3 Haziran 2008 Salı

TÜRKÇE İBADET, TÜRKÇE EZAN – 2 –


Türkçe Ezan, Türkçe ibadet konusuna devam ediyoruz. Ne demiştik ? Bu tezi ileri sürenlerin, İslam’ı tanımadıklarını, zihnin vehimleri ile uydurulan birçok batıl hikaye ve hurafelerle içi doldurulup bir DİN kavramı yaratıldığı veya Din kavramına bakış açıları bu tarzda olan kişilerin, İslam Dinini de bunlardan biri gibi kabul ettiklerini yazmıştık. Yani Din kavramı-2 yazımda bahsettiğim felsefi bakış açısı ile Din kavramını değerlendirmek diyebiliriz.
Aslına bakarsanız doğru dürüst araştırıp okuduklarını da sanmıyorum. Öyle olsaydı “Eğer kulumuza kısım kısım indirdiğimiz Kur’an’dan bir şüphede iseniz, Haydi onun ayarından bir sure meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer sıddıksanız bunu yapın. Yok yapamazsınız (ki hiçbir zaman yapamayacaksınız.) (Bakara/ 23) meydan okuma ayetini okumuş olurlar, böyle bir şeye kalkışmanın bile ŞİRK olduğunu, KÜFÜR olduğunu anlamış olurlardı.
Türkçe Ezan ve Türkçe ibadet konusunda o günün yetkililerinin fetva arayışı içine girdiklerini görüyoruz. Halkın ezici bir çoğunluğu Hanefi mezhebinden oluşu, İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hz. erinin de belli bir süre, yani Arapça öğreninceye kadar kısa bir süre farklı bir dille ibadete izin vermesini kendilerine delil olarak aldılar. Halbuki Ebu Hanefi hz. leri daha sonra bu içtihadından vazgeçmiş, diğer müctehidlere katılmıştır (İbnu'l-Humam, Feth, I/201).
Yürütülen çalışmalara baktığımızda 1932 de camilerde okutulan Türkçe Kuran; Cemil Sait’in Kasimiriski’nin Fransızcaya çevirisi yapılmış Kur’an’ın oradan Türkçeye çevirisi olduğunu görüyoruz. Bundan anladığımız esas amacın, Kur’an’ı Türkçeye çevirmek değil, İbadet dilini Türkçeye çevirmek olduğunu anlıyoruz. Çünkü Atatürk’ün emri ile görevlendirilen Elmalılı A. Hamdi Yazır hoca ancak 1935 – 1938 yılları arasında çalışmasını bitirmiştir. Halbuki Camilerde Kur’an’ın Türkçe okutulmaya başlaması 1932 yıllarında başlamıştı.
Bu çalışmaları yapanların İslam dinini gerçekten bilmediklerini Namaz ibadeti ile Duayı karıştırmalarından da anlıyoruz. İkisi birbirinden çok farklıdır. Dua her dilde yapılabilir. Kişinin Allah ile diyalogudur. Namaz ise kişinin Ruhunun ahiret boyutuna hazırlanması, selameti için yapılan bir çalışmadır. Aslına bakarsanız bugün bile dua’yı eksik anlıyoruz. Dua etmeyi; Medine dilencisi gibi elleri açıp Allah’tan “ Bana şunu ver bana bunu ver, şunu şöyle yap bunu böyle yap” der gibi bir pozisyon sanıyoruz.
Yeniden konuya dönersek, İbadet dilinin neden farklı bir dil olamayacağını Prof Dr. Hayrettin Karaman hocam gerekçelerle açıklamış; İslam evrensel bir Din olup, genel anlam taşıyan değiştirilemez şiarları vardır diyor.
1. Besmele,
2. Selam,
3. Dini günler ve bayramlar,
4. Ezan,
5. Kıble,
6. Cuma namazı,
7. Cemaatle namaz,
8. Cami ve minare,
9. Kur'ân-ı Kerim,
11. Hac ibadeti,
12. Peygamber Sünnet'i Gibi İslam’a ait işaret ve semboller umumidir. Hiçbir millete, kişiye özgü değildir, diye gayet net olarak yazmış. Bunu da anlamayacak bir insanı zaten Allah, akli baliğ değil diye sorumlu tutmaz. Gönlünüz ferah olsun.
Allah, Kur’an ı okumayı, anlamayı kolaylaştırdık diyor. Kolayınıza geleni okuyun diyor. Günümüzde birçok canlı şahitleri var ki 5 yaşındaki bir çocuk, tamamını ezberleyip hafız olabiliyor. Sizce bu yeterli değil mi? İllaki kabul etmiyorsanız da o artık sizin seçiminiz olur.
Günümüzde de hala Türkçe ibadet, Türkçe Ezan diye tepinenleri görüyoruz. Kendiler Türkçe ibadet etmişler de kim engellemiş bilmiyorum. Her insanın inancı kendisinedir. Kimse kimsenin inancına karışamaz diyeceksiniz, sonra kalkıp eski MGK genel sekreteri Tuncer Kılıç paşa gibi “Türkçe ibadet olmadıkça irtica sürecek” beyanatları vereceksiniz, Erol Evgin’in okuduğu şiirden sonra “Atatürk bugün olsaydı Türkçe ibadet olurdu” şeklinde ki veciz sözünü, Sn. Necdet Sezer gibi neredeyse ayakta alkışlayacaksınız.
Allah aşkına ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Kime kafa tuttuğunuzun farkında mısınız? Atatürk verdiği emirle tefsir ve çeviri çalışmalarını yürüten A. Hamdi Yazır'ın işini bitirmesini bile beklemediler. Keşke Atatürk sağ olsaydı. Hiç değilse işi bilenlerle çalışır, insanları bir inanç kaosuna sokmazdı.
Hani bir söz vardır bilir misiniz; Cahil ile sohbet zordur bilene, Zira ne gelirse söyler diline. Nasıl anlatmalı bilmem ki. Hani diyorum madem bu kadar meraklısınız, siz bizzat kendiniz bir uygulayın. Yalancıktan da olsa alnınız bir secde görsün, Hayır onu bile yapmazlar. Yapamazlar.
Yalnız bir hususu unutmayalım. Asgari zorunlu Arapça orijinal halinde olması gereken AN; Salat(Namaz) anı, Çağrı olarak Ezanın okunma anı, zikir çalışmasının yapılma an’ını göz önünde bulunduruyoruz.
İbadet yapılan zaman birimini; Bir sanatçının sahnedeki zamanı gibi algılamak gerekir. Sanki Allah’ın karşısındaymış gibi ciddi, uyanık, vakûr olunan, mümin’in miraç anı diye tarif edilen zaman birimini konu ediyoruz. Bu anlar tefekkür yapılan, düşünülen, araştırılan, tartışılan zaman birimi değildir. Sahnedeki sanatçı söyleyeceği parçanın provasını seyircisinin karşısında sahnede yapmaz. Daha önce gereken hazırlığı, çalışmalarını yapmış, elinden gelenin en iyisini sunmak üzere sahneye çıkmıştır artık.
İşte ibadet anı dediğimiz an; Tüm hazırlıklarını yapmış, kendisine tebliğ edildiği şekilde gereğini yerine getirdiği zaman birimidir. İbadet haricindeki tüm zamanlarında bilmesi gerekenleri öğrenmesi, tabii ki bilimin son verileri ile ve anlayacağı, idrak oluşturacağı biçimde olacaktır. Biliyorsa orijinal Arapça ana kaynağından, bilmiyorsa doğruluğuna inandığı güvendiği alimlerin açıklamaları ve çevirilerinden faydalanacaktır. Bunun aksini düşünmek, ibadet dışında da anlamadığı dilde papağan gibi tekrar çalışması, ne akla ne mantığa uygundur.
Şimdilik burada kesiyorum. Bu konuya yine devam edeceğim inşallah.
Her şey gönlünüzce olsun.