28 Ocak 2012 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (9)


8 den devam

- Mealle hüküm verilir mi hocam.

- Sualinizin aslında boyutudur bu, bir kez İncil Kur’an gibi korunmuş bir metne sahip olmadığı için incilin meal problemi diye bir problemi yoktur. İncil Hz. İsa’nın hayatıdır aslında siyeri. Bizdeki siyere tekabül eder. Fakat Tevrat için geçerli olabilir bir meal problemi. Ama Tevrat’ın da içinde hem elohim, hem rabbinik rivayetler, yani iki birbirine zıt rivayet silsilesi aynı pasajda yer alıyor bazen. Bazen farklı farklı pasajlarda bakıyorsunuz bir anlatım öyle bir anlatım böyle. Dolayısıyla onda metinde zaten bir problemi var. Metnin korunmuşluğunda bir problem var. Ama Kur’an da böyle bir problem yok.

Dolayısıyla Kur’an gerçekten de mucizevi bir biçimde korunmuştur ve korunmuş olan Kur’an ın mealinin yapılmasında ki titizlikte biraz Kur’an ın korunmuşluğuna saygıdan dolayıdır.

Meal yapılmak zorundadır. Neden? Tevrat gibi Yahudi soyuna gelmiş bir vahiy değildir. Arap soyuna gelmiş bir vahiy olsaydı tercümeye gerek duymazdık. Ama ..litübeyyine linNas.. (Nahl/44) olunca, insanlığa beyan olunca, ..hüden lin Nas..(Bakara/185..) insanlığa hidayet olunca, tüm insanlığı kapsayan bir hitap olması, bir bildiri olması. ve beyyinâtin minel hüdâ velFurkan. (Bakara/185) Hidayet ve furkanın beyyinatı olması dolayısıyla insanlığa inmiş bir kitap. Ya insanlığı Arapça konuşturacaksınız, ya Kur’an ı insanlığın diline söyleteceksiniz. İnsanlığın tamamını Arapça konuşturmanız mümkün olmadığına göre, ikinci şık kalıyor, o da işte meal suretinde tecelli etti.

Asıl meale yapılan itiraz şu olmalı; Meal, Kur’an ın yerini tutuyormuş gibi, Kur’an mış gibi muamele gördüğünde. Hatta mealcinin muradını, Murad-ı ilahi imiş gibi zannettiğimiz zaman probleme dönüşür. Onun için sizin söylediğiniz manada o endişe haklı, ama benim tavsif ettiğim manada bir mealde o endişe yersizdir.

İlk meal Allah resulü döneminde Hz. Selman’a yaptırılmıştır. Benam-ı hoda diyerek Bismillahirrahmanirrahiym diyerek fatihayı Farsçaya tercüme etmiştir Hz. Selman. Dolayısıyla daha sonra ihtiyaç duyuldukça da bu tercümeler yüzyıllar boyunca devam etmiştir ve etmekte zorundadır.

- Yani 1900 lü yıllar öncesinde meal geleneği, bizim ilim ve fikir geleneğimizde, tefsir geleneğimizde var.

- Olmaz mı, ilk Türkçe meal, Muhammed bin Hamza; ilim adamları Molla Fenari’nin müstearı olduğu düşünürler. Eldedir Muhammed Bin Hamza’nın ilk Türkçe meali. Yani bugün 500 küsur senelik bir mealdir. Dolayısıyla modern zamanların işi değildir. Kaldı ki mesela siz meali hep yabancı dile çevrilen zannedersiniz değil mi? Hayır. Arapça meal de vardır. Aslında celaleyn tefsiri Celalüddiyn el Mahalli ve talebesi Celalüddiyn es Süyuti’nin, iki Celal’in yaptığı tefsir bir meal, denemesidir.

Ondan da önce daha şaşılası olan; Bizdeki mealin aynısına benzer bir biçimde Taberi tefsirinde ayeti zikreder, önce mealini verir. Ayetin iki, üç katıdır bu. Ama hemen arkasından yapar. Ayetin mealinden sonra te’vile geçer. Taberi’nin tefsirinin ismi tefsir değil, te’vildir.



Devam ediyor.
Kaynak vahyin penceresinden

27 Ocak 2012 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 27 – İFADE DE GIPTA

        
        Hz. Mevlana beytinde;

       “Demsaz ve hemraz olan yarimin dudağıyla birleşmiş olsaydım ben de söylenebilecek şeyleri ney gibi söylerdim.” Der.

        Çok duygusal, çok hüzün dolu, aşktaki yetersizliğinden yakınan bir insan-ı kamil…! Hissettiği, düşündüğü, söylemek istediklerini yeterince dile getiremediğini, Neyin çıkardığı hüzünlü sesi sazlığından ayrı kaldığı için hüzün içerdiğini, bunu da sesi çok güzel dile getirebildiğini düşünüyor. Kendisi ise ilahi aşkından ayrı kaldığı halde içindeki hüznü dile getirmekte Ney’den bile daha yetersiz kaldığını, onu kıskandığını söylüyor. Ney üfleyenin dudakları ile buluştuğunda ancak bunu başardığını, kendisinin dillendirmek istediklerini ancak bir İnsan-ı Kamilin yardımı ile başarabileceğini söylemeye çalışıyor.

        Allah insanın gönlüne ilahi aşkla beraber, maşûka götürebilecek kılavuzunu da ihsan eder inşallah.

        Cumanız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

21 Ocak 2012 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (8)

7.den devam

- Modern zamanlara kadar İslam tefsir geleneğine ve işte Kur’an ı anlama, yorumlama geleneğine baktığımızda meal var mı, Yoksa genel bir intiba var, yazılıp çizildiği için söylüyorum. Nasıl batı dünyasında İncil dil itibarıyla, yani orijinal dilinden alındı bir başka dile çevrildi. Böylece hem bulgarize edildi, hem bozuldu, tahrifte böyle başlamış oldu. Yani Kur’an ın mealine de böyle yaklaşan zamanla tutum ve tavırlar oldu, şiddetli itirazlar oldu. Hatta tarihi okuma biçimlerinde de malumunuz Elmalılı Hamdi Yazır’ın; Yaptığının bir hata olduğunu. M.Akif’in yaptığı meali yok etmesinin ya da gömmesinin, bilmiyorum akıbetini. Bunların hepsinin bir hata olduğu şeklinde bir anlayış var. Asıl olan tefsirdir, asıl olan Te’vildir, Meal modern bir sapmadır. Hıristiyanlıkta incilin başına gelen şey Kur’an da da böylece başına gelecektir diye bir anlayış var. Buna ne diyorsunuz, böyle bir şey doğru mu?Sizinde mealiniz yayınlandı, sizin zihninizdeki meal tarifi ile mevcut meal mantalitesi örtüşmüyor, o açıdan da soruyorum.

- Hayır ben katılmıyorum. Fakat günümüzde ki  meal çalışmalarına bakınca buna nispeten hak vermemek mümkün değil. Yani Külli olarak katılmıyorum. Bir kez şunu söyleyeyim; Notsuz bir meal, meal değildir. Bir katı, yani metnin bir katı, bunu kabala olarak söylüyorum, bir katı daha not içermeyen meali ben okunmaya müstahak bir meal olarak görmem.

- Yani motamot meal olmaz.

- Olmaz. Bu çok garip bir şey. Bunu açıklamaya kelime bulamıyorum. Böyle bir şey olamaz. İkincisi de sadece meal olamaz. Çünkü meal dediğiniz şey; sizin metnin birkaç anlamı içinden tercih ettiğiniz şeydir. Şimdi metin tek anlamlı değildir ki. Çok anlam katmanları var ve bu anlam katmanlarının bir çok sebepleri var. Bir kelimeden kaynaklanan sebepler, iştikaktan kaynaklanan sebepler, sarftan kaynaklanan. Nahivden, yani structure’dan , (Arap dilinde herhangi bir işlem esnasında bir veritabanı tablosundan veriyi alıp işlevsel tablonun içine o veriyi çakan yapının genel adı.) yapıdan kaynaklanan sebepler, dilin yapısından kaynaklanan nedenler. Dizgeden, söz dizgesinden, cümlenin yapısından kaynaklanan nedenlerdir. Bazen bakarsınız fail de okunur, meful de okunur;

 Fetelakka Ademü min Rabbihi kelimâtin fetâbe aleyh.. (Bakara/37)

Ademe rabbinden kelimeler ulaştı, adem rabbinden kelimeler aldı. İki şekilde de meful. Bir örnek verdim sadece.

Mesela ; ..alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve esiyra; (İnsan/8) Oradaki Hubbihi malı sevmesine rağmen diye de anlaşılır, mala da gider, Allah’ı sevdiği için diye de anlaşılır. Yani verecek de sevdiğinden vermek şeklinde de anlaşılır, Allah’ı sevdiği için vermek şeklinde de anlaşılır. Bir zamir var ama iki tarafı da görüyor. İki tarafı da gören o kadar çok zamir var ki, hatta 3 tarafı gören zamirler var.

Şimdi siz bunun bir tanesini seçeceksiniz. Peki seçmediğiniz ne olacak, o sizin tercihiniz, sizin takdiriniz. Takdirinize saygı duyuyorum, ne zaman saygı duyuyorum? Takdirinizin gerekçesini mealinize koyduğunuz zaman. Ben bunu tercih ettim, tercih gerekçem de budur. Tercih etmediğim de aşağıda dır. Ben tercih etmedim ama ola ki benim tercih ettiğim isabetsiz, etmediğim isabetli olabilir. Veya benim baktığım yerden, benim tercih ettiğim isabetli görülüyor ama sizin baktığınız yerden tercih etmediğim isabetli olabilir. Çünkü bu mananın içinde o da var.

Bunun, Allah’ın muradı şudur, şu değildir diyemiyor. Çünkü metin bana o ikisini de veriyor. Yani metnin anlam imkanında o var. Onun için fakirin yaptığı 11 senesini verdiği mealin temel özelliği, kaynak dilin anlam imkanının hiç birini yolda zayi etmeden hedef dile ulaştırmak, bunu da meal okuyucusunu iki arada bir derede bırakmak şeklinde değil. Tercihimi yine metne çıkarıp, tercümeye çıkarıp, meale çıkarıp, tercih etmediğimi de aşağıda zikredip, tercihimin de gerekçesini veya tercih etmediğimi niçin etmediğimin gerekçesini beyan etmek şeklinde. Bir meal yapıcısına düşen, bir Kur’an mütercimine düşen budur. Bu metne saygıdır. Bu Kur’an a saygıdır. Bu hitaba saygıdır.

- Bu çerçevede mesela Muhammed Esed’in yaptığı çalışma bir mealdir. Tefsir değildir.

- Hasan Basri Çantay. Mesela. Notludur. Notsuz meal olamaz. Yani siz metnin seçtiğiniz anlamı tamam ama seçmediğinizi atma hakkına sahip değilsiniz ki. Bu mealin okuyucusuna saygısızlıktır.


Devam ediyor.
Kaynak vahyin penceresinden

20 Ocak 2012 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 26 – FENÂ BULMAK



Hz. Mevlana beytinde;


Ey aşık; aşk Tur dağına ruh gibi tesir etti. Tûr mest oldu, Musa’da kendinden geçti ve düştü.

Yine İlahi aşkın nelere kadir olabildiğini bize anlatıyor. Bunu yaparken Hz. Musa’nın tûr dağındaki yaşanılanları örnek veriyor. Bilindiği gibi Kur’an da; 


 Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. "Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana". dedi. Rabbi ona buyurdu ki; "Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin". Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, "Sen sübhansın", "tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim," dedi. (A’raf/143)(elmalı)

Şeklinde anlatılır. Hz. Musa’nın Allah’ı görme dileğini Madde gözü ile göremeyeceği bildiriliyor. İlahi aşk öyle bir şey ki bunu dağa yansıtsa dağı yok olacak kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu hali görünce Hz. Musa kesin teslimiyetini beyan etti.

Allah’ın görülmesi meselesi çok konuşulan bir konu. Kesin olan şey Madde gözü ile görülemeyeceğidir. Çünkü Beden gözünün görme kapasitesi sınırlıdır. Allah ise her bakımdan sınırsız bir varlıktır. Dolayısıyla sınırlı bir şey sınırsızı ihata edemez.

Hz. Mevlana, bir insanın Allah’ın ef’alin de ve zatında fena bulmasına Hz. Musa örneğini veriyor. Allah’ın tecellisi halinde o şeyin  benliği kalmaz. Nitekim Allah’ın Tur dağına tecellisi halinde bir yığın taş ve toz kalması yani dağdan eser kalmaz diyor, İnsan-ı kamilinde Allah’a duyduğu ilahi aşka karşılık bulması halinde, onun Allah’ın zatında fena bulma halini anlatıyor. 

Böyle ince ve derin konuların anlaşılabilmesini, Zevk ve keşfe ait sahip olabilme gerçeği durumunda mümkün olabileceğini düşünürsek. Layıkıyla anlayamadığımızı itiraf etmeliyiz.

Allah’ın bu zevki bizlere de ihsan buyurmasını niyaz ederim.

Cumanız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

14 Ocak 2012 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (7)



6. Dan devam


Peki Meal ne ile ilgilenir? Meal de te’vil kelimesinin türediği kökten yine ela yeulü, euvl kökünden türetilmiştir.

Üstad Elmalı ile Muhammed Akif’le olan yazışmasında bu kelimeyi teklif etmiştir ve çok ta isabetli olmuştur tercüme yerine. Çünkü tercüme gerçekten de Kur’an ın çevirisi için çok isabetli bir ifade değil, nihayetinde çeviri, bir yorum faaliyetidir. Yani içine yorumun girmediği bir çeviri düşünemiyorum

- İçine notlar giriyor, yorumlar giriyor bir de kelami ilahi beşeri bir şeye nasıl olduğu gibi tercüme ediyorsunuz. Tercüme ettiğiniz kelami ilahi. Zaten kelamı ilahi olmasa bile bir dilin bir başka dile kaynak dile, hedef dile aynen aktarılması adeta imkansıza yakın bir şey. Ama bu bir de mukaddes kelam ise, kelamı ilahi ise orada duruyorsunuz. Yani bırakın onu şöyle basitçe düşünelim;

- Şiiri bile tercüme edemiyorsunuz. Her tercüme bir ihanet aslında.

- Aynen öyle. Asli kullanımında tercüme bir şeyi anlatmaktır. Bir başka dile çevirmek bile değildir. Yaşananı söze çevirmekte bir tercümedir. Şimdi düşünün bir uçak kazası geçirmiş olan bir insan. Yaşadıklarını anlatıyor. Anlatırken boncuk boncuk terliyor, gözleri büyüyor, yüzüne kan hücum ediyor, kan basıncı artıyor, titriyor, tüyleri diken diken oluyor, gözleri çakmak çakmak oluyor ve tüm hücrelerine yaşıyor. Siz o anlatırken sadece sözünü dinlemiyorsunuz. Siz onun tüm jest, mimik, ahval, yani tüm karineler, hal karineleri denilir buna. Hal karinelerini görüyorsunuz ve onun yaşadığı dehşeti sadece sözünden çıkarmıyorsunuz. Gözünden, özünden, yüzünden, terinden, teninden, gözlerinin belermesinden, yaşarmasından algılıyorsunuz. Bunlar yan anlamları tabir caizse.

Şimdi onu gördünüz, bunu kağıda dökeceksiniz. Bu yan anlamları nasıl dökeceksiniz? Te’vil işte bu yan anlamları ortaya çıkarmaktır.

- Mündemiç, içinde saklı duran anlamları da açığa çıkarmak.

- Hal karinelerine bakarak onun yaşadığı şeyi anlamaya çalışmaktır. Yani bir tür benzetme yapıyorum ben burada. Yani te’vilin ne olduğunu. Siz onu yazıya döktüğünüzde bir sürü şey kayıp. Bırakın yazıya dökmeyi, siz anlattığınızda bir sürü şey kaybedersiniz. Bir de yazıya dökerseniz daha fazlası kayıp. Onun için bakınız bir O harfini kullanırken birçok farklı anlamda kullanabilirsiniz. Şaşkınlık, hayret, beğeni, soru, itiraz, dalga geçmek anlamlarında kullanabilirsiniz. Ama bunu yazıya geçtiğinizde sadece bir O harfidir. Bu anlamları nasıl vereceğiz?

İşte fahvel hitap dediğimiz, hitabın diğer, arka planından çıkaracağız. Hal karineleri dediğimiz karinelerden çıkaracağız. Bütün bu ortaya çıkarma işlemini Tesir ve Te’vil yapıyor.

Meal ise Kur’an ın kaynak dilde ki manasını hedef dilde ortaya çıkarmak için lafız ve manayı hedef dilde yeniden ortaya koymaktır. Ama burada demiştik ki te’vil maksatla, tefsir mana ile, meal de lafızla yapılma işlemidir.


Devam ediyor.
Kaynak Vahyin penceresinden.

13 Ocak 2012 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 25 – AŞKIN GÜCÜ

Hz. Mevlana beytinde;

Topraktan yaratılmış olan insan cesedi, aşk tesiri ile semalara çıktı, eflakî oldu. Dağ bile o tesir altında çeviklik bulup oynamaya başladı.

Hz. Mevlana bu beytinde ilahi aşkın gücünü işlemeye devam ediyor. İnsandan ayıpların temizlenmesi ile insan öyle bir saflığa, öyle bir güce ulaşır ki, topraktan olan cismi bile semalara çıkar. Cansız bir kütle olan dağlar bile bu ilahi aşkın gücü karşısında dayanamaz. Diyor. Tıpkı Hz. İsa A.S. olayı gibi.

Biz onu yüce bir yere yükselttik.” (Meryem/57)

Ben bunu eşyanın kanunları çerçevesinde gerçekleşen, yani Hz. İsa’nın normal insan gibi ölüp, ruhunun Allah katına yükseltildiği şeklinde anlıyorum. Hz. Mevlana bu ifadesini mecazi olarak kullandığı, gerçekleşen şeyin kalbî olduğu şeklindedir diye düşünüyorum. Sünnetullah gereği eşyanın uyması gereken kanunlar vardır ve bu kanunlarda bir değişme olmaz. “Allah'ın sözlerinde değişme yoktur;” (Yunus/64)

Yine bunun gibi Resulallah efendimizin miraç hadisesinde olduğu gibi. Burada açıkça görülüyor. Yani Miraç olayını en iyi tefsir eden Necm suresinde görüyoruz.

İşte bütün bunlar bize olayın manevi boyutta, ilahi boyutta gerçekleşiyordu. Günümüzde bile yerin ve göğün istenen yeri video ile, TV ile görüyormuş gibi gösterilebiliyoruz değil mi. İşte bu nedenlerden dolayı ben olayın ruhani, şuursal , kalbî kaynaklı olduğunu düşünüyorum. İşin doğrusunu tabii ki Allah bilir.

Allah cümlemizi gönül gözü ile gören, güçlerini Allah’tan alan kullarından eyler inşallah.

Cumanız Mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

7 Ocak 2012 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (6)

5. den devam.


- Tefsir, Te’vil, Meal bunlar sürekli bazen karıştırılabiliyor, müteradifmiş gibi kullanılıyor, fakat aralarında geniş açılar olduğu anlam ayrılıkları olduğu bariz. Sizde kitabınızda başlığı ona göre seçtiniz Tefsir-ül Kur’an, Te’vil-ül Furkan. Furkanın sıfatı olarak Te’vili, Kur’an ın sıfatı olarak Tefsiri kullanıyorsunuz. Biraz bunu da açabilir miyiz.

- Te’vil, Kur’an da 9 yerde geçen bir kavram. Ela yeulü kökünden türetilmiş. Geçtiği yerin çoğunluğu da Yusuf suresinde geçiyor. Hz. Yusuf’a te’vilin;  min te'viylil ehadiys (Yusuf/6) hadiselerin te’vilinin öğretilmesi bahsinde geçiyor. Aslına irca etmek manasına geliyor. Euvl, aslına döndürmek, bir şeyi aslına çevirmek. Mastardan türetilmiş zaten ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah (Ali İmran/7) İşte onun te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez. Müteşabihattan bahseden ayette.

Benim, fakire ait Te’vil tarifi şudur; Anlamın yüreğine girmek ve onu orada üretmektir.

- Bir daha hatırlatalım. Tefsir asıl mecraından uzaklaşan anlamı tekrar safiyetine döndürülmesi, asıl kaynağa yönlendirilmesi. Burada Te’vil ise anlamın yüreğine giriyorsunuz, sondaj yapıyorsunuz ve orada üretiyorsunuz.

- Yani Tefsirle Te’vilin bazıları müteradif olduğunu söylemişler, doğru değil. İhtilaf-ul Esma Yadullu ala ihtilaf-ul mana bu kuraldır. Fakirin dil anlayışı da bu kurala uygundur. Eğer iki kelime arasında fark varsa, iki kelimenin manası arasında da mutlaka fark vardır. Onun için asla müteradif (Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden.) olamaz.

Belki Tefsir, Te’vilden daha ehas (Hassas), Te’vil tefsirden daha ehamdır. (Yakın) Kapsamlı, kapsayıcıdır.

Tefsir ecnebilerin ifadesi ile semantikle, te’vil de hermonotikle ifade edilir. Yani Biri anlam bilimi, biri yorum bilimidir. Tefsir mana ile ilgilenir, Te’vil maksatla ilgilenir.


Devam ediyor.
Kaynak; Vahyin penceresinden

6 Ocak 2012 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 24 – AŞKIN TEDAVİSİ

Hz. Mevlana beytinde;
“Ey kibr ü azametimize ilaç ve bize eflatun ve calinus olan aşk, yaşa.”

Hz. Mevlana bir önceki beytinde olduğu gibi aşkın; kalp hastalıklarına karşı en etkili ilaç olduğunu söylemeye devam ediyor. Aşkın insanı bütün ayıplarından temizleyeceğinden bahsetmişti, şimdi de kalp hastalıklarından biri olan kibir ve azamet hastalıklarından bahsediyor.

Burada dikkat çeken Eflatun ve Calinus tan bahsediyor. Eflatun bilindiği gibi Yunan filozoflarından olup Hikmet-i işrak ehlinin büyüklerindendir.

Hikmet-i İşrak; Felsefenin bir dalıdır. Riyazetler, mücahedeler ile Allah’a vasıl olmayı gaye edinmeyi ele alır.

Burada açıklanması gereken felsefe ile Tasavvufun arasındaki farktır. Felsefede kaynak akıldır. Tasavvufta ise Kur’an ve hadislerdir. Felsefe akla dayandığı için birbirine zıd düşünceli dalları vardır. Halbuki Tasavvufta ana kaynak Kur’an ve hadis olduğu için ayrı- gayrı yoktur. Hz. Mevlana bu yüzden filozofları tenkid eder, onlarla aynı fikirde değildir.

Calinus denilen kişi ise hekimliğin mucidi sayılan (MS.131-200) bir hekimdir.

Buradan ortaya çıkan Hz. Mevlana aşkı; biri hakim, biri hekim olan iki zata benzetiyor. Bu benzetmeyle de aşkta öyle mucizevi, öyle şaşırtıcı bir kudret vardır ki Eflatun felsefesiyle, Calinus hekimliği ile yapamadıkları bu tedaviyi ilahi aşk tedavi eder, kişiyi her türlü ayıp ve noksanlardan temizler demek istiyor.

Allah cümlemizi İlahşi aşkla tedavi olan bahtiyarlardan eylesin.

Cumanız Mübarek olsun

Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi