8 Temmuz 2012 Pazar

REENKARNASYON MESELESİ


Reenkarnasyonu, M.Ö. 7 - 6 asırlarda ortaya çıkmış, insan aklının kendisi ve kainat düzeni ile ilgili düşünce  ve beklentilerini ifade eden bir inanç şekli olarak ta tarif edebiliriz. Yahut, İnsanın aklını, düşünce boyutunda  kendini ve kainatı yarattığını düşündüğü tanrısının yerine koyarak hayalindeki olması gereken düzenin oluşumunu tarif etmeye çalıştığı sistemdir de diyebiliriz.

        Reenkarnasyonun  herhangi bir delile, kaynağa  dayanmamasına rağmen bu kadar taraftar bulmasını, Dini inancı olmayanların bilinçaltlarındaki ölümle yok olma endişesinin dışa vurumu olarak değerlendirebiliriz. Çünkü dünya yaşamında herhangi bir sınırlamayı kabul etmeyen bir zihniyetin, ölüm ötesinde sorumlu tutulması ihtimali bu korkunun ana kaynağı olduğunu düşünüyorum.

        Reenkarnasyonla ilgili  ilk yazılı kayıtlara Hinduizmin upanişad yazıtlarına rastlanmaya başlamıştır. Bazı kaynaklar ilk olarak Mısır’da çıktığını, oradan; Hindistan’da mistik, Yunanistan’da felsefi, İran’da ise Batıl bir inanç ve ahlaki şekle büründüğünü görüyoruz.

        Hinduizm nazariyesine göre yeniden doğuş bir tekamül’den ziyade, günahkar olan bir Ruh’un, cezası nedeniyle yeniden yaratılmasıdır. Bu şekilde ölen Ruh; Ya şeytan olarak, Ya herhangi bir hayvan olarak, yahut ta Direkt olarak cehennemde yaratılacağını ileri sürer.

        Yunanistan da Pythgoras; Ruhun ölümsüz olduğu, Ruh- beden ikilisinde Ruhun hakimiyeti görüşünden hareket eder. Bununla birlikte Ruh ve beden arasında bir ahenk, bir uyum olması gerektiğini savunur. Ruhun kirlenmemesi için inzivada yaşamayı, Dünyadan el etek çekmek gerektiğini öğütler. 

        Daha sonra gelen Eflatun, yine Ruhun yüceliğini esas alarak onun gelişimini felsefi olarak sistematize eder. Ona göre Ruh; Ya seçim sistemine göre; Ruh eski yaşamındaki eylemlerine uyacak bir hayvan veya insan bedenini seçer. Yani Ruh yaşam koşullarını önceden seçmiş ve böylece kaderini belirlemiş olur.

        Yahut denge sistemi içerisinde eski yaşantısında işlediği hataların cezasını yeni yaşamda çekmek şeklindedir. Örneğin zenginken fakiri horlayan birisi, yeni yaşamda fakirin durumuna düşebilir ve o fakirin çekmiş olduğu acının aynısını yaşar. Kainattaki adalet sistemi bütün kullara hak geçirmeden sunulur. Yaratılmış bütün Ruhlara aynı şartlar sağlanır. Sınavın sonuçları bir sonraki yaşam şeklini belirler. Eflatun’a göre; Tanrının kullarına sağlayacağı adalet, ancak reenkarnasyon yasası ile sağlanabilmesi mümkündür.

        Yeniden doğuş, felsefesi Dünyanın çeşitli yerlerinde bir çok inanç gruplarınca kabul görmüş, Mesela Hinduizm de Tanrıların bile ölmeleri sonra tekrar başka kalıplarda yeniden doğmaları bile kabul görmüştür. Yine bu gibi toplumlarda hayvan etinin yenilmemesinin sebebi Ruhların sadece insan bedeninde değil tüm canlılarda dolaştığının kabulü nedeniyledir.

        Budizm de ise bir Ruh’un intikali en küçük bir böcekten insana kadar her canlıda olabilir. Amaç Nirvana (Dünyevi her arzudan soyutlanma)dır.

        Reenkarnasyon  görüşünden büyük semavi Dinler de etkilenmiş, taraftar bulmuştur.

        Hıristiyanlıkta; Yeniden doğuş, tövbe edildiği halde günahkar ölen Ruh için kişiye, yeni bir doğa, ve yeni bir yürek ile yeni bir başlangıç sağlar. (Hezekiel 36:26 – 27) Bu sadece Tanrı tarafından gerçekleştirilebilir.

Yeniden doğuş, ruhsal bir doğuştur. Nikodim’in Yuhanna 3:4 da düşündüğü şekilde fiziksel bir doğuş değildir. Bu görüşe göre insan ruhu zaten Tanrısına yabancı ve günahkar olarak doğar. Bizler Ruhlar olarak zaten ölüyüz der. Yeniden doğuşla insana ruhsal bir varlık kazandırır tezini ileri sürer.

        Yeniden doğuş felsefesinden İslamiyet’te nasibini almıştır. Bu etkilenme; İslam’dan  önceki Şamanlık ve  gök tanrılı inançların, Gökteki bir tanrı ve yerdeki bizler olarak bildiğimiz batıl inançlarından kaynaklanır. Madde – Ruh ikilemi hakkındaki batıl anlayış, bilgi yetersizliği, yeniden doğuş anlayışının kabulünü kolaylaştırmıştır.

        Bu görüşe sahip olanlar, Kur’an ve Hadisleri yetersiz bilgileri nedeniyle yanlı yorumlayarak sapkınlığa düşen tarikat ve mezheplerde görüyoruz.

Hatta bazıları o kadar ileri gidiyor ki; Muhittidin- i Arabi’nin Vahdet- i Vücut görüşünü bile kendilerine dayanak teşkil ettiğini söyleyebiliyorlar. Halbuki ileri sürdükleri görüş Vahdet- i Vücut değil Panteist (Kainat = Tanrı) görüşüdür. Vahdet’i Vücut; Allah ayrı bir varlık, kainat ve insan ayrı bir varlık değildir der. Özünde hepsi Allaha ait vasıflardan oluşan Tekliktir görüşünü savunur. Allah’ın doğup ölmesi söz konusu olmadığına göre Vahdet- i Vücut görüşünün Yeniden doğuşu benimsemesi söz konusu bile olamaz.

Ayrıca Muhiddin’i Arabi Hz. Böyle kişiler için; Batıl itikatlara meyl edenlerin çoğunlukla cinlerin tasarrufunda olanlardan  oluştuğunu, bunların ortak özelliklerinin; hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı halde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu söylediklerini açıklar.

        Büyük veli İmam-ı Rabbani Hz. Mektuba tında aynen şunları söyler;

        “Bazı mülhitler var ki, batıl olarak, seyhuhet mesnedine (siginagina) oturmuşlardır; Tenasühün cevazına hükmederler. Zannederler ki: Nefis kemal haddine ulaşmadıkça, bedenlerde döner durur. Bu manadan olarak derler ki:

         Nefis, kemal haddini bulduğu zaman, bedenlerde tekallübden fariğ olur. Hatta, bedenlerle alâkası da kalmaz. Zira, onun yaratılmasından gaye kemalidir. Onun kemali ki, müyesser oldu; maksat dahi hâsıl olmuş olur. Bu kavi, sarih küfürdür. Tevatür ile Dinde sabit olanı inkârdır. Her nefis ki, kemal haddine ulaştı; o zaman cehennem kimin için olacak? Ve kim azap görecek? Onların bu kavli, ayni zamanda cehennemi ve uhrevî azabı inkârdır. Keza, cesetlerin haşrını dahi inkârdır. Zira, onların fasit kanaatine göre, nefsin cesede ihtiyacı kalmamıştır ki: Cesetler haşr ola.. Zira o, kemalâtına bir âlettir.”

        İslam Din’ine inandıklarını söyledikleri halde yeniden doğuşa inanan mezhep ve tarikatlar olmuştur. Karmatiler, Batınilerin bir kısmı, Nusayriyye tarikatı, Dürziler de tenasühe inanırlar. Batıl Mezhep ve tarikat olduklarına İslam alimleri hemfikirdirler.

        Nusayriyye tarikatına göre; kendileri gibi inanmayan Müslümanların, Hıristiyan ve Yahudilerin Ruhları köpek eşek gibi hayvanların cesetlerine girdiği halde  kendilerinki yıldızlar haline dönüşerek nurlar alemine yükselir derler.

        Dürziler ise akıl ve nefsi bir cevhere benzeterek gömlek değiştirir gibi bir bedenden bir bedene geçer durur. Ölmeyi, başka bir bedene göçmek olarak kabul eder. Dünyada mahlukların sayısı aynıdır ve değişmez derler.

        İslam Halifelerinden Me’ mun kendi zamanında Kur’an la ilgili araştırmalar yaptırıyor yerli ve yabancı Din ve Felsefecileri toplayarak daha detaylı bilgi arıyordu. Zamanının alimlerinden İmam Rıza( Caferi mezhebinden)ya bu tenasühle ilgili soru yönettiğinde;

        Tenasüh’e inanan kafir olur. Çünkü o Cennet ve cehennemi inkar demektir. Diye cevap vermiştir.

        Konuyu fazla detaylandırmak istemiyorum.  İslam Dininden oldukları halde hala reenkarnasyon,( yeniden doğuş, tenasüh) görüşüne  inananların, Kur’an dan ileri sürdükleri ayetleri, onların tefsirlerini yorumlarını ve buna karşılık Müfessirlerin, Alimlerimizin tefsir ve yorumlarını ele alacağım.
       
Reenkarnasyon görüşünü ileri sürenler Kur’an da şu ayetleri öne sürüyorlar;

        1 – Allah’a nasıl olup ta küfrediyorsunuz? Siz ölüler iken O diriltti. Sonra sizi yine öldürecek, tekrar O sizi diriltecek. Ve nihayet O’na döndürüleceksiniz. (Bakara/ 28)

        2 – Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diri çıkartırsın, dilediğine hesapsız rızık verirsin. (Ali İmran/ 27).

        3 – Allah sizi yerden ot gibi bitirdi. (Nuh- 17)
             Allah yeri sizin için döşek yapmıştır. ( Nuh 18)
             Onun geniş yollarında gezip dolaşasınız diye… (Nuh 19,20)

        4 -  Diyecekler ki, Ya Rab bizi iki kere öldürdün. İki de dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat var mı çıkmaya bir yol?(Mü’min/ 11)

        5 -  "Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş hariç olmamak üzere hepsi sizin emsaliniz (benzerleriniz) olan ümmetlerdir..." (En'âm/38).
       
        6 – Hem Rabbin Beni Adem’den bellerinden zürriyetlerini alıp da onları da nefislerine karşı şahit tutarak “ Rabbiniz” değil miyim işhad ettiği(Şahit gösterdiği) vakit, “Bela” (Evet Rabbimizsin)dediler.(Araf-172).

        Birinci ayette, Reenkarnasyona inananlar;

        1 -  Ayette geçen “ölüler iken diriltilme” ifadesi bazı kimselerin aklına tek bildikleri ölüm şeklinde yani, Allah insanları yarattı. Sonra öldürecek, sonra tekrar yaratacak, sonra tekrar öldürecek  şeklinde olduğunu zannederek reenkarnasyon yani yeniden doğuşa sıcak bakmalarına sebep olmuştur.

        Halbuki bu ayette Allah; Ademoğlu yani insan; Cansız, hiçbir varlığı yokken, cansız nesneler halinde iken kendisine bir varlık, bir hayat verildiğini, yani diriltildiğini, yani varlık aleminde mevcut hale getirdiğini. Bu hayatı müteakip ölümü tadarak, ahiret âlemi olarak ifade edilen âlemde, boyutta yeniden, farklı şekilde yine bir varlık olarak yaratılacağını izah etmiştir. (F. Razi, E.H.Yazır tefsirleri) .

        2 - İkinci ileri sürdükleri Ayetle ilgili reenkarnasyona inananlar;  Gece ve gündüzün her an ve devamlı birbirini takip etmesini, Ruhun bir bedenden diğer bedene geçmesinde delil olarak kabul etmişlerdir.

        Halbuki bu ayette Allah; Yarattığı kainattaki sistem ve düzenden bahsettiği son derece açıktır. Bunu Tenasüh’e delil zannedenler kainat düzenini bilmeme nedeniyle yanlış yorumlamışlar, Gecenin gündüzü takip etmesinin Allah’ın ilmine ve Kudretine misal olarak verildiğini düşünememişlerdir.

        3 - Üçüncü sıradaki ayetle ilgili Reenkarnasyona inananlar; Yerden ot gibi bitirme, Ruhun her canlıya geçebileceğine delildir şeklinde düşünmüşlerdir.

        Halbuki bu ayette Allah; Tıpkı ikinci ayette olduğu gibi,  Allah’ın İlmine ve Kudretine misal olarak verildiğini anlayamamışlardır. Bu örneğin, insan bedeninin yeryüzü elementlerinden, su ve minerallerden oluştuğunun izah edildiğini anlamamak bana biraz tuhaf geliyor.

        4 - Dördüncü ayetin açıklamasını zaten birinci ayet veriyor. Yani insanın bir varlık haline gelmeden önceki hali ölü olarak tarif ediliyor. Yaratılmasını insanın diriltilmesi olarak, yeniden ölümü tadacak olmasının ardından farklı bir yaşam formunda (buna ister kabir de deyin, ister kıyamette deyin) tekrar yaratılacağını ifade ediyor. Yani üçüncü bir ölülük halinin olmadığını anlatıyor.
       
        5 - Beşinci ayeti ise açıklama yapmayı gerektirmeyecek kadar belirgin. Bugün biliyoruz ki her canlının genetik bir yapısı olduğu, bu yapının canlıdan canlıya farklılıklar gösterse bile yaratılış olarak aynı maddeler kullanılıp aynı sistemle yaratılmış olduklarını anlıyoruz. Aynı özellikleri taşıyan (genetik kodları aynı olan) canlı gruplarını ümmet olarak ifade etmiştir.

        Reenkarnasyon, yeniden doğuş  felsefi görüşünün batıl olduğunu anlayabilmek için Melek, kainat, Cin, İnsan ve onun bilinci, ruhu kavramlarını bilmemiz gerekiyor.

        Melek, Varlık alemi olarak bildiğimiz ve bilmediğimiz her varlığın ana kaynağıdır. Şöyle ki; Kainat dediğimiz boyut itibarıyla maddeyi incelersek oluşumunun kaynağı olarak; Hücre, molekül, atom, proton-nötron-elektron-kuark...gibi tanecik-enerji ve nihayetinde de Salt Enerji denizinin meydana getirdiği, dalgasal Enerji tabanlı bir yapı kaynağına ulaşırız. Yüksek frekanslı dalgasal enerji tek bir formda değildir. Sonsuz çeşitlilikte ve frekanstadır. İşte bu, yüksek frekanslı enerji yapısı da Allah’a ait isim ve sıfatlar adını verdiğimiz MÂNÂ Kûvve’lerinden  meydana gelmiştir. Bu mânâ kuvvelerinin en küçük birimlerine melek(Melk) diyoruz.

Daha basit olarak şöyle söyleyeyim; Bugünün teknolojisini kullanarak(Nano teknolojisi) Bir robot yaptığımızı düşünün. Robotu meydana getiren atomlar, önceden programlanarak, tek tek veya birlikte çalışan bir birimler halindedir öyle değil mi? İşte meleklerde maddeyi meydana getiren yüksek frekanslı enerji yapısının oluşumunu sağlayan, Allah’a ait bir veya daha fazla mânâ kuvvesine sahip birimlerdir. Yaratılmış her birim, bu bilinçli, nur yapılı çok yüksek frekanslı yapıdan meydana gelmiştir.

        Kainat ise bizim algılama organ ve aletlerimizle tespit  edebildiklerimiz ve edemediklerimizle birlikteki varlık alemidir. Bizim tespit edebildiğimiz kısım ise adına madde evreni dediğimiz küçük bir katmanıdır.. Hawkins’in de dediği gibi algıladığımız kısım; Sonsuz boyut ve katmanlar denizinden sadece bir katmandır. Farklı enerji katmanlarında, farklı formatlarda yaşayan bilinçli yapılarda mevcuttur. İnsanlar, hatta hayvanların bazıları da bu değişik frekanstaki bilinçli varlıkları algılayabilir, iletişime geçebilir.

        Cin dediğimiz varlık ta bizimle aynı boyutta, farklı frekans katmanında  yaşayan, bugün radyasyon dediğimiz, eskiden dumansız ateş denilen bir yapıdaki bilinçli varlıklardır. Bizden farklı olarak onlar bizi görmekte ve zihinsel formatta etkileyebilmektedirler.

Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte böyle bir kavram olmadığı için onlarca bilinmez. İstemsiz meydana gelen bazı olgulara peri, hayalet, uzaylı vs. gibi isimler verdikleri varlıklardır. İnsan beynine impuls yapabilen, fikir, görüntü, vehim oluşturabilen varlıklardır. Yaşam süreleri 2000- 3000 yıla kadar çıkabilir. İnsanlar gibi doğar, evlenir, ölür. Yaşadıkları yerler sadece Dünya ile sınırlı değildir. Atom altı boyutta diğer gezegenlerde de hatta güneşte de yaşayanlar vardır. Güneçte yaşayanlara Zebani denir. İnsanlar arasında nasıl ırk ve renkte çeşitlilik varsa onlarda da vardır. İnsan sayısına göre çok fazla oranda cin vardır. Ölüm değişiminden sonra birlikte aynı boyutu paylaşacağımız nefsi gücü bizden çok fazla olan bilinçli varlıklardır.

        Ruh; Madde boyutunda en üstün vasıf ve yeteneklerle yaratılmış olan insanın, sahip olduğu BEYİN sayesinde madde bedeninin gıda ve içeceklerden sağladığı enerjiyi; farklı bir forma çevirerek insan bilincinin bir üst katmanda yaşayabilmesini sağlayacak oluşumun adıdır.

RUH. Bilimin bugün geldiği noktada evrenin holografik bir tümel yapı olduğu, maddenin de enerji tabanlı bir yapı olduğu kesinleşmiştir. Ruh ta bir tür enerji tabanlı holografik bir yapıdır. İnsana özgü olarak bildiğimiz düşünme, hayal, zeka, akıl gibi özellikler, bilince ait özelliklerdir. Bilinç dediğimiz kimliğimizin madde bedenimiz olmadığını; Profesör McFadden ve ondan bağımsız olarak Yeni Zelandalı nörobiyolog Sue Pockett, sinirsel sinyallerin beynin dışında bir elektromanyetik alana yönlendiğini ve tekrar işlenip oradan diğer tüm sinirsel yapıya dağıldığını deneylerle tespit etmişlerdir. Teorileri; bilinç dediğimiz olgunun bu elektro manyetik alanda var olduğu görüşüdür.

        İmam-ı Gazali Hz. ise Ruh’un varlığını;”Bil ki Kalbin varlığı iki delil ile sabittir; Delillerden biri şudur. İnsanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsan varlığının fiziki yapısıyla olmadığı da bir gerçektir. Çünkü ölülerin de fiziki bir yapısı vardır. Ancak ölülerde kalp yoktur. Kalpten maksat RUH’ tur.

        Diğer bir delil de şudur; Bir kimse gözünü yumup kendi bedeninden, yerden gökten ve bütün duyulardan, duyularını alıkoyduğu anda bile  kendi varlığını kesinlikle bilir. Bu itibarla kesinlikle anlaşılıyor ki; Kalp (Yani RUH) bedensiz de mevcuttur.”
       
        Günümüzde ise;  New York Hunter Yüksek Okulu'nda mukayeseli din hocası olan Robert K. Foreman, yapılan araştırmaklar sonucunda  "Bilinç hiçbir objeye ihtiyaç duymaz ve duyusal aktiviteler sonucu ortaya çıkan bir yan ürün değildir." Sonucuna vararak bilimsel olarak ta RUH’un varlığı benimsenmiştir.

        Sonuç olarak Ruh; İnsana ait fıtri, karakteristik, genetik ne derseniz deyin, insan olma özelliklerinden biridir, kişiye özgüdür, İnsanın var olması ile oluşur, Ne daha önce yaratılmış, ne de yok olacak bir varlıktır.

“Bellerinden zürriyetlerini aldı”  ifadesi ise insanın çoğalmasını sağlayan spermler ve onun ihtiva ettiği genetik kodlar anlatılmaya çalışılmıştır. İlgili ayette İnsanın; Spermindeki bilgiler, genetik kodlar, o genlere yüklenmiş insana mahsus özelliklerle; Düşünerek, araştırarak, tefekkür ederek RABBİNİ BİLME yeteneğine sahip olabileceği gerçeği vurgulanmaktadır.. Yapmadığı takdirde, beden sınırlaması kalktığında gerçekleri görüp algılayabilecek, kendi hatalarının farkına varacaktır denmektedir. Bu daha açık nasıl söylenebilir ki?

Buraya kadar hangi özelliklerinden bahsettik? İnsanların felsefi olarak yaşamdaki adalet mekanizmasının nasıl olması gerektiği konusunda yürüttüğü fikir olduğundan bahsettik. Diğer inançla ilgili görüşler gibi dünyaya dağılmış. Bilhassa gerçek vahy kaynaklı Dini bilgi eksiklikleri, yaşadıkları zaman dolayısıyla evren, insan ve yaşam sistemleri hakkında bilgi sahibi olunmadığı için kabul görmüştür dedik. Semavi din adını verdiğimiz dinler de bu felsefeden etkilenmiş olup, taraftar da bulduğunu izah ettik.

        Asıl konumuz İslami görüş açısından reenkarnasyonun değerlendirilmesi olduğu için Kendilerini İslam dini mensubu gördükleri halde reenkarnasyona neden sıcak bakıldığını, Delil olarak ileri sürdükleri ayetler ve onlara ait yorumları inceledik. Bu işin gerçekten uzman oldukları tarihsel süreçte ispatlanmış mütefekkirlerin konu ile ilgili görüş ve beyanlarını okuduk. Böyle batıl bir görüşe  ancak İslam dininin kaynaklarını doğru algılamamış veya büyük velilerin bazı beyanlarını yanlış yorumlayıp, tezlerine destek olarak göstermişlerdir dedik. Bu bilgisizliğe neden olarak gördüğümüz Vahdet-i Vücut görüşünü, Kainat, insan, ruh, Cin, ve yaşam sistemleri hakkında az da olsa  sağlam kaynaklardan  bilgilendik.

        Şimdi de yine İslami kaynaklardan, yani Kur’an ayetleri, Hadis, bahsi geçen büyüklerimizin beyanlarını işleyeceğiz.

        Reenkarnasyon(Yeniden Doğuş) Görüşünün mümkün olmadığını gösteren ayetleri görelim isterseniz;

        1- “Nihayet her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki; Rabbim döndür. Döndür beni döndür. Belki ben o bıraktığında(Dünya da) Salih bir amel işlerim. Hayır. Hayır. O boş bir kelimedir.(Boş bir sözdür.) ki onu o söyler. Önlerinden ise bir berzah(Perde) vardır. Ta ba’s olacakları (Diriltilecekleri) güne kadar….. (Mü’minûn 99/100)

        2 - Değil mi idi? Ayetlerimiz size okunuyordu da siz onları tekzip ediyordunuz… Rabbimiz derler.Bize şekavedimiz galebe etti ve biz sapkın bir kavim idik. Çıkar bizleri bundan. (Ateşten) Döner bir daha edersek, herhalde bizler zalimiz… Buyurur ki: SİNİN orada.(Kalın kaldığınız yerde) Söylemeyin bana. Çünkü kullarımdan bir fıkra vardı…… Siz onları maskara yerine tuttunuz…. Onlara gülüyordunuz… Onların sabretmelerine karşılık onlardır murada erenler… (Mü’minıun 105 – 1119)

        3 - İlk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan , 56-57)

        4 - Nasıl, biz ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz? (Saffat, 58-59)

        5 – Onların ateşin karşısında durdurulup” ah keşke dünyaya geri gönderilsek te bir daha rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak.” Dediklerini bir görsen. Hayır, Daha önce gizlemekte oldukları şeyler(Günahlar) kendilerine göründü. Eğer dünyaya geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönecekler. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. ( Enam , 27/28)

        Görüldüğü gibi ayetleri tefsir etmeye, üzerinde yorum yapmaya bile gerek yoktur.

        Resulallah’ın hadislerinde ise;

        1 - CABİR Bin Abdullah( RA) dan rivayet edilmiştir.
-Uhud Savaşı günü ravî Câbir’in babası şehîd olmuştu.
Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem bana rastladı ve şöyle dedi:

-Yâ Câbir, neden ben seni kırgın (üzgün) görüyorum?..

-Yâ Rasûlullah, babam şehîd edildi ve çoluk çocuk ile borç bıraktı!..diye cevap verdim.

Rasûlullah buyurdu ki:

-Ey Câbir; o halde Allah’ın babanı nasıl bir hitâp ile karşıladığını sana müjdelemeyeyim mi?

-Buyur yâ Rasûlullah!..

-Allah hicap ardından olmaksızın hiç kimse ile katiyen konuşmamıştır!. Bunun ile beraber Allah, babanla vicâhen (perdesiz) konuştu ve ona şöyle buyurdu:

-Ey kulum, benden iste; sana vereyim..? Baban da:

-Ey Rabbım, beni dirilt (yeniden dünyaya iade et), ben de ikinci defa senin uğrunda şehîd edileyim!..’

Bunun üzerine Rab Subhanehû ve Teâlâ:

-İNSANLARIN DÜNYAYA HİÇ GERİ DÖNMEYECEKLERİ HÜKMÜ ŞÜPHESİZ BENİM TARAFIMDAN ÖNCEDEN VERİLMİŞTİR" buyurdu. Baban:

-“Yâ Rabbi, o halde (durumumu) arkamda kalanlara tebliğ buyur” dedi. Rasûlullah buyurdu ki:

-İşte bunun üzerine Allahû Teâlâ şu âyeti inzal etti:

-Sırf Allah için öldürülenleri sakın "ölü" sanma!.. Hakikatte onlar Rabları katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. (Al-imran-169)’ (İbn-i Mâce - Mukaddime)

        2 – Öldükten sonra geri çevrilecek yoktur.(Kuran dili 6.cilt, S, 4197)

        İmam-ı Rabbani Reenkarnasyona inanmayı kat’i küfür olarak beyan etmiş gerekçesini ise Reenkarnasyonun islamın şartlarından olan ahiret (VEL YEVMİL ÂHİR) inancını reddettiği için dinden çıkma sebebi olarak açıklamıştır.

        Günümüz düşünürlerinden Ahmet Hulusi gayet geniş bir şekilde gerekçeleri ile açıklamış zaten. Ben de onun görüşlerinden çok büyük oranda faydalandım.

        Yine günümüz akademisyenlerinden bu görüşü benimseyen kimseyi tespit edemedim. Zaten beklemiyordum da. Gerçekten bilenlerin bu görüşü kabullenecekleri ihtimali yoktu.

Reenkarnasyon konusunda son olarak sık sık gündeme gelen, ben bundan önceki yaşamımda şu idim, bu idim gibi söylemler, ruh çağırma olayının aslı, uzaylı efsaneleri gibi kavramlara değinelim istedim.

Aslında bu olayların tek bir müsebbibi var. Onlar da Cin dediğimiz varlıklardır. Onları normal insanlar algılayamadığı için tespit edemiyor. Bu yüzden de yok farz ediyor. Halbuki onlar bizi görebiliyor, etkileyebiliyorlar. Hatta hassas beyinlere (Asabi kadın, kız çocuğu, hamile kadın, genetik olarak hassas beyne sahip insanlar, birçok hayvan.)sahip olanlarla irtibata geçebiliyorlar. Bazen zorla hakimiyetleri altına alma konumuna girebilirler.

Bunu beynin acı merkezlerine uygulayacakları impulslarla yaparlar. Bazen de haber vermeden kişinin bilincinde şekil oluşturarak görme efektleri yaratabilirler. Madde ile sınırlı olmadıkları için zaman ve mekan kavramları onlar için söz konusu değildir. Bir anda Amerika’da, bir anda Japonya’da olabilirler.

İşte bu varlıklar kontrolleri altına aldıkları kişileri diledikleri gibi kullanırlar. İstedikleri gibi konuştururlar. Tıpkı geçenlerde küçük çocuğun ağzından Barış Manço idim masalını izlediğimiz gibi. Bazılarına “evliyasın” telkini verirler. Gaipten haber verir gibi daha önce yaşanmış bir olayı tüm detayları ile anlatırlar.

Günümüzde Medyum dediğimiz insanlar gerçekten hassas bir beyne sahipse onlarla iletişime geçebilirler. Ruh çağırma seansları cinlerin eğlence alanlarıdır. Güçlü beyinler cinleri kontrol edebilir, istediklerini yaptırabilir. Zaten büyücülüğün en etkin olanı, büyücünün cinleri kullanarak yapılan türüdür.

İslam’dan başka dinler de cin kavramı işlenmediği için onlar uzaylı, hayalet, peri, gibi kavramlarla tanırlar. Yüksek frekanslı enerji tabanlı varlıklar olduğu için yakın zamanda aletlerle varlıklarının ispatlanacağını göreceksiniz. Artık insanlardan çekinecekleri bir konum kalmadı çünkü.

Bilinç olarak insandan farkı derinlikli düşünememe yeteneğidir. Zeka seviyesi yüksektir. Ama akıl dediğimiz derinlikli düşünebilme yeteneği yoktur. Bu nedenle çok çabuk görüş değiştirirler.

Şimdi soracaksınız peki be birader sen nerden biliyorsun, görebiliyor musun diye. Hayır göremiyorum. Ancak Kur’an da 12 değişik bölümde onlardan bahsedilmiş, Resulallah’ın onlarla ilgili onlarca bilgi verdiği hadisi bize ulaşmış. Büyük Alimlerimizin tespitleri ve tarifleri sayılamayacak kadar çok. İnanmamak sizce de aptallık olmaz mı. Üstelik ölüm değişiminden sonra onlarla aynı boyut içinde yaşayacağımız gerçeği de cabası.

Cin dediğimiz varlıkların bizimle ne alıp veremediği konusuna gelince; Onlar da güç zincirinin en üstündeki varlık olmak istiyorlar. Bulundukları boyutta bu imkâna sahipler. Aslında bizim madde boyutunda da çoğunluğumuzu kontrol altında kullanıyorlar.(Sigara müptelaları gibi) Ancak İslam inançlı insanların inançları doğrultusunda çalışmalar yaparak güç edinme sonucu dengenin tersine dönmesini istemiyorlar. İstedikleri şey; Hiçbir çalışma yapmadan, (bilhassa namaz kılmadan) hatta hiçbir şeye inanmadan ölünce yok olacaksın veya tekrar tekrar dünyaya gelip kemale ereceksin telkinleri ile zayıf, güçsüz, rahat kontrol edebilecekleri halde diğer aleme geçiş yapmalarını sağlamak.

Tıpkı bizim koyun sürülerini besleyip hem etinden hem sütünden faydalandığımız gibi. Hayvanların biz insanlardan daha zeki ve güçlerini kullanmayı bilen varlıklar olabilme yeteneği olduğunu bir hayal etsenize. Onlara bu şansı vermek ister miydik. İşte İslam inançlı, inançları doğrultusunda çalışma yapanlar da onların kabusudur.

Cin dediğimiz varlıklar kendilerini gizlemek için kontrol ettikleri insanlara, cin diye bir varlığın olmadığını telkin ederler. Nitekim Muhyiddin-i A`rabi Hazretleri bir eserinde, bu tip kişilerin en büyük özelliklerinin hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı halde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu yazmaktadır.

Günümüzde kişinin kendisini farklı kimliklerde tanıtmasını İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Uzman psikiyatrist Dr. İlhan Yargıç da bir makalesinde dissosiyatif bozukluk adı altında psikolojik bir rahatsızlık belirtisi olduğunu yazıyor ve “Bu hastalığın en şiddetli biçimine çoğul kişilik (dissosiyatif kimlik bozukluğu) denilir ve hasta farklı zamanlarda farklı kimliklere bürünür, bu kimlikler birbirinden kısmen habersizdir." Açıklamasını yapıyor.

Reenkarnasyon konusunu burada bitiriyorum. Yazdıklarım inanın kendi hayalimde yarattığım kavramlar değildir. Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilerdir. İsteyenlere kaynak gösterimi de yapabilirim. Benim elimden gelen bu kadar.

Her şey gönlünüzce olsun.

Faydalandığım kaynaklar:

1- Kur’an tefsiri ( Elmalı)

2- Kur’an tefsiri( Fahrettin Razi)

3- Kütüb-ü Sitte (İbrahim Canan)

4- İhya ( İmam-ı Gazali)

5- Kimya yı Saadet “( İmam-ı Gazali)

6- Mektubat ( İmam-ı Rabbani)

7- Brain fingerprinting’ makalesi(Biliçle ilgili)

8- Stephen Hawking, ’in sonsuz evrenler(M – terisi makalesi)

9-Fizikçi Alain Aspect bilimsel deneyi(Atomik parçacıkların birbiri ile iletişim halinde oluşu, haberleşmeleri) Yazan: Michael Talbot Çeviren Esin Tezer.

10- Profesör McFadden ve Sue Pockett, in Bilinç le ilgili bilimsel makalesi.

11- Ahmed Hulusi’nin tüm eserleri.

12- Muhtelif internet sitelerindeki bu konu ile ilgili yazılar.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

MODERN TANRILAR


        Yıl 2012. İnsanlığın teknolojik olarak her an yeni bir çağ atladığı yıllardayız. Ahir zaman olarak da geçiyor bazı kaynaklarda… Dünyevi bilincin hat safhaya ulaştığı bu dönemde elbette ki, hiçbir insan evlâdının her ne değer için olursa olsun önüne topraktan yapılmış bir heykelcik dikerek önünde secde etmesini bekleyemezsiniz. Ancak yine de bir yaratıcı arayışı içinde olan fıtrat, her an kendinden daha büyük bir kuvvete yönelmek, sığınmak, istemek için arayışını sürdürür;

        Nefs ise her an daha fazlasını istemek, üstelik acil, acele etmek güdüsüyle yaratılmıştır. Haliyle şeytanın oyun parkı haline gelen bir dünyada, tanrıların da çağ atlaması hiç de şaşılacak bir durum değildir.

        Geçmişten küçük bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Konuyla pek alâkalı olmasa da stratejik benzerliklere dikkat çekeceğim. Birinci dünya savaşına kadar Türk ve İslam İmparatorlukları’nın hemen hepsi doğrudan dış saldırılara maruz kalmış, ama üstün savaş yetenekleri sayesinde tüm saldırılara göğüs gererek düşmanı pek çok seferde bertaraf etmeyi başarmıştır. 19. Yüzyılın başlarında ise, dış güçler olarak tarif ettiğimiz toplumlar kökten bir strateji değişikliği izleyerek, içten çökertme programlarına başlamış ve inanılmaz bir hızla koca imparatorlukları, temelini farelerin kemirip devirdiği bir bina enkazına çevirmişlerdi. Dikkat edilirse, hala bizi dünya sahnesinden indiren bu güçlerin arkalarından gitmeye çalışıyoruz.

        Şimdi bunca şeyi neden anlattım. Bir düşünelim. Yüzyıl evvel, kıt zekalı insanoğlunun uygulamaya koyarak kendisini zihnen köleleştirdiği bir dünyada; korkunç zekasından şüphe duyamadığımız şeytan, hala karşımıza kil putlar, güneş, ay ya da bereket tanrısı heykelcikleri çıkararak “Bunlara Tapın” diyeceğini mi sanıyorsunuz?

        Hayır, efendim. Oynanan oyun çok daha büyük ve karmaşık. Daha da kötüsü, artık dönemimizin “Modern Tanrıları”, gizliler ve hiç de talep kâr değiller. Bu yüzden pek çok insan, birisi gözlerine sokana kadar taptıkları yaratığın ne olduğunu anlayamıyor bile.

        Peki neden böyle oluyor? Yazının başında da söylediğim gibi, İnsanın yaratılış fıtratı, yönelebileceği bir kudret ve güç kaynağı arıyor. Nefs ise, yapısı gereği bunu, önüne gelen her güçlü kaynağa yöneltmeye çalışıyor.

        Şimdi, cennet yolundaki tekerimize çomak sokan nefsimizi A. Hulusi’nin kaleminden biraz tanıyalım.

Nefs demek; bir insanın doğumu ve büyüme aşamalarında astrolojik ve çevresel etkilerle o kişide bir bilinç oluşmaya başlaması. Bu bilinç birikimine de “ben” diye ifade etmesidir. "Ben" kavramı hep aynıdır, Ancak, o "ben"i şartlanmalar nasıl oluşturmuşsa, öyle bir "ben" kabul ediyor. Ve bu "ben" dediği "Nefs"i, şartlanmaları dolayısıyla oluşan değer yargıları nedeniyle, neyi isterse onu yapmak istiyor. "Nefs", bilincinizin rengine bürünen, "ben" kelimesiyle işaret ettiğiniz soyut varlığınızdır! Nefs"in var oluş hükmü, bilinç düzeyine göre dilediğini yapmasıdır! Nefs"in istekleri diye bilinen şeylerse, ya bedenin tabiatının gerektirdikleri, ya da şartlanmalarının getirdikleridir. (Kaynak: A. Hulusi.)


Kısaca tapmanın da ne demek olduğunu bilirsek konu daha net anlaşılacak ki o da; Tutku, sevgi ve saygıyla bir şeye bağlanmak, kendisinden üstün kabul edip efendi edinmektir.

İnsan nefsinin ruhani boyutundaki özelliklerini biraz önce bahsetmiştik. Hep daha fazlasını istemek, acele, egosu yüksek vs. Birazda nefsin bedensel boyutundan bahsedelim.

Nefsin bedensel arzu ve istekleri; çağımızda tespit edilmiş insan bağırsağında bulunan 2. beyin tarafından yönetildiğini, listeyi ise 1. beyne verip bunların çok acil ihtiyaçlar şeklinde talepte bulunduğunu bilmemiz gerek. Dikkat edin bunlar maddeye dönük ihtiyaçlardır.



Bildiğimiz 1. beyin ise iradenin ve insani nefsin merkezi konumundadır. Doğuşta sadece fıtri yetenekleri ile doğan insan kişilik karakterlerini sonradan eğitim ve çevre faktörleri tarafından şekillenir. Bu aşamada kişiye insanın bedenden ibaret olmadığı, sonsuz bir hayatı olduğunu bunun için nelere dikkat etmesi gerektiği öğretilmemişse o kişi kendisini bedenden ibaret kabul edeceği için nefs dediğimiz “ben” olgusunu tamamen dünyaya, maddeye dönük bir kişilik şeklinde oluşturacaktır.

Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü? (Furkan/43)

İçerik olarak çok dolu bir ayet bu. Çoğu kendine dokundurmuyor tabii. Ama kaybedişe ne kadar yakın olduğumuzun bir göstergesi. Öyle ki, Allah yolu dar bir köprü, dışarıda kalan tüm alan ise uçurum.

Eski çizgi filmler vardır, denk gelmişsinizdir belki. Çakal kuşu kovalar. Bulutla kaplı uçurumun kenarına gelmiştir. Yürümeye devam eder. Bir süre sonra bulut dağılır ve çakal havada durduğunu fark eder. Çırpınır ama sonunda kameraya el sallayarak kanyondan aşağı uçuruma doğru düşmeye başlar. Klasik bir sahnedir.

Şu anki durumumuz da buna benziyor. Yol ayağımızın altında bitse bile, nefsine zulmeden hakikat bilgilerinden mahrum “ben”lik onu fark edemiyor. Bu sapkınlığı zevkle izleyen şeytan ise, bulutlar dağıldığında başımıza gelecekleri düşünerek eğleniyor.

        Günümüzün modern tanrıları; hem uzaklarda yaşayan, bize dokunmayan ak sakallı dede imajlı figürler olarak karşımıza çıkıyor, hem de bizi gerçekten, Allah’tan ve ibadetten uzaklaştıran tüm nefsi varlıklar olarak… Para… Cinsellik… Güç… Güzellik… Makam… vs. vs…

        Dolayısıyla artık bunları başka varlıkların arkasına saklama ihtiyacımız da ortadan kalktı. “Para için her şeyi yaparım.” “Bu kız için cehennemde yanmaya değer.” “Güzelliğimi kaybetmemek için şeytanla bile pazarlık ederim.” Rutin Hollywood kalıpları dostlar. Film izlemeyin demiyorum. Ama bir dahakine bu gözle bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.


        Bazı anlayışlar da kökende güzel başlayıp sonradan sapıtabiliyorlar. Mesela kuantum düşünce olayı… Duamı evrene gönderiyorum. Evren bana istediğimi veriyor.” Bu şahsa istediğini veren evren değil, aslında rabbinin Esma’sından istiyor. Zihni tıpkı bir yağmur duasına çıkan köylü grubu gibi, odaklanıyor ve özünden çektiği nimeti hayata geçiriyor. Buraya kadar bir problem yok. Ama “evrenden aldım” dediği anda çok kötü batırıyor. Hani aylık maaşını veren patronuna, parayı aldıktan sonra küfür etmeye benziyor.

Bazen de tanrı fikri tamamen devreden çıkarılıp her şeyin tesadüflerden oluştuğunu varsayan düşünceler vardır ki bunlar da aslına tesadüfü tanrı edinmiş kesim olarak mevcuttur. Onlar daha da fena. Seni yaratan gücün bir boşluk olduğunu fikrini ne fıtrat kabullenebilir, ne nefs. Ama doğru paketlenince, her şey doğru görünebiliyor demek ki.

Bir Hollywood dizisinden alıntı yapıyorum.

“Hayır. Siz… Siz insanlar delisiniz. Eskiden tanrılara tapardınız. Ama bu!!! Putperestlik böyle mi oldu? Ünlüler mi? Küçük köpekleri ve bronzlaştırıcı spreylerinden başka neleri var? Eskiden kalıcı dinlere bağlıydınız. Şimdi ise, haftalık tanrılarla geçiniyorsunuz.” Cümlesinin Paris Hilton tarafından söylenmiş olması da ayrı bir ironi…

Demem o ki, dostlar; elle tutulur, gözle görülür ve afiyetle yenilir tanrılar dönemi kapandı. Nefs ve şeytan zamana adapte oldular. Bir zamanlar tenezzül etmeyeceğimiz değerlerin köleleri hatta kulları olma tehlikesiyle yüz yüzeyiz. Ne kadar çabuk toparlanıp ana köprüye dönersek o kadar çabuk kurtuluruz.

Unutulmaması gereken önemli bir şey daha var. Her şeyi yaratan Allah bir düzene, bir sisteme, bir hikmete göre yaratmıştır. Bu düzen ve sisteme Sünnetullah diyoruz. Yaratılan her varlık bu yasalar içinde yaşamını sürdürür. Yaşamının zaman ve zemin şartlarına göre değişmeyen yasalardır. Duygusallık, tesadüf, ihmal, gözden kaçma, unutma, mazeret gibi etkilenmeler söz konusu bile değildir.

Rabbim hepimizi, kendi nefsinin yarattığı bu tehlikeli tanrılardan korunarak, Allah’ın yolunda dosdoğru ilerleyen kullarından eylesin.

Sağlıcakla kalın.

Özgür Akar (Fiz. Öğrt.)