Allah’a yaklaşmanın
yollarını, bu yolların konakları, varılacak makamları beş fasılda
bildirilecektir.
Cenab-ı Hakkı bilme ve
tanımanın anahtarı, insanın kendi nefsini bilmesidir. İrfan nuru ârifin kalbine
akar En yüksek direk Allah’ı bilmektir.
Ârif olan dünyayı unutur
Allah bilgisine erer ve kendinden geçerek onunla kalır. Bu suretle de her türlü
korku ve üzüntüden uzak ve emin olur. Cenab-ı Hakkı noksan (selbî) sıfatlardan
uzak ve emin olur. Cenab-ı Hakkı noksan sıfatlardan uzak ve kemâl sıfatlarıyla
vasıflanmış olduğunu bilir. Bu bilgiler 9 madde de açıklanacaktır.
Madde 1 – Allah’ı bilmeyi ve bu bilginin önemini bildiren ayet ve
hadisler;
Ey Aziz bil ki Cenab-ı Hakk
kullarına kendisini bilip tanımalarını teşvik eden ve öğrenme yolunu göstererek
Kur’an da birçok ayetler indirmiştir. Hz. Peygamber de Müteaddit hadislerde
bunun lüzum ve önemine lüzum ve önemine işaret buyurmuşlardır.
Ayet;
Cenab-ı Hakk “Bir kimseye
Nûr vermezse o hiçbir zaman nûr sahibi olamaz, nurlanamaz.” Allah işiten ve
görendir. (Nûr/40)
Kutsi Hadisler;
Ey Âdemoğlu nefsini bilen
gerçekten beni bilir. Beni bilen de mutlaka beni ister, beni isteyen de bulur
ve dileklerine erer. O zaman gönlünde benden başkası yaşamaz.
Ey Âdemoğlu alçak gönüllü
ol ki beni bilip tanıyasın. Beni görebilmek için aç kal, bana ermen için
yalnızlığa çekilip ibadet et.
Ey Âdemoğlu kalbinden
marifetimi yitirenin kalbi kör olur. Beni bilenin kalbinde ne hüzün ne de korku
kalır.
Hz. Peygamberin Hadisleri;
Ben Allah’ı ziyadesi ile
bilirim, çünkü bu bilgi kalp işidir.
Allah’ı gerçekten tanır ve
bilirseniz dualarınızla dağlar yok olur.
Allah’ını en iyi bileniniz
nefsini iyi bilendir.
Allah’ımı en güzel şekilde
gördüm, elini iki omuzumun arasına koyunca soğukluğunu memelerimin arasında
duydum. Bundan sonra göklerde ve yerde ne varsa hepsini öğrendim.
Madde 2 – Nefis bilgisi Marifetullah’ın sebebi olduğunu bildirir.
Ey Aziz bil ki Ehlullah
demişlerdir ki;
Nefsini bilen muhakkak
Allah’ını da bilir.
Nefsini bilen her ilim ve
marifete vakıf olur. Nefsini bilen Allah’a yakın, mutlu, bilmeyen ise ondan
uzak olur.
Nefsini bilen Hakkı bilir,
bilmeyen sapıklık içinde helak olur.
Nefsini bilen âlemin
gizliliklerini de bilir, bu fani dünyaya önem vermez ve sonsuz kurtuluşa nail
olur.
Nefsini bilen fazıldır,
bilmeyen Haktan gafildir.
Nefsini bilen Allah’tan
uzak kalmamış gafletten kurtulmuş ve O’nun yüksek huzuruna varmış olur.
İnsana nefsini öğreten akıl
en yüksek akıldır. Allah’a yakîn olma yolunu seçmek hikmetin en üstünüdür.
Nefsini bilmeyen Allah’tan
gafildir O’nu bilemez.
Nefsini bilmeyen acaba
rabbini nasıl bilebilir? Nefsini bilen acaba bu fâni dünyaya nasıl alışabilir.
Her akıllı üzüntülü, her ârif sevinçlidir. Her seven sevilir. Kendi nefsini
bilmeyen başkasını, hele Cenab-ı Hakkı nasıl bulur. İnsana nefsinin bilgisi
yeter, çünkü bu bilgi Allah’ı bilme yolunu gösterir. Dünyayı bilen ondan elini
eteğini çeker, insanları bilen onlardan uzak durur. Nefsini bilen yalnız kalır,
Allah’ını bilen yalnız O’nunla kalmak ister. Nefsini bilen halka karşı alçak
gönüllü davranır, çünkü o Allah’ın huzurunda ve hûşû içindedir. Nefsini bilen
kanaatkâr, iffetli ve doğru olması, kalbinden Allah’tan gayrisini atması
lazımdır.
Cenab-ı Hakk Davud (AS) a
“Nefsini bil ki beni bilesin” diye buyurmuş. Davud (AS) da Ya rabbi, nefsimi
nasıl bileyim ve seni nice tanıyayım? Diye sormuş. Allah’ta ona; “Nefsini aciz,
zayıf ve fani olduğun u bil ki benim kuvvetli, kudretli ve Bâki olduğumu
bilesin ve ondan beni benimle bulasın.” Diye cevap vermiş.
Madde 3 – Marifet-i Mevlânın (Allah’ı bilme) en yüksek dilen ve gaye
olduğunu bildirir.
Ey aziz bil ki Ehlullah
demişlerdir ki;
Marifetullah gönülde bir nurdur,
Allah sevgisi, ruhun zaferi ve sevinç kaynağıdır. Allah’ın birliğine inanış,
ona bağlanma ve huzur içinde yaşama anahtarıdır.
Marifetullah büyük bir
hazinedir, O’nun sevgisi sonsuz bir zaferdir.
Allah’ı bilen uyanık ve
halktan özür dileyici olur.
İlmin meyvesi
marifetullahtır, marifetullahın meyvesi Allah’ın buyruklarını yerine
getirmektir. Yapılması kolay görünen şeylerin yapılamaması, zor ve müşkül
işlerin çabucak oluvermesi Allah’ın varlığını ispat eden delillerdir.
İnsanı marifetullaha
götüren 3 şey vardır; Akıllı kimselerin zelil (alçalma), hünerli insanların
fakir, doktorların hasta olması Allah’ı bilenin marifeti kâmil olur. Allah’ı
bilen ebedi saadete erer. Âbidin (ibadet eden) endişesi, kederi dua, ârifin ki
sena (övme)dir. Çünkü âbid duyduğu endişe ve kederden kurtulmak ister. Hâlbuki
ârif bu haliyle Allah’ı anar.
Hakkın müşahedesi (Allah’ı
görme) gözle olmaz, ancak gerçek bir imana sahip kalp O’nu idrak edebilir.
En faydalı ilim
marifetullahtır, bunun yeri de uyanık kalptir. Allah’ın birliğini tanımak
marifet, O’nun benzeri bulunmadığını bilmek hakiki tevhiddir.
Eğer Cenab-ı Hakk kendini
tanıtmasaydı kimse onu bilemezdi, marifetullah; karnı aç, gözü uykusuz, ve
kalbi daima Allah’ı zikirle meşgul olan candan hasıl olur ve öyle bir gönülde
belirir. Cenab-ı Hakk kendi marifetiyle aziz eylediği ârifin, O’na isyan etmek
suretiyle nefsini alçaltmaması, özellikle itaat ve ibadette bulunması gerekir.
İrfanın hakikati, eşyanın
hakikatlerine nüfuz etmek ve eşyayı zatında olduğu gibi görmektir.
Marifetullah, Allah’ın her varlıktan önce ve her şeyden sonra olduğunu, içte ve
dışta görünenin, her şeyi bilen, her işinde hâkim olan ve bütün yaratıklara bol
rızıklar ihsan edenin O olduğunu bilmektir. Marifetullah Allah’ın birliğini
bilmektir. Marifetullahın son gayesi Allah’ın kalbe doğuşu, O’ndan gayrisinin
oradan atılışı ve onunla gönül hayatının teminidir. Marifetullah’ın alameti Allah’ı
sevmek ve her emrine itaat etmektir,
Allah’ın kullarına en büyük
ihsanı 2 şeydir;
Biri marifetullah diğeri
muhabbetullahtır. (Allah sevgisi. Marifetullah gönülde nûr, ışıktır,
muhabbetullah Allah’tan gayri sevgileri yakan bir ateştir. Allah’ı bilmek O’nu
daima anmakla hayat bulmaktır. Allah’ın zikrinden uzak kalmak, O’nu unutmak
cehalet karanlığında kalmaktır.
Marifetullah her şeyde
Allah’ın kudretini bulmak ve her halde kendi güç ve kuvvetinden sıyrılmak ve
yalnız O’na güvenmektir. Marifetullah nefsiyle Allah’tan gayrisini terk eden
bir kalple Hakkın huzurunda bulunmaktır. Marifetullah hakikati Allah’ı dille
zikretmek, sevgisini kalpte yaşatmak ve bu gayretle huzuruna gitmektir.
Marifetullah canda bir inançtır ki bütün vücut organları onunla rahata erer ve
gönülde bir hayattır ki ruh onunla mutmaindir, huzur içindedir.
Marifetullah Allah’ı bilmek
ve tanımak suretiyle marifetine varır. İlim halkın, marifet Hakkın öğretmesiyle
kazanılır. Yani ilim öğrenme, marifet tanıma yolu ile elde edilir.
Marifetullah eşyanın Allah’tan geldiğini
(yarattığını), O’nun emri ile yaşadığını her şeyin O’nun olduğunu ve sonunda
yok olup O’na döneceğini bilmektir.
Marifetullah kadîm
(başlangıcı olmayan) olan Cenab-ı Hakka sonsuz ve üstün bir saygıda
bulunmaktır. Ârifi marifetini göstermekten alıkoyan bu üstün saygıdır.
Marifetullah gönülde en
değerli bir noktadır. O can için en büyük nimettir Marifet nuru gönülde güneşin
felekten doğuşu gibi doğar, yalnız felekteki güneş ufuktan doğar ve ışığıyla
yeri aydınlatır. Marifet güneşi ise gönülden doğar ve nuru arşa yükselir.
Marifetullah gönül âleminde güneş gibidir, akıl aya, ilim de yıldızlara benzer.
Marifetullah öyle bir cevherdir ki arşın altında bulunan her şey onunla
aydınlanır. Marifetullah öyle bir enaniyet (Benlik) iddiasında bulunmak
(Kendini herkesten üstün görmek) veya nefsin arzularına boyun eğmek manevi
yıkılış marifet denizine dalıp batmak ve hakikat nuru ile yok olmak ise
mutluluğun en yüksek derecesine varmaktır.
Madde 4 - Ârifin masivayı (Allah’tan gayrisini) unutup Hz. Mevlâ’yı
bulduğunu bildirir.
Ey aziz ehlullah
demişlerdir ki
Ârif odur ki hiçbir iş ve
faaliyet onu Allah ile meşgul olmaktan alıkoyamaz ve bir an bile Allah’ın
huzurundan ayrılıp gafil olmaz.
Ârif odur ki kendisi susar
ve Hakk onun sırlarından söyler. Ârif odur ki masivayı bırakıp yalnız
bildiğiyle (Allah ile) meşguldür.
Ârif odur ki kendi
tedbirini bırakır Hakkın tedbirine sarılır, onu bekler, ona önem verir. Ârif
odur ki hiçbir şeye üzülmez, her ne olsa sevinir.
Ârif odur ki bu geniş dünya
onun başına dar gelir, halktan kaçıp Allah’a varır ve O’nun huzur ve
ünsiyetinde rahatı bulur.
Ârif odur ki derin ve
devamlı düşüncesiyle melekler alemini aşar. Ârif odur ki irfanını mutluluğunun
sermayesi bilir ve onu ehli olmayan, anlamayan kimselere söylemekten çekinir ve
tiksinir.
Ârif odur ki Allah’tan
gayrisine ısınmaz ve başkasını hatırından bile geçirmez.
Ârif odur ki kendi
sıfatlarını Allah’ın sıfatlarında yok eder, ta ki O’ndan gayrisini bilmeyip
O’nunla söyleyip, O’nunla işite.
Ârif nasıl üzülebilir ki
onun kalbi sevinçle dolu ve canı huzur içinde bulunmaktan memnundur. Abid’i
yaşatan su ve ekmek, ârifi yaşatan ise irfan nurudur.
Ârif hakkı Hakk ile bilir
ve Hakkın nuru ile âleme vakıf olur, onun sırlarını bilir.
Ârif’e huzur veren marifet,
sevinç veren muhabbet (sevgi)dir. Onun zevk aldığı şey Tevhid nurunun
hakikatidir.
Ârif odur ki gönül
bahçesinde gezer, can havuzunda yüzer ve tanıdığına (Allah’ına) kalbiyle
münacaatta bulunup (yalvarıp) dili ile söyler.
Ârif odur ki Haktan
başkasını düşünmez, Hakk olmayanı konuşmaz ve nefsi için Haktan başkasını
koruyucu bilmez.
Ârif marifetle sevinci,
vahdetle ünsü bulur. Şiddet ve felâket anlarında sabır ve sebat onun vasfı
olur.
İlim nehirdir, Hikmet
denizdir, Âlimler nehirleri tavaf ederler (çevrelerinde dolaşırlar) Hikmet
sahipleri denizlere dalarlar. Ârifler ise kurtuluş gemilerinde gezerler. İrfan
ehlinin ibadetleri sultanların tacına benzer. Ârifler konuşunca Allah’ı
söylerler. Amellerini iş ve ibadetlerini O’nun için yaparlar. Dilediklerini
O’ndan dilerler, arzuladıklarını O’ndan isterler.
Sadıklar (Özü sözü doğru
olan) sabıklar (manevi yolda önde olanlar) onlardır. Allah’a yakîn ve O’nun
seçkin kulları onlardır.
Ârifin riyası
(Dalkavukluğu), mahcubun (Allah’tan uzak) samimiyetinden Allah yanında daha çok
beğenilir ve sevimlidir.
Ârif Allah’ı tazimde
dikkatli, O’na hürmet etmede titizdir. Farzlarını kılmak ve yasaklarından
sakınmakla da O’na olan derin saygısını gösterir.
Ârif odur ki Allah’ın
sırlarını ehli olmayana anlamayana açıklamaz. Sevinç ve acılarını kimseye
söylemez.
Ârifin alameti şudur; Allah
ile olduğu zaman övünür, nefsi ile kalınca kendisini hakir görür. Âbid cismini,
canını eritir.
Ârifin kalbi hikmet
kandilidir, marifette kandilin fitilidir, yağı sevgidir, ışığı melekler
âleminin nurudur.
Âlime edep, âbide istek,
ârife zevk ve şenlik lazımdır. Çünkü ârif bildiğiyle daima manevi sevinç
içindedir. Zahidin alameti dünyayı terk etmektir ârifin alameti duayı terk
etmek ve Allah’ın meth-ü senasını yapmaktır.
Madde 5 – Ârifinin kendi vücudundan fâni olup Allah ile bekâ bulduğunu
bildirir.
Ey aziz, erenler
demişlerdir ki
Ârif her şeyi, hatta
kendini terk edip varlığının yükünden kurtulduğu zaman muhakkak gönül alemine
girer, sonra hayal atına binip nice günler giderek tevekkül dağlarını aşar.
Tefviz çölünü geçer ve sabır alanını seyrederek gider. En sonunda rıza
bahçesine gelir. Oradan da irfan bostanına ulaşır. Sonra sevgi meclisine girip
üns ve huzura kavuşur. Sonra serili yatağa çıkıp münacaat ve yakinlik
mertebelerine nail olur. Sonra en güzel ahlak ve sıfatlarla ilahi isimlerden
hil’atlerini giyip bu keramet e izzetlere ve bu makamların lezzetlerine ârif,
ömrü boyunca bu halllerin nimetleri içinde yaşar, sonsuz manevi saadetlere
kavuşur.
Bu kulun cismi dünyada
kalbi ahirete bağlıdır. Manevi alanda günbegün ilerledikçe dünyadan yüz çeviren
ve bu yüzden halk tarafından kınanan bu kimsenin, yüksek âleme karşı özleyişi
artar ve ölümü arzulamaya başlar. Vakta ki vadesi gelir gül ve reyhan kokuları içinde
ve cennetle müjdelenen ruhu uçar ve hoş nefsi sevinerek bu oyuncak dünyayı
bırakıp Allah’ın yakınına varır. Fakir ve zayıf olan nefis için orada büyük
mülk ve sonsuz nimetler vardır. O Allah’tan rahmet, şefkat, selâm ve
anlatılması imkânsız ikram ve lütuflar görür. Bu daimi devlet ebediyen elden
çıkmaz.
Bir hadisi şerifte
denilmiştir ki Dünyada muhakkak bir cennet vardır onu bulan kimsede cennet
arzusu kalmaz. O cennette marifetullahtır.
Ve yine bir haberde;
İnsanlar bu dünyadan göçüp gittiler hâlbuki buranın en hoş ve lezzetli
zevklerini tatmadan öldüler. Bu lezzetli şeyde Allah’ı bilmektir ki bu dünyada
ki her nimetten lezzetli ve zevklidir.
Beyt;
Bugünkü cenneti irfana dâhil olsa uşşak,
Yarın
ki yad olan huri veya gılmanı neylerler.
Hz.
Ali buyurmuş ki ahirette cenneti bulan kimseye şaşılmaz, asıl dünyada cenneti
bulan kişiye şaşmalı ve yine bir kimsenin cennete girmekle övünmesine
şaşmamalı, belki bu dünyada o kimsenin cennete girmesinden dolayı övünmesine
şaşmalı.
Ârifbillah cennet nimet ve
lezzetlerine gömülmüş sevinç ve izzet içindedir. Nitekim ahirete göçüp cennete
giren kimse ölüm, hastalık dersinden, fakirlik, ve zilletin acı ve kederinden
kurtulduğu gibi ârifin kalbine giren kimse de korku ve elemden, dünyanın bütün
minnet ve güçlüklerinden kurtulur.
Madde 6 – Ârifin korku ve hüznünden emin ve kurtulmuş olarak ve Allah’a
ısınarak huzur ve rahat içinde şen ve neşeli yaşadığını bildirir.
Ey aziz erenler demilerdir
ki;
Mevla’sını bilenin belâsı
kalmaz Çünkü onun için bela, bal olur üzülmez.
Ârifin Allah ile arası iyi
olduğu için halk ile de arası iyidir. Ârif cismini ve canını Mevla’sına adamış
her şeyini O’na verip atadan çıkmıştır. Bu suretle Allah’a yakinlik mertebesine
ermiş ve rahata kavuşmuştur.
Ârifin kalbine marifet nuru
indiği için onda dünyaya ait hiçbir arzu ve muradı kalmamıştır.
Ârif cismini Mevlâ’sının
rızasına vakfedip rahata ermiştir. Ârifin Halk ile muamelesi Hakka uymak
içindir. Ârifin bütün arzuları yok olmuş ki onun hiçbir muradı kalmamıştır.
Çünkü kalbine marifet Nûru yerleşmiş gayrisini atmıştır.
Ârifin yükselişinden sonra
düşüşü olmaz, çünkü huzurda olanın gözünden perde kalkar.
Ârifin kendi yanında ne
kadar aşağı ve zelil olduğunu halk bilse elini nasıl öperlerdi. Belki yüzüne
tükürüp başına toprak serperlerdi. Zaten ârife bunun için ârif denilmiştir.
Çünkü başkasının bilmediği ve duymadığı ona bildirilmiş ve duyurulmuştur. Eğer
ârifin kalbine doğan marifet güneşinden bir zerre mahcup olan (Allah ile arası
perdelenen) âbide belirse ona dayanamayıp mahv-ı perişan olurdu.
Ârifin alametlerinden biri
terinin misk ve amberden daha hoş kokmasıdır. Ârifin bir alameti de bazen seni
öyle karşılar ki sanki onun en yakın dostu sensin. Bazen de sana öyle bir yüz
çevirir ki sanki seni ne biliyor, ne tanıyor. Nitekim Hz. Peygamber de ev
halkıyla sohbette iken ezan sesini duyar duymaz yerinden öyle bir fırlardı ki
sanki onlarla konuşan o değildi.
Ârifin dili Allah’ın
zikriyle meşgul kalbi sevgiyle dolu, sırrı ona sonsuz aşktır. Ârifin kalbi
uyumaz, dünyaya meyli kalmaz çünkü gönlü muhabbet âleminden lezzet almış, aşk
derdiyle dolmuştur ve kalbinin Allah’ın bakış yeri olduğunu bilmiştir.
Allah’tan gayrisini atıp yükseklere çıkan, yakinlik havasını koklayan üns ve
huzur meclisine varan gönül Haktan nasıl gafil olup halka meyleder.
Madde 7 – Zahid ehliyle İrfan ehlinin yani iyi insanlarla Allah’a yakın
olanların farkını bildirir.
Ey aziz erenler demişlerdir
ki; Zahid gezici, ârif uçucudur.
Âlim söylediklerinin
aşağısında, ârif onların üstündedir.
Ârif marifeti ehlullahtan
başkasına söylemez. Susması en iyi sözdür.
Ârif Allah’a yaklaştıkça
halktan uzaklaşır.
Ârif yalnız Allah’a
muhtaçtır onun için ihtiyaçlarını kimseye söylemez.
Ârif Allah’a karşı zelil ve
bu sebepten halkın sevgilisidir. Herkes ona saygı gösterir.
Zâhidin ibadeti alâka
iledir, ârifin ki zevkledir.
Zâhid ahireti ârif Mevlâ’yı
ister.
Zâhid nefsiyledir, ârif
Allah’ı iledir.
Zâhidin zikri dili ile,
ârifinki kalp ve canıyladır.
Zâhidin kalbi
sebeplerledir, ârifin ruhu Allah iledir.
Mü’minin bakışı Allah’ın
nuru ile, ârifin ki Allah iledir.
Mü’min Allah’ın ipine, ârif
Allah’a tutunur.
Mü’min Allah’ın zikriyle,
ârif Allah ile mutmain olur. Halk nefsine bağlı, nefis ise ilâhi kapının
perdesidir. O halde halkı terk eden nefsini anlar, nefsini terk eden Allah’ını
bilir.
Ârif cismini ruhuna, ruhunu
da Allah’a feda etmiştir. Zâhid nefsiyle halka bakıp düşman kesilir ve üzülür,
Ârif Mevla’sı ile
yaratıklarına şefkat dolu gözlerle bakıp rahat eder. Ârif kalbiyle huzurdan
gitmez ve ruhu ile Allah’tan başkasını görmez.
Ârif her türlü dilek ve
arzudan uzak, her şeyden eli boş ve böylece kalbi rahat ve hoşluk içindedir.
Ârifin nefsi dünyayı, ruhu ahireti terk etmiş kendi sırrında melekûtü (Melekler
âlemini) bulmuştur. Çünkü Allah’a giden yol dünya ve ahiretten geçer. Bu yoldan
selâmetle geçen ârif, Allah’ın huzuruna varır. Ârifin gözünde hakikat bir
ezeldir, masiva (Allah’tan gayrisi) mecaz ve mühmeldir. Tek hakikat hepsine
bedeldir.
Derler ki Şiblî adında bir
ârif Bağdat’ta bir testici dükkanının önünden geçerken testici ona; Vâhid’den
başka kimse bâki kalmaz” deyince, Şiblî bağırmış; Vâhid’den başka ne var?
Demiş.
Abidin kuvveti su ve
ekmekte, ârifin kuvveti Allah’ı anmaktadır. Gafilin kıblesi Altın ve gümüş,
ârifin kıblesi ise Rahîm olan Allah ve O’nun nurudur.
Madde 8 – İrfan ehlinin yüksek şanını ve irfanlarının kemâlini bildirir.
Ey aziz erenler demişlerdir
ki;
Cenab-ı Hakk kendini bilir,
O’ndan başka hiç kimse kendisini bilemez. Ârifler Hakkı yine Hakk ile bilirler
ve her şeyde Hakkı görürler. Ârifin gözü ibretle kâinata bakar. Kalbi derinlere
dalarak aldığı manevi zevk içinde yaşar.
Ârifler dünyayı geçici bir
hayal olarak görür ve bu sebepten ona bağlanmazlar, Allah’tan başkasını
istemezler.
Allah’ı bulan ârifler
O’ndan gayrisine karşı dilsiz, sağır ve kördürler.
Ârifin sevgisi marifettir,
bu sevgiyle huzur ve rahata erer. Ârif manevi çabasıyla marifetini her gün
biraz daha artırır ve böylece Allah’a yaklaşır.
Cüneyd-i Bağdadî Hz. Şeyh
Sırrî Sakati’den sordu; “Dün gece nasıl sabahladın?” Sırrı; Allah’ın yanında
sabah akşam diye bir şey yoktur.” Diye cevap verdi. Yani ârifler saat, vakit
diye bir şey bilmezler. Çünkü onlar her an Allah’ın marifetiyle meşgul ve
huzurda kendilerinden geçmişlerdir.
Ârifin kalbi Allah’a dönüş
ve varışta sürati şiddetli rüzgârlardan ve göz kamaştırıcı şimşekten daha
hızlıdır. Ârifler gördüklerini ve bildiklerini garip ve acayip kelimelerle
ifade ederler.
Ârifin iki marifet hali
vardır, biri dehşet biri de hayrettir. Bayezid-i Bistami Hz. Zamanında bir şeyh Hacca giden bir müridine
şu tavsiyede bulunmuş; “Mekke yolu üzerinde velîler sultanı olan Bayezid hz.
Lerini ziyaret et Selâm ve dualarımızı ona bildirip rıza ve duasını aldıktan
sonra Kâbe’ye git” Mürid de Bayezid Hz. Lerini ziyaret etmiş ve şleyhinin selâm
ve sözlerini ona iletmiştir. Bayezid Hz. Müride; Şeyhin kimdir? Onun
sözlerinden bir kaçını söyle ki ne makamda olduğunu bileyim.” Mürid şöyle cevap vermiş; “Benim şeyhim der ki
“Gök demir yer yaş olsa bir damla yağmur yağmaz, bir tane bitki bitmezse ve
bütün insanlar bana bağlı olsa onların rızıklarını tedarik etmekte en ufak bir
üzüntüm olmaz ve kalbim asla en ufak bir kaygıya kapılmaz.”
Bunu dinleyen Bayezid Hz. Müride
şu karşılığı vermiş. “Senin şeyhin henüz ne arâfi olmuş, ne de Allah’ın zikir
ve tevhidini tam olarak bilmiştir.” Bu cevaba üzülen mürid hacdan sonra
memleketine dönmüş ve şeyhine Bayezid Hz. Den dinlediklerini aynen söyleyince
şeyhi ona; Bayezid Hz. İrfan ve kemâl sahibidir onun sözleri derin bir mana
taşır demiş ve hemen Bayezid Hz. Lerine şöyle bir mektup yazmış ve göndermiş.; “Tevekkülde
kelamım ve makamım budur. Bu sözümde kusurum nedir? Beni irşad eyle.” Mürşid-i
Kâmil Bayezid Hz. Leri de şeyhin mektubuna şu cevabı veriyor ve irşad ediyor; “Benim
için ne sema ne de arz vardır. Ne bir damla vardır, ne bir tane vardır, ne
evladım vardır ve ne de vücudum vardır.” diye yazar ve Bayezid imzasını atarak
mektubu gönderir. Bunu açıp okuyan şeyh irşad olmuş, sevinmiş tevhidin ne
olduğunu bilmiş ve nefsinde fenayı (Yokluğu) bulmuştur.
Madde 9 – Cenab-ı Hakkın sıfat-ı selbiyeden (eksik sıfatlardan)
münezzeh, kemâl ve sübut sıfatlarıyla muttasıf olduğunu kâinat zerrelerinin
hepsi âlemin bütün cüzleri, tüm yaratıkların ve insanoğlunun iş ve halleri O’nun
kudret ve tedbiriyle idare edildiğini bildirir.
Ey aziz ehlullah
demişlerdir ki Cenab-ı Hakk birdir, ortağı ve benzeri yoktur. Yemek, içmek,
giyinmek, uyumak âdetinden doğmaktan ve doğurulmaktan münezzehtir. Yerde ve
gökte, solda, sağda, yukarıda, aşağıda değildir. Cihetten ve mekândan
münezzehtir. Suretten şekilden, organdan, renkten münezzehtir. Varlığının başı
ve sonu yoktur, varlığı kendisindendir başkasından değildir. Korku, keder,
hastalık gibi değişikliklerden kısaca bütün eksikliklerden münezzehtir.
Bu âlem yokken O vardı,
istese âlemi bir anda yok eder ve yine var eder, O’na hiçbir şeyin gücü yetmez.
Her şeye O hükmeder, başkasından zarar ve fayda görmekten münezzehtir. Bütün
insanlar Mü’min olsa ve daim ibadet etseler O’na bir fayda vermediği gibi,
hepsi kâfir ve kötü olsalar da O’na bir zarar gelmez. Bunlar sıfat-ı selbiyedir
ki Allah bunlardan arınmıştır, münezzehtir. (E. İbrahin Hakkı-Marifetullah/Cilt1/s.152-161)