28 Mayıs 2010 Cuma

KAÇ DÜNYALIYIZ..?

- Hiç düşündünüz mü kararlarımızı yönlendiren, etkileyen kaç dünyamız var?

Ciddi ciddi soruyorum.


- Bizler kaç dünyalıyız?

Yaşadığımız bu dünyanın şartlarına göre mi hareket ediyoruz? Yoksa içimizde bir ahiret dünyasının kabulü var da onu dikkate alarak mı hareket ediyoruz.

İnsan tek dünyalı ise, yani sadece bu dünya var başka dünya yok felsefesine göre hareket ediyorsa iki yüzü vardır. Çünkü Tek dünyası olan en küçük bir kaybında her şeyini kaybedeceğini sanır. Herkesin kendi çıkarını düşündüğünü bildiği içinde duruma göre yüz takınır. Muhatabı sevmediği hoşlanmadığı hatta hiç hazzetmediği biri bile olsa, çıkarı onda ise güler yüz pohpohlamak, iltifat ederek yaklaşır. İşte bu iki yüzlülüktür. Sadece Tek dünyası olanlar içindir.

Bir de iki dünyası olanlar vardır. Yaşadığı bu dünyanın kısa süreli bir dönem olduğunu, asıl yaşayacağı alemin, ahiret alemi olduğunu kabul edenlerdir. Bu tür insanların da iki dünyaları vardır. Fakat tek yüzleri vardır. Çünkü bu dünyadaki kayıplarını değil ebedi dünyasının kayıplarını ön plana alır. Böyle olunca da muhatabına iki yüzlü davranamaz.

İki dünyası olan ümitlidir. Bu dünyadaki kayıpları onu pek fazla etkilemez. Tek dünyası olan ise bir zorluk veya bir kayıpla karşılaştığında ümitsizliğe kapılır. her şeyini kaybedeceğini sanır.

İki dünyalı olan Allah ile ilişkisini sağlam kurmaya çalışır. Kendisi ile, çevresi ile, muhatabı ile, işi ile olan ilişkileri hep onun ilkelerini gözetir. Tek dünyalı kişi ise Allah ile olan ilişkisini önemsemez, kesmeye kalkar. Aklı sıra Allah’a ulaşılamaz, O anlaşılamaz diyerek kendisini kandırır. Kendisine şah damarından bile daha yakın olduğunu dikkate almaz.

İki dünyası olan, her iki dünyasında da ilahi yasaların hüküm sürdüğünü, Allah’ın uzaklarda değil yaşamın bizzat içinde, her an aktif olduğunu bilir, ona göre davranmaya çalışır. Tek dünyalı biri ise Allah’ı kabul ediyor olsa da O’nun uzaklarda, ilgisiz, pasif, Yarattıktan sonra artık ilgilenmeyen biri gibi düşünür. Zaten o yüzden yaşamında kendisine başka ilahlar edinme yoluna girer. Çünkü üstün bir güce inanmak, tabi olmak insanın fıtratında vardır.

İki dünyalı olan muhatabını da aynı konumda gördüğü için elinden geldiğince onun işini kolaylaştırmaya çalışır. Ona kazandıracağı her şeyin kendisine de sevap olarak döneceğini bilir. Tek dünyası olan ise kendisi kaybetmemek için başkasının kazanmasını istemez. Bu nedenle de elinden geldiğince her şeyi zorlaştırmaya çalışır.

Evet. Bu tip özellikleri çoğaltmak mümkün. Şimdi başımızı iki elimizin arasına alıp sakin kafa ile bir düşünelim. Gerçekten iki dünyalı TEK yüzlü birimiyiz, yoksa tek dünyalı İKİ yüzlü birimiyiz. Bu soruya vereceğimiz cevabınızı başkasına değil, kalbinize vermelisiniz. Bu tür soruların cevap anahtarı oradadır çünkü.

Allah hepimizi İKİ DÜNYALI, TEK YÜZLÜ yarattığı kullarından eylesin inşallah.

Cumanız mübarek, her şey gönlünüzce olsun.

14 Mayıs 2010 Cuma

ALLAH NASIL RAZI OLUR?

Bir iyilik gördüğümüzde, yardım aldığımızda genel olarak çok sık kullandığımız teşekkür etmek anlamında kullandığımız bir cümle vardır;

“Allah razı olsun.” Deriz.

Yine bir yakınımıza, dostumuza İbadetlerin amacını anlatırken de kullandığımız nasihat cümlesi;

“İbadetlerinde Allah’ın rızasını amaç edin.” Deriz.

Aynı şekilde bir iyilik yaparken;

“Allah’ın rızasını gözet.” Tavsiyesinde bulunuruz.

Peki Allah insandan nasıl razı olur? Hiç düşündünüz mü?

Şimdi;

“Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat etmektir.” Dediğinizi duyar gibiyim. Tabii haklı olabilirsiniz. Doğru da.

Ben bu açıdan bakmıyorum. Diyorum ki;

“Allah zaten insandan razıdır. Öyle olmasaydı bu kadar zahmete girip mükemmel şekilde yaratıp, ona bu kainatı, sayılamayacak kadar nimetini, Hatta onun için cenneti yaratmazdı. Aman yanlış yapmasın diye kitap ve peygamber göndermez, üzerine titremezdi.” Diyorum.

Bu görüşün yanlış olduğunu kimse iddia edemez değil mi?

O zaman anlaşılıyor ki razı olması gereken Allah’tan ziyade insandır. İnsan Allah’tan razı olduğu takdirde O’na güvenecek, teslim olacak, dikkat ve özenle Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenip kulluğunu yerine getirmeye gayret edecektir. Bu da Kul olarak insanın Allah’tan razı olması demektir değil mi?

İnsanı ve onun her istediğini de yaratan, (ki emir ve yasaklarına karşı çıkış olsa bile,) yerine getiren de o değil mi? (1)

İnsan istemese bile o kadar nimeti, iyiliği veren O,(2)

Hata yapsa bile bir çoğunu rahmeti ile görmezden gelen O, (3)

Her şeyin kolayını gösteren, ağır yük yüklemeyen O, (4)

Ancak hatasında ısrar ederse;

“Ah be kulum bu senin için musibet, beladır ısrar etme tevbe et.”

Diye bekleyen, sonunda da;

“Madem istiyorsun sen bilirsin.” Diye istemese de yaratan O değil mi?

Yapacağı hiçbir iyilik ve kötülüğü unutmadığını. Hesabında her ne varsa ahirette mükafat ve ceza karşılığını vereceğini bildiren de O (5)

Şimdi elinizi vicdanınıza koyup düşünün bakalım. Gerçekten;

“RAZI OLMASI GEREKEN.” kim?

Bana sorarsanız Allah zaten kulundan razı. Asıl razı olması, inanıp güvenmesi gereken insandır. İnsan Allah’tan razı olup kulluğunu titiz bir şekilde yerine getirdiğinde ahirette kendisinden razı olmuş bir Allah bulacaktır. Çünkü zaten istediği de o.

Sonuç olarak lafın gelişi, dil alışkanlığı şeklinde kullandığımız “Allah senden razı olsun.” cümlesini hem kendimize hem muhatabımıza;

İnşallah önce biz Allah’tan razı olalım.” Tavsiye ve nasihatin de bulunalım.

Cumanız mübarek, her şey gönlünüzce olsun.



Not; (1)- Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (Rahman/13)

(2)- Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır. (Saffat 96)

(3)- Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter. (Nisa/79)

(4) - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. (bakara/286)

(5)- Zerre kadar iyilik yapan, onun mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da onun cezasını görecektir.) (Zilzal 7,8)

7 Mayıs 2010 Cuma

KURAN’I ANLAMAK, KURAN’I YAŞAMAK

Kuran’ı anlamak, Kuran’ı yaşamak her müminin idealindeki hayat tarzıdır. Öyle olmalıdır. Yoksa zamanımızda ki gibi mezarlıklarda, mevlitler de, Ramazan mukabelelerinde okumayı kastetmiyorum. Veya siteler arasında hatim okunacak, cüz almak isteyenler bildirsin şeklinde Kuran okunmasını kastetmiyorum. Kuran’ı bir fiil hayatın merkezine koyup her düşünceyi, fikri, Kuranın ışığı ile oluşturup o şekilde yaşamaktan bahsediyorum.

İnancı zayıf olanlar veya hiç inanmayanlar kuranı, eskilerin hikayeleri, zamanı geride kaldı gibi görüşler Kuranı anlamadıklarının delilidir. Kuran hem dünya hem ahiret yaşamının kullanma kılavuzudur. Bu özelliğini Allah Resulü cennette yürümek olarak belirtiyor. Bu nasıl oluyor diye sorulduğunda ;

“Ahirette rabbinin huzuruna giden kula denilecek ki; Yani cennete giren kula, Kuran’ı dünya da okuduğun gibi oku, son durağın son okuduğun ayetin yanındadır. İşte bu cennette yürümektir.” Şeklinde açıklıyor. (Tirmizi)

Bu açıklamadan çıkan sonuç dünyada kuran okuduğumuzda her yaşadığımız nokta Cennet aleminden de bir karşılığı olacak sanki bir durak, bir istasyon gibi varılacak nokta olduğu anlaşılıyor.

Kuran’ı günlük yaşamın bizzat içine koyacak kadar Kuran aşığı insanların da olduğunu değerli kitaplardan özenerek okuyoruz. Bunlardan biri belki çoğumuzun duyduğu bir menkıbe. Kuran la yaşayan kadın.

Abdullah ibn-i Mübarek anlatıyor;

Bir gün hacca gidiyordum, Irak; Suriye topraklarından geçerkenyalnız bir kadına rastladım. Selam verdim, Selamımı söz olarak;

- “Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.” (Ya-sin:58) ayetiyle aldı.


- Buralarda ne yapıyorsun? Diye sordum.

- "Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'raf/186) ayetini okudu...

Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiği soruma ;

- “Bir gece kulunu Mescid-i Haramdan alıp Mesci-i Aksaya götüren Allah'ı tespih ederim." (İsra:1)

Ayetiyle karşılık verdi.


Anladım ki, geçtiğimiz hac mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor.

- Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin? dedim.


- “Allah: Sana işaret, sapasağlam olduğun halde üç gün insanlarla konuşamamandır (yani üç gündür) (Meryem:10) Dedi.

Yiyecek verme teklifinde bulundum.


- ”…Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın” (Bakara:187)
Ayetini okudu.

- İyide Ramazan da değiliz. Dedim.


- ”Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara:158)

Ayetiyle cevap verdi.


- Yolculukta oruç açılabilir, dedim.

- “Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır.” (Bakara:184)

Ayetini okudu.


- Niye benim gibi konuşmadığını sordum.

- “ İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt eden bir melek hazır bulunmasın”. (Kaf:18) Dedi.

- Kimlerdensin? diye sordum.

- “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar." (İsra:36)

Ayetiyle cevap verdi.


- Hata ettim, hakkını helal et. Dedim,

- “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın” (Yusuf:92) dedi.

- Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum.

- "Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.” (Bakara:215) Ayetiyle mukabele etti.

Devemi yanına getirdim, binecekken;

- “(Resulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle.” (Nur:30) Ayetini okudu.

Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı.

- ”Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.” (şura:30) Ayetini mırıldandı.

- ”Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; …” (Enbiya :79)

Ayetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kastetti. Deveye bindi ve;

- “Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren Allah'ı tenzih ve tespih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi." (zuhruf:13

- "Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz." (Zuhruf:13-14)

Ayetlerini okudu. "Haydi!" diye deveyi hızlandırdım.

- “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, …” (Lokman :19) Mukabelesinde bulundu.


Yürürken şiir okumaya başladım.

- “Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun.” (Müzzemmil:20) Dedi.


- Şiir okumak haram değil ki ! Dedim.

- “… Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.” (Bakara :269) Cevabını verdi.

Bir süre gittik. Sonra evli olup olmadığını sordum.

- ”Ey iman edenler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın….” (Maide :101)

Ayetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve

- Kafile içerisinde kimsen var mı? Dedim.

- “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür….” (Kehf:46)

Dedi. Anladım ki, evladı var. İsimlerini sordum.

“…Allah, İbrahim'i dost edinmişti.” !(Nisa:125)

“….Ve Allah Musa ile de konuştu.” (Nisa;164)

"Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl” (Meryem:12) Ayetlerini okudu.

- Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa! Diye kafileye seslendim. Nur yüzlüüç genç

- Buyur!" diye çıkageldi.

- “…. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf:19) Dedi.

Yiyecek gelince bana Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında.

- "Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için denir)." (Hakka:24) Dedi.

Çocuklara,

- Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim.

- Annemiz, ağzından Cenab-ı Allahın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kuranla konuşur.

İbn Mübarek, bu hadiseyi Kuran'da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.


Görüldüğü gibi elimizde insanın konuşmasını bile tamamına yeterli gelecek kadar kapsamlı ve mükemmel bir Kur’an’a sahibiz. Onlar kadar olamasak ta en azından namazda okuduğumuz ayetlerin manalarını düşünüp tefekkür ederek, kendi hal ve davranışlarımızın eksiklerini bulmaya çalışsak inşallah o bile yeterli olabilir diye düşünüyorum.

Allah hepimizi Allah’ı tanıyan, kitabımız Kur’anı anlayıp yaşamak için okuyan kullarından eylesin inşallah.

Herkesin Cuması Mübarek olsun. Her şey gönlünüzce olsun.