22 Nisan 2012 Pazar

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (21)


20 den devam


- Şöyle bir tez, bir anlayış var. Mu’tezile akılcı idi, yani bugünkü anlamda rasyonellistti, İslam’ı akılcılaştırma vs. gibi görüşleri vardı. Peki bunların saptıkları nokta neydi ve mutedil oldukları, doğru oldukları nokta neydi. Çünkü Kur’an ın müdafaası için ortaya çıkıyorlar. Bir sürü felsefi problemle mücadele ediyorlar onu merak ediyorum.

Ben şahsen Mu’tezile’nin daha sonra böyle suçlanmasının Mu’tezile’ye ve kendi tarihimize, kendi birikimimize hakaret olduğunu düşünürüm. Yani bir tür sadomazoşizm olarak görürüm. Kendi kendine işkence etmekten zevk almak gibi bir psikolojik hastalık. Nefis hastalığı olarak nitelendirmek isterim.

Mutezile tabir caizse bu ümmeti bir fert olarak düşünürsek bu ümmetin aklını temsil eder. Yani bu ümmeti bir fert olarak düşünüp her bir unsuru bir yerini temsil ettiğini varsaymamız lazım. Biz bir unsuru hedef alırken aslında kendi bünyemizdeki bir unsuru hedef aldığımızı unutmayacağız. Keşke Mutezile yaşasaydı. Keşke hiç yok edilmeseydi.

Ha, Mutezile yok mu oldu? Bana sorarsanız Mutezile isim olarak yok oldu fakat ehli sünnet içerisine dahil oldu, ithal oldu, sünnet Mutezile oldu bir parça. Mutezile ehli sünnet oldu. Yani Maturudi ekolünün aslında ortaya çıkış biraz da böyle bir çıkıştır. Onun için daha önce selef müteşabihatı Allah’tan geldiği gibi kabul ederiz bilakeyf. Yani keyfiyeti bizce mechul. Biz bilmeyiz öyledir deriz.

Ama ehli sünnet daha sonra hem de nasıl te’vil etti bunu. İşte Fahrettin Razi’nin tefsirini okuyun. Dolayısıyla Cüveyni’den itibaren Hatta Bakıllani’den itibaren Te’vil edildi ve Mutezilenin yöntemleri, ehli sünnetin yöntemleri haline geldi. Hatta Eş’aride de biz bunu görüyoruz. Muarızlarına ve muhaliflerine karşı çıkarken eski mezhebinden öğrendikleriyle karşı çıkıyor. Kendisi de eski bir Mutezil’idir, o dönemde eserlerde yazmıştır.

- Mutezile’den itizal etmiş yani.

- Evet itizalin itizali. Dolayısıyla Mutezile’ye akılcı, rasyonalist demek haksızlıktır. İslam’da Rasyonalist diyebileceğimiz bazı akımlar olmuş olabilir, fakat Mutezile rasyonalist değil akıllıdır. Rasyoneldir. Yani onların savunduğu akıl, aslında vahyin savunduğu akılla aynıdır.

Bu manada aklı savunurken nakli akla kurban etmediler. Unutmamak lazım. Aklı savunurken nakli savundular aynı zamanda. Çünkü akıl insanın içindeki nakildir. Akıl insana fıtraten verilmiş nakil, Nakil insana dışarıdan indirilmiş akıl. İmam Cafer’e atfedilen sözün biraz bozulmuşu olacak; “Peygamber insanın dışındaki akıldır, akıl insanın içindeki peygamberdir.” Der. Mutezile de aklı yerine koydu.

-Aklı olmayanın dini olmaz. yani

- Evet bugün ehli sünnetin de temel düsturudur ve öyledir de zaten. Kur’an ın istikrai bir okunuşu sonucunda verdiği şey de budur zaten. Onun içim 800. ü aşkın yerde düşünmeye davet eder Kur’an. Dolayısıyla Mutezile’ye Rasyonalist suçlaması çok abartılı ve haksız bir suçlamadır, İslam bünyesinin aklını temsil eder. Seliym aklını. Ama Mutezile içerisinde de gruplar vardır, krikler vardır, uçlar vardır. Bir cübbai ile bir Hayyad aynı değildir.

- Aralarında farklar var yani.

- Tabii ki farklar var.

- Fakat hocam İslam havzasında yetişmiş, ulumi İslam ile hem hal olmuş en akılcı dediğimiz bile batının rasyonalist manasında değil.

- Asla. Niye değil? Bu çok mühim bir nokta.

- Müsaade etmiyor sanki İslam ona.

- O manada akılcı olmayı ben dinden çıkmak olarak görüyorum. Çünkü Hümanist olunmadan rasyonalist olunmaz. Hümanist olmak ne demektir? İnsan hakikatin ölçüsüdür. Parmenides gündeme gelir. Eski Yunan’dan beri böyledir. Yunan- Batı aklında insan her şeyin ölçüsüdür. Allah aşkına bunu söyleyecek bir adamın dinle alakası kalır mı. Mutezile’ye biz bunu söyleseydik Mutezile adamın gözünü oyardı.

- Kafasına tuğlayı geçirirdi..:)

- Hayyad o meşhur reddiyesini İbn. Ravendi’ye yazdığı reddiyeyi boşuna mı yazdı Allah aşkına. Dolayısıyla Bu manada o mantığa, yani akılcılığa karşı en güzel savunma yöntemini yine Mutezile getirmiştir. Yani biz söyleyebilir miyiz Mutezile hümanistti diye, İslam’da böyle Hümaniter bir düşünce var mı ki. O zaman sekülerliği biz icat etmiş oluruz.

- Yani Allah’ın Kriter koyuculuğunun yerine insanı ihdas eden bir anlayış olmaz.

- Yani İnsanı tanrının yerine geçiriyorsunuz. Mutezileyi bununla suçlamak 80 değnek iftira cezası hak eder.

- En pesimizti, en karamsarı bile batıda ki karamsarlık, Albert Camus manasında değil.

- Nihilist değiller. Yani varlığın anlamsızlığına asla hükmetmezler. Çok mühimdir burası Varlığın anlamlılığı ve amaçlılığı yasası ilk yasadır. Yani yer çekimi yasasından eskidir. İlliyyet ve gaiyyet. Anlamlılık ve amaçlılık. Dolayısıyla hiçbir yasa yokken Allah ilk defa anlamlılık ve amaçlılık yasası koydu. Onun için Allah batılla iştigal etmez. Rabbenâ mâ halakte hazâ batılâ (A.İmran/191) Rabbimiz, bunları boş yere yaratmadın. Hak odur işte. Hak, amaçlı yaratmaktır. Bil Hakk. Halâkna, Bil Hakk. Hakk ile yaratmak, amaçlı yaratmaktır. Kur’anda Bil Hakk nerede geliyorsa siz onun karşısına amaçlı ve anlamlı diyebilirsiniz rahatlıkla.

İşte ikincisi de bu. Tefsir ekollerinden Dirayet tefsir usulü. Mutezileye’de böyle bir bölüm açmış olduk.


Devam edecek.
Kaynak Vahyin penceresinden.

21 Nisan 2012 Cumartesi

MESNEVİ SOHBETLERİ – 39 – DÜNYAYA TUTKU


Hz. Mevlana beytinde;

Padişah yolda bir cariye gördü ve canı o cariyenin kulu kölesi oldu.

Hikaye devam ediyor. Padişah olarak tanıtılan Ruh, dünya’ya , maddesel dünyaya yöneldiğinde süslü dünya yaşamını ve ona tabi olan nefsi güzel bir cariye olarak tanımlıyor. Çok güzel bir cariyeye yani nefse tutulunca artık onun kulu kölesi haline geliyor.

Bu günümüzde yaşayan herkesin yaşadığı hastalık değil mi. İnsanlar arasında geniş bir anket yapsanız kaç kişi ahiret güzelliğini Allah’a vasıl olmayı tercih eder ki..! Kur’an da da demiyor muydu;

Zenginlik - mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.. (Kehf/45)

        Yine Hz. Yusuf kıssasını hatırlayın. Ne diyordu Kur’an;

..Rabbinin burhanı olmasaydı (aklı, duygusuna hâkim olmasaydı Yusuf da) ona meyletmiş gitmişti!.. (Yusuf/24)

Yani kısaca insan ruhunun cariyesine, dünyaya olan düşkünlüğü amansız bir tutku. Yüce Allah cümlemize Hz. Yusuf kuluna yardım ettiği gibi bizlere de yardım etsin inşallah.

Her şey gönlünüzce olsun.
 

Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

15 Nisan 2012 Pazar

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (20)









{{{Ek bilgi; KADER RİSÂLELERİ (Hasan El Basri)

1 - Bu kıymetli nüshayı, Yüce Sultanımız, büyük hakan, karaların ve denizlerin hâkimi, Harameyni Şerîfeyn‟in hizmetkârı Sultan b. Sultan es-Sultanu‟l Ğâzî Mahmud Hân sahîh ve şer‟î bir vakıfla vakfetmiştir. Bu nüshayı Harameyni‟ şerîfeyn‟ in müfettiği Ahmed şeyh Zâde kaleme almıştır. Allah, her ikisini de yarlığasın.

2  Abdülmelik b. Mervân‟ın Hasan el-Basrî‟ye Kadere Dair Gönderdiği Mektup;

Rahmân ve Rahîm Olan Allah‟ın Adıyla Abdülmelik b. Mervân‟ın Hasan b. Ebi‟l-Hasan el Basrî‟ye (Allah her ikisine de rahmet etsin) mektubu: Müminlerin Emîri Abdülmelik’ten Hasan b. Ebi’l Hasan’a:

Selâm (esenlik) üzerine olsun… Kendisinden başka İlâh olmayan Allah’a hamd, O’nun kulu ve elçisi Muhammed‟e salât-u selâm olsun

Bundan sonra; senden daha önce geçen âlimlerin hiçbirinden duyulmamış bir tarzda kader üstüne görüş beyân ettiğin Müminlerin Emîri‟ne ulaştı. Biz, kendilerine ulaştığımız sahabeden (Allah onlardan razı olsun) hiçbirinin bu konuyu
senin izah ettiğin gibi anladığını ve hakkında fikir yürüttüğünü bilmiyoruz. Oysa Müminlerin Emîri, senin iyi halini, dindeki faziletini, ilme karşı olan anlayış, istek ve titizliğini bilmektedir

Müminlerin Emîri, (kadere dair) senden aktarılan görüşü beğenmemiş (kabul etmemiş) bulunmaktadır. Bu nedenle bu konudaki fikrini Müminlerin Emîrine yaz Bu iddianda Resulallah (s).ın ashâbından birinin görüşüne mi, kendi fikrine mi ya da Kur'an ın doğruladığı bir hükme mi dayanıyorsun? Biz senden önce bu konuda tartışan veya fikir yürüten bir kimse (nin olduğunu) işitmedik (böyle bir kimseyi tanımıyoruz). Bu nedenle Müminlerin Emîrine bu konudaki görüşünü bildir ve açıkla. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

2 - Hasan el-Basrî.nin Abdülmelik b. Mervân’a Kader’e Dair Gönderdiği Mektup.

Hasan el Basrî, Allah ona rahmet etsin, Abdülmelik b. Mervân’a (cevaben şöyle bir) mektup yazdı: Hasan b. Ebî l-Hasan el-Basrî’den Müminlerin Emîri Abdülmelik'e… Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Müminlerin Emîri! Zâtından başka İlâh olmayan Allah’a hamd ederim.

İmdi; Yüce Allah, Müminlerin Emîrini salâha erdirsin Onu Allah’a itaat ile amel eden, Resûlü (s) ne tâbi olan ve Allah’ın emrettiği şeylere uymakta sürat gösteren idarecilerden kılsın Müminlerin Emîri, Allah onu salâha erdirsin, örnek olan, itimat edilen ve işlerinde kendilerine uyulan geçip gitmiş birçok iyilik ehli insanların birkaçı arasında yer alır.

Ey Müminlerin Emîri! Biz, Allah’ın emriyle amel eden, O’nun hikmetini gözeten ve Resulallah (s) ın Sünneti'ne uyan geçmiş (selef) âlimlerden birçoğuna ulaştık. Onlar gerçeği inkâr etmez, bâtılı hak/gerçek gibi göstermez, Yüce Allah’ın kendi nefsine/Zâtına isnat ettiğinden başka şeyleri O’na isnat etmez ve Allah’ın yaratıklarına karşı Kitabında gösterdiği delillerden başka bir delil getirmezlerdi. Sözleri şüphesiz doğru olan Yüce Allah şöyle buyuruyor:

İnsanları ve cinleri ancak bana ibâdet/kulluk etmeleri için yarattım. Onlardan ne bir rızk, ne de beni beslemelerini istiyorum.” (Zariyat/56-57)

Yüce Allah, kendisine kulluk etmeleri için yarattığı kullarına ibâdet etmelerini emretmiştir. Allah kullarını bir iş için yaratıp, sonra işle onlar arasına girmiş değildir. Zira Yüce Allah; “Kullarına karşı zulmedici değildir.'' Daha önce geçen (selef) âlimlerden hiçbiri bu sözü inkâr etmemiş ve tartışmaya açmamıştır. Çünkü onların hepsi bu konuda tek bir fikir etrafında toplanmış bulunuyorlardı. Onlar, çirkin işleri (münkir) emretmemişlerdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

De ki: şüphesiz Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allahın üzerine mi atıyorsunuz? De ki: Rabbim adâleti emretti.” (A’râf/28-29]

O’nun nehyi (yasakladığı), hayasızlık (fahşâ), çirkin işler (münkir) ve azgınlık (bağy) sayılan şeylere yönelikti.
“O, düşünüp tutasınız diye sizlere öğüt veriyor.
” (Nahl/90)]

Allah’ın Kitabı, her (kalbi) ölmüş olan kimse için hayat, her tür karanlık için aydınlık (nûr) ve her tür cehâlet için de bilgi/ilimdir. Yüce Allah, Kur’an ve Peygamber’den sonra kulların mazeret olarak sunacakları bir hüccet/delil bırakmamıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın. şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir.” (Enfâl/42)]

Ey Müminlerin Emîri! Yüce Allah’ın;

İçinizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için (cehennem elbette bir uyarıcıdır). Herkes kazandığına karşılık bir rehîndir (her nefis kendi kazancına bağlıdır)” (Müddessir/37-38)]

Ayeti üzerinde iyice düşün. Yüce Allah, insanlara kendisiyle ileri gitmek ve geri kalmak isteyecekleri bir güç vermiş; nasıl amellerde bulunacaklarını ve neleri haber vereceklerini görmek için de onları imtihana tabi tutmuştur. gayet mesele, yanlış düşünce sahiplerinin dedikleri gibi olsaydı. Bu durumda insanların ileri gitme ve geri kalma imkânları olmaz; ilerleyenin yaptığı amele karşı mükâfatlandırılması, geride kalanın da (yapması gerekirken) yapmadığı ameller konusunda kınanması söz konusu olmazdı. Çünkü onlar (yanlış görüşte olanlar) a göre, ileri gitme ve geride kalma gücü kendilerinden değildir. Zira bunlar (kendilerinin değil) Rablerinin işidir. Bu durumda (yanlış görüşte olanların bu iddiası doğru olsaydı, Yüce Allah;

Allah, zâlimleri saptırır” (İbrahim/27) ve

Allah onunla ancak fâsıkları saptırır. Onlar Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâki tüm ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir” (Bakara/26-27) demezdi.

Ey Müminlerin Emîri! Yüce Allah’ın;

Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” (Zümer/17-18)

Buyruğunu anlayarak üzerinde iyice düşün. Yine Yüce Allah’ın şu sözünü de dinle:

Eğer kitap ehli iman etselerdi ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naîm cennetlerine koyardık. Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine indirileni (Kur’an ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından bol bol rızık yiyeceklerdi.   (Mâide/65-66)]

Yine Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını yüzlerine açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de onları işledikleri günahlardan dolayı cezaya çarptırdık.” (A’raf/96)

Ey Müminlerin Emîri! Bilmiş ol ki, Allah kullara işleri mecbur kılmamıştır. Fakat şöyle yaparsanız size böyle yaparım, böyle yaparsanız size şöyle yaparım, diyor ve,

Şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse) cehennemde onun azabını bir kat daha arttır” (Sâd/61)

Ayetinde buyurduğu gibi, onlara ancak yaptıkları amellerin karşılığını verir (yaptıkları amellere göre onları cezalandırır veya mükafatlandırır). Fakat Yüce Allah insanlara yolu göstererek onları saptıranın kim olduğunu, (sapan kimselerin ağzından) yine şöyle diyecekler:

Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar bizi yoldan sap-tırdılar” (Ahzâb/67)

Şeklinde aktararak bize açıklamıştır. Yöneticiler ve büyükler, onlara küfrü öneren ve onlar (doğru) yol/hidâyet üzere iken onları saptıranlardır. Zira Yüce Allah;

Biz ona yolu gösterdik; (artık o) ya şükredici olur ya da nankör” [İnsan, 76/3] buyurmuştur.

(Yani kişi) ya bizim ona yol göstermemize ve nimetler vermemize şükreder, ya da nankörlük eder. (Bu hususta Yüce Allah şöyle buyuruyor;

Her kim şükrederse ancak kendisi için şükreder, her kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki, Rabbim her şeyden müstağnîdir, büyük ihsan sahibidir.” (Neml/40)

Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Böylece Firavun kavmini yanlış yola sürükledi ve doğru yola götürmedi.” (Tâhâ/79)

Sen de ey Müminlerin Emîri, Allah’ın dediği gibi, kavmini dalâlete sürükleyenin Firavun olduğunu söyle. Bu konuda Allah’ın sözlerine muhâlefet etme. Allah.ın kendisine izâfe edilmesine razı olduğunun dışında O’na bir şey izâfe etme. Zira O şöyle buyurmuştur:

Bize düşen yalnızca doğru yolu göstermektir. şüphesiz âhiret de dünya da bizimdir.” (Leyl/12-13)

Hidâyet Allah’tan, dalâlet ise kullardandır.

Ey Müminlerin Emîri, Yüce Allah’ın şu âyetlerini de iyice düşün!

Ve bizi hep o mücrimleri (günahkârlar) dalâlete düşürmüştü (saptırmıştı).” (Şuara/99)]

Sâmirî onları dalâlete düşürdü (baştan çıkardı).” (Tâhâ/85)

Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.”(İsrâ/53)

Onu size ancak dilerse Allah getirir ve siz onu aciz bırakacak değilsiniz.” (Hûd/33)

Yani siz, başınıza geldiğinde Allah’ın azabından kurtulacak değilsiniz ve ondan kendinizi de koruyamazsınız. Size azap geldiğinde, sizin için nasihat etsem/öğüt versem de, nasihatimin/öğüdümün size bir faydası olmaz. Nûh (a.s.), kendilerine azap indiğinde ve azabı gördükleri esnada iman etmelerinin kavmine bir yarar sağlamayacağını bilmiştir. Yüce Allah, helâk ettiği kavimlerle ilgili Şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:

Fakat Şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kâfirler ziyana uğramışlardır.” (Mümin/85)

Bu Allah’ın kanunu/yasasıdır. Azap müşahede edildiği vakit, artık yapılan tövbe kabul edilmez. Yüce Allah’ın,

Eğer Allah sizi saptırmak istiyorsa, (ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez). (Çünkü) O sizin Rabbinizdir ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz” (Hûd/34)]

Sözünde vârid olan “ğayy”den maksat “azap”tır. Yüce Allah’ın;

Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler, hevâ ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki “Gayya” vadisini boylayacaklardır)” (Meryem/59)

Ayetindeki “ğayy (ı boylayacaklardır)” sözü, “elîm/şiddetli bir azaba dûçar olacaklardır” anlamındadır. Nitekim Araplar, “Falan kişi bugün ğayy.a atıldı” dediklerinde, bu cümleden emîrin söz konusu kimseyi şiddetli bir şekilde dövdüğünü veya şiddetli bir cezaya çarptırdığını kastederler. Yüce Allah’ın şu âyeti üzerinde de münakaşa etmişlerdir:

Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun gönlünü İslamiyet’e açar. Kimi de sapıklıkta bırakmak isterse, onun da gönlünü darlaştırır, sıkıştırır ve bu adam zorla göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.” [En'âm, 6/125.]

Bu âyeti bilgisizlikleri yüzünden şöyle tevil ettiler: “Yüce Allah Sâlih amel işlemedikleri halde bazı insanların göğüslerini (İslâm’ı kabul etmeye) açmış; bazı insanların da küfür, fısk ve sapıklıkta olmadıkları halde, göğüslerini darlaştırmış ve sıkıştırmıştır. Bu kimselerin, (isteseler dahi), Allah’ın kendilerini mükellef kıldığı dinî yükümlülükleri yerine getirme imkânları yoktur. Bunlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.”

Ey Müminlerin Emîri! Hakikat câhillerin iddia ettikleri gibi değildir Rabbimiz kullarına karşı en merhametli, en âdil ve en kerîm olduğu için, onlara (kullarına) böyle yapmaz. O,

Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendine, işlediği fenâlık yine kendinedir” (Bakara/286)

Buyurmuşken, nasıl kullarına karşı bunu yapar (gücünün yetmeyeceğini yükler)? O, insanları ve cinleri Kendisi'ne ibâdet etsinler diye yaratmıştır. ALLAH kullarına, kendilerine teklif ettiği ibâdetlerin birkaç katını yapabilecek kudrette işitme, görme ve sezme kabiliyeti vermiştir. İnsanlardan her kim emr olunduğu şeyler hususunda itaat ederse, ALLAH, emredilen şeyleri yapan kimsenin, yaptığı iyiliklerinin karşılığı olarak bu dünyada göğsünü İslâm’a açar; ona iyi amelleri yapmayı kolaylaştırır;
küfür, fısk ve isyân gibi fiilleri yapmayı da zorlaştırır.

Büyük olsun küçük olsun, taat bakımından bu mertebeye ulaşan herhangi bir kimse hakkında Allah’ın hükmü böyledir. Yüce ALLAH, tövbe ve itaate güç yetirdiği halde, dünyada kendisine emredilen şeyleri yapmaktan imtinâ edip küfre devam eden kimsenin göğsünü, sanki o kimse göğe yükseliyormuş gibi, daraltır/sıkıştırır. Bütün bunlar, onun bu dünyada irtikap ettiği küfür ve sapıklığının cezasıdır. Tövbe, Allah’ın emrettiği ve insanları davet ettiği bir iştir. Küfür ve fâsıklıkta ileri dereceye varmış olan bir kimse hakkında Allah’ın hükmü yine böyledir.

Ey Müminlerin Emîri! Yüce Allah Kitabında, kullarına rahmet olarak ve onları kabul edilmesini umdukları amellere teşvik etmek üzere “ferahlık” ve “darlığı (sıkıntıyı/stresi)” zikretmiştir. Yüce Allah hikmeti gereği, yapmayı istedikleri amellere yönlendirmek üzere, kullarının göğüslerine ferahlık vermeyi murad etmiştir. Yine hikmeti gereği göğüslere sıkıntı vermeyi de murad etmiş, (fakat) bunu onlara açıklamamıştır. Bunun sebebi, onların (kendilerine sebepleri açıklanmamış olan hususların açıklanması yönündeki) beklentilerinin önünü kesmek içindir. Yoksa onları Kendi rahmet ve fazlından ümitsiz olmaları, durumlarını düzelttikleri takdirde kendi af, mağfiret ve kereminden mahrum etmek için değil. Yüce Allah Kitabında bu hususu beyân ederek şöyle buyuruyor:

Allah’ın rızasını gözetenleri onun (Kitap)la, selâmet yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır Onları doğru yola iletir” (Mâide/16)

Peygamber (s)in sahabelerinden olan geçmiş/önceki Müslümanlar ALLAHın kelâmına bağlıydılar; ondan hiçbir şeyi inkâr etmezlerdi ve onun hakkında tartışmazlardı Çünkü onlar bir tek görüş üzere ittifak etmişlerdi Onunla ne bir gerçeği (hakk) inkâr ederlerdi, ne de bir bâtılı gerçek olarak gösterirlerdi Allah’ın kendi nefsine atfetmediği bir vasfı O’na nispet etmezlerdi Allah’ın yaratıkları aleyhine delil olarak gösterdikleri dışında başka bir delil göstermezlerdi

(Hasan el-Basrî) Müminlerin Emîrine, insanlar kaderi inkâr ettikleri dönemde, bu hususta (kader üstüne) konuştuğunu söyledi Bidatçiler (dinde daha önce olmayan yeni görüşler ileri sürerek dine eklemlemelerde bulunanlar), dinleri hakkında tartışma yaptıklarında, ben onların söyledikleri ve uydurdukları görüşlere karşı aksi yönde Allah’ın Kitabından âyetler zikrettim

(Yine Hasan el-Basrî) Müminlerin Emîri’nin inkâr etmediği, aksine bildiği ve ( Kitap (Kuran) ve Resulallah (sav)ın Sünnetinde bunu tasdîk eden delilleri bildiği şeyleri de zikretti Dolaysıyla ALLAHın Kitabından sonra bu konuya dair şifa verici (doyurucu) deliller Hasanın risâlesinde/mektubunda vardır

Ey Müminlerin Emîri! Yüce ALLAH hidâyetine hidâyet, ilmine ilim katsın ve onu anlayıp inceleyesin diye Hasanın risâlesinden bir nüshayı sana gönderdi Onu anla ve üzerinde iyice düşün Hem kendin ve hem de Müslümanlar için aklın ve görüşünle onunla amel et Risâle/mektup hakkında herhangi bir şüphe yaratma Çünkü bu risâle/mektup, ondaki Allah’ın adâletini kabul edip akleden ve üzerinde iyice düşünenler için gayet açıktır

Bil ki, Hz Peygamber (s)in sahabelerinden ve geçmiş/selef âlimlerinden bilgi elde edenler arasında Hasan kadar Allah’ı bilip tanıyan, O’nun dinini anlayıp algılayan ve Kitabını okuyup tefekkür eden kimse yoktur (kalmamıştır) Bununla birlikte Hasan, düzgün bir hale sahiptir Dinde güvenilir, emîn ve Müslümanların dertleriyle dertlenen biridir Hem âhirette ve hem de dünyada sevabını Yüce Allah’tan bekleyeceğin bir biçimde ona ikramda bulun

Bu mektubun (Risâle'nin) sonudur Yüceler yücesi olan Allah’tan daha büyük ve güç sahibi bulunan hiç kimse yoktur Allah’ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz O’ndan mağfiret diliyorum O’nun hoşuna gitmeyen her tür söz ve amelden tövbe ediyorum Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun O’nun salat ve selamı Efendimiz Hz Muhammed (s), tertemiz ailesi ve ashabının üzerine olsun

(Bu risâle), Yüce Rabbin mağfiretini dileyen fakîr kulu Şemsuddîn el-Kudsî tarafından, Rebîulâhir H 882 senesinde yazılmıştır


Devam edecek.