bu tür beklenti ve zan içerisinde olanların "ahıret inancı" dedikleri şey, safî bir "ezberin tekrarıdır" ve gerçeklerden çok uzaktır.

Neden?..

Çünkü, "ahırete iman", sonraki bir yaşamı ummak(!) değildir!

"Ahırete iman", evvela kişinin kendisinin "et-kemik bir beden" den ibaret değil, aslen "bilinç"ten meydana gelmiş bir varlık olduğunu kabul etmesidir, ki bunun sonuncunda da "bilinci" için "yok oluş" anlamında bir "ölüm" olmadığını fark edebilsin!

Kuran’ın bu yöndeki şu önemli uyarısı çok iyi değerlendirilmelidir:

"Ve minen nâsi men yekulû âmenna billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hüm bimü'miniyn." (Bakara: 8)

"İnsanlardan bazıları da vardır ki, b sırrıyla iman etmedikleri halde, "Allah'a ve ahıret gününe" inandık derler."

"Ahıret"in, varlığımızın aslının "bilinç" olduğunun bir sonucu olduğu; ahırete "iman"ın bu gerçeğimizi kabul edip, fark edip, bizzat yaşamamız olduğu konusu Kur'ân-ı Kerim'de "bil-ahireti hüm yukinûn" (onlar b sırrıyla ahırete ikan halindedirler) vurgusuyla açıkça ortaya konur.)

"Velleziyne yu'minune bimâ ünzile ileyke ve mâ ünzile min kablik ve bil ahireti hüm yukinûn (Bakara: 4)

–Ve onlar, sana inzal olunana da senden önce inzal olunana da iman ederler; ve onlar ahırete de (bil-ahıreti –kendi gerçekleri olarak yaşamın devamlılığına) ikan halindedirler (bunu bizzat yaşarlar).

2 Ağustos 2010 Pazartesi

AHİRET BİLİNCİ (1)

Ötede! Dışımızda! Uzaklarda! Geçmişte!.. Ya da daha sonradan.!

Her şeyi öteye atma, dışımızda arama şartlanmamız yüzünden, "yaşamı" dahi dışımızda sanıyoruz!.. Uzaklara atıp, "peygamber" varsaymışız! Öteye atıp, "tanrı" edinmişiz. Ardından yönelimlerimizin ötedekine gittiğini sanmışız. Bunlardan kurtulduğumuzu sanıp, "dışsal" ımızdan kurtulamamışız. "Haram"ı dışımızdaki nesne sanıp, "içimizdeki arzu" olduğunu anlamamışız!

Ahıreti, ötede, uzaklarda, daha sonra başlayacak bir yaşam gibi kurgulayıp, "bilincimizin sonsuz yaşam özelliğine" işaret edildiğini fark edememişiz. Gaybı, ötemizdeki bilinemez sanıp, her şeyimizin "kendi gaybımızdan" geldiğini anlayamamışız...!

Oysa Kur'ân, "bil-lahi", bil-gaybi", bil-Ahıreti", bil-yevmilahıri" gibi vurgular ile hep bu kavramlarla "kendi gerçeğimize" dönmemiz için uyarır bizi!

Bir "öte dünyada" yaşam var mı, yok mu tartışması yaparız! Düşünmeyiz, şu anda beden miyiz, yoksa bilinç mi? "Bil-Ahıreti" ile, öldükten bir zaman sonra yeniden dirilmekle başlayacak olan yeni bir yaşama mı, yoksa "kendi bilincimizin sonsuz yaşamına" mı işaret edilmektedir?..

Bugün batıda ve doğuda sayısız insan var (Müslümanlar da dahil), bir gün gelip öte dünyada dirileceğini(!) ve yeniden yaşamaya başlayacağını uman...

Sayısız entelektüel, düşünür insan var; bilgi sahibi, çevrelerine faydalı, iyi insanlar olarak yaşamayı hedef edinmiş. Ama bilmiyorlar, düşünemiyor, anlayamıyorlar, "iman" olmadan cennete girilemeyeceğini!

"İman" cennete geçmek için zorunlu, olmazsa olmaz şarttır! Kur'ân-ı Kerim'in kesin hükmü "imanı olmayanın (şirk koşanın) cehennemden asla çıkamayacağı"dır.

"İnnallahe la yağfiru en yüşrake bihî; ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ" (Nisa: 48)"

–ALLAH, kesinlikle kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz! Fakat bunun dışındakileri dilediği için bağışlar.

Allah Resûlü Muhammed (aleyhisselâm)'ın açıkladığı "ahırete iman"ın, "ölüp yok olup, bir zaman sonra topraktan yeniden dirileceğini" varsaymakla ilgisi yoktur! Bu tür kurgular, gökteki tanrının iki elini uzatıp dünya yüzünde çamurdan insan yarattığını varsayanların düşleridir.