Türkçe Ezan, Türkçe ibadet
konusuna devam ediyoruz. Ne demiştik ? Bu tezi ileri sürenlerin, İslam’ı
tanımadıklarını, zihnin vehimleri ile uydurulan birçok batıl hikaye ve
hurafelerle içi doldurulup bir DİN kavramı yaratıldığı veya Din kavramına bakış
açıları bu tarzda olan kişilerin, İslam Dinini de bunlardan biri gibi kabul
ettiklerini yazmıştık. Yani Din kavramı-2 yazımda bahsettiğim felsefi bakış
açısı ile Din kavramını değerlendirmek diyebiliriz.
Aslına bakarsanız doğru dürüst
araştırıp okuduklarını da sanmıyorum. Öyle olsaydı “Eğer kulumuza kısım
kısım indirdiğimiz Kur’an’dan bir şüphede iseniz, Haydi onun ayarından bir sure
meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer
sıddıksanız bunu yapın. Yok yapamazsınız (ki hiçbir zaman yapamayacaksınız.)
(Bakara/ 23) meydan okuma ayetini okumuş olurlar, böyle bir şeye kalkışmanın
bile ŞİRK olduğunu, KÜFÜR olduğunu anlamış olurlardı.
Türkçe Ezan ve Türkçe ibadet
konusunda o günün yetkililerinin fetva arayışı içine girdiklerini görüyoruz.
Halkın ezici bir çoğunluğu Hanefi mezhebinden oluşu, İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hz.
erinin de belli bir süre, yani Arapça öğreninceye kadar kısa bir süre farklı
bir dille ibadete izin vermesini kendilerine delil olarak aldılar. Halbuki Ebu
Hanefi hz. leri daha sonra bu içtihadından vazgeçmiş, diğer müctehidlere
katılmıştır (İbnu'l-Humam, Feth, I/201).
Yürütülen çalışmalara
baktığımızda 1932 de camilerde okutulan Türkçe Kuran; Cemil Sait’in
Kasimiriski’nin Fransızcaya çevirisi yapılmış Kur’an’ın oradan Türkçeye
çevirisi olduğunu görüyoruz. Bundan anladığımız esas amacın, Kur’an’ı Türkçeye
çevirmek değil, İbadet dilini Türkçeye çevirmek olduğunu anlıyoruz. Çünkü
Atatürk’ün emri ile görevlendirilen Elmalılı A. Hamdi Yazır hoca ancak 1935 –
1938 yılları arasında çalışmasını bitirmiştir. Halbuki Camilerde Kur’an’ın
Türkçe okutulmaya başlaması 1932 yıllarında başlamıştı.
Bu çalışmaları yapanların İslam
dinini gerçekten bilmediklerini Namaz ibadeti ile Duayı karıştırmalarından da
anlıyoruz. İkisi birbirinden çok farklıdır. Dua her dilde yapılabilir. Kişinin
Allah ile diyalogudur. Namaz ise kişinin Ruhunun ahiret boyutuna hazırlanması,
selameti için yapılan bir çalışmadır. Aslına bakarsanız bugün bile dua’yı eksik
anlıyoruz. Dua etmeyi; Medine dilencisi gibi elleri açıp Allah’tan “ Bana şunu
ver bana bunu ver, şunu şöyle yap bunu böyle yap” der gibi bir pozisyon
sanıyoruz.
Yeniden konuya dönersek, İbadet
dilinin neden farklı bir dil olamayacağını Prof Dr. Hayrettin Karaman hocam
gerekçelerle açıklamış; İslam evrensel bir Din olup, genel anlam taşıyan
değiştirilemez şiarları vardır diyor.
1. Besmele,
2. Selam,
3. Dini günler ve bayramlar,
4. Ezan,
5. Kıble,
6. Cuma namazı,
7. Cemaatle namaz,
8. Cami ve minare,
9. Kur'ân-ı Kerim,
11. Hac ibadeti,
12. Peygamber Sünnet'i Gibi
İslam’a ait işaret ve semboller umumidir. Hiçbir millete, kişiye özgü değildir,
diye gayet net olarak yazmış. Bunu da anlamayacak bir insanı zaten Allah, akli
baliğ değil diye sorumlu tutmaz. Gönlünüz ferah olsun.
Allah, Kur’an ı okumayı, anlamayı
kolaylaştırdık diyor. Kolayınıza geleni okuyun diyor. Günümüzde birçok canlı
şahitleri var ki 5 yaşındaki bir çocuk, tamamını ezberleyip hafız olabiliyor.
Sizce bu yeterli değil mi? İllaki kabul etmiyorsanız da o artık sizin seçiminiz
olur.
Günümüzde de hala Türkçe ibadet,
Türkçe Ezan diye tepinenleri görüyoruz. Kendiler Türkçe ibadet etmişler de kim
engellemiş bilmiyorum. Her insanın inancı kendisinedir. Kimse kimsenin inancına
karışamaz diyeceksiniz, sonra kalkıp eski MGK genel sekreteri Tuncer Kılıç paşa
gibi “Türkçe ibadet olmadıkça irtica sürecek” beyanatları vereceksiniz,
Erol Evgin’in okuduğu şiirden sonra “Atatürk bugün olsaydı Türkçe ibadet
olurdu” şeklinde ki veciz sözünü, Sn. Necdet Sezer gibi neredeyse ayakta
alkışlayacaksınız.
Allah aşkına ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Kime kafa tuttuğunuzun farkında mısınız? Atatürk verdiği emirle tefsir ve
çeviri çalışmalarını yürüten A. Hamdi Yazır'ın işini bitirmesini bile
beklemediler. Keşke Atatürk sağ olsaydı. Hiç değilse işi bilenlerle çalışır,
insanları bir inanç kaosuna sokmazdı.
Hani bir söz vardır bilir
misiniz; Cahil ile sohbet zordur bilene, Zira ne gelirse söyler diline. Nasıl
anlatmalı bilmem ki. Hani diyorum madem bu kadar meraklısınız, siz bizzat kendiniz bir uygulayın.
Yalancıktan da olsa alnınız bir secde görsün, Hayır onu bile yapmazlar.
Yapamazlar.
Yalnız bir hususu unutmayalım.
Asgari zorunlu Arapça orijinal halinde olması gereken AN; Salat(Namaz) anı,
Çağrı olarak Ezanın okunma anı, zikir çalışmasının yapılma an’ını göz önünde
bulunduruyoruz.
İbadet yapılan zaman birimini;
Bir sanatçının sahnedeki zamanı gibi algılamak gerekir. Sanki Allah’ın
karşısındaymış gibi ciddi, uyanık, vakûr olunan, mümin’in miraç anı diye tarif
edilen zaman birimini konu ediyoruz. Bu anlar tefekkür yapılan, düşünülen,
araştırılan, tartışılan zaman birimi değildir. Sahnedeki sanatçı
söyleyeceği parçanın provasını seyircisinin karşısında sahnede yapmaz. Daha
önce gereken hazırlığı, çalışmalarını yapmış, elinden gelenin en iyisini sunmak
üzere sahneye çıkmıştır artık.
İşte ibadet anı dediğimiz an; Tüm
hazırlıklarını yapmış, kendisine tebliğ edildiği şekilde gereğini yerine
getirdiği zaman birimidir. İbadet haricindeki tüm zamanlarında bilmesi
gerekenleri öğrenmesi, tabii ki bilimin son verileri ile ve anlayacağı, idrak
oluşturacağı biçimde olacaktır. Biliyorsa orijinal Arapça ana kaynağından,
bilmiyorsa doğruluğuna inandığı güvendiği alimlerin açıklamaları ve
çevirilerinden faydalanacaktır. Bunun aksini düşünmek, ibadet dışında da
anlamadığı dilde papağan gibi tekrar çalışması, ne akla ne mantığa uygundur.
Şimdilik burada kesiyorum. Bu konuya
yine devam edeceğim inşallah.
Her şey gönlünüzce olsun.