28 Aralık 2012 Cuma
TEFVİZNÂME
Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif anı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sen Hakka tevekkül kıl,
Tefviz et ve rahat bul,
Sabreyle ve râzı ol,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Kalbin O'na berk eyle,
Tedbirini terk eyle,
Takdirini derk eyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hallâk-ı Rahim oldur
Rezzâk-ı Kerîm oldur,
Fa'âl-i Hakîm oldur,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Bil Kadi-i hacâtı,
Kıl ana münâcâtı,
Terk eyle murâdâtı,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Bir işi murad etme,
olduysa inad etme,
Haktandir o reddetme,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hakkın olacak işler,
Bostur gam-u tesvişler,
Ol hikmetini işler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hep işleri fâiktır,
Birbirine lâyıktır,
Neylerse muvafıktır,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Dilden gamı dûr eyle,
Rabbinla huzûr eyle,
Tefvîz-i umûr eyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol evde yanma,
Sabret sakın usanma,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Deme şu niçin şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonuna sabreyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hiç kimseye hor bakma,
İncitme gönül yakma,
Sen nefsine yan çikma,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Mü'min işi reng olmaz,
Âkıl huyu ceng olmaz,
Ârif dili teng olmaz,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hoş sabr-i cemîlimdir,
Takdîr kefilimdir,
Allah ki vekilimdir,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Her dilde anın adı,
Her cânda anın yâdı,
Her kuladır imdâdı,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Naçar kalacak yerde,
Negâh açar ol perde,
Dermân eder ol derde,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Her kuluna her ânda,
Geh kahr u geh ihsânda,
Her ânda o bir sânda,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Geh mu'tî u geh mânî,
Geh dâr u geh nâfî,
Geh hâfiz u geh râfî,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Geh abdin eder ârîf,
Geh eymen u geh hâif,
Her kalbi odur sârif,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkunu hoş eyler,
Geh askina dûş eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Geh sâde vü geh rengin,
Geh tâbin eder sengin,
Geh hürrem ü geh gamgin,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Az ye az uyu az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülsenine gel göç,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Bu nâs ile yorulma,
Nefsinle dahî kalma,
Kalbinden ırâg olma,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Geçmisle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hâl ile dahî olma,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Her dem anı zikreyle,
Zirekliği koy şöyle,
Hayrân-i Hak ol söyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Gel hayrete dal bir yol,
Kendin unut anı bul,
Koy gafleti hazır ol,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Her sözde nasîhat var,
Her nesnede ziynet var,
Her işte ganîmet var,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hep remz u işârettir,
Hep gamz u beşârettir,
Hep ayn-ı inâyettir,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Her söyleyeni dinle,
Ol söyleteni anla,
Hoş eyle kabul cânla,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Bil elsine-i halki,
Eklâm-i Hak eyle Hakki,
öğren edeb-u hulku,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Vallâh güzel etmiş,
Billâh güzel etmiş,
Tallâh güzel etmiş,
Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (r.a.)
(Marifetnâme)
26 Eylül 2012 Çarşamba
GAYB NEDİR, NASIL ANLAMALIYIZ
Gayb konusu
herkes gibi bana da ilginç gelen konulardandır. Bunların en gerçekçi ve
tarafsız toplumsal kabul görmüş alimlerimizin görüşlerini derlemeye
çalışacağım. Ama önce Kur’an da gayb konusu ile ilgili Elmalı mealine göre
ayetlere bir göz atalım:
1
- Onlar ki gaybe iman edip namazı
dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Bakara/3)
2 - (Allah): "Ey Âdem, bunlara onları
isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle
onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını
bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim"
dememiş miydim?" dedi. (Bakara/33)
3 -İşte bu, sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp
koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında
değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın. (A.İmran/44)
4 - Allah, müminleri
içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır.
Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden
dilediğini seçip (gaybı bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman
edin. Eğer iman eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükafat
vardır. (A.İmran/179)
5 - De ki: "Size
Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size,
ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De
ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" (En’am/50)
6 - Gaybın
anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde
olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın
karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi
açıklayan Kitap'ta bulunmasın. (En’am/59)
7 - Gökleri ve yeri,
yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye "ol" dediği gün hemen oluverir.
O'nun sözü haktır. "Sûr"a üfürüldüğü gün de mülk ancak O'nundur. O,
gizliyi ve açığı bilendir. O, hikmet sahibi, her şeyden haberdardır. (En’am/73)
8 - De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat
elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim
daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman
edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.
(A’raf/188)
9 - Savaştan dönüp yanlarına geldiğinizde size özür beyan edecekler. De
ki: "Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin
durumunuzdan haberler verdi". Bundan sonra da Allah ve Resulü
yaptıklarınızı görecektir. Daha sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a
döndürüleceksiniz. O vakit O, size neler yapmış olduğunuzu tek tek haber
verecektir. (Tevbe/94)
10 - Bir de "Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!"
diyorlar. De ki: "Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz
bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz." (Yunus20)
11 - Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum
ki. Ben size "Ben bir meleğim." de demiyorum. O sizin kendinize göre,
hor gördükleriniz hakkında "Allah onlara hiçbir hayır vermez." de
demiyorum. Onların içlerindeki niyeti, en iyi Allah bilir. (Bu söylediklerimin
aksini iddia etseydim) asıl o zaman zalimlerden olurdum. (Hud/31)
12 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek yalnızca Allah'a mahsustur. Her iş
O'na döndürülür. Sen yalnızca O'na ibadet et ve yalnızca O'na dayan. Rabbin
yaptıklarınızın hiçbirinden gafil değildir. (Hud/123)
13 - İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar
yapacaklarına karar verip mekir (oyun) yaparlarken sen yanlarında değildin.
(Yusuf/102)
14 - Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden
yücedir. (Ra’d/9)
15 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu
yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz
Allah her şeye kadirdir. (Nahl/77)
16 - De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir."
Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel
işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına
kimseyi ortak etmez. (Kehf/26)
17 - O cennet, Rahmân (olan Allah)ın kullarına görmedikleri halde vadettiği
"Adn" cennetleridir. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.
(Meryem/61)
18 - Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de
titrerler. (Enbiya/49)
19 - Allah, gaybı da, açık olanı da bilir. O, müşriklerin ortak koştukları
şeylerden çok yüce ve münezzehtir. (Mü’minun/92)
20 - De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman
diriltileceklerini de bilmezler. (Neml/65)
21- İşte görüleni de görülmeyeni de
bilen, her şeye gücü yeten, çok merhametli olan O'dur. (Secde/6)
22 - İnkâr edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De
ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka
gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan
daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır."
(Sebe/3)
23 - Halbuki daha önce (dünyada) O'nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba
taş atıyorlardı. (Sebe’/53)
24 - Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır
basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse
bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda
Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf
kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır. (Fatır/18)
25 - Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o,
sinelerin içinde olanları da bilir. (Fatır/38)
26 - Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan
Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli
bir mükafatla müjdele. (Yasin/11)
27 - De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen
Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen
hüküm vereceksin." (Zümer/46)
28 - Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin görülmeyen esrarını bilir. Allah
yaptıklarınızı görür. (Hucurat/18)
29 - Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a
yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan
korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. (Kaf/32-33)
30 - Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar? (Tur/41)
31- Gaybın bilgisi kendi yanındadır da, o mu görüyor? (Necm/35)
32 - Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların
adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz
demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.
Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi
içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. (Hadid/25)
33 - O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni
bilendir. O, esirgeyen bağışlayandır. (Haşr/22)
34 - De ki: "Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi
bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size
(bütün) yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma/8)
35 - Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.
(Teğabün/18)
36 - Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlar var ya, işte onlar için
bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Mülk/18)
37 - Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Kalem/47)
38 - O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. (cin/26)
39 - O, gayb hakkında cimri de değildir. (Tekvir/24)
Evet, Kur’an da geçen ayetler bunlar.
Peki bu gayb konusunda ki hadisler
derseniz o konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum. Çünkü yapılan araştırmalarda
bir çoğunun, -ki bunlar içinde mehdi ve deccal hadisleri, kıyametten haberler
gibileri de var.- uydurma hadis olduğu ortaya çıkmış durumda. Diğerlerinde de
ya sahabenin sözleri Resulallah’ın mış gibi yansıtıldığı, veya tarihsel konular
çarpıtılarak veya ilaveler yapılarak anlamının Kur’an dan uzaklaştığı
görülmektedir. Bu konuda Hikmet Zevyeli’nin yazısı yeterince açıklayıcıdır. (http://www.erdemyolu.com/rivayetlerhadis/gayp-hakkindaki-rivayetler-hadisler-uzerine.html
) Bu nedenle hadis rivayetlerini geçiyorum.
Kur’an konusunda yetkili olarak gördüğümüz
alim ve müfessirlere gelince;
1 - Fahruddin Razi Tefsir-i Kebir’inde;
"O, bütün gaybı bilendir.
O, gaybma, beğenip-seçtiği bir resul müstesna, hiç kimseyi muttali kılmaz.
Çünkü O, onun önünden ve ardından gözetleyiciler (bekçiler) dizer" (Cin,
26-27).
Ayetteki deki "min", harf-i cerri,
"Beğenip seçtiği..." ifadesinin beyaniyesi olup, "Allah, gaybın
bilgisine, ancak beğenip seçtiği bir resulü muttali kılar" demektir.[1][75]
Keşşaf sahibi şöyle der:
"Ayetin bu ifadesinde, "Kerametin bulunmadığına delil vardır. Çünkü
kendilerine keramet nispet edilen kimseler, her ne kadar beğenilip-secilmiş
evliyaullah iseler de, resul değillerdir. Halbuki Allah Teâlâ, gayba muttali
kılmayı, beğenip-seçtikleri arasından sadece peygamberlerine has kılmıştır. Bu
ayette aynı zamanda, kahinliğin, sihirbazlığın, yıldızlardan ahkâm çıkarmanın
geçersiz ve asılsız oluşu da söz konusudur. Çünkü bu işlerle uğraşanlar,
beğenilip-seçilmekten en uzak olup, Allah'ın gazabına en fazla uğrayan
kimselerdir."
Vahidî de şöyle der: "Bu
ayette, yıldızların hayata, Ölüme ve benzeri hadiselere işaret ettiklerini
iddia edenlerin aleyhine bir delil bulunduğu gibi, böyle kimseler Kur'an da ki
hükmü de inkar etmiş olurlar."
Bil ki Vahidî, kerametin ve
Allah Teâlâ'nın velî kullarına, gelecekte olacak bazı hadiseleri ilham yoluyla
haber vermesini mümkün görmüştür. Halbuki ayetin, her iki duruma da, (keramete
de-sihirbaz, kahin ve müneccimlerin yaptıklarına da) nispeti aynıdır.
Şimdi eğer Vahidî bu ayeti,
müneccimleri bu tür hükümler vermekten menetmeye delil kabul ediyorsa, Keşşaf
sahibinin de delil sayması gerekir. Eğer o, bu ayetin veliler için gerçekleşen
ilhamları menetmeye delalet etmediğini iddia ediyorsa, ilm-i nücumun bir takım
şeylere delaletini menetmeye de delil kılmaması gerekir. Fakat ayetin,
yıldızlardan bir takım hükümler çıkarmanın yasaklığına delalet ettiğini
söyleyip; veliler için söz konusu olan ilhamlara delalet etmediğini söylemek
ise keyfi bir hükümdür.
Bana göre,
ayette, bunların dedikleri şeylerin hiçbirine dair herhangi bir delil yoktur.
Bunun delili ise şudur: "Ayetteki "gaybma" ifâdesi, genellik
ifâde eden bir kelime değildir. Dolayısıyla onun ifade ettiği bir tek şeyle
amel etmek (hükmetmek) de yeterli olur. Şu halde Allah Teâiâ'nın, mahlukatını,
gayblardan sadece birine muttali kılmaması kafidir. Biz de bunu kıyametin kopma
vaktine hamlediyoruz. Böylece de ayetten kastedilen, Allah Teâiâ'nın işte bu
gaybı hiç kimseye bildirmeyeceği olmuş olur. Dolayısıyla da ayette, artık
Cenâb-ı Hakk'ın, gaybların dan hiç birini, hiç kimseye bildirmediğine dair bir
delalet kalmaz.
Bu açıklamayı, şu husus da
te'kid eder: Allah Teâlâ bu ayeti, "De ki: Tehdit edile geldiğiniz azabın
yakın mı olduğunu, yoksa Rabbimin ona uzun bir müddet mi belirlediğini
bilemiyorum" (Cin,25) ayetinin hemen peşi sıra getirmiştir. Buna göre bu,
"Ben kıyametin ne zaman kopacağını bilemem" demek olur. Cenâb-ı Hak
daha sonra, yani "Kıyametin kopmasının vakti, Allah Teâiâ'nın hiç kimseye
bildirmediği gaybî bilgilerdendir" buyurmuştur. Velhasıl ayetteki "gaybma" ifadesi, müfred ve muzaf
bir lafızdır. Dolayısıyla bununla amel etme-bundan hüküm çıkarma hususunda, bunu tek bir gayba hamletmek yeterli olur.
Ama bu kelimenin bütün gaybları ifade ettiğini ileri sürmeye gelince, bu
lafızda bu manaya bir delalet yoktur.
Buna göre eğer, "Siz, bunu
kıyametin kopmasının zamanı ile ilgili bir manaya hamlettiğinize göre, bu gaybı
hiçbir peygamberine bildirmediği halde, Cenâb-ı Hak niçin "beğenip-seçtiği bir peygamber müstesna..."
buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Aksine Cenâb-ı Hak, bunu, kıyametin
kopması yaklaştığında açıklayacaktır. Nasıl böyle olmasın ki, çünkü Cenâb-ı
Hak, "Ogün gök, bulutlarla parçalanacak, melekler indirilecek,
indirilecek" (Furkan, 25) buyurmuştur. Meleklerin işte o zaman kıyametin koptuğunu
anlayacaklarında şüphe yoktur.
Hem sonra, ayetteki istisnanın,
müstesnâ-yı munkatî olması da muhtemeldir. Buna göre Hak Teâlâ sanki, önce,
"Gaybı bilen, o belli gaybını, yani, kıyametin ne zaman kopacağını, hiç
kimseye bildirmez" demiş, daha sonra da, "Ancak seçip-beğendiği bir
resul (elçi) hariç. Çünkü onun Önünden ve arkasından, onu, azgın insan ve
cinlerden koruyan muhafız melekler dizilir" demiştir. Zira Hak Teâlâ bu
sözünü, alay ederek ve Allah'ın dinini ve kelamını küçümseyerek, kıyametin ne
zaman kopacağını soranın sorusuna bir cevap olmak üzere getirmiştir.
Bil ki Allah Telâ’nın bu ayetten
kastının, peygamberler hariç, gaybî bilgileri, hiç kimseye haber vermeyeceği
olmadığı kesinkes ortadadır. Bunun delili şunlardır:
1) Tevatüre yakın
kuvvette haberlerle Şakk ve Suteyh'in daha Hz. Muhammed (s.a.s), peygamber
olmazdan önce, onun peygamber olacağını haber veren iki kahin oldukları ve Araplar
içerisinde bu iki şahsın, böylesi şeyleri bilmekle meşhur oldukları sabit
olmuştur. Klsrâ, Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamber olduğu haberini öğrenme
hususunda bu ikisine başvurmuştu. Böylece Allah Telâ’nın bazen peygamber
olmayan kimseleri de bazı gaybî şeylere muttali kıldığı sabit olmuştur.
2) Bütün dinlere mensup
olan herkes, ilm-i nücûm (yıldızlara bakarak hüküm çıkarma)un doğruluğu ve bunu
yapan kimselerin bazen, gelecekte olabilecek hadiseleri haber verdikleri ve
verdikten haberin doğru çıktığı hususunda müttefiktirler.
3) Sultan Sencer b.
Melik, Bağdat dan Horasan'a naklettirdiği bir kahin kadına, gelecekle ilgili
birtakım şeyleri sordu. O da bazı şeyler söyledi. Daha sonra bahsettiği o
hadiseler, kahin kadının söylediğine uygun olarak cereyan etti.
Bu kitabın yazarı, Allah onun
akıbetini cennet etsin, şöyle der: Ben, kelam ve felsefe ilimlerinde, muhakkîk
(derin alim) olan bir takım kimselerle karşılaştım. Bunlar o kadının, bir takım
gaybi şeylerle ilgili tafsilatlı haberler verdiğini ve o şeylerin, bunun haber
verdiği şekilde tahakkuk ettiğini naklettiler. Ebul-Berekftt,
"Kitabu'l-Mu'teber"inde, bu kadından bahsederken, mübalağalı ifade
kullanarak, şöyle demiştir: "Vallahi ben bu kadının durumunu otuz yıl
İnceledim takip ettim. Sonunda onun, gaybî şeyleri gerçeğe uygun olarak haber
verdiğine kesinkes inandım."
4) Biz, bu durumu,
gerçek ilham sahiplerinde de görüp, müşahede etmekteyiz. Hem sonra bu,
evtiyaullaha has olmayıp, sihirbazlar içinde de böyleleri bulunmaktadır. Gaybî
şeyleri bilmedeki payı belli bir derecede olan insanı, her ne kadar pek çok
haberinde yalancı çıksa da, pek çok haberinde de isabetli olduğunu görmekteyiz.
Yine yıldızlara bakılarak çıkarılan hükümleri, her ne kadar bu hükümleri
çıkaranlar, çağında yalancı çıksalar da, hadiselere uygun olduğunu görmekteyiz.
Şimdi bu durum ortada iken, Kur'ân'ın, bunun aksine delalet ettiğini söylemek,
Kur'ân 'ı yaralamaya yol açan şeylerden olur ki Kur'ân ı bu durumda bırakmak
yanlış olur. Böylece gerçek te'vil ve tefsirin, bizim yaptığımız tefsir
olduğunu anlıyoruz. En İyi bilen Allah’tır. (Fahruddin Razi. Tefsir-i Kebir
Mefatihu’l Gayb)”
Açıklamasını getirir.
2. – Elmalılı A. Hamdi Yazır
Kuran dili eserinde;
(Cin/26. O Rabbim bütün gaybı bilir. Gaybın
bağıntılı olanını da bilir, mutlak olanını da bilir.)
GAYB, duygu ve ilimde veya varlık
âleminde hazır olmayan demektir. Birçok şey hadd-i zatında, varlık âleminde,
görünen âlemde hazır olduğu halde birbirlerine göre gaip olur. Mesela bir
kimsenin kalbindeki kendisine göre hazır olduğu halde başkasına göre gayp olur
ve o kalp onun, başkasına göre gaybıdır. Nitekim "Gayba
inanırlar"(Bakara, 2/3) bir mânâca "kalbe inanırlar" diye tefsir
edilmiştir.
Fakat onun ğaybı, mutlak bir gayb
değil, bağıntılı gaybtır. Yani mutlak mânâda gayb değil, başkasına göre
gaybtır. Aslında mevcut ve hazır olduğu için doğrudan doğruya veya işaret ve
izlerinden bilinmek şanıdır.
Allah, henüz varlık âlemine
gelmeyen, işaret ve izleri de bulunmayan ve bazılarına göre gayp olan şeyleri
bildiği gibi, henüz vücuda gelmemiş olanları da bilir. Ona göre gayp yoktur.
Fakat o kendi gaybını, -yani bütün varlıklara göre mutlak gayp olan ve Bâtın
(yani gizlilikleri bilen) isminin ortaya çıktığı yer olan kendi ilmini- kimseye
açmaz. Açık ve kesin şekilde gösterecek kesin bir keşf ile gaybını kimseye
açmaz. Onun için ne insan, ne cin, ne melek ne de bir başka varlık mutlak gaybı
yakînen bilmez.
Böyle olması izafi gayb (göreli
gayb)a dair bazı bilgiler edinilebilmesine aykırı olamayacağı gibi, rüya,
ilham, keramet veya gizli bazı sebeplerle mutlak gayba dair bazı şeyler
sezilebilmesine de aykırı değildir. Bununla beraber bunların hiçbiri zan ve
kuruntudan arınmış tam bir keşf ve ortaya çıkarma mânâsına kesin bir ilim
olamaz. Bundan dolayıdır ki olaylar üzerinde cereyan eden bilimsel araştırma ve
buluşların, delile dayanarak mantıkî neticeler çıkarmanın bile yarın için hükmü
bir kıyastan öte geçemez. Matematiksel bir kesinlik ifade etmez. Dış görünüşe
göre düşünüp fikir yürütmek başka; meydanda, açık olmak yine başkadır. Yüce
Allah henüz vücuda çıkarmamış olduğu gaybını kimseye açmaz, açığa çıkarmaz.
Cinm/27 7. Ancak elçileri içinde
seçip dilediği bir elçi hariç. Dilerse ona gaybından bazı şeyleri açar.
Henüz
varlık âlemine gelmeyen şeyleri açıkça bildirir. Bunlar onun ya elçiliğinin
ilkeleri ve delilleri olan mucizeleri veya yükümlülükleri, hükümleri ve
yaptırımları gibi elçiliğin temelleri ve gayeleriyle ilgili bilgiler olur.
Bu durumda da yine o elçi gaybı
bilmiş olmaz. Kendisine haber verilmiş, bildirilmiş olanı bilir. Onun için o
kıyametin kesinlikle olacağı bildirilmemiş, "De ki, onun ilmi ancak Allah
katındadır." (Ahkaf, 46/23) buyrulmuştur. Fakat o elçi kendisine gayp dan
gösterilen şeylerin, cin ve şeytan işi kuruntu ve hayaller olmayıp da Allah
tarafından bir gerçek olduğunu nasıl bilir?
Bunu açıklamak için buyruluyor ki,
Çünkü Allah o gaybı gösterirken O elçinin önünden ve arkasından, her tarafından
gözetecek bir takım gözetleyici melekler dizer. Onlar, o ilâhî sözler indirilip
açıklanırken ona gizli bir şey karıştırılmaması; cin ve şeytan gibi sokulup
aldatabilecek diğer yaratıklar tarafından bir müdahale ve karışma olmaması için
gözetir, sokulmak isteyenleri yukarda açıklandığı üzere ateşi andırır
kıvılcımlarla yakarlar. Onun için Allah kelâmı, gizli bir noktası kalmaksızın
elçiye açık bir biçimde, korunmuş olarak gelir.
Bu nedenle o sırada cinler,
şeytanlar ona bir şey karıştıramaz. Ancak o gözetleyicilerin dizilişinden
uzaktan uzağa sezer, kulak hırsızlığı türünden bir şey çalmak ve bununla
kahinlik yapmak için sokulmaya çalışırlar. Lakin yanaşıverenler, onları yakacak
bir alev, apaçık bir kıvılcım ve delip geçen parlak ışık ile taşlanıp
uzaklaştırılırlar ki, bu özellik, Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberliğine
mahsus olan şihâb (parlak alev) mucizesidir. (E.A.Hamdi Yazır-Kur’an dili)
Açıklamasını yapıyor.
3 – Büyük Alim Abdulaziz Debbağ Hz.leri;
Allah gaybı bilendir, öyle
ki gaybına kimseyi muttali kılmaz. (Cinn/26)
ve;
Şüphesiz ki, kıyamet saatinin
bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya
dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne
kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki
Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır. (Lokman/34)
Ayeti sorulduğunda Hz. Peygamber
(s.a.s), İbn. Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste:
"Gaybın anahtarları
beştir" buyurarak Lokman sûresinin, "Kıyamet saatinin bilgisi
şüphesiz ki Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir.
Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez.
Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır" mealindeki otuz
dördüncü âyetini okumuştur (M.Ali Nâsıf, et-Tâc, Buharî'den naklen, IV, 282).
Allah sözünde ve peygamber
hadisindeki hasr dan maksat,
kahinleri, gaipten haber verenleri ve cinlerden kendisine uyanları bu hükmün
dışına çıkarmak içindir. Cahil Araplar cinlerle kaynaşıp haber verenlerin gayba
muttali bulunduklarını sanmakta, çoğu da böyle itikat etmektedir. O kadar ki
aralarında ki davayı onlara götürmekte, onların vereceği hükme razı
olmaktadırlar.
Cenab-ı Hakk bu tür itikatların
bozukluğunu gidermek insanların aklına berraklık getirmek ve onları doğru olana
çevirmek için bu ve benzeri ayetler indirdi. Nitekim bu çeşit itikatlara kapı
açan hususları , düşünce dışında meydana geldiği biçimden uzak tuttu da gökleri
sıkı bir muhafaza ve attığı kıvılcımlarla korudu. Şeytanlar ve cinler artık
göklerden haber alamaz oldular.
O halde gayb konusunda ki ilahi
beyandan maksat insanları Hakk üzerine toplamak onları batıldan
uzaklaştırmaktır. Velilerin verdiği haber gösterdiği keramet sadece haktandır,
batıldan gelme değildir Bu bakımdan ayetteki hasr onları hükmün dışına
çıkarmaz.
- Efendim dedim zahir alimlerden
hadisçiler ve başkaları Kur’an da Lokman suresinde geçen muğayyibat’ı hamse gayb
la ilgili beş şeyi Resulallah (S.A.V.) efendimizin bilip bilmediği konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Cevap verdi;
Gayb la ilgili bu beş şey nasıl
Resulallah (S.A.V. efendimize gizli ve meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa
yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi
gerekir. ( Eş-Şeyh Abdulâziz Debbağ – El İbriz-1.c.520 say.)
4 – İbn. Arabi ise bu konuda;
“Bilmelisin ki gayb iki kısma ayrılır.
1 - Birincisi hiçbir zaman bilinmeyendir Bu kısım Hakkın hüviyeti ile
O’nun bizimle ilişkisidir. Bizim O’nunla ilişkimiz ise ilkinin aşağısındadır.
Bu gayb hiçbir zaman bilinmeyecek kısımıdır.
2 - Diğeri izafi gaybdır. İzafi gayb kimine görünürken bazen başka biri
için gayb olarak kalabilir. Bu itibarla kimsenin görmediği bir gayb yoktur.
Bunun en ileri derecesi varlığın kendi dışında ki herkese gayb olan kendini
görebilmesidir. Binaenaleyh her gayb başka birine görünmezken yine de
görülmektedir.
Allah razı olduğu kimselere gaybın bilgisini vermeyi murad edince zan
veya tahmin olmayan bir bilgiyle gaybı öğretir böylece bir insan da Allah’ın
öğretmesi veya O’nun talimine mazhar
olduğuna inanılan birinin öğretmesiyle gaybı öğrenir. Onların dışındakiler gayb
hakkında bilgileri yoktur.
Bu talim peygamber denilen kimse tarafından yapılır. Bu itibarla Allah
ona gaybı –kendisinde tutması için değil- başkasına öğretmesi için öğretir.
Böylece rabbinin katındaki derecesini öğrensin diye, öğretilene göre
peygamberin üstünlüğü tebarüz etsin diye gaybı ona öğretir. Zaten bu üstünlük
mertebe nedeniyle Allah onu Resul diye isimlendirmiştir.
Gaybın bu türü ancak özel yönden (vech-i has) öğrenilebilir. Onu meleğin
veya başka birinin bilmesi mümkün değildir. Onu sadece peygamber bilir.
Peygamberin melek veya başka bir tür olması durumu değiştirmez. Çünkü Allah
gaybına her hangi birinin ulaşamayacağını bildirmiş sadece razı olduğu kimseler
diyerek istisna koymuştur. Bu nedenle razı olunan kişi, -önünden ve ardından
ona zarar verecek kuşkulardan korunmuş bir halde- gözetlenerek yürür.
Bu bilgi kuşkunun sahibinin (kalbine) girme imkanı bulamadığı bilgi
olduğu gibi böyle biri bilgisinde Rabbinde açık delile sahip basiret sahibidir.
Onun başkalarından ayrışmasını sağlayan ve kimsenin ortak olamadığı özel bir
tecrübesi vardır. Birisi ortak olsaydı ona mahsus olmazdı.
Peygamber o bilgiyi birisine öğretmek üzere getirdiğinde ise öğrenen için
bu bilgi gayb bilgisi değildir. Çünkü Allah peygamberi o bilgiye muttali
kılmıştır Başka bir ifade ile böyle bir bilgi o kişi için Allah’ın hiç kimseyi
muttali kılmadığı gayb bilgisi değil, -kim adına meydana gelirse gelsin- özel
yönden meydana gelen bilgidir. Fakat dünyada böyle bir bilgi yoktur. Fakat
ahirette bu bilgi gerçekleşir. Bunun nedeni; Dünya hayatında insan adına
gerçekleşen, bilhassa Allah hakkında ki bütün bilgileri Hz. Muhammed biliyor
olmasıdır. Çünkü Hz. Peygamber önceliklerin ve sonrakilerin bilgisine sahiptir
ve sen de hiç kuşkusuz sonrakilerden birisin.
Allah’a dair olmayan bilgilerde ise bazen insana özel yönden bilgi
verilir. Ve bu özel bilgi ancak kendisinden öğrenilebilir. O kişi bu bilgiyi
öğretmede peygamber mesabesinde dir. Hz. Muhammed’in makamının verdiği şey
budur.
Bu konuda ki fayda Allah’ı bilmeyle ilgilidir. Çünkü bu bilgi bilenin
kendinde ki suretini güzelleştiren bilgidir. Bu itibarla insanın Allah hakkında
ki bilgiyi peygamberden öğrenmesi hususi yönden Allah hakkında değil de
herhangi bir yaratılmış hakkındaki bilgisinden daha faydalı ve değerlidir.
İnsanın değeri Allah hakkındaki bilgisine bağlıdır. O’nun dışında ki varlıkları
bilmeye gelirsek bu bilgi perdeli insanın akıl yürütmeyle elde ettiği nedenlere
bağlı bir bilgidir. Çünkü insaf sahibinin yegâne himmeti Allah hakkında ki
bilgiye yönelmiştir.
Sen de Allah hakkında ki bilgiyi
peygamberden alanlardan olmak üzere çalış ki müşaheden Muhammedi olsun. Çünkü
günümüzde Allah hakkında ki bilgiden (peygamber bilmeden) her hangi bir
yaratılmışa mahsus bilginin bulunmadığını kesin olarak biliyoruz. (İbn. Arabi
Fütûhât-ı Mekkiye C/15-S/37-373)
Şeklinde açıklıyor.
5 – Günümüz araştırmacı alimlerimden Ahmed Hulusi ise;
"İŞTE ONLAR, GAYBA İMAN
EDERLER; NAMAZLARINI İKÂME EDERLER; VE KENDİLERİNE VERDİĞİMİZ RIZIKTAN ALLAH
iÇİN BAĞIŞTA BULUNURLAR...
VE YİNE ONLAR, SANA NÂZİL OLANA VE SENDEN ÖNCE NÂZİL
OLANA İMAN EDERLER; VE ÖLÜMÖTESİ YAŞAMA ÎKAN SAHİBİDİRLER..."
Yukarıda anlamını vermeye
çalıştığımız âyetlerde görüldüğü üzere "korunmak için" en başta
gerekli olan "GAYBA İMAN"dır..
"GAYB" kelimesiyle
bizim beş duyu adını verdiğimiz kesitsel algılama araçlarımızla tespit
edemediğimiz âlemler(boyutlar) ve bu âleme (boyuta) ait varlıklar anlatılır...
Beş duyu dediğimiz kesit tespiti
yapan araçlarımızın kapasitesi dışında kalanları algılayamayan beyin, bunların
tümünü "GAYB" olarak nitelendirir... Beş duyu aracılığıyla ile
değerlendirilebilenlerin adı ise Din dilinde "şehâdet" âlemidir... Ki
bu bizim “madde âlemi (boyutu)” dediğimiz kısımdır...
Madde âlemi, beş duyu verileriyle
kayıtlanmış beynin "varsayım" dünyasıdır... Çünkü gerçekte evren
tümüyle bir ışınsal yapıdır ki; her dalga boyu kesitinden, farklı boyutlar yani
âlemler oluşmuş bulunmaktadır...
Farklı dalga boylarından oluşmuş
katmanlardaki varlıkların her bir türüne göre de içinde bulundukları
âlem(boyut) kendi “MADDE” âlemleridir... Yani "madde âlemi" diye
gerçek ve mutlak tek bir "madde âlemi" olmayıp; her boyut varlığının
kendi katmanı, onun kendi özel "madde âlemini" oluşturmaktadır...
Bu itibarla, "ölüm ötesi" yaşama geçenler dahi,
bir tür "madde âlemi" içinde yaşamaktadırlar...
Keza, "cehennem" ya da
"cennetler"; ya da şu an için “cinlerin” kendi boyutları dahi,
onların algılamalarını sağlayan duyu araçlarına GÖRE "madde
âlemidir"...
Bu olayı giriş bölümümüzde detaylı olarak izah ettiğim için
burada tafsilâta girmeyeceğim. Ancak şu kadarını ifade edeyim ki, insanın bir
düşünsel yapısı vardır; bir de bedeni... Düşünsel yanı olan “bilinç” ya da
“şuur” hiç bir zaman “bedensiz” kalmaz!... Bu beden, biyolojik-fiziksel beden
olabilir; ya da “RUH” adı verilmiş bulunan halogramik ışınsal beden
olabilir....
Netice itibariyle, insan, sonsuza dek, bir bedenle-bilincin
bütünü olarak yaşamına devam eder.
Eski asırlarda, eski asırları
günümüzde seslendirenlerde, çağdaş bilgiler olmadığı için gereksiz
tartışmalarla uğraşılmıştır...
Ölümden sonraki beden, yani
kıyâmette(haşr) tüm insanların toplu olarak bir arada bulunacakları safhadaki
beden, ya da daha sonraki aşamada yaşanacak hayat, bedenli mi bedensiz mi;
“ruh”la mı, “ruh” artı “madde beden”li mi; gibi çağımız bilimi ışığında hiç bir
anlamı olmayan tartışmalar!...
Helikopterin seyyahat aracı olduğu ortamda; kağnı arabasının
tekerleğinin ceviz mi, gürgen mi; ya da altı ortalı mı, sekiz ortalı mı
olmasının tartışılması gibi!... Ya da qurtz teknolojisi kullanılırken, kum
saatinin fazilet ve faydalarından söz etmek gibi...
Madde ve maddeötesinin gerçekte,
tek bir tümel yapının göresel katmanları olduğunu farkedip kavrayan bir kişi
için, bunlardan daha anlamsız soru olamaz!...
Bugünkü algılama aracımıza göre,
şu içinde bulunduğumuz katman "madde"dir!... Bu bedenden ayrılıp
ışınsal bedene geçtiğimiz anda da, o beden yapımıza GÖRE, o katman "madde
olarak algılanacak"tır!...
Durum eğer iyice kavranılırsa,
fark edilecektir ki, biz sonsuza dek, nitelikleri birbirinden farklı da olsa,
her an "madde" âlemleri içinde yaşamımızı sürdüreceğiz!... Bu göresel
"madde" âlemlerine (boyutlarına) ne isim verilirse verilsin!...
Evet, işte şu ana kadar bahsetmiş olduğum algılayamadığımız
boyutlar ve o boyutlara ait tüm varlıklar "GAYB"ın iki türünden biri
olan "GAYB-I MUZAF" sınıfındandır..
"GAYB" ikiye ayrılır;
1-"GAYB-I MUZAF"...
"İzâfi-göresel Gayb"
2-"GAYB-I MUTLAK"...
"Kesinlikle algılanması mümkün olamayan Gayb"
“GAYB-I MUZAF”, izâfi yani
göresel algılanamayanlar, anlamınadır.. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız
hususlar için kullanılır...
“GAYB-I MUTLAK” ile ise sadece
"ALLAH"ın ilmi kastedilir!... Hiç bir yaratılmış, "ALLAH"
ilminde ne vardır, asla bilemez ve bu ilmi kapsayamaz!...
Keza, "ALLAH" Zâtı
itibariyle "Mutlak Gayb"tır!... Bilinmesi, kavranılması, tefekkürü
kesin olanaksızdır!... Hiç bir yaratılmış, O "ZÂTI" algılayamaz!...
Ancak izhar ettiği mânâlar yollu, bu mânâları yaratan şu özelliklere de
sahiptir, denebilir!...
-"GAYBI ANCAK ALLAH BİLİR,
başkası bilmez" denilen gayb, "mutlak gayb"tır!...
"Mutlak Gayb"ın
dışındaki "izâfi gayb" ise, "ALLAH" dilemesi ve takdiri
sonucu olarak bilinebilir... Ve bu biliş, "Allah"ın muradı
doğrultusunda çok yönlü olabilir...
Gerek kerâmet adı verilen yoldan Evliyaullah’ın
"keşif" ve "fetih" sonucu erdikleri; ve gerekse de istidrac
yollu gerçekten sapmış kişilerin bildikleri "algılayamadıklarımız"
hep bu durum sonucudur...
Öte yandan, "göresel
gayb"ın en önemli bölümü, "âhiret" dediğimiz, ölüm ötesi yaşam
boyutudur... Kabir alemi; berzah alemi; mahşer âlemi; sırat süreci; cehennem ve
cennet yaşamları hep bu "göresel gayb" ismi altında mütalâa edilir...
(Ahmed Hulusi-HZ. MUHAMMED NEYİ
"OKU"DU / http://tumkitaplar.org/find/default.asp?KA=0&Sub=1&chk_BKD=&chk_TMK=&chk_HPI=0&txtFind=&cmb_Kitaplar=&SubID=308
)
Bu açıklamalardan görülüyor ki
Gayb konusu hakkında konuşmayı konunun uzmanlarına bırakmak en doğru davranış
olacaktır. Ben Sn. Ahmed Hulusi’nin açıklamalarını daha akla yatkın buluyorum. Tabii ki Allah en doğrusunu bilendir.
Her şey gönlünüzce olsun.
24 Ağustos 2012 Cuma
SODOM VE GOMORRA'NIN BAŞINA GELENLER
Zaman: İÖ 3150-1550
Mekân: Ürdün
Ve Rab Sodom üzerine ve
Gomorra üzerine göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; ve o şehirleri ve bütün
havzayı ve şehirlerde oturanların hepsini ve toprağın nebatını altüst etti.
(TEKVİN 19:24-25)
Sodom ve Gomorra kentlerinin
yıkılması Kitabı Mukaddes'in Eski Ahit kitabında anlatılan en ilginç
hikâyelerden biridir ve aynı hikâye Kur'an da da yinelenmiştir. Başlıca
karakterler en büyük patriyark olan İbrahim ile yeğeni Lût'tur.
Kentler bugün de hâlâ geçerli
olan toprak hakları, eşcinsellik, ardıllık ve aile içi zina gibi ciddi ahlaki
ikilemlerin yükü altındaydılar. Olay Kitabı Mukaddes ahlak kuralları için bir
benzetme olarak görülmüşse de, bu kentlerin ve hikâyede anlatılan olayların
varlıkları konusunda herhangi bir kanıt var mıdır?
KİTABI MUKADDES'İN HİKÂYESİ
Hikâyede İbrahim ile Lût,
Kenan topraklarında çobanlar olarak sürülerini otlatırlar. Hayvanlar çoğalınca
ülke ikisine de yetmez. Bunun üzerine İbrahim ayrılmalarına karar verir ve
gideceği yeri ilk seçme hakkını Lût'a verir. Lût, Şeria Vadisinin bol sulu
ovasını seçer ve "havzanın beş zengin kentinden" biri olan Sodom
yakınlarına yerleşir. Diğer kentler Adma, Tseboim ve Tsoar'dır.
Ancak Sodom erkekleri günahkâr
eşcinsellerdir ve Tanrı eğer pişmanlık getirmedikleri takdirde hepsini yok
edeceği uyarısında bulunmuştur. İbrahim, Tanrı ile suçluların yanı sıra dürüst
insanları da yok etmenin ahlaklılığını tartışır; sonunda Sodom'daki tek dürüst
insanın Lût olduğu anlaşılır.
Lût'u Sodom'u bekleyen felaket
konusunda uyarmak üzere iki melek gönderilir. Sodomlular Lût'un tanrısal
ziyaretçilerini duyunca evine gidip görmek isterler. Kötü Sodomlular'ın
melekleri taciz edeceklerinden korkan Lût, kalabalığa onlar yerine iki bakire
kızını sunar. Melekler kapı önündeki Sodomlular'ı kör edip Lût'a ailesini alıp
kaçmasını söylerler.
Tanrı Sodom ve Gomorra
kentlerine kükürt ve ateş yağdırırken Lût karısı ve iki kızıyla Tsoar kentine
kaçmaya başlar. Ancak yolda Lût'un karısı Tanrı'nın arkasına bakmama emrine
uymayınca bir tuz "direğine" dönüşür. Lût, Tsoar'da kalmaya korkarak
kızlarıyla bir mağaraya sığınır. Kızlar uzun bir tecrit döneminden sonra
kendilerine bir çocuk verip soylarının devamını sağlayacak bir erkek
bulamayacaklarından korkarlar. Bu nedenle babalarını sarhoş edip ne yaptığını
fark edemeyeceği bir sırada iğfal etmeye karar verirler. Bu zina birleşmesinden
iki erkek evlat doğar: Moablılar ve Ammonoğulları kabilelerinin ataları olan
Moab ve Ben-ammi.
Bu hikâyenin herhangi bir
noktasının doğruluğu hakkında elimizde hangi kanıtlar vardır? Lût Gölü
bölgesinde Sodom ve Gomorra hikâyesini doğrulayacak bazı doğal ve jeolojik
olgulara rastlanılmıştır. Ayrıca, son zamanlardaki arkeolojik keşifler de
kutsal kitabın hikâyelerine belirli bir inanılırlık kazandırmaktadır.
Sodom ve Gomorra'nın
yıkılması: 16. yüzyıl başlarında bir Alman Kitabı Mukaddes gobleninden ayrıntı.
OLGULARIN DOĞAL OLARAK MEYDANA
GELMESİ
İki büyük kara kütlesinin
birbirlerinden ayrılması sonucunda Lût Gölü'nde sık sık depremler olur. Tarihi
kayıtlardan başka yerlerde kentlerin geçmişte depremlerle yok olduklarını
biliriz ve eğer bunlar fay hattı üzerindeyseler depremler de daha şiddetli
olur. Aynı jeolojik süreç yeryüzünün en alçak su kütlesini de yaratmıştır.
Deniz yüzeyinin yaklaşık 400
metre altında derin bir vadide yer alan Lût Gölü tuz oranı çok yüksek bir
sudur, tuz yoğunluğu dibe doğru giderek artar ve kıyılarında sık sık tuz
oluşumlarına rastlanır. Bu tuz sütunları kimi zaman bir tesadüf sonucu insan
biçiminde olabilir ve Lût Gölü'ne düşen her şey kısa zamanda tuzla kaplanır ve
gölde bakteriler dışında bitki ve hayvan varlığının yaşamasına engel olur. Bu
nedenle Lût'un karısının tuz sütununa dönüşmesi hikâyesinin böyle bir
olağandışı ama doğal süreçten kaynaklandığını düşünmek güç değildir.
Lût Gölü'nün diğer bir garip
özelliği de zift bakımından zengin olmasıdır ve bu da zaman zaman iri topaklar
ya da petrol birikintileri olarak yüzeye çıkar. Sodom ve Gomorra krallarının
Suriye krallarıyla bir savaş sırasında kaçarlarken "zift kuyularına"
düşmeleri olayı da akla bu durumu getirir (Ve Siddim Vadisi zift kuyuları ile
dolu idi ve Sodom ve Gomorra kralları kaçtılar ve orada düştüler ve geri
kalanlar dağa kaçtılar; (Tekvin 14:10)
Dahası, Lût Gölü kıyılarının
yumuşak kireçli topraklarında yumruk büyüklüğünde kükürt toplarına rastlanır.
Eski Ahit'in Sodom ve Gomorra hikâyesini yazanlar, "kükürt taşı"
adını verdikleri bu alev alan topları mutlaka biliyor olmalıydılar. O nedenle
göklerden yağan ateş yağmurunun kentleri yakıp yıktığı hikâyesi bu garip
nesnelerden kaynaklanmış olabilir.
SODOM VE GOMORRA'YI ARARKEN
Kitabı Mukaddes bilginleri ve
arkeologlar yüz yıldan uzun bir süredir Sodom ve Gomorra kentlerinin bulunduğu
yerleri saptamaya çalışmaktadırlar. İlk önceleri bunların Lût Gölü'nün
kuzeyinde mi yoksa güneyinde mı olduğu tartışılmıştı.
De Saulcy, 1851'de Lût
Gölü'nün kuzeybatısında yaptığı bir araştırmada Eriha ve Kumran'ın kayıp
kentler olduğunu ileri sürdü. 1920'lerde Peder Alexis Mallon'un kuzeydoğu
kıyısındaki Teleylat Ghassul'da yaptığı kazılar büyük bir Kalkolitik Dönem (İÖ
yaklaşık 3600) yerleşim birimini ortaya çıkardı ki, bu daha inanılır bir
alternatif olarak görüldü. Bu önerinin aksayan yanı, çoğu bilimadamlarının
Sodom ve Gomorra hikâyesinin yeraldığına inandıkları Tunç Çağı'nda (İÖ
3150-1550) bu alanda bir yerleşim izine rastlanılmamış olmasıydı.
1896'da bugünkü Şeria'da
Medeba'da 6 ile 7. yüzyıldan kalma bir mozaik harita bulundu. Bu haritada
Lût'un kaçtığı ilk kent olan Tsoar, Lût Gölü'nün güneydoğu uçundaydı. Klasik
tarihçiler Diodorus, Strabon, Joscphus ve Tacitus ve daha sonra ortaçağ Arap
coğrafyacıları Yakut, Mesudi, Mukaddesi ve İbn Abbas bu bölgeyi tarif
etmişlerdi.
William F. Albright, Rahip
Melvin G. Kyle, Peder Alexis Mallon ve diğerleri 1924'te bölgeyi araştırarak
Tsoar'ın yerini doğrulamaya çalıştılar. Tsoar'ın Moab ülkesi olarak saptanması
kendilerini, Kitabı Mukaddes'te Arnon olarak belirlenen Mucip Nehri'nin
güneyini araştırmaya yöneltti. Lisan yarımadasını ve yakınlardaki vadileri
araştırdıktan sonra çağdaş Safi kasabasının eski Tsoar olduğunda karar
kıldılar. Sir John Maundevil de 1322 ile 1356 arasında Safi'yi ziyaret
ettiğinde bu kuramı çok daha önce ileri sürmüştü.
Sodom ve Gomorra'nın
araştırılmasına 1930'larda Lût Gölü'nün güneyindeki sığ havzayı araştıran Le
P.F.M. Abel, F. Frank ve Nelson Glueck katıldılar. Bu tuz kaplı alan Eski
Ahit'in "tuz denizinin yanındaki Siddim vadisi" tanımına uymaktadır
(Bunların hepsi Siddim vadisinde [bir tuz denizidir] birleştiler,-Tekvin 14:3).
Konstantinos Politis
tarafından yapılan son araştırmada Safi'nin gerçekten Tsoar olduğu anlaşıldı ve
tam da Medeba haritasının gösterdiği yerde çıkmıştı.
"Havza şehirleri"nin
(Ve Lût, Havza şehirlerinde oturdu ve Sodom'a doğru çadır kurardı; Tekvin 13:
12} Lût Gölü'nün suları altında kaybolmuş olduğu önerisi ilk kez 4. yüzyıl
hacılarından Egeria tarafından ileri sürülmüştür.
Çok daha sonra 19. yüzyıl
sonlarında William Lynch'in, Albright'ın ve Kyle'ın denizin kuzey ucunda
olduğunu bildirdikleri birkaç küçük ada, günümüzde su altında kalmıştır. Lût
Gölü günümüzde, ABD'nin uzay kuruluşu olan NASA tarafından, uydu fotoğrafları
ve suyun altında da deniz tabanı incelemeleriyle araştırılmaktadır.
Araştırmalar sonucunda ulaşılan genel yargıya göre, Sodom ve Gomorra'nın,
kıyıdan çok, Lût Gölü'nün altında bulunabileceği kuramı kesinlikle inanılır gibi
görünmektedir.
(Solda) Şeria'da Medeba'da
bulunan 6-7. yüzyıl mozaik haritasında Lût'un Tsoar kenti dışında sığındığı yer
gösteriliyor. (Ortada) Bab ed-Drah kazısında Erken Tunç Çağı'na (İÖ yaklaşık
3000) ait yanmış bir yerleşim alanı. (Sağda) Tuzdan oluşmuş Sodom Dağı'nın
(Cebel Usdam) içi. Su, tuzu eriterek bu yüksek mağaraları oluşturuyor.
SON ARKEOLOJİK KANITLAR
Paul Lapp, Walter Rast, Thomas
Shaub ve Burton MacDonald tarafından yakın zamanlarda eski kıyı boylarında ve
Lût Gölü'nün güney havzasının jeolojik fay hatlarında araştırmalar ve kazılar
yapılmıştır.
Araştırmacılar 1970'li ve
80'li yıllarda oralarda bir zamanlar büyük yerleşim alanları olduğunu
keşfetmişlerdir. Bab ed-Drah gibi bazıları Erken Tunç Çağı'nda (İÖ yaklaşık
3000 yılları} yanarak yok olmuşlardır. Bunlar efsanevi "havza
şehirleri" olabilirler mi? 1976'da bu kentlerin Suriye'deki Ebla'da
bulunan Erken Tunç Çağı tabletlerinde yer aldıkları saptanmıştır. Bu keşif,
kentlerin tarihi varlıklarını doğrulamakta mıdır?
Konstantinos Politis
1990'larda Safi yakınlarında Deyr'Ayn'Abata'yı kazmış ve ilk Bizans
Hıristiyanları'nın Lût'un, Sodom ve Gomorra'nın yıkılmasından sonra Kitabı
Mukaddes'te anlatılanlara göre, sığındığı mağara olduğuna inanılan mağaranın
üzerinde inşa edilmiş bir kilise kalıntısı bulmuştur.
Erken ve Orta Tunç çağlan
kalıntılarının bulunması da mağaranın Tekvin hikâyesinin geçtiği söylenen
dönemde iskân edildiğini göstermektedir. Bu arada yakın çevrelerdeki kazılarda
da benzer Orta Tunç Çağı eserlerine rastlanılmıştır.
Eski Ahit aslında bir ahlaki
rehberlik kitabı olarak görülüyorsa da, çağdaş arkeolojik ve jeolojik
keşiflerin Sodom ve Gomorra hikâyesinin yer almış olabileceği fiziki ve tarihi
mekânları doğruluyor olması gayet ilginçtir. (FAZIL
MUSTAFA TAŞÇI- Tarih öğretmeni)
(Aldığım site)
http://www.tarihogretmeni.com/sodomvegomorra.htm
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)