26 Eylül 2012 Çarşamba

GAYB NEDİR, NASIL ANLAMALIYIZ

        Gayb konusu herkes gibi bana da ilginç gelen konulardandır. Bunların en gerçekçi ve tarafsız toplumsal kabul görmüş alimlerimizin görüşlerini derlemeye çalışacağım. Ama önce Kur’an da gayb konusu ile ilgili Elmalı mealine göre ayetlere bir göz atalım:
       
        1 - Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Bakara/3)

        2 - (Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?" dedi. (Bakara/33)

        3 -İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın. (A.İmran/44)

        4 - Allah, müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır. Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip (gaybı bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükafat vardır. (A.İmran/179)

        5 - De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" (En’am/50)

        6 - Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın. (En’am/59)

        7 - Gökleri ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye "ol" dediği gün hemen oluverir. O'nun sözü haktır. "Sûr"a üfürüldüğü gün de mülk ancak O'nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hikmet sahibi, her şeyden haberdardır. (En’am/73)

8 - De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim. (A’raf/188)

9 - Savaştan dönüp yanlarına geldiğinizde size özür beyan edecekler. De ki: "Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin durumunuzdan haberler verdi". Bundan sonra da Allah ve Resulü yaptıklarınızı görecektir. Daha sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O vakit O, size neler yapmış olduğunuzu tek tek haber verecektir. (Tevbe/94)

10 - Bir de "Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!" diyorlar. De ki: "Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz." (Yunus20)

11 - Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum ki. Ben size "Ben bir meleğim." de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında "Allah onlara hiçbir hayır vermez." de demiyorum. Onların içlerindeki niyeti, en iyi Allah bilir. (Bu söylediklerimin aksini iddia etseydim) asıl o zaman zalimlerden olurdum. (Hud/31)

12 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek yalnızca Allah'a mahsustur. Her iş O'na döndürülür. Sen yalnızca O'na ibadet et ve yalnızca O'na dayan. Rabbin yaptıklarınızın hiçbirinden gafil değildir. (Hud/123)

13 - İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir (oyun) yaparlarken sen yanlarında değildin. (Yusuf/102)

14 - Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden yücedir. (Ra’d/9)

15 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (Nahl/77)

16 - De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. (Kehf/26)

17 - O cennet, Rahmân (olan Allah)ın kullarına görmedikleri halde vadettiği "Adn" cennetleridir. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. (Meryem/61)

18 - Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler. (Enbiya/49)

19 - Allah, gaybı da, açık olanı da bilir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir. (Mü’minun/92)

20 - De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. (Neml/65)

21-  İşte görüleni de görülmeyeni de bilen, her şeye gücü yeten, çok merhametli olan O'dur. (Secde/6)

22 - İnkâr edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır." (Sebe/3)

23 - Halbuki daha önce (dünyada) O'nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı. (Sebe’/53)

24 - Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır. (Fatır/18)

25 - Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir. (Fatır/38)

26 - Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele. (Yasin/11)

27 - De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin." (Zümer/46)

28 - Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin görülmeyen esrarını bilir. Allah yaptıklarınızı görür. (Hucurat/18)

29 - Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. (Kaf/32-33)

30 - Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar? (Tur/41)

31- Gaybın bilgisi kendi yanındadır da, o mu görüyor? (Necm/35)

32 - Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. (Hadid/25)

33 - O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyen bağışlayandır. (Haşr/22)

34 - De ki: "Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma/8)

35 - Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir. (Teğabün/18)

36 - Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlar var ya, işte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Mülk/18)

37 - Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Kalem/47)

38 - O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. (cin/26)

39 - O, gayb hakkında cimri de değildir. (Tekvir/24)

Evet, Kur’an da geçen ayetler bunlar. Peki  bu gayb konusunda ki hadisler derseniz o konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum. Çünkü yapılan araştırmalarda bir çoğunun, -ki bunlar içinde mehdi ve deccal hadisleri, kıyametten haberler gibileri de var.- uydurma hadis olduğu ortaya çıkmış durumda. Diğerlerinde de ya sahabenin sözleri Resulallah’ın mış gibi yansıtıldığı, veya tarihsel konular çarpıtılarak veya ilaveler yapılarak anlamının Kur’an dan uzaklaştığı görülmektedir. Bu konuda Hikmet Zevyeli’nin yazısı yeterince açıklayıcıdır. (http://www.erdemyolu.com/rivayetlerhadis/gayp-hakkindaki-rivayetler-hadisler-uzerine.html )  Bu nedenle hadis rivayetlerini geçiyorum.

Kur’an konusunda yetkili olarak gördüğümüz alim ve müfessirlere gelince;

1 - Fahruddin Razi Tefsir-i Kebir’inde;


"O, bütün gaybı bilendir. O, gaybma, beğenip-seçtiği bir resul müstesna, hiç kimseyi muttali kılmaz. Çünkü O, onun önünden ve ardından gözetleyiciler (bekçiler) dizer" (Cin, 26-27).

Ayetteki  deki "min", harf-i cerri, "Beğenip seçtiği..." ifadesinin beyaniyesi olup, "Allah, gaybın bilgisine, ancak beğenip seçtiği bir resulü muttali kılar" demektir.[1][75]


Keşşaf sahibi şöyle der: "Ayetin bu ifadesinde, "Kerametin bulunmadığına delil vardır. Çünkü kendilerine keramet nispet edilen kimseler, her ne kadar beğenilip-secilmiş evliyaullah iseler de, resul değillerdir. Halbuki Allah Teâlâ, gayba muttali kılmayı, beğenip-seçtikleri arasından sadece peygamberlerine has kılmıştır. Bu ayette aynı zamanda, kahinliğin, sihirbazlığın, yıldızlardan ahkâm çıkarmanın geçersiz ve asılsız oluşu da söz konusudur. Çünkü bu işlerle uğraşanlar, beğenilip-seçilmekten en uzak olup, Allah'ın gazabına en fazla uğrayan kimselerdir."

Vahidî de şöyle der: "Bu ayette, yıldızların hayata, Ölüme ve benzeri hadiselere işaret ettiklerini iddia edenlerin aleyhine bir delil bulunduğu gibi, böyle kimseler Kur'an da ki hükmü de inkar etmiş olurlar."

Bil ki Vahidî, kerametin ve Allah Teâlâ'nın velî kullarına, gelecekte olacak bazı hadiseleri ilham yoluyla haber vermesini mümkün görmüştür. Halbuki ayetin, her iki duruma da, (keramete de-sihirbaz, kahin ve müneccimlerin yaptıklarına da) nispeti aynıdır.

Şimdi eğer Vahidî bu ayeti, müneccimleri bu tür hükümler vermekten menetmeye delil kabul ediyorsa, Keşşaf sahibinin de delil sayması gerekir. Eğer o, bu ayetin veliler için gerçekleşen ilhamları menetmeye delalet etmediğini iddia ediyorsa, ilm-i nücumun bir takım şeylere delaletini menetmeye de delil kılmaması gerekir. Fakat ayetin, yıldızlardan bir takım hükümler çıkarmanın yasaklığına delalet ettiğini söyleyip; veliler için söz konusu olan ilhamlara delalet etmediğini söylemek ise keyfi bir hükümdür.


Bana göre, ayette, bunların dedikleri şeylerin hiçbirine dair herhangi bir delil yoktur. Bunun delili ise şudur: "Ayetteki "gaybma" ifâdesi, genellik ifâde eden bir kelime değildir. Dolayısıyla onun ifade ettiği bir tek şeyle amel etmek (hükmetmek) de yeterli olur. Şu halde Allah Teâiâ'nın, mahlukatını, gayblardan sadece birine muttali kılmaması kafidir. Biz de bunu kıyametin kopma vaktine hamlediyoruz. Böylece de ayetten kastedilen, Allah Teâiâ'nın işte bu gaybı hiç kimseye bildirmeyeceği olmuş olur. Dolayısıyla da ayette, artık Cenâb-ı Hakk'ın, gaybların dan hiç birini, hiç kimseye bildirmediğine dair bir delalet kalmaz.

Bu açıklamayı, şu husus da te'kid eder: Allah Teâlâ bu ayeti, "De ki: Tehdit edile geldiğiniz azabın yakın mı olduğunu, yoksa Rabbimin ona uzun bir müddet mi belirlediğini bilemiyorum" (Cin,25) ayetinin hemen peşi sıra getirmiştir. Buna göre bu, "Ben kıyametin ne zaman kopacağını bilemem" demek olur. Cenâb-ı Hak daha sonra, yani "Kıyametin kopmasının vakti, Allah Teâiâ'nın hiç kimseye bildirmediği gaybî bilgilerdendir" buyurmuştur. Velhasıl ayetteki  "gaybma" ifadesi, müfred ve muzaf bir lafızdır. Dolayısıyla bununla amel etme-bundan hüküm çıkarma hususunda, bunu tek bir gayba hamletmek yeterli olur. Ama bu kelimenin bütün gaybları ifade ettiğini ileri sürmeye gelince, bu lafızda bu manaya bir delalet yoktur.

Buna göre eğer, "Siz, bunu kıyametin kopmasının zamanı ile ilgili bir manaya hamlettiğinize göre, bu gaybı hiçbir peygamberine bildirmediği halde, Cenâb-ı Hak niçin "beğenip-seçtiği bir peygamber müstesna..." buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Aksine Cenâb-ı Hak, bunu, kıyametin kopması yaklaştığında açıklayacaktır. Nasıl böyle olmasın ki, çünkü Cenâb-ı Hak, "Ogün gök, bulutlarla parçalanacak, melekler indirilecek, indirilecek" (Furkan, 25) buyurmuştur. Meleklerin işte o zaman kıyametin koptuğunu anlayacaklarında şüphe yoktur.

Hem sonra, ayetteki istisnanın, müstesnâ-yı munkatî olması da muhtemeldir. Buna göre Hak Teâlâ sanki, önce, "Gaybı bilen, o belli gaybını, yani, kıyametin ne zaman kopacağını, hiç kimseye bildirmez" demiş, daha sonra da, "Ancak seçip-beğendiği bir resul (elçi) hariç. Çünkü onun Önünden ve arkasından, onu, azgın insan ve cinlerden koruyan muhafız melekler dizilir" demiştir. Zira Hak Teâlâ bu sözünü, alay ederek ve Allah'ın dinini ve kelamını küçümseyerek, kıyametin ne zaman kopacağını soranın sorusuna bir cevap olmak üzere getirmiştir.


Bil ki Allah Telâ’nın bu ayetten kastının, peygamberler hariç, gaybî bilgileri, hiç kimseye haber vermeyeceği olmadığı kesinkes ortadadır. Bunun delili şunlardır:

1) Tevatüre yakın kuvvette haberlerle Şakk ve Suteyh'in daha Hz. Muhammed (s.a.s), peygamber olmazdan önce, onun peygamber olacağını haber veren iki kahin oldukları ve Araplar içerisinde bu iki şahsın, böylesi şeyleri bilmekle meşhur oldukları sabit olmuştur. Klsrâ, Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamber olduğu haberini öğrenme hususunda bu ikisine başvurmuştu. Böylece Allah Telâ’nın bazen peygamber olmayan kimseleri de bazı gaybî şeylere muttali kıldığı sabit olmuştur.

2) Bütün dinlere mensup olan herkes, ilm-i nücûm (yıldızlara bakarak hüküm çıkarma)un doğruluğu ve bunu yapan kimselerin bazen, gelecekte olabilecek hadiseleri haber verdikleri ve verdikten haberin doğru çıktığı hususunda müttefiktirler.

3) Sultan Sencer b. Melik, Bağdat dan Horasan'a naklettirdiği bir kahin kadına, gelecekle ilgili birtakım şeyleri sordu. O da bazı şeyler söyledi. Daha sonra bahsettiği o hadiseler, kahin kadının söylediğine uygun olarak cereyan etti.

Bu kitabın yazarı, Allah onun akıbetini cennet etsin, şöyle der: Ben, kelam ve felsefe ilimlerinde, muhakkîk (derin alim) olan bir takım kimselerle karşılaştım. Bunlar o kadının, bir takım gaybi şeylerle ilgili tafsilatlı haberler verdiğini ve o şeylerin, bunun haber verdiği şekilde tahakkuk ettiğini naklettiler. Ebul-Berekftt, "Kitabu'l-Mu'teber"inde, bu kadından bahsederken, mübalağalı ifade kullanarak, şöyle demiştir: "Vallahi ben bu kadının durumunu otuz yıl İnceledim takip ettim. Sonunda onun, gaybî şeyleri gerçeğe uygun olarak haber verdiğine kesinkes inandım."

4) Biz, bu durumu, gerçek ilham sahiplerinde de görüp, müşahede etmekteyiz. Hem sonra bu, evtiyaullaha has olmayıp, sihirbazlar içinde de böyleleri bulunmaktadır. Gaybî şeyleri bilmedeki payı belli bir derecede olan insanı, her ne kadar pek çok haberinde yalancı çıksa da, pek çok haberinde de isabetli olduğunu görmekteyiz. Yine yıldızlara bakılarak çıkarılan hükümleri, her ne kadar bu hükümleri çıkaranlar, çağında yalancı çıksalar da, hadiselere uygun olduğunu görmekteyiz. Şimdi bu durum ortada iken, Kur'ân'ın, bunun aksine delalet ettiğini söylemek, Kur'ân 'ı yaralamaya yol açan şeylerden olur ki Kur'ân ı bu durumda bırakmak yanlış olur. Böylece gerçek te'vil ve tefsirin, bizim yaptığımız tefsir olduğunu anlıyoruz. En İyi bilen Allah’tır. (Fahruddin Razi. Tefsir-i Kebir Mefatihu’l Gayb)”

Açıklamasını getirir.


2. – Elmalılı A. Hamdi Yazır Kuran dili eserinde;

(Cin/26. O Rabbim bütün gaybı bilir. Gaybın bağıntılı olanını da bilir, mutlak olanını da bilir.)

GAYB, duygu ve ilimde veya varlık âleminde hazır olmayan demektir. Birçok şey hadd-i zatında, varlık âleminde, görünen âlemde hazır olduğu halde birbirlerine göre gaip olur. Mesela bir kimsenin kalbindeki kendisine göre hazır olduğu halde başkasına göre gayp olur ve o kalp onun, başkasına göre gaybıdır. Nitekim "Gayba inanırlar"(Bakara, 2/3) bir mânâca "kalbe inanırlar" diye tefsir edilmiştir.
Fakat onun ğaybı, mutlak bir gayb değil, bağıntılı gaybtır. Yani mutlak mânâda gayb değil, başkasına göre gaybtır. Aslında mevcut ve hazır olduğu için doğrudan doğruya veya işaret ve izlerinden bilinmek şanıdır. 

Allah, henüz varlık âlemine gelmeyen, işaret ve izleri de bulunmayan ve bazılarına göre gayp olan şeyleri bildiği gibi, henüz vücuda gelmemiş olanları da bilir. Ona göre gayp yoktur. Fakat o kendi gaybını, -yani bütün varlıklara göre mutlak gayp olan ve Bâtın (yani gizlilikleri bilen) isminin ortaya çıktığı yer olan kendi ilmini- kimseye açmaz. Açık ve kesin şekilde gösterecek kesin bir keşf ile gaybını kimseye açmaz. Onun için ne insan, ne cin, ne melek ne de bir başka varlık mutlak gaybı yakînen bilmez. 

Böyle olması izafi gayb (göreli gayb)a dair bazı bilgiler edinilebilmesine aykırı olamayacağı gibi, rüya, ilham, keramet veya gizli bazı sebeplerle mutlak gayba dair bazı şeyler sezilebilmesine de aykırı değildir. Bununla beraber bunların hiçbiri zan ve kuruntudan arınmış tam bir keşf ve ortaya çıkarma mânâsına kesin bir ilim olamaz. Bundan dolayıdır ki olaylar üzerinde cereyan eden bilimsel araştırma ve buluşların, delile dayanarak mantıkî neticeler çıkarmanın bile yarın için hükmü bir kıyastan öte geçemez. Matematiksel bir kesinlik ifade etmez. Dış görünüşe göre düşünüp fikir yürütmek başka; meydanda, açık olmak yine başkadır. Yüce Allah henüz vücuda çıkarmamış olduğu gaybını kimseye açmaz, açığa çıkarmaz. 

Cinm/27 7. Ancak elçileri içinde seçip dilediği bir elçi hariç. Dilerse ona gaybından bazı şeyleri açar. 

Henüz varlık âlemine gelmeyen şeyleri açıkça bildirir. Bunlar onun ya elçiliğinin ilkeleri ve delilleri olan mucizeleri veya yükümlülükleri, hükümleri ve yaptırımları gibi elçiliğin temelleri ve gayeleriyle ilgili bilgiler olur. 

Bu durumda da yine o elçi gaybı bilmiş olmaz. Kendisine haber verilmiş, bildirilmiş olanı bilir. Onun için o kıyametin kesinlikle olacağı bildirilmemiş, "De ki, onun ilmi ancak Allah katındadır." (Ahkaf, 46/23) buyrulmuştur. Fakat o elçi kendisine gayp dan gösterilen şeylerin, cin ve şeytan işi kuruntu ve hayaller olmayıp da Allah tarafından bir gerçek olduğunu nasıl bilir? 

Bunu açıklamak için buyruluyor ki, Çünkü Allah o gaybı gösterirken O elçinin önünden ve arkasından, her tarafından gözetecek bir takım gözetleyici melekler dizer. Onlar, o ilâhî sözler indirilip açıklanırken ona gizli bir şey karıştırılmaması; cin ve şeytan gibi sokulup aldatabilecek diğer yaratıklar tarafından bir müdahale ve karışma olmaması için gözetir, sokulmak isteyenleri yukarda açıklandığı üzere ateşi andırır kıvılcımlarla yakarlar. Onun için Allah kelâmı, gizli bir noktası kalmaksızın elçiye açık bir biçimde, korunmuş olarak gelir. 

Bu nedenle o sırada cinler, şeytanlar ona bir şey karıştıramaz. Ancak o gözetleyicilerin dizilişinden uzaktan uzağa sezer, kulak hırsızlığı türünden bir şey çalmak ve bununla kahinlik yapmak için sokulmaya çalışırlar. Lakin yanaşıverenler, onları yakacak bir alev, apaçık bir kıvılcım ve delip geçen parlak ışık ile taşlanıp uzaklaştırılırlar ki, bu özellik, Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberliğine mahsus olan şihâb (parlak alev) mucizesidir. (E.A.Hamdi Yazır-Kur’an dili)

Açıklamasını yapıyor.

3 – Büyük Alim Abdulaziz Debbağ Hz.leri;

 Allah gaybı bilendir, öyle ki gaybına kimseyi muttali kılmaz. (Cinn/26)  ve;
       
Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır. (Lokman/34)

Ayeti sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a.s), İbn. Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste:

"Gaybın anahtarları beştir" buyurarak Lokman sûresinin, "Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır" mealindeki otuz dördüncü âyetini okumuştur (M.Ali Nâsıf, et-Tâc, Buharî'den naklen, IV, 282).

Allah sözünde ve peygamber hadisindeki hasr dan maksat, kahinleri, gaipten haber verenleri ve cinlerden kendisine uyanları bu hükmün dışına çıkarmak içindir. Cahil Araplar cinlerle kaynaşıp haber verenlerin gayba muttali bulunduklarını sanmakta, çoğu da böyle itikat etmektedir. O kadar ki aralarında ki davayı onlara götürmekte, onların vereceği hükme razı olmaktadırlar.

Cenab-ı Hakk bu tür itikatların bozukluğunu gidermek insanların aklına berraklık getirmek ve onları doğru olana çevirmek için bu ve benzeri ayetler indirdi. Nitekim bu çeşit itikatlara kapı açan hususları , düşünce dışında meydana geldiği biçimden uzak tuttu da gökleri sıkı bir muhafaza ve attığı kıvılcımlarla korudu. Şeytanlar ve cinler artık göklerden haber alamaz oldular.

O halde gayb konusunda ki ilahi beyandan maksat insanları Hakk üzerine toplamak onları batıldan uzaklaştırmaktır. Velilerin verdiği haber gösterdiği keramet sadece haktandır, batıldan gelme değildir Bu bakımdan ayetteki hasr onları hükmün dışına çıkarmaz.

- Efendim dedim zahir alimlerden hadisçiler ve başkaları Kur’an da Lokman suresinde geçen muğayyibat’ı hamse gayb la ilgili beş şeyi Resulallah (S.A.V.) efendimizin bilip bilmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Cevap verdi;

Gayb la ilgili bu beş şey nasıl Resulallah (S.A.V. efendimize gizli ve meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi gerekir. ( Eş-Şeyh Abdulâziz Debbağ – El İbriz-1.c.520 say.)

4 – İbn. Arabi ise bu konuda;

“Bilmelisin ki gayb iki kısma ayrılır.

1 - Birincisi hiçbir zaman bilinmeyendir Bu kısım Hakkın hüviyeti ile O’nun bizimle ilişkisidir. Bizim O’nunla ilişkimiz ise ilkinin aşağısındadır. Bu gayb hiçbir zaman bilinmeyecek kısımıdır.

2 - Diğeri izafi gaybdır. İzafi gayb kimine görünürken bazen başka biri için gayb olarak kalabilir. Bu itibarla kimsenin görmediği bir gayb yoktur. Bunun en ileri derecesi varlığın kendi dışında ki herkese gayb olan kendini görebilmesidir. Binaenaleyh her gayb başka birine görünmezken yine de görülmektedir.

Allah razı olduğu kimselere gaybın bilgisini vermeyi murad edince zan veya tahmin olmayan bir bilgiyle gaybı öğretir böylece bir insan da Allah’ın öğretmesi  veya O’nun talimine mazhar olduğuna inanılan birinin öğretmesiyle gaybı öğrenir. Onların dışındakiler gayb hakkında bilgileri yoktur.

Bu talim peygamber denilen kimse tarafından yapılır. Bu itibarla Allah ona gaybı –kendisinde tutması için değil- başkasına öğretmesi için öğretir. Böylece rabbinin katındaki derecesini öğrensin diye, öğretilene göre peygamberin üstünlüğü tebarüz etsin diye gaybı ona öğretir. Zaten bu üstünlük mertebe nedeniyle Allah onu Resul diye isimlendirmiştir.

Gaybın bu türü ancak özel yönden (vech-i has) öğrenilebilir. Onu meleğin veya başka birinin bilmesi mümkün değildir. Onu sadece peygamber bilir. Peygamberin melek veya başka bir tür olması durumu değiştirmez. Çünkü Allah gaybına her hangi birinin ulaşamayacağını bildirmiş sadece razı olduğu kimseler diyerek istisna koymuştur. Bu nedenle razı olunan kişi, -önünden ve ardından ona zarar verecek kuşkulardan korunmuş bir halde- gözetlenerek yürür.

Bu bilgi kuşkunun sahibinin (kalbine) girme imkanı bulamadığı bilgi olduğu gibi böyle biri bilgisinde Rabbinde açık delile sahip basiret sahibidir. Onun başkalarından ayrışmasını sağlayan ve kimsenin ortak olamadığı özel bir tecrübesi vardır. Birisi ortak olsaydı ona mahsus olmazdı.

Peygamber o bilgiyi birisine öğretmek üzere getirdiğinde ise öğrenen için bu bilgi gayb bilgisi değildir. Çünkü Allah peygamberi o bilgiye muttali kılmıştır Başka bir ifade ile böyle bir bilgi o kişi için Allah’ın hiç kimseyi muttali kılmadığı gayb bilgisi değil, -kim adına meydana gelirse gelsin- özel yönden meydana gelen bilgidir. Fakat dünyada böyle bir bilgi yoktur. Fakat ahirette bu bilgi gerçekleşir. Bunun nedeni; Dünya hayatında insan adına gerçekleşen, bilhassa Allah hakkında ki bütün bilgileri Hz. Muhammed biliyor olmasıdır. Çünkü Hz. Peygamber önceliklerin ve sonrakilerin bilgisine sahiptir ve sen de hiç kuşkusuz sonrakilerden birisin.

Allah’a dair olmayan bilgilerde ise bazen insana özel yönden bilgi verilir. Ve bu özel bilgi ancak kendisinden öğrenilebilir. O kişi bu bilgiyi öğretmede peygamber mesabesinde dir. Hz. Muhammed’in makamının verdiği şey budur.

Bu konuda ki fayda Allah’ı bilmeyle ilgilidir. Çünkü bu bilgi bilenin kendinde ki suretini güzelleştiren bilgidir. Bu itibarla insanın Allah hakkında ki bilgiyi peygamberden öğrenmesi hususi yönden Allah hakkında değil de herhangi bir yaratılmış hakkındaki bilgisinden daha faydalı ve değerlidir. İnsanın değeri Allah hakkındaki bilgisine bağlıdır. O’nun dışında ki varlıkları bilmeye gelirsek bu bilgi perdeli insanın akıl yürütmeyle elde ettiği nedenlere bağlı bir bilgidir. Çünkü insaf sahibinin yegâne himmeti Allah hakkında ki bilgiye yönelmiştir.

Sen de Allah hakkında ki bilgiyi peygamberden alanlardan olmak üzere çalış ki müşaheden Muhammedi olsun. Çünkü günümüzde Allah hakkında ki bilgiden (peygamber bilmeden) her hangi bir yaratılmışa mahsus bilginin bulunmadığını kesin olarak biliyoruz. (İbn. Arabi Fütûhât-ı Mekkiye C/15-S/37-373)

Şeklinde açıklıyor.

5 – Günümüz araştırmacı alimlerimden Ahmed Hulusi ise;

"İŞTE ONLAR, GAYBA İMAN EDERLER; NAMAZLARINI İKÂME EDERLER; VE KENDİLERİNE VERDİĞİMİZ RIZIKTAN ALLAH iÇİN BAĞIŞTA BULUNURLAR...
 VE YİNE ONLAR, SANA NÂZİL OLANA VE SENDEN ÖNCE NÂZİL OLANA İMAN EDERLER; VE ÖLÜMÖTESİ YAŞAMA ÎKAN SAHİBİDİRLER..."

Yukarıda anlamını vermeye çalıştığımız âyetlerde görüldüğü üzere "korunmak için" en başta gerekli olan "GAYBA İMAN"dır..

"GAYB" kelimesiyle bizim beş duyu adını verdiğimiz kesitsel algılama araçlarımızla tespit edemediğimiz âlemler(boyutlar) ve bu âleme (boyuta) ait varlıklar anlatılır...

Beş duyu dediğimiz kesit tespiti yapan araçlarımızın kapasitesi dışında kalanları algılayamayan beyin, bunların tümünü "GAYB" olarak nitelendirir... Beş duyu aracılığıyla ile değerlendirilebilenlerin adı ise Din dilinde "şehâdet" âlemidir... Ki bu bizim “madde âlemi (boyutu)” dediğimiz kısımdır...

Madde âlemi, beş duyu verileriyle kayıtlanmış beynin "varsayım" dünyasıdır... Çünkü gerçekte evren tümüyle bir ışınsal yapıdır ki; her dalga boyu kesitinden, farklı boyutlar yani âlemler oluşmuş bulunmaktadır...

Farklı dalga boylarından oluşmuş katmanlardaki varlıkların her bir türüne göre de içinde bulundukları âlem(boyut) kendi “MADDE” âlemleridir... Yani "madde âlemi" diye gerçek ve mutlak tek bir "madde âlemi" olmayıp; her boyut varlığının kendi katmanı, onun kendi özel "madde âlemini" oluşturmaktadır...
Bu itibarla, "ölüm ötesi" yaşama geçenler dahi, bir tür "madde âlemi" içinde yaşamaktadırlar...

Keza, "cehennem" ya da "cennetler"; ya da şu an için “cinlerin” kendi boyutları dahi, onların algılamalarını sağlayan duyu araçlarına GÖRE "madde âlemidir"...
Bu olayı giriş bölümümüzde detaylı olarak izah ettiğim için burada tafsilâta girmeyeceğim. Ancak şu kadarını ifade edeyim ki, insanın bir düşünsel yapısı vardır; bir de bedeni... Düşünsel yanı olan “bilinç” ya da “şuur” hiç bir zaman “bedensiz” kalmaz!... Bu beden, biyolojik-fiziksel beden olabilir; ya da “RUH” adı verilmiş bulunan halogramik ışınsal beden olabilir....
Netice itibariyle, insan, sonsuza dek, bir bedenle-bilincin bütünü olarak yaşamına devam eder.

Eski asırlarda, eski asırları günümüzde seslendirenlerde, çağdaş bilgiler olmadığı için gereksiz tartışmalarla uğraşılmıştır...

Ölümden sonraki beden, yani kıyâmette(haşr) tüm insanların toplu olarak bir arada bulunacakları safhadaki beden, ya da daha sonraki aşamada yaşanacak hayat, bedenli mi bedensiz mi; “ruh”la mı, “ruh” artı “madde beden”li mi; gibi çağımız bilimi ışığında hiç bir anlamı olmayan tartışmalar!...
Helikopterin seyyahat aracı olduğu ortamda; kağnı arabasının tekerleğinin ceviz mi, gürgen mi; ya da altı ortalı mı, sekiz ortalı mı olmasının tartışılması gibi!... Ya da qurtz teknolojisi kullanılırken, kum saatinin fazilet ve faydalarından söz etmek gibi...

Madde ve maddeötesinin gerçekte, tek bir tümel yapının göresel katmanları olduğunu farkedip kavrayan bir kişi için, bunlardan daha anlamsız soru olamaz!...

Bugünkü algılama aracımıza göre, şu içinde bulunduğumuz katman "madde"dir!... Bu bedenden ayrılıp ışınsal bedene geçtiğimiz anda da, o beden yapımıza GÖRE, o katman "madde olarak algılanacak"tır!...

Durum eğer iyice kavranılırsa, fark edilecektir ki, biz sonsuza dek, nitelikleri birbirinden farklı da olsa, her an "madde" âlemleri içinde yaşamımızı sürdüreceğiz!... Bu göresel "madde" âlemlerine (boyutlarına) ne isim verilirse verilsin!...
Evet, işte şu ana kadar bahsetmiş olduğum algılayamadığımız boyutlar ve o boyutlara ait tüm varlıklar "GAYB"ın iki türünden biri olan "GAYB-I MUZAF" sınıfındandır..

"GAYB" ikiye ayrılır;

1-"GAYB-I MUZAF"... "İzâfi-göresel Gayb"

2-"GAYB-I MUTLAK"... "Kesinlikle algılanması mümkün olamayan Gayb"

“GAYB-I MUZAF”, izâfi yani göresel algılanamayanlar, anlamınadır.. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız hususlar için kullanılır...

“GAYB-I MUTLAK” ile ise sadece "ALLAH"ın ilmi kastedilir!... Hiç bir yaratılmış, "ALLAH" ilminde ne vardır, asla bilemez ve bu ilmi kapsayamaz!...

Keza, "ALLAH" Zâtı itibariyle "Mutlak Gayb"tır!... Bilinmesi, kavranılması, tefekkürü kesin olanaksızdır!... Hiç bir yaratılmış, O "ZÂTI" algılayamaz!... Ancak izhar ettiği mânâlar yollu, bu mânâları yaratan şu özelliklere de sahiptir, denebilir!...

-"GAYBI ANCAK ALLAH BİLİR, başkası bilmez" denilen gayb, "mutlak gayb"tır!...

"Mutlak Gayb"ın dışındaki "izâfi gayb" ise, "ALLAH" dilemesi ve takdiri sonucu olarak bilinebilir... Ve bu biliş, "Allah"ın muradı doğrultusunda çok yönlü olabilir...
Gerek kerâmet adı verilen yoldan Evliyaullah’ın "keşif" ve "fetih" sonucu erdikleri; ve gerekse de istidrac yollu gerçekten sapmış kişilerin bildikleri "algılayamadıklarımız" hep bu durum sonucudur...

Öte yandan, "göresel gayb"ın en önemli bölümü, "âhiret" dediğimiz, ölüm ötesi yaşam boyutudur... Kabir alemi; berzah alemi; mahşer âlemi; sırat süreci; cehennem ve cennet yaşamları hep bu "göresel gayb" ismi altında mütalâa edilir...


Bu açıklamalardan görülüyor ki Gayb konusu hakkında konuşmayı konunun uzmanlarına bırakmak en doğru davranış olacaktır. Ben Sn. Ahmed Hulusi’nin açıklamalarını daha akla yatkın buluyorum.  Tabii ki Allah en doğrusunu bilendir.

Her şey gönlünüzce olsun.