31 Aralık 2010 Cuma

OSMANLIDA YAŞAM. (3)

Günümüzde ütopya olarak görülen bir yaşam şeklini, çok değil birkaç yüzyıl önce fiilen yaşandığını biliyor muydunuz. Bu yaşam şekli Osmanlı döneminde yaşandı. Belki hala kırıntıları vardır, bilemiyorum. Osmanlı da yaşam konusunda araştırmacı yazar dostum Canmehmet küçük bir araştırma yapmış, bu bile insana, özlem dolu bir iç çektirmeye yetti. Bu yazı serisinde onun bu araştırmasını paylaşmak istiyorum. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.

Küçük şehirlerde, kasaba ve köylerde “mahalle” kavramımız daha çok yaşıyor. Büyük şehirlerimiz ise “mahalle” kavramını tümüyle yuttu. “Bizim mahalle” kavramı da çoktan unutuldu. Gençlerimiz uzun zamandan beri “site” diyor, “banliyö” diyor, ‘Varoş” diyor, ”uydukent” diyor, tümüyle “bizden” kavramlara alabildiğine” yabancı” duruyor. Hâlbuki “daha dün” diyebileceğimiz yakın bir geçmişe kadar hem “mahalle”, hem de “mahalle kültürü” yaşıyordu. Bu kavramlar yaşadığı için de “komşuluk” ilişkisi sağlam yürüyordu. Komşuluk, toplumsal oluşumun balansını teşkil ediyordu.

Maalesef “Yanlış Batılılaşma” bütün bunları öğüttü. Mahalleyi yitirdik. Mahalle ile birlikte “Mahalle ahlâkı”,Mahalle bakkalı”, ”mahalle imamı”, “mahalle bekçisi”, “mahalle arkadaşı”, “mahalle mektebi”, “mahallenin namusu” ve “komşuluk” gibi vazgeçilmezlerimizi de kaybettik.

30 Aralık 2010 Perşembe

OSMANLIDA YAŞAM. (2)


Günümüzde ütopya olarak görülen bir yaşam şeklini, çok değil birkaç yüzyıl önce fiilen yaşandığını biliyor muydunuz. Bu yaşam şekli Osmanlı döneminde yaşandı. Belki hala kırıntıları vardır, bilemiyorum. Osmanlı da yaşam konusunda araştırmacı yazar dostum Canmehmet küçük bir araştırma yapmış, bu bile insana, özlem dolu bir iç çektirmeye yetti. Bu yazı serisinde onun bu araştırmasını paylaşmak istiyorum. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.

Dış kapı dış avluya, iç kapı iç avluya açılırdı. Avlular çocuklarla kadınların “özgürlük alanı”nı oluştururdu. Çocuklar avlularda hoplayıp zıplayarak enerji tüketirken, kadınlar güller, çiçekler ve meyve ağaçları arasında dolma doldurur, sarma sarar, sohbet eder, onlar da kendi açılarından hayatın stresinden arınırlardı.

Bazı avluların bir kenarında pekmez yapılan şıra hane, kilim, bez dokuma atölyeleri yer alırdı. Başka bir köşede ocak, çamaşır taşı, dibek taşı, fırın, çeşme veyahut kuyu vardı. Avlu yeteri kadar genişse bir köşesi sebze bahçesine dönüştürülür, ailenin sebze ve meyve ihtiyacı karşılanırdı. Genişçe bahçeleri olan aileler ürettikleri sebze ve meyveleri komşularıyla da paylaşır, bir ki: bir kısmı da muhtaçlara ulaştırılırdı.

1835’te İstanbul’a gelen Miss Julia Pardoe, Osmanlı evlerinin avluları için, “Keşke Shakespeare, Romeo ve Julietin bahçe sahnesini yazmadan önce buraları görmüş olsaydı” demişti.

Osmanlı avluları o derece etkileyiciydi. Kadınların günlerinin neredeyse tamamı avlularda geçerdi. Ekmek yaparlar, hamur açarlar, sebze yetiştirirler, artan zamanlarında ise komşularla buluşup hem elişi yapar, hem de konuşup rahatlarlardı.

Bu bir yürek paylaşımıydı. Bu yüzden Osmanlı kadınında depresyon ve panik atak gibi sinir hastalıklarına çok az rastlanırdı. Uzun zamandır Avrupa’dan ithal edilen üst üste bindirilmiş beton “site”lerde, şaşkınlaşmışlığımızı ve yalnızlığımızı yaşıyoruz… Belki de bu yüzden sinir hastalıkları yakamızı bırakmıyor.

29 Aralık 2010 Çarşamba

OSMANLIDA YAŞAM. (1)

Günümüzde ütopya olarak görülen bir yaşam şeklini, çok değil birkaç yüzyıl önce fiilen yaşandığını biliyor muydunuz. Bu yaşam şekli Osmanlı döneminde yaşandı. Belki hala kırıntıları vardır, bilemiyorum. Osmanlı da yaşam konusunda araştırmacı yazar dostum Canmehmet küçük bir araştırma yapmış, bu bile insana, özlem dolu bir iç çektirmeye yetti. Bu yazı serisinde onun bu araştırmasını paylaşmak istiyorum. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.

OSMANLININ KAPI TOKMAKLARI

Medeniyet, sanılanın aksine makineleri geliştirmekle değil, insana değer vererek, şehirlileşmekle ifade edilmektedir. Tarihte bunun en güzel örneğini Osmanlılar vermişlerdir. Çoğunlukla Köylü-Tarım toplumu olarak tanıtılan Osmanlıların mahalle anlayışı, yaşayışları öğrenildikten sonra zannediyoruz ki çoğunluk ataları ile daha fazla gurur duyacaklardır.

Osmanlı kapılarının tokmakları bile başlı başına bir kültürdür ve Osmanlı insanının sosyal hayata bakışının bir simgesidir. Osmanlı insanı hayata “helâl” ve “haram” perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları bile bu hassasiyeti yansıtırdı. İç içe, ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın, diğeri ince ses çıkarırdı. Erkek konuklar kalın ses çıkaran kapı tokmağını, kadın konuklar ise ince seslisini kullanırlar, böylece ev sahipleri kapıdaki misafirin kimliği hakkında bilgi sahibi olur ve ona göre karşılarlardı.


Devam edecek.