15 Eylül 2015 Salı

ALLAH’A YAKLAŞMAK, YAKÎN



    
Allah’a yaklaşmanın yollarını, bu yolların konakları, varılacak makamları beş fasılda bildirilecektir.
Cenab-ı Hakkı bilme ve tanımanın anahtarı, insanın kendi nefsini bilmesidir. İrfan nuru ârifin kalbine akar En yüksek direk Allah’ı bilmektir.
Ârif olan dünyayı unutur Allah bilgisine erer ve kendinden geçerek onunla kalır. Bu suretle de her türlü korku ve üzüntüden uzak ve emin olur. Cenab-ı Hakkı noksan (selbî) sıfatlardan uzak ve emin olur. Cenab-ı Hakkı noksan sıfatlardan uzak ve kemâl sıfatlarıyla vasıflanmış olduğunu bilir. Bu bilgiler 9 madde de açıklanacaktır.
Madde 1 – Allah’ı bilmeyi ve bu bilginin önemini bildiren ayet ve hadisler;
Ey Aziz bil ki Cenab-ı Hakk kullarına kendisini bilip tanımalarını teşvik eden ve öğrenme yolunu göstererek Kur’an da birçok ayetler indirmiştir. Hz. Peygamber de Müteaddit hadislerde bunun lüzum ve önemine lüzum ve önemine işaret buyurmuşlardır.
Ayet;
Cenab-ı Hakk “Bir kimseye Nûr vermezse o hiçbir zaman nûr sahibi olamaz, nurlanamaz.” Allah işiten ve görendir. (Nûr/40)
Kutsi Hadisler;
Ey Âdemoğlu nefsini bilen gerçekten beni bilir. Beni bilen de mutlaka beni ister, beni isteyen de bulur ve dileklerine erer. O zaman gönlünde benden başkası yaşamaz.
Ey Âdemoğlu alçak gönüllü ol ki beni bilip tanıyasın. Beni görebilmek için aç kal, bana ermen için yalnızlığa çekilip ibadet et.
Ey Âdemoğlu kalbinden marifetimi yitirenin kalbi kör olur. Beni bilenin kalbinde ne hüzün ne de korku kalır.
Hz. Peygamberin Hadisleri;
Ben Allah’ı ziyadesi ile bilirim, çünkü bu bilgi kalp işidir.
Allah’ı gerçekten tanır ve bilirseniz dualarınızla dağlar yok olur.
Allah’ını en iyi bileniniz nefsini iyi bilendir.
Allah’ımı en güzel şekilde gördüm, elini iki omuzumun arasına koyunca soğukluğunu memelerimin arasında duydum. Bundan sonra göklerde ve yerde ne varsa hepsini öğrendim.
Madde 2 – Nefis bilgisi Marifetullah’ın sebebi olduğunu bildirir.
Ey Aziz bil ki Ehlullah demişlerdir ki;
Nefsini bilen muhakkak Allah’ını da bilir.
Nefsini bilen her ilim ve marifete vakıf olur. Nefsini bilen Allah’a yakın, mutlu, bilmeyen ise ondan uzak olur.
Nefsini bilen Hakkı bilir, bilmeyen sapıklık içinde helak olur.
Nefsini bilen âlemin gizliliklerini de bilir, bu fani dünyaya önem vermez ve sonsuz kurtuluşa nail olur.
Nefsini bilen fazıldır, bilmeyen Haktan gafildir.
Nefsini bilen Allah’tan uzak kalmamış gafletten kurtulmuş ve O’nun yüksek huzuruna varmış olur.
İnsana nefsini öğreten akıl en yüksek akıldır. Allah’a yakîn olma yolunu seçmek hikmetin en üstünüdür.
Nefsini bilmeyen Allah’tan gafildir O’nu bilemez.
Nefsini bilmeyen acaba rabbini nasıl bilebilir? Nefsini bilen acaba bu fâni dünyaya nasıl alışabilir. Her akıllı üzüntülü, her ârif sevinçlidir. Her seven sevilir. Kendi nefsini bilmeyen başkasını, hele Cenab-ı Hakkı nasıl bulur. İnsana nefsinin bilgisi yeter, çünkü bu bilgi Allah’ı bilme yolunu gösterir. Dünyayı bilen ondan elini eteğini çeker, insanları bilen onlardan uzak durur. Nefsini bilen yalnız kalır, Allah’ını bilen yalnız O’nunla kalmak ister. Nefsini bilen halka karşı alçak gönüllü davranır, çünkü o Allah’ın huzurunda ve hûşû içindedir. Nefsini bilen kanaatkâr, iffetli ve doğru olması, kalbinden Allah’tan gayrisini atması lazımdır.
Cenab-ı Hakk Davud (AS) a “Nefsini bil ki beni bilesin” diye buyurmuş. Davud (AS) da Ya rabbi, nefsimi nasıl bileyim ve seni nice tanıyayım? Diye sormuş. Allah’ta ona; “Nefsini aciz, zayıf ve fani olduğun u bil ki benim kuvvetli, kudretli ve Bâki olduğumu bilesin ve ondan beni benimle bulasın.” Diye cevap vermiş.
Madde 3 – Marifet-i Mevlânın (Allah’ı bilme) en yüksek dilen ve gaye olduğunu bildirir.
Ey aziz bil ki Ehlullah demişlerdir ki;
Marifetullah gönülde bir nurdur, Allah sevgisi, ruhun zaferi ve sevinç kaynağıdır. Allah’ın birliğine inanış, ona bağlanma ve huzur içinde yaşama anahtarıdır.
Marifetullah büyük bir hazinedir, O’nun sevgisi sonsuz bir zaferdir.
Allah’ı bilen uyanık ve halktan özür dileyici olur.
İlmin meyvesi marifetullahtır, marifetullahın meyvesi Allah’ın buyruklarını yerine getirmektir. Yapılması kolay görünen şeylerin yapılamaması, zor ve müşkül işlerin çabucak oluvermesi Allah’ın varlığını ispat eden delillerdir.
İnsanı marifetullaha götüren 3 şey vardır; Akıllı kimselerin zelil (alçalma), hünerli insanların fakir, doktorların hasta olması Allah’ı bilenin marifeti kâmil olur. Allah’ı bilen ebedi saadete erer. Âbidin (ibadet eden) endişesi, kederi dua, ârifin ki sena (övme)dir. Çünkü âbid duyduğu endişe ve kederden kurtulmak ister. Hâlbuki ârif bu haliyle Allah’ı anar.
Hakkın müşahedesi (Allah’ı görme) gözle olmaz, ancak gerçek bir imana sahip kalp O’nu idrak edebilir.
En faydalı ilim marifetullahtır, bunun yeri de uyanık kalptir. Allah’ın birliğini tanımak marifet, O’nun benzeri bulunmadığını bilmek hakiki tevhiddir.
Eğer Cenab-ı Hakk kendini tanıtmasaydı kimse onu bilemezdi, marifetullah; karnı aç, gözü uykusuz, ve kalbi daima Allah’ı zikirle meşgul olan candan hasıl olur ve öyle bir gönülde belirir. Cenab-ı Hakk kendi marifetiyle aziz eylediği ârifin, O’na isyan etmek suretiyle nefsini alçaltmaması, özellikle itaat ve ibadette bulunması gerekir.
İrfanın hakikati, eşyanın hakikatlerine nüfuz etmek ve eşyayı zatında olduğu gibi görmektir. Marifetullah, Allah’ın her varlıktan önce ve her şeyden sonra olduğunu, içte ve dışta görünenin, her şeyi bilen, her işinde hâkim olan ve bütün yaratıklara bol rızıklar ihsan edenin O olduğunu bilmektir. Marifetullah Allah’ın birliğini bilmektir. Marifetullahın son gayesi Allah’ın kalbe doğuşu, O’ndan gayrisinin oradan atılışı ve onunla gönül hayatının teminidir. Marifetullah’ın alameti Allah’ı sevmek ve her emrine itaat etmektir,
Allah’ın kullarına en büyük ihsanı 2 şeydir;
Biri marifetullah diğeri muhabbetullahtır. (Allah sevgisi. Marifetullah gönülde nûr, ışıktır, muhabbetullah Allah’tan gayri sevgileri yakan bir ateştir. Allah’ı bilmek O’nu daima anmakla hayat bulmaktır. Allah’ın zikrinden uzak kalmak, O’nu unutmak cehalet karanlığında kalmaktır.
Marifetullah her şeyde Allah’ın kudretini bulmak ve her halde kendi güç ve kuvvetinden sıyrılmak ve yalnız O’na güvenmektir. Marifetullah nefsiyle Allah’tan gayrisini terk eden bir kalple Hakkın huzurunda bulunmaktır. Marifetullah hakikati Allah’ı dille zikretmek, sevgisini kalpte yaşatmak ve bu gayretle huzuruna gitmektir. Marifetullah canda bir inançtır ki bütün vücut organları onunla rahata erer ve gönülde bir hayattır ki ruh onunla mutmaindir, huzur içindedir.
Marifetullah Allah’ı bilmek ve tanımak suretiyle marifetine varır. İlim halkın, marifet Hakkın öğretmesiyle kazanılır. Yani ilim öğrenme, marifet tanıma yolu ile elde edilir.
 Marifetullah eşyanın Allah’tan geldiğini (yarattığını), O’nun emri ile yaşadığını her şeyin O’nun olduğunu ve sonunda yok olup O’na döneceğini bilmektir.
Marifetullah kadîm (başlangıcı olmayan) olan Cenab-ı Hakka sonsuz ve üstün bir saygıda bulunmaktır. Ârifi marifetini göstermekten alıkoyan bu üstün saygıdır.
Marifetullah gönülde en değerli bir noktadır. O can için en büyük nimettir Marifet nuru gönülde güneşin felekten doğuşu gibi doğar, yalnız felekteki güneş ufuktan doğar ve ışığıyla yeri aydınlatır. Marifet güneşi ise gönülden doğar ve nuru arşa yükselir. Marifetullah gönül âleminde güneş gibidir, akıl aya, ilim de yıldızlara benzer. Marifetullah öyle bir cevherdir ki arşın altında bulunan her şey onunla aydınlanır. Marifetullah öyle bir enaniyet (Benlik) iddiasında bulunmak (Kendini herkesten üstün görmek) veya nefsin arzularına boyun eğmek manevi yıkılış marifet denizine dalıp batmak ve hakikat nuru ile yok olmak ise mutluluğun en yüksek derecesine varmaktır.
Madde 4 - Ârifin masivayı (Allah’tan gayrisini) unutup Hz. Mevlâ’yı bulduğunu bildirir.
Ey aziz ehlullah demişlerdir ki
Ârif odur ki hiçbir iş ve faaliyet onu Allah ile meşgul olmaktan alıkoyamaz ve bir an bile Allah’ın huzurundan ayrılıp gafil olmaz.
Ârif odur ki kendisi susar ve Hakk onun sırlarından söyler. Ârif odur ki masivayı bırakıp yalnız bildiğiyle (Allah ile) meşguldür.
Ârif odur ki kendi tedbirini bırakır Hakkın tedbirine sarılır, onu bekler, ona önem verir. Ârif odur ki hiçbir şeye üzülmez, her ne olsa sevinir.
Ârif odur ki bu geniş dünya onun başına dar gelir, halktan kaçıp Allah’a varır ve O’nun huzur ve ünsiyetinde rahatı bulur.
Ârif odur ki derin ve devamlı düşüncesiyle melekler alemini aşar. Ârif odur ki irfanını mutluluğunun sermayesi bilir ve onu ehli olmayan, anlamayan kimselere söylemekten çekinir ve tiksinir.
Ârif odur ki Allah’tan gayrisine ısınmaz ve başkasını hatırından bile geçirmez.
Ârif odur ki kendi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarında yok eder, ta ki O’ndan gayrisini bilmeyip O’nunla söyleyip, O’nunla işite.
Ârif nasıl üzülebilir ki onun kalbi sevinçle dolu ve canı huzur içinde bulunmaktan memnundur. Abid’i yaşatan su ve ekmek, ârifi yaşatan ise irfan nurudur.
Ârif hakkı Hakk ile bilir ve Hakkın nuru ile âleme vakıf olur, onun sırlarını bilir.
Ârif’e huzur veren marifet, sevinç veren muhabbet (sevgi)dir. Onun zevk aldığı şey Tevhid nurunun hakikatidir.
Ârif odur ki gönül bahçesinde gezer, can havuzunda yüzer ve tanıdığına (Allah’ına) kalbiyle münacaatta bulunup (yalvarıp) dili ile söyler.
Ârif odur ki Haktan başkasını düşünmez, Hakk olmayanı konuşmaz ve nefsi için Haktan başkasını koruyucu bilmez.
Ârif marifetle sevinci, vahdetle ünsü bulur. Şiddet ve felâket anlarında sabır ve sebat onun vasfı olur.
İlim nehirdir, Hikmet denizdir, Âlimler nehirleri tavaf ederler (çevrelerinde dolaşırlar) Hikmet sahipleri denizlere dalarlar. Ârifler ise kurtuluş gemilerinde gezerler. İrfan ehlinin ibadetleri sultanların tacına benzer. Ârifler konuşunca Allah’ı söylerler. Amellerini iş ve ibadetlerini O’nun için yaparlar. Dilediklerini O’ndan dilerler, arzuladıklarını O’ndan isterler.
Sadıklar (Özü sözü doğru olan) sabıklar (manevi yolda önde olanlar) onlardır. Allah’a yakîn ve O’nun seçkin kulları onlardır.
Ârifin riyası (Dalkavukluğu), mahcubun (Allah’tan uzak) samimiyetinden Allah yanında daha çok beğenilir ve sevimlidir.
Ârif Allah’ı tazimde dikkatli, O’na hürmet etmede titizdir. Farzlarını kılmak ve yasaklarından sakınmakla da O’na olan derin saygısını gösterir.
Ârif odur ki Allah’ın sırlarını ehli olmayana anlamayana açıklamaz. Sevinç ve acılarını kimseye söylemez.
Ârifin alameti şudur; Allah ile olduğu zaman övünür, nefsi ile kalınca kendisini hakir görür. Âbid cismini, canını eritir.
Ârifin kalbi hikmet kandilidir, marifette kandilin fitilidir, yağı sevgidir, ışığı melekler âleminin nurudur.
Âlime edep, âbide istek, ârife zevk ve şenlik lazımdır. Çünkü ârif bildiğiyle daima manevi sevinç içindedir. Zahidin alameti dünyayı terk etmektir ârifin alameti duayı terk etmek ve Allah’ın meth-ü senasını yapmaktır.
Madde 5 – Ârifinin kendi vücudundan fâni olup Allah ile bekâ bulduğunu bildirir.
Ey aziz, erenler demişlerdir ki
Ârif her şeyi, hatta kendini terk edip varlığının yükünden kurtulduğu zaman muhakkak gönül alemine girer, sonra hayal atına binip nice günler giderek tevekkül dağlarını aşar. Tefviz çölünü geçer ve sabır alanını seyrederek gider. En sonunda rıza bahçesine gelir. Oradan da irfan bostanına ulaşır. Sonra sevgi meclisine girip üns ve huzura kavuşur. Sonra serili yatağa çıkıp münacaat ve yakinlik mertebelerine nail olur. Sonra en güzel ahlak ve sıfatlarla ilahi isimlerden hil’atlerini giyip bu keramet e izzetlere ve bu makamların lezzetlerine ârif, ömrü boyunca bu halllerin nimetleri içinde yaşar, sonsuz manevi saadetlere kavuşur.
Bu kulun cismi dünyada kalbi ahirete bağlıdır. Manevi alanda günbegün ilerledikçe dünyadan yüz çeviren ve bu yüzden halk tarafından kınanan bu kimsenin, yüksek âleme karşı özleyişi artar ve ölümü arzulamaya başlar. Vakta ki vadesi gelir gül ve reyhan kokuları içinde ve cennetle müjdelenen ruhu uçar ve hoş nefsi sevinerek bu oyuncak dünyayı bırakıp Allah’ın yakınına varır. Fakir ve zayıf olan nefis için orada büyük mülk ve sonsuz nimetler vardır. O Allah’tan rahmet, şefkat, selâm ve anlatılması imkânsız ikram ve lütuflar görür. Bu daimi devlet ebediyen elden çıkmaz.
Bir hadisi şerifte denilmiştir ki Dünyada muhakkak bir cennet vardır onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennette marifetullahtır.
Ve yine bir haberde; İnsanlar bu dünyadan göçüp gittiler hâlbuki buranın en hoş ve lezzetli zevklerini tatmadan öldüler. Bu lezzetli şeyde Allah’ı bilmektir ki bu dünyada ki her nimetten lezzetli ve zevklidir.
Beyt;
Bugünkü cenneti irfana dâhil olsa uşşak,
Yarın ki yad olan huri veya gılmanı neylerler.
Hz. Ali buyurmuş ki ahirette cenneti bulan kimseye şaşılmaz, asıl dünyada cenneti bulan kişiye şaşmalı ve yine bir kimsenin cennete girmekle övünmesine şaşmamalı, belki bu dünyada o kimsenin cennete girmesinden dolayı övünmesine şaşmalı.
Ârifbillah cennet nimet ve lezzetlerine gömülmüş sevinç ve izzet içindedir. Nitekim ahirete göçüp cennete giren kimse ölüm, hastalık dersinden, fakirlik, ve zilletin acı ve kederinden kurtulduğu gibi ârifin kalbine giren kimse de korku ve elemden, dünyanın bütün minnet ve güçlüklerinden kurtulur.
Madde 6 – Ârifin korku ve hüznünden emin ve kurtulmuş olarak ve Allah’a ısınarak huzur ve rahat içinde şen ve neşeli yaşadığını bildirir.
Ey aziz erenler demilerdir ki;
Mevla’sını bilenin belâsı kalmaz Çünkü onun için bela, bal olur üzülmez.
Ârifin Allah ile arası iyi olduğu için halk ile de arası iyidir. Ârif cismini ve canını Mevla’sına adamış her şeyini O’na verip atadan çıkmıştır. Bu suretle Allah’a yakinlik mertebesine ermiş ve rahata kavuşmuştur.
Ârifin kalbine marifet nuru indiği için onda dünyaya ait hiçbir arzu ve muradı kalmamıştır.
Ârif cismini Mevlâ’sının rızasına vakfedip rahata ermiştir. Ârifin Halk ile muamelesi Hakka uymak içindir. Ârifin bütün arzuları yok olmuş ki onun hiçbir muradı kalmamıştır. Çünkü kalbine marifet Nûru yerleşmiş gayrisini atmıştır.
Ârifin yükselişinden sonra düşüşü olmaz, çünkü huzurda olanın gözünden perde kalkar.
Ârifin kendi yanında ne kadar aşağı ve zelil olduğunu halk bilse elini nasıl öperlerdi. Belki yüzüne tükürüp başına toprak serperlerdi. Zaten ârife bunun için ârif denilmiştir. Çünkü başkasının bilmediği ve duymadığı ona bildirilmiş ve duyurulmuştur. Eğer ârifin kalbine doğan marifet güneşinden bir zerre mahcup olan (Allah ile arası perdelenen) âbide belirse ona dayanamayıp mahv-ı perişan olurdu.
Ârifin alametlerinden biri terinin misk ve amberden daha hoş kokmasıdır. Ârifin bir alameti de bazen seni öyle karşılar ki sanki onun en yakın dostu sensin. Bazen de sana öyle bir yüz çevirir ki sanki seni ne biliyor, ne tanıyor. Nitekim Hz. Peygamber de ev halkıyla sohbette iken ezan sesini duyar duymaz yerinden öyle bir fırlardı ki sanki onlarla konuşan o değildi.
Ârifin dili Allah’ın zikriyle meşgul kalbi sevgiyle dolu, sırrı ona sonsuz aşktır. Ârifin kalbi uyumaz, dünyaya meyli kalmaz çünkü gönlü muhabbet âleminden lezzet almış, aşk derdiyle dolmuştur ve kalbinin Allah’ın bakış yeri olduğunu bilmiştir. Allah’tan gayrisini atıp yükseklere çıkan, yakinlik havasını koklayan üns ve huzur meclisine varan gönül Haktan nasıl gafil olup halka meyleder.
Madde 7 – Zahid ehliyle İrfan ehlinin yani iyi insanlarla Allah’a yakın olanların farkını bildirir.
Ey aziz erenler demişlerdir ki; Zahid gezici, ârif uçucudur.
Âlim söylediklerinin aşağısında, ârif onların üstündedir.
Ârif marifeti ehlullahtan başkasına söylemez. Susması en iyi sözdür.
Ârif Allah’a yaklaştıkça halktan uzaklaşır.
Ârif yalnız Allah’a muhtaçtır onun için ihtiyaçlarını kimseye söylemez.
Ârif Allah’a karşı zelil ve bu sebepten halkın sevgilisidir. Herkes ona saygı gösterir.
Zâhidin ibadeti alâka iledir, ârifin ki zevkledir.
Zâhid ahireti ârif Mevlâ’yı ister.
Zâhid nefsiyledir, ârif Allah’ı iledir.
Zâhidin zikri dili ile, ârifinki kalp ve canıyladır.
Zâhidin kalbi sebeplerledir, ârifin ruhu Allah iledir.
Mü’minin bakışı Allah’ın nuru ile, ârifin ki Allah iledir.
Mü’min Allah’ın ipine, ârif Allah’a tutunur.
Mü’min Allah’ın zikriyle, ârif Allah ile mutmain olur. Halk nefsine bağlı, nefis ise ilâhi kapının perdesidir. O halde halkı terk eden nefsini anlar, nefsini terk eden Allah’ını bilir.
Ârif cismini ruhuna, ruhunu da Allah’a feda etmiştir. Zâhid nefsiyle halka bakıp düşman kesilir ve üzülür,
Ârif Mevla’sı ile yaratıklarına şefkat dolu gözlerle bakıp rahat eder. Ârif kalbiyle huzurdan gitmez ve ruhu ile Allah’tan başkasını görmez.
Ârif her türlü dilek ve arzudan uzak, her şeyden eli boş ve böylece kalbi rahat ve hoşluk içindedir. Ârifin nefsi dünyayı, ruhu ahireti terk etmiş kendi sırrında melekûtü (Melekler âlemini) bulmuştur. Çünkü Allah’a giden yol dünya ve ahiretten geçer. Bu yoldan selâmetle geçen ârif, Allah’ın huzuruna varır. Ârifin gözünde hakikat bir ezeldir, masiva (Allah’tan gayrisi) mecaz ve mühmeldir. Tek hakikat hepsine bedeldir.
Derler ki Şiblî adında bir ârif Bağdat’ta bir testici dükkanının önünden geçerken testici ona; Vâhid’den başka kimse bâki kalmaz” deyince, Şiblî bağırmış; Vâhid’den başka ne var? Demiş.
Abidin kuvveti su ve ekmekte, ârifin kuvveti Allah’ı anmaktadır. Gafilin kıblesi Altın ve gümüş, ârifin kıblesi ise Rahîm olan Allah ve O’nun nurudur.
Madde 8 – İrfan ehlinin yüksek şanını ve irfanlarının kemâlini bildirir.
Ey aziz erenler demişlerdir ki;
Cenab-ı Hakk kendini bilir, O’ndan başka hiç kimse kendisini bilemez. Ârifler Hakkı yine Hakk ile bilirler ve her şeyde Hakkı görürler. Ârifin gözü ibretle kâinata bakar. Kalbi derinlere dalarak aldığı manevi zevk içinde yaşar.
Ârifler dünyayı geçici bir hayal olarak görür ve bu sebepten ona bağlanmazlar, Allah’tan başkasını istemezler.
Allah’ı bulan ârifler O’ndan gayrisine karşı dilsiz, sağır ve kördürler.
Ârifin sevgisi marifettir, bu sevgiyle huzur ve rahata erer. Ârif manevi çabasıyla marifetini her gün biraz daha artırır ve böylece Allah’a yaklaşır.
Cüneyd-i Bağdadî Hz. Şeyh Sırrî Sakati’den sordu; “Dün gece nasıl sabahladın?” Sırrı; Allah’ın yanında sabah akşam diye bir şey yoktur.” Diye cevap verdi. Yani ârifler saat, vakit diye bir şey bilmezler. Çünkü onlar her an Allah’ın marifetiyle meşgul ve huzurda kendilerinden geçmişlerdir.
Ârifin kalbi Allah’a dönüş ve varışta sürati şiddetli rüzgârlardan ve göz kamaştırıcı şimşekten daha hızlıdır. Ârifler gördüklerini ve bildiklerini garip ve acayip kelimelerle ifade ederler.
Ârifin iki marifet hali vardır, biri dehşet biri de hayrettir. Bayezid-i Bistami Hz.  Zamanında bir şeyh Hacca giden bir müridine şu tavsiyede bulunmuş; “Mekke yolu üzerinde velîler sultanı olan Bayezid hz. Lerini ziyaret et Selâm ve dualarımızı ona bildirip rıza ve duasını aldıktan sonra Kâbe’ye git” Mürid de Bayezid Hz. Lerini ziyaret etmiş ve şleyhinin selâm ve sözlerini ona iletmiştir. Bayezid Hz. Müride; Şeyhin kimdir? Onun sözlerinden bir kaçını söyle ki ne makamda olduğunu bileyim.”  Mürid şöyle cevap vermiş; “Benim şeyhim der ki “Gök demir yer yaş olsa bir damla yağmur yağmaz, bir tane bitki bitmezse ve bütün insanlar bana bağlı olsa onların rızıklarını tedarik etmekte en ufak bir üzüntüm olmaz ve kalbim asla en ufak bir kaygıya kapılmaz.”
Bunu dinleyen Bayezid Hz. Müride şu karşılığı vermiş. “Senin şeyhin henüz ne arâfi olmuş, ne de Allah’ın zikir ve tevhidini tam olarak bilmiştir.” Bu cevaba üzülen mürid hacdan sonra memleketine dönmüş ve şeyhine Bayezid Hz. Den dinlediklerini aynen söyleyince şeyhi ona; Bayezid Hz. İrfan ve kemâl sahibidir onun sözleri derin bir mana taşır demiş ve hemen Bayezid Hz. Lerine şöyle bir mektup yazmış ve göndermiş.; “Tevekkülde kelamım ve makamım budur. Bu sözümde kusurum nedir? Beni irşad eyle.” Mürşid-i Kâmil Bayezid Hz. Leri de şeyhin mektubuna şu cevabı veriyor ve irşad ediyor; “Benim için ne sema ne de arz vardır. Ne bir damla vardır, ne bir tane vardır, ne evladım vardır ve ne de vücudum vardır.” diye yazar ve Bayezid imzasını atarak mektubu gönderir. Bunu açıp okuyan şeyh irşad olmuş, sevinmiş tevhidin ne olduğunu bilmiş ve nefsinde fenayı (Yokluğu) bulmuştur.
Madde 9 – Cenab-ı Hakkın sıfat-ı selbiyeden (eksik sıfatlardan) münezzeh, kemâl ve sübut sıfatlarıyla muttasıf olduğunu kâinat zerrelerinin hepsi âlemin bütün cüzleri, tüm yaratıkların ve insanoğlunun iş ve halleri O’nun kudret ve tedbiriyle idare edildiğini bildirir.
Ey aziz ehlullah demişlerdir ki Cenab-ı Hakk birdir, ortağı ve benzeri yoktur. Yemek, içmek, giyinmek, uyumak âdetinden doğmaktan ve doğurulmaktan münezzehtir. Yerde ve gökte, solda, sağda, yukarıda, aşağıda değildir. Cihetten ve mekândan münezzehtir. Suretten şekilden, organdan, renkten münezzehtir. Varlığının başı ve sonu yoktur, varlığı kendisindendir başkasından değildir. Korku, keder, hastalık gibi değişikliklerden kısaca bütün eksikliklerden münezzehtir.
Bu âlem yokken O vardı, istese âlemi bir anda yok eder ve yine var eder, O’na hiçbir şeyin gücü yetmez. Her şeye O hükmeder, başkasından zarar ve fayda görmekten münezzehtir. Bütün insanlar Mü’min olsa ve daim ibadet etseler O’na bir fayda vermediği gibi, hepsi kâfir ve kötü olsalar da O’na bir zarar gelmez. Bunlar sıfat-ı selbiyedir ki Allah bunlardan arınmıştır, münezzehtir. (E. İbrahin Hakkı-Marifetullah/Cilt1/s.152-161)