16 Şubat 2011 Çarşamba

“NEFS”, “BEN” OLGUSUNUN BİLİMSEL AÇIKLAMASI.

“NEFS”, “BEN” OLGUSUNUN BİLİMSEL AÇIKLAMASI.



Ben dediğim şey ne? Beni ne meydana getirir. Önce Ben kelimesi ile herkesin bildiği ve ortak olarak kullandığı “ben” den söz edelim.

Bu oluşmuş ben’dir. Oluşmuş ben daha spermle yumurtanın birleştiği anda başlayarak oluşan genetik verilerin daha sonra beyinin aldığı çeşitli astrolojik etkilerle de şekillenen özellikleri ve daha sonra da bedeni beyne yönelik istek ve arzularının taleplerinin beyin tarafından cevaplanması suretiyle oluşan ve kendini bu beden kabul eden bir ben meydana gelir.

Bu ben özellikle ikinci beyin tarafından oluşturulur. Bedenimizde ikinci bir beyin var. Son bilimsel araştırmalar tarafından açığa çıkarıldığı üzere bağırsaklarda milyonlarla veya yüz milyonlarla nöron tespit edildi. Beyin hücresi. Bu nöronlar bağırsaklarda üretilen bir kısım hormonları ve salgıları kimyasalları beyne yollayarak bedensel istek ve arzuları meydana getirir.

Ben yoruldum, ben yemek istiyorum, ben su istiyorum, ben acıktım, ben sex yapmak istiyorum gibi bütün bu istek ve arzular ikinci beyin diye bahsedilen The second brain diye tanımlanan, ki bu isimde İngilizce yazılmış ABD li çok ünlü bir Doktorun araştırma sonucu yazdığı bir kitap var. second brain ismiyle.

Bu ikinci beyin bu beyini kontrol ediyor. Doğduğun andan itibaren bu tamamıyla burayı ana beyni yani asıl beni kontrol altına almış olduğu için sen onun yönetiminde ve esaretinde dünyaya gelmiş durumda olduğun için de, onun seni yönettiğini hiç fark etmiyorsun, sen kendin bir şeyler yapıyorum zannediyorsun. Halbuki seni yöneten, sana ne yapacağını emreden bu ikinci beyin, bağırsaklardaki ikinci beyin.

Bu ikinci beyin ana beyinde şartlanmalara ve değer yargılarına göre kendi istek ve arzularını sana yaptırtıyor. Laf arasında buna tasavvufta nefsi emare denir. Emreden nefs. Emreden nefs diye bahsedilen nefsi emare işte bu karındaki veya diğer bir tabirle arz da ki ikinci beyin.

Sana kendini madde kabul ettirir ve sadece madde peşinde koşmayı emreder. Maddi zevklerini maddi arzularını tatmin için seni yaşatır. Hayvani değerlerini ortaya koydurur.

Eski düşünürler öyle demişler; insana hayvanı natık, düşünen hayvan demişlerdir. Veya gelişmiş hayvan demişlerdir. İşte o en gelişmiş hayvan tabiri, insanın bedenine aittir. Çünkü insan bedeni tamamen hayvansal özelliklerle yaşar. Bütün hayvanlarda ortak olan özelliklerle yaşar. Yeme içme, uyuma, sex yapma üreme vs. bunların hepsi, bütün hayvanların ortak tarafıdır.

İşte bu bağırsak beynindeki istek ve arzuların kaynağı, seni bulunduğun çevrenin şartlandırdığı şekilde, Şöyle otur, şöyle kalk, şöyle beraberliklerin olsun, şunları ye, bunları iç, bunları tüket vs. gibi. O şartlanmalara dayalı bir biçimde o ye der, o yemek istiyorum der, o sex istiyorum der, çevre şartlanması da onun isteğini nasıl oluşturacağını meydana getirir. Bu sistem sen de otomatik olarak çalışır. Bu otomatik olarak çalışan sistemi de sen “ben” lenirsin, ben böyle istiyorum dersin. Halbuki beyinde otomatik çalışan bir sistem.

Eğer herhangi bir şekilde; sen de ya tamam yiyorum, içiyorum sex yapıyorum, uyuyorum, bilmem ne yapıyorum falan bunların hepsi de hayvanlara ait özellikler. Yani benim insan kelimesi ile etiketlenecek yanım neresi. Ben neyim. Ben sadece yiyip içip, uyuyan ve bir süre sonra yok olacak olan bir hayvan mıyım sorusunu düşünmeye başlarsan işte bu ikinci beyin sende sultasını sürerken, hükümranlığını sürerken kaçamak olarak, gizli de saklı da kendini araştırma kapısını açar.

Bunun için de burada sana yol gösterici iki yol var. Ya sana bunun ötesini, anlatan bir takım zevata inanacaksın, inanmak zorundasın, çünkü bunun herhangi bir materyal olarak önüne getirilip konması, üstünde çalışman mümkün değil, soyut bir kavram. Ya da eğer 21. yy. başlarında dünyaya gelmişsen o zamanda bilimsel, kesin tespit edilmiş realitelere dayalı olarak düşünüp sorgulamaya başlayacaksın.

Kaynak; Ahmed Hulusi. Kuantum potansiyeli video

11 Şubat 2011 Cuma

KUR’AN I LATİNCE HARFLERLE OKUMAK

Birileri çıkıp Kur’an Latince harflerle okunamaz diyerek Arap harflerle yazılmışını bilmeyenlere bu yolu kapamakta. Taklit ehli olanlar da hemen bu fetvayı tekrar etmeye başlıyorlar. Anlatalım efendim.

Önce bir Türk’ü hele hele 30 – 40 ın dan sonra ayn çatlatarak gayn gaglatarak Kur’an okuması kolay kolay mümkün değildir. Tıpkı Fransızcayı, bir Fransız gibi telaffuz edemeyeceğimiz gibi. Bir dilin şivesi belki aynen uygulanamaz ama insan o farklı dilde yine de anlatır derdini. Ama her kelimeyi onlar gibi telaffuz edemez. Arap gibi harfleri de çatlatamaz. Bu bir.

İkincisi de esas önemli yanına gelelim, Kelimeler, beyinde görsel algılamanın sonucun da tekrarlanır ve sonra dile düşer. Bakın bunu lütfen iyi anlaya çalışın.

Göz harf şekillerini beyne ulaştırır bir elektrik sinyali olarak belli bir dalga boyu olarak. Beyin o dalgayı deşifre ederek veri tabanındaki harflere benzetir ve hayal merkezinde el Musavvir ismi manasınca suretlendirilir, görüntüye dönüştürülür. Sonra da dile yollar gırtlaktan geçirerek. Dil olayın en son safhasıdır. Önemli olan beynin o kendisine gelen elektrik mesajında ki, elektrik dalgasındaki anlamı deşifre etmesidir. Şekillendirmesi değil.

Buraya kadar olan işlem dünyanın her yerindeki insanda ortak işlemken gırtlaktan dile uzanan kısım yöreye göre değişkendir. Önemli olan, beyne ulaşanın anlamıdır düşünen beyinler için. Olayın anlamsal derinliğine giremeyenler ise dile veya göze dayalı materyalist bakışla konuları değerlendirirler dini anlarlarken. Dolayısıyla siz Kur’an kelimelerini kolayınıza gelen kelimeler hangi harfle yazılmış olursa olsun okuyun. Esas önemli olan yanı o kelimelerin anlamlarını öğrenip değerlendirmeye çalışmaktır..

Cumanız mübarek olsun.

Kaynak; Ahmet Hulusi

4 Şubat 2011 Cuma

BİR HİKAYE & HAZİNE


Adam tarlasını kazarken toprağın altında naylona sarılı bir şey bulmuş... Hemen açmış... Başlığında kendi lisanıyla,

BUNU okuyan hazineyi bulur!” yazılıymış.

Ancak yazının alt tarafı ise okuyamadığı bir lisanmış.

Hemen yazıyı almış köyün imamına koşmuş. Köyün imamı ona göre büyük adam, alim. Belki de zamanın gavsı ya da müceddidi falan..! İmam efendi Kurân kursunu bitirmiş. Kurânı ezbere tekrarlayabiliyor. Ama Arapça lisanına vakıf değil..! Olsun önemli değil o! Kuranı ezberlemiş ya..!

Hemen almış kağıdı eline ve bakar bakmaz konuşmuş:

"Bunu “okuyan hazineyi bulur!” yazıyor. Altında da Arapça bir dua var!...

Hemen bunu çoğaltalım, herkes okusun." demiş!

Mübarek elleriyle, bulunan yazıdakileri kopyalamışlar ve tüm köy halkına dağıtmışlar!

Herkes okumaya başlamış imam efendinin kendi dillerinin harfleriyle yazdığı o on beş satırlık yazıyı.

Aradan bir zaman geçmiş. Derken biri köy kahvesinde demiş:

- Efendiler bu böyle günde bir kere okunmakla olmayacak sabah akşam okuyalım şunu. Elbette bir kerameti vardır!

Birkaç gün daha geçmiş, günde kırk defa okumaya karar vermişler! Derken günde yüz defa!

Bazıları bakmış, "hazine bulunmuyor" demişler:

"Bu safsata!.. Bizi umutlandırmak için böyle bir masal uydurmuş birisi!."

Kimi de inançla ve ısrarla devam etmiş okumaya.

Aradan aylar geçmiş ama ne çare ki hazineyi bulan yok!

Derken günün birinde bir gezgin uğramış köye. Camide yatsıyı kıldıktan sonra bakmış bir dua yapıyor insanlar birlikte, hiç duyulmamış o güne kadar öyle bir şey!

Demiş camiden çıkarken imama,

"Bana da öğretsenize bunu!"

Hemen yazılısını vermiş ona da imam. Adamı misafir etmişler misafirhanede.

El etek çekilip insanlar uyuduktan sonra adam kalkmış mumu yakmış kağıttaki Arapça dua(!)Neyse o, nasıl bir duaysa, okumaya başlamış!!!

Misafirhaneden çıkmış elinde mum ve kâğıt, köyün ortasındaki ulu çınarın altına gelmiş. Gene kâğıttaki duayı okumuş, Çınardan köyün kuzey çıkışındaki dere boyuna doğru yürümüş. Sonra Arapça dua(!)yı okumuş, gene dere yatağından uzanan salkım söğüdün yanına varmış. Köylünün dua diye bildiği o yazılı kağıt üzere söğüt ağacının yanından yüzünü köye dönüp yirmi bir adım atmış ve oradaki koca kayanın dibini kazmaya başlamış.

Bulmuş orada bir tahta kutu ve içinde çil çil altınlar!. Alıp yoluna devam etmiş!

Köylünün her gün okuyup dua(!) sandığı o metinde doğru yazıyormuş ama, inanmayanların aksine! OKUNMASI gerekiyormuş. O, OKUmuş duayı, köylülerin okumasından farklı olarak; anlamış anlamını yazılanların ve gereğini de uygulayarak; hazineyi bulmuş!

Köylülerse hâlâ devam ediyormuş sabah akşam anlamını bilmedikleri, imam efendinin kendi lisanlarında yazıp ellerine verdiği Arapça duayı okumaya!!!

Tıpkı imamın köylüsü gibi okuyorlar günbegün okumak olsun diye. Yahut okumaya çalışıyorlar!

Bizler hangi gruba giriyoruz dersiniz..!

Cumanız Mübarek olsun…!




Kaynak; A.Hulusi