Gayb konusu
herkes gibi bana da ilginç gelen konulardandır. Bunların en gerçekçi ve
tarafsız toplumsal kabul görmüş alimlerimizin görüşlerini derlemeye
çalışacağım. Ama önce Kur’an da gayb konusu ile ilgili Elmalı mealine göre
ayetlere bir göz atalım:
1
- Onlar ki gaybe iman edip namazı
dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Bakara/3)
2 - (Allah): "Ey Âdem, bunlara onları
isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle
onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını
bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim"
dememiş miydim?" dedi. (Bakara/33)
3 -İşte bu, sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp
koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında
değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın. (A.İmran/44)
4 - Allah, müminleri
içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır.
Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden
dilediğini seçip (gaybı bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman
edin. Eğer iman eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükafat
vardır. (A.İmran/179)
5 - De ki: "Size
Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size,
ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De
ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" (En’am/50)
6 - Gaybın
anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde
olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın
karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi
açıklayan Kitap'ta bulunmasın. (En’am/59)
7 - Gökleri ve yeri,
yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye "ol" dediği gün hemen oluverir.
O'nun sözü haktır. "Sûr"a üfürüldüğü gün de mülk ancak O'nundur. O,
gizliyi ve açığı bilendir. O, hikmet sahibi, her şeyden haberdardır. (En’am/73)
8 - De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat
elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim
daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman
edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.
(A’raf/188)
9 - Savaştan dönüp yanlarına geldiğinizde size özür beyan edecekler. De
ki: "Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin
durumunuzdan haberler verdi". Bundan sonra da Allah ve Resulü
yaptıklarınızı görecektir. Daha sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a
döndürüleceksiniz. O vakit O, size neler yapmış olduğunuzu tek tek haber
verecektir. (Tevbe/94)
10 - Bir de "Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!"
diyorlar. De ki: "Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz
bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz." (Yunus20)
11 - Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum
ki. Ben size "Ben bir meleğim." de demiyorum. O sizin kendinize göre,
hor gördükleriniz hakkında "Allah onlara hiçbir hayır vermez." de
demiyorum. Onların içlerindeki niyeti, en iyi Allah bilir. (Bu söylediklerimin
aksini iddia etseydim) asıl o zaman zalimlerden olurdum. (Hud/31)
12 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek yalnızca Allah'a mahsustur. Her iş
O'na döndürülür. Sen yalnızca O'na ibadet et ve yalnızca O'na dayan. Rabbin
yaptıklarınızın hiçbirinden gafil değildir. (Hud/123)
13 - İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar
yapacaklarına karar verip mekir (oyun) yaparlarken sen yanlarında değildin.
(Yusuf/102)
14 - Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden
yücedir. (Ra’d/9)
15 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu
yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz
Allah her şeye kadirdir. (Nahl/77)
16 - De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir."
Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel
işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına
kimseyi ortak etmez. (Kehf/26)
17 - O cennet, Rahmân (olan Allah)ın kullarına görmedikleri halde vadettiği
"Adn" cennetleridir. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.
(Meryem/61)
18 - Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de
titrerler. (Enbiya/49)
19 - Allah, gaybı da, açık olanı da bilir. O, müşriklerin ortak koştukları
şeylerden çok yüce ve münezzehtir. (Mü’minun/92)
20 - De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman
diriltileceklerini de bilmezler. (Neml/65)
21- İşte görüleni de görülmeyeni de
bilen, her şeye gücü yeten, çok merhametli olan O'dur. (Secde/6)
22 - İnkâr edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De
ki: "Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka
gelecektir. O'nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey kaçmaz. Bundan
daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır."
(Sebe/3)
23 - Halbuki daha önce (dünyada) O'nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba
taş atıyorlardı. (Sebe’/53)
24 - Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır
basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse
bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda
Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf
kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır. (Fatır/18)
25 - Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o,
sinelerin içinde olanları da bilir. (Fatır/38)
26 - Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan
Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli
bir mükafatla müjdele. (Yasin/11)
27 - De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen
Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen
hüküm vereceksin." (Zümer/46)
28 - Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin görülmeyen esrarını bilir. Allah
yaptıklarınızı görür. (Hucurat/18)
29 - Onlara denir ki: "İşte size vaad edilen bu cennet, Allah'a
yönelen, O'nun emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman olan Allah'tan
korkan ve O'na yönelen bir kalple gelenlere mahsustur. (Kaf/32-33)
30 - Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar? (Tur/41)
31- Gaybın bilgisi kendi yanındadır da, o mu görüyor? (Necm/35)
32 - Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların
adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz
demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.
Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi
içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. (Hadid/25)
33 - O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni
bilendir. O, esirgeyen bağışlayandır. (Haşr/22)
34 - De ki: "Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi
bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size
(bütün) yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma/8)
35 - Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.
(Teğabün/18)
36 - Fakat daha görmeden Rablerinden korkanlar var ya, işte onlar için
bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Mülk/18)
37 - Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Kalem/47)
38 - O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. (cin/26)
39 - O, gayb hakkında cimri de değildir. (Tekvir/24)
Evet, Kur’an da geçen ayetler bunlar.
Peki bu gayb konusunda ki hadisler
derseniz o konuda sessiz kalmayı tercih ediyorum. Çünkü yapılan araştırmalarda
bir çoğunun, -ki bunlar içinde mehdi ve deccal hadisleri, kıyametten haberler
gibileri de var.- uydurma hadis olduğu ortaya çıkmış durumda. Diğerlerinde de
ya sahabenin sözleri Resulallah’ın mış gibi yansıtıldığı, veya tarihsel konular
çarpıtılarak veya ilaveler yapılarak anlamının Kur’an dan uzaklaştığı
görülmektedir. Bu konuda Hikmet Zevyeli’nin yazısı yeterince açıklayıcıdır. (http://www.erdemyolu.com/rivayetlerhadis/gayp-hakkindaki-rivayetler-hadisler-uzerine.html
) Bu nedenle hadis rivayetlerini geçiyorum.
Kur’an konusunda yetkili olarak gördüğümüz
alim ve müfessirlere gelince;
1 - Fahruddin Razi Tefsir-i Kebir’inde;
"O, bütün gaybı bilendir.
O, gaybma, beğenip-seçtiği bir resul müstesna, hiç kimseyi muttali kılmaz.
Çünkü O, onun önünden ve ardından gözetleyiciler (bekçiler) dizer" (Cin,
26-27).
Ayetteki deki "min", harf-i cerri,
"Beğenip seçtiği..." ifadesinin beyaniyesi olup, "Allah, gaybın
bilgisine, ancak beğenip seçtiği bir resulü muttali kılar" demektir.[1][75]
Keşşaf sahibi şöyle der:
"Ayetin bu ifadesinde, "Kerametin bulunmadığına delil vardır. Çünkü
kendilerine keramet nispet edilen kimseler, her ne kadar beğenilip-secilmiş
evliyaullah iseler de, resul değillerdir. Halbuki Allah Teâlâ, gayba muttali
kılmayı, beğenip-seçtikleri arasından sadece peygamberlerine has kılmıştır. Bu
ayette aynı zamanda, kahinliğin, sihirbazlığın, yıldızlardan ahkâm çıkarmanın
geçersiz ve asılsız oluşu da söz konusudur. Çünkü bu işlerle uğraşanlar,
beğenilip-seçilmekten en uzak olup, Allah'ın gazabına en fazla uğrayan
kimselerdir."
Vahidî de şöyle der: "Bu
ayette, yıldızların hayata, Ölüme ve benzeri hadiselere işaret ettiklerini
iddia edenlerin aleyhine bir delil bulunduğu gibi, böyle kimseler Kur'an da ki
hükmü de inkar etmiş olurlar."
Bil ki Vahidî, kerametin ve
Allah Teâlâ'nın velî kullarına, gelecekte olacak bazı hadiseleri ilham yoluyla
haber vermesini mümkün görmüştür. Halbuki ayetin, her iki duruma da, (keramete
de-sihirbaz, kahin ve müneccimlerin yaptıklarına da) nispeti aynıdır.
Şimdi eğer Vahidî bu ayeti,
müneccimleri bu tür hükümler vermekten menetmeye delil kabul ediyorsa, Keşşaf
sahibinin de delil sayması gerekir. Eğer o, bu ayetin veliler için gerçekleşen
ilhamları menetmeye delalet etmediğini iddia ediyorsa, ilm-i nücumun bir takım
şeylere delaletini menetmeye de delil kılmaması gerekir. Fakat ayetin,
yıldızlardan bir takım hükümler çıkarmanın yasaklığına delalet ettiğini
söyleyip; veliler için söz konusu olan ilhamlara delalet etmediğini söylemek
ise keyfi bir hükümdür.
Bana göre,
ayette, bunların dedikleri şeylerin hiçbirine dair herhangi bir delil yoktur.
Bunun delili ise şudur: "Ayetteki "gaybma" ifâdesi, genellik
ifâde eden bir kelime değildir. Dolayısıyla onun ifade ettiği bir tek şeyle
amel etmek (hükmetmek) de yeterli olur. Şu halde Allah Teâiâ'nın, mahlukatını,
gayblardan sadece birine muttali kılmaması kafidir. Biz de bunu kıyametin kopma
vaktine hamlediyoruz. Böylece de ayetten kastedilen, Allah Teâiâ'nın işte bu
gaybı hiç kimseye bildirmeyeceği olmuş olur. Dolayısıyla da ayette, artık
Cenâb-ı Hakk'ın, gaybların dan hiç birini, hiç kimseye bildirmediğine dair bir
delalet kalmaz.
Bu açıklamayı, şu husus da
te'kid eder: Allah Teâlâ bu ayeti, "De ki: Tehdit edile geldiğiniz azabın
yakın mı olduğunu, yoksa Rabbimin ona uzun bir müddet mi belirlediğini
bilemiyorum" (Cin,25) ayetinin hemen peşi sıra getirmiştir. Buna göre bu,
"Ben kıyametin ne zaman kopacağını bilemem" demek olur. Cenâb-ı Hak
daha sonra, yani "Kıyametin kopmasının vakti, Allah Teâiâ'nın hiç kimseye
bildirmediği gaybî bilgilerdendir" buyurmuştur. Velhasıl ayetteki "gaybma" ifadesi, müfred ve muzaf
bir lafızdır. Dolayısıyla bununla amel etme-bundan hüküm çıkarma hususunda, bunu tek bir gayba hamletmek yeterli olur.
Ama bu kelimenin bütün gaybları ifade ettiğini ileri sürmeye gelince, bu
lafızda bu manaya bir delalet yoktur.
Buna göre eğer, "Siz, bunu
kıyametin kopmasının zamanı ile ilgili bir manaya hamlettiğinize göre, bu gaybı
hiçbir peygamberine bildirmediği halde, Cenâb-ı Hak niçin "beğenip-seçtiği bir peygamber müstesna..."
buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Aksine Cenâb-ı Hak, bunu, kıyametin
kopması yaklaştığında açıklayacaktır. Nasıl böyle olmasın ki, çünkü Cenâb-ı
Hak, "Ogün gök, bulutlarla parçalanacak, melekler indirilecek,
indirilecek" (Furkan, 25) buyurmuştur. Meleklerin işte o zaman kıyametin koptuğunu
anlayacaklarında şüphe yoktur.
Hem sonra, ayetteki istisnanın,
müstesnâ-yı munkatî olması da muhtemeldir. Buna göre Hak Teâlâ sanki, önce,
"Gaybı bilen, o belli gaybını, yani, kıyametin ne zaman kopacağını, hiç
kimseye bildirmez" demiş, daha sonra da, "Ancak seçip-beğendiği bir
resul (elçi) hariç. Çünkü onun Önünden ve arkasından, onu, azgın insan ve
cinlerden koruyan muhafız melekler dizilir" demiştir. Zira Hak Teâlâ bu
sözünü, alay ederek ve Allah'ın dinini ve kelamını küçümseyerek, kıyametin ne
zaman kopacağını soranın sorusuna bir cevap olmak üzere getirmiştir.
Bil ki Allah Telâ’nın bu ayetten
kastının, peygamberler hariç, gaybî bilgileri, hiç kimseye haber vermeyeceği
olmadığı kesinkes ortadadır. Bunun delili şunlardır:
1) Tevatüre yakın
kuvvette haberlerle Şakk ve Suteyh'in daha Hz. Muhammed (s.a.s), peygamber
olmazdan önce, onun peygamber olacağını haber veren iki kahin oldukları ve Araplar
içerisinde bu iki şahsın, böylesi şeyleri bilmekle meşhur oldukları sabit
olmuştur. Klsrâ, Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamber olduğu haberini öğrenme
hususunda bu ikisine başvurmuştu. Böylece Allah Telâ’nın bazen peygamber
olmayan kimseleri de bazı gaybî şeylere muttali kıldığı sabit olmuştur.
2) Bütün dinlere mensup
olan herkes, ilm-i nücûm (yıldızlara bakarak hüküm çıkarma)un doğruluğu ve bunu
yapan kimselerin bazen, gelecekte olabilecek hadiseleri haber verdikleri ve
verdikten haberin doğru çıktığı hususunda müttefiktirler.
3) Sultan Sencer b.
Melik, Bağdat dan Horasan'a naklettirdiği bir kahin kadına, gelecekle ilgili
birtakım şeyleri sordu. O da bazı şeyler söyledi. Daha sonra bahsettiği o
hadiseler, kahin kadının söylediğine uygun olarak cereyan etti.
Bu kitabın yazarı, Allah onun
akıbetini cennet etsin, şöyle der: Ben, kelam ve felsefe ilimlerinde, muhakkîk
(derin alim) olan bir takım kimselerle karşılaştım. Bunlar o kadının, bir takım
gaybi şeylerle ilgili tafsilatlı haberler verdiğini ve o şeylerin, bunun haber
verdiği şekilde tahakkuk ettiğini naklettiler. Ebul-Berekftt,
"Kitabu'l-Mu'teber"inde, bu kadından bahsederken, mübalağalı ifade
kullanarak, şöyle demiştir: "Vallahi ben bu kadının durumunu otuz yıl
İnceledim takip ettim. Sonunda onun, gaybî şeyleri gerçeğe uygun olarak haber
verdiğine kesinkes inandım."
4) Biz, bu durumu,
gerçek ilham sahiplerinde de görüp, müşahede etmekteyiz. Hem sonra bu,
evtiyaullaha has olmayıp, sihirbazlar içinde de böyleleri bulunmaktadır. Gaybî
şeyleri bilmedeki payı belli bir derecede olan insanı, her ne kadar pek çok
haberinde yalancı çıksa da, pek çok haberinde de isabetli olduğunu görmekteyiz.
Yine yıldızlara bakılarak çıkarılan hükümleri, her ne kadar bu hükümleri
çıkaranlar, çağında yalancı çıksalar da, hadiselere uygun olduğunu görmekteyiz.
Şimdi bu durum ortada iken, Kur'ân'ın, bunun aksine delalet ettiğini söylemek,
Kur'ân 'ı yaralamaya yol açan şeylerden olur ki Kur'ân ı bu durumda bırakmak
yanlış olur. Böylece gerçek te'vil ve tefsirin, bizim yaptığımız tefsir
olduğunu anlıyoruz. En İyi bilen Allah’tır. (Fahruddin Razi. Tefsir-i Kebir
Mefatihu’l Gayb)”
Açıklamasını getirir.
2. – Elmalılı A. Hamdi Yazır
Kuran dili eserinde;
(Cin/26. O Rabbim bütün gaybı bilir. Gaybın
bağıntılı olanını da bilir, mutlak olanını da bilir.)
GAYB, duygu ve ilimde veya varlık
âleminde hazır olmayan demektir. Birçok şey hadd-i zatında, varlık âleminde,
görünen âlemde hazır olduğu halde birbirlerine göre gaip olur. Mesela bir
kimsenin kalbindeki kendisine göre hazır olduğu halde başkasına göre gayp olur
ve o kalp onun, başkasına göre gaybıdır. Nitekim "Gayba
inanırlar"(Bakara, 2/3) bir mânâca "kalbe inanırlar" diye tefsir
edilmiştir.
Fakat onun ğaybı, mutlak bir gayb
değil, bağıntılı gaybtır. Yani mutlak mânâda gayb değil, başkasına göre
gaybtır. Aslında mevcut ve hazır olduğu için doğrudan doğruya veya işaret ve
izlerinden bilinmek şanıdır.
Allah, henüz varlık âlemine
gelmeyen, işaret ve izleri de bulunmayan ve bazılarına göre gayp olan şeyleri
bildiği gibi, henüz vücuda gelmemiş olanları da bilir. Ona göre gayp yoktur.
Fakat o kendi gaybını, -yani bütün varlıklara göre mutlak gayp olan ve Bâtın
(yani gizlilikleri bilen) isminin ortaya çıktığı yer olan kendi ilmini- kimseye
açmaz. Açık ve kesin şekilde gösterecek kesin bir keşf ile gaybını kimseye
açmaz. Onun için ne insan, ne cin, ne melek ne de bir başka varlık mutlak gaybı
yakînen bilmez.
Böyle olması izafi gayb (göreli
gayb)a dair bazı bilgiler edinilebilmesine aykırı olamayacağı gibi, rüya,
ilham, keramet veya gizli bazı sebeplerle mutlak gayba dair bazı şeyler
sezilebilmesine de aykırı değildir. Bununla beraber bunların hiçbiri zan ve
kuruntudan arınmış tam bir keşf ve ortaya çıkarma mânâsına kesin bir ilim
olamaz. Bundan dolayıdır ki olaylar üzerinde cereyan eden bilimsel araştırma ve
buluşların, delile dayanarak mantıkî neticeler çıkarmanın bile yarın için hükmü
bir kıyastan öte geçemez. Matematiksel bir kesinlik ifade etmez. Dış görünüşe
göre düşünüp fikir yürütmek başka; meydanda, açık olmak yine başkadır. Yüce
Allah henüz vücuda çıkarmamış olduğu gaybını kimseye açmaz, açığa çıkarmaz.
Cinm/27 7. Ancak elçileri içinde
seçip dilediği bir elçi hariç. Dilerse ona gaybından bazı şeyleri açar.
Henüz
varlık âlemine gelmeyen şeyleri açıkça bildirir. Bunlar onun ya elçiliğinin
ilkeleri ve delilleri olan mucizeleri veya yükümlülükleri, hükümleri ve
yaptırımları gibi elçiliğin temelleri ve gayeleriyle ilgili bilgiler olur.
Bu durumda da yine o elçi gaybı
bilmiş olmaz. Kendisine haber verilmiş, bildirilmiş olanı bilir. Onun için o
kıyametin kesinlikle olacağı bildirilmemiş, "De ki, onun ilmi ancak Allah
katındadır." (Ahkaf, 46/23) buyrulmuştur. Fakat o elçi kendisine gayp dan
gösterilen şeylerin, cin ve şeytan işi kuruntu ve hayaller olmayıp da Allah
tarafından bir gerçek olduğunu nasıl bilir?
Bunu açıklamak için buyruluyor ki,
Çünkü Allah o gaybı gösterirken O elçinin önünden ve arkasından, her tarafından
gözetecek bir takım gözetleyici melekler dizer. Onlar, o ilâhî sözler indirilip
açıklanırken ona gizli bir şey karıştırılmaması; cin ve şeytan gibi sokulup
aldatabilecek diğer yaratıklar tarafından bir müdahale ve karışma olmaması için
gözetir, sokulmak isteyenleri yukarda açıklandığı üzere ateşi andırır
kıvılcımlarla yakarlar. Onun için Allah kelâmı, gizli bir noktası kalmaksızın
elçiye açık bir biçimde, korunmuş olarak gelir.
Bu nedenle o sırada cinler,
şeytanlar ona bir şey karıştıramaz. Ancak o gözetleyicilerin dizilişinden
uzaktan uzağa sezer, kulak hırsızlığı türünden bir şey çalmak ve bununla
kahinlik yapmak için sokulmaya çalışırlar. Lakin yanaşıverenler, onları yakacak
bir alev, apaçık bir kıvılcım ve delip geçen parlak ışık ile taşlanıp
uzaklaştırılırlar ki, bu özellik, Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberliğine
mahsus olan şihâb (parlak alev) mucizesidir. (E.A.Hamdi Yazır-Kur’an dili)
Açıklamasını yapıyor.
3 – Büyük Alim Abdulaziz Debbağ Hz.leri;
Allah gaybı bilendir, öyle
ki gaybına kimseyi muttali kılmaz. (Cinn/26)
ve;
Şüphesiz ki, kıyamet saatinin
bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya
dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne
kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki
Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır. (Lokman/34)
Ayeti sorulduğunda Hz. Peygamber
(s.a.s), İbn. Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste:
"Gaybın anahtarları
beştir" buyurarak Lokman sûresinin, "Kıyamet saatinin bilgisi
şüphesiz ki Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir.
Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez.
Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır" mealindeki otuz
dördüncü âyetini okumuştur (M.Ali Nâsıf, et-Tâc, Buharî'den naklen, IV, 282).
Allah sözünde ve peygamber
hadisindeki hasr dan maksat,
kahinleri, gaipten haber verenleri ve cinlerden kendisine uyanları bu hükmün
dışına çıkarmak içindir. Cahil Araplar cinlerle kaynaşıp haber verenlerin gayba
muttali bulunduklarını sanmakta, çoğu da böyle itikat etmektedir. O kadar ki
aralarında ki davayı onlara götürmekte, onların vereceği hükme razı
olmaktadırlar.
Cenab-ı Hakk bu tür itikatların
bozukluğunu gidermek insanların aklına berraklık getirmek ve onları doğru olana
çevirmek için bu ve benzeri ayetler indirdi. Nitekim bu çeşit itikatlara kapı
açan hususları , düşünce dışında meydana geldiği biçimden uzak tuttu da gökleri
sıkı bir muhafaza ve attığı kıvılcımlarla korudu. Şeytanlar ve cinler artık
göklerden haber alamaz oldular.
O halde gayb konusunda ki ilahi
beyandan maksat insanları Hakk üzerine toplamak onları batıldan
uzaklaştırmaktır. Velilerin verdiği haber gösterdiği keramet sadece haktandır,
batıldan gelme değildir Bu bakımdan ayetteki hasr onları hükmün dışına
çıkarmaz.
- Efendim dedim zahir alimlerden
hadisçiler ve başkaları Kur’an da Lokman suresinde geçen muğayyibat’ı hamse gayb
la ilgili beş şeyi Resulallah (S.A.V.) efendimizin bilip bilmediği konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Cevap verdi;
Gayb la ilgili bu beş şey nasıl
Resulallah (S.A.V. efendimize gizli ve meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa
yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi
gerekir. ( Eş-Şeyh Abdulâziz Debbağ – El İbriz-1.c.520 say.)
4 – İbn. Arabi ise bu konuda;
“Bilmelisin ki gayb iki kısma ayrılır.
1 - Birincisi hiçbir zaman bilinmeyendir Bu kısım Hakkın hüviyeti ile
O’nun bizimle ilişkisidir. Bizim O’nunla ilişkimiz ise ilkinin aşağısındadır.
Bu gayb hiçbir zaman bilinmeyecek kısımıdır.
2 - Diğeri izafi gaybdır. İzafi gayb kimine görünürken bazen başka biri
için gayb olarak kalabilir. Bu itibarla kimsenin görmediği bir gayb yoktur.
Bunun en ileri derecesi varlığın kendi dışında ki herkese gayb olan kendini
görebilmesidir. Binaenaleyh her gayb başka birine görünmezken yine de
görülmektedir.
Allah razı olduğu kimselere gaybın bilgisini vermeyi murad edince zan
veya tahmin olmayan bir bilgiyle gaybı öğretir böylece bir insan da Allah’ın
öğretmesi veya O’nun talimine mazhar
olduğuna inanılan birinin öğretmesiyle gaybı öğrenir. Onların dışındakiler gayb
hakkında bilgileri yoktur.
Bu talim peygamber denilen kimse tarafından yapılır. Bu itibarla Allah
ona gaybı –kendisinde tutması için değil- başkasına öğretmesi için öğretir.
Böylece rabbinin katındaki derecesini öğrensin diye, öğretilene göre
peygamberin üstünlüğü tebarüz etsin diye gaybı ona öğretir. Zaten bu üstünlük
mertebe nedeniyle Allah onu Resul diye isimlendirmiştir.
Gaybın bu türü ancak özel yönden (vech-i has) öğrenilebilir. Onu meleğin
veya başka birinin bilmesi mümkün değildir. Onu sadece peygamber bilir.
Peygamberin melek veya başka bir tür olması durumu değiştirmez. Çünkü Allah
gaybına her hangi birinin ulaşamayacağını bildirmiş sadece razı olduğu kimseler
diyerek istisna koymuştur. Bu nedenle razı olunan kişi, -önünden ve ardından
ona zarar verecek kuşkulardan korunmuş bir halde- gözetlenerek yürür.
Bu bilgi kuşkunun sahibinin (kalbine) girme imkanı bulamadığı bilgi
olduğu gibi böyle biri bilgisinde Rabbinde açık delile sahip basiret sahibidir.
Onun başkalarından ayrışmasını sağlayan ve kimsenin ortak olamadığı özel bir
tecrübesi vardır. Birisi ortak olsaydı ona mahsus olmazdı.
Peygamber o bilgiyi birisine öğretmek üzere getirdiğinde ise öğrenen için
bu bilgi gayb bilgisi değildir. Çünkü Allah peygamberi o bilgiye muttali
kılmıştır Başka bir ifade ile böyle bir bilgi o kişi için Allah’ın hiç kimseyi
muttali kılmadığı gayb bilgisi değil, -kim adına meydana gelirse gelsin- özel
yönden meydana gelen bilgidir. Fakat dünyada böyle bir bilgi yoktur. Fakat
ahirette bu bilgi gerçekleşir. Bunun nedeni; Dünya hayatında insan adına
gerçekleşen, bilhassa Allah hakkında ki bütün bilgileri Hz. Muhammed biliyor
olmasıdır. Çünkü Hz. Peygamber önceliklerin ve sonrakilerin bilgisine sahiptir
ve sen de hiç kuşkusuz sonrakilerden birisin.
Allah’a dair olmayan bilgilerde ise bazen insana özel yönden bilgi
verilir. Ve bu özel bilgi ancak kendisinden öğrenilebilir. O kişi bu bilgiyi
öğretmede peygamber mesabesinde dir. Hz. Muhammed’in makamının verdiği şey
budur.
Bu konuda ki fayda Allah’ı bilmeyle ilgilidir. Çünkü bu bilgi bilenin
kendinde ki suretini güzelleştiren bilgidir. Bu itibarla insanın Allah hakkında
ki bilgiyi peygamberden öğrenmesi hususi yönden Allah hakkında değil de
herhangi bir yaratılmış hakkındaki bilgisinden daha faydalı ve değerlidir.
İnsanın değeri Allah hakkındaki bilgisine bağlıdır. O’nun dışında ki varlıkları
bilmeye gelirsek bu bilgi perdeli insanın akıl yürütmeyle elde ettiği nedenlere
bağlı bir bilgidir. Çünkü insaf sahibinin yegâne himmeti Allah hakkında ki
bilgiye yönelmiştir.
Sen de Allah hakkında ki bilgiyi
peygamberden alanlardan olmak üzere çalış ki müşaheden Muhammedi olsun. Çünkü
günümüzde Allah hakkında ki bilgiden (peygamber bilmeden) her hangi bir
yaratılmışa mahsus bilginin bulunmadığını kesin olarak biliyoruz. (İbn. Arabi
Fütûhât-ı Mekkiye C/15-S/37-373)
Şeklinde açıklıyor.
5 – Günümüz araştırmacı alimlerimden Ahmed Hulusi ise;
"İŞTE ONLAR, GAYBA İMAN
EDERLER; NAMAZLARINI İKÂME EDERLER; VE KENDİLERİNE VERDİĞİMİZ RIZIKTAN ALLAH
iÇİN BAĞIŞTA BULUNURLAR...
VE YİNE ONLAR, SANA NÂZİL OLANA VE SENDEN ÖNCE NÂZİL
OLANA İMAN EDERLER; VE ÖLÜMÖTESİ YAŞAMA ÎKAN SAHİBİDİRLER..."
Yukarıda anlamını vermeye
çalıştığımız âyetlerde görüldüğü üzere "korunmak için" en başta
gerekli olan "GAYBA İMAN"dır..
"GAYB" kelimesiyle
bizim beş duyu adını verdiğimiz kesitsel algılama araçlarımızla tespit
edemediğimiz âlemler(boyutlar) ve bu âleme (boyuta) ait varlıklar anlatılır...
Beş duyu dediğimiz kesit tespiti
yapan araçlarımızın kapasitesi dışında kalanları algılayamayan beyin, bunların
tümünü "GAYB" olarak nitelendirir... Beş duyu aracılığıyla ile
değerlendirilebilenlerin adı ise Din dilinde "şehâdet" âlemidir... Ki
bu bizim “madde âlemi (boyutu)” dediğimiz kısımdır...
Madde âlemi, beş duyu verileriyle
kayıtlanmış beynin "varsayım" dünyasıdır... Çünkü gerçekte evren
tümüyle bir ışınsal yapıdır ki; her dalga boyu kesitinden, farklı boyutlar yani
âlemler oluşmuş bulunmaktadır...
Farklı dalga boylarından oluşmuş
katmanlardaki varlıkların her bir türüne göre de içinde bulundukları
âlem(boyut) kendi “MADDE” âlemleridir... Yani "madde âlemi" diye
gerçek ve mutlak tek bir "madde âlemi" olmayıp; her boyut varlığının
kendi katmanı, onun kendi özel "madde âlemini" oluşturmaktadır...
Bu itibarla, "ölüm ötesi" yaşama geçenler dahi,
bir tür "madde âlemi" içinde yaşamaktadırlar...
Keza, "cehennem" ya da
"cennetler"; ya da şu an için “cinlerin” kendi boyutları dahi,
onların algılamalarını sağlayan duyu araçlarına GÖRE "madde
âlemidir"...
Bu olayı giriş bölümümüzde detaylı olarak izah ettiğim için
burada tafsilâta girmeyeceğim. Ancak şu kadarını ifade edeyim ki, insanın bir
düşünsel yapısı vardır; bir de bedeni... Düşünsel yanı olan “bilinç” ya da
“şuur” hiç bir zaman “bedensiz” kalmaz!... Bu beden, biyolojik-fiziksel beden
olabilir; ya da “RUH” adı verilmiş bulunan halogramik ışınsal beden
olabilir....
Netice itibariyle, insan, sonsuza dek, bir bedenle-bilincin
bütünü olarak yaşamına devam eder.
Eski asırlarda, eski asırları
günümüzde seslendirenlerde, çağdaş bilgiler olmadığı için gereksiz
tartışmalarla uğraşılmıştır...
Ölümden sonraki beden, yani
kıyâmette(haşr) tüm insanların toplu olarak bir arada bulunacakları safhadaki
beden, ya da daha sonraki aşamada yaşanacak hayat, bedenli mi bedensiz mi;
“ruh”la mı, “ruh” artı “madde beden”li mi; gibi çağımız bilimi ışığında hiç bir
anlamı olmayan tartışmalar!...
Helikopterin seyyahat aracı olduğu ortamda; kağnı arabasının
tekerleğinin ceviz mi, gürgen mi; ya da altı ortalı mı, sekiz ortalı mı
olmasının tartışılması gibi!... Ya da qurtz teknolojisi kullanılırken, kum
saatinin fazilet ve faydalarından söz etmek gibi...
Madde ve maddeötesinin gerçekte,
tek bir tümel yapının göresel katmanları olduğunu farkedip kavrayan bir kişi
için, bunlardan daha anlamsız soru olamaz!...
Bugünkü algılama aracımıza göre,
şu içinde bulunduğumuz katman "madde"dir!... Bu bedenden ayrılıp
ışınsal bedene geçtiğimiz anda da, o beden yapımıza GÖRE, o katman "madde
olarak algılanacak"tır!...
Durum eğer iyice kavranılırsa,
fark edilecektir ki, biz sonsuza dek, nitelikleri birbirinden farklı da olsa,
her an "madde" âlemleri içinde yaşamımızı sürdüreceğiz!... Bu göresel
"madde" âlemlerine (boyutlarına) ne isim verilirse verilsin!...
Evet, işte şu ana kadar bahsetmiş olduğum algılayamadığımız
boyutlar ve o boyutlara ait tüm varlıklar "GAYB"ın iki türünden biri
olan "GAYB-I MUZAF" sınıfındandır..
"GAYB" ikiye ayrılır;
1-"GAYB-I MUZAF"...
"İzâfi-göresel Gayb"
2-"GAYB-I MUTLAK"...
"Kesinlikle algılanması mümkün olamayan Gayb"
“GAYB-I MUZAF”, izâfi yani
göresel algılanamayanlar, anlamınadır.. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız
hususlar için kullanılır...
“GAYB-I MUTLAK” ile ise sadece
"ALLAH"ın ilmi kastedilir!... Hiç bir yaratılmış, "ALLAH"
ilminde ne vardır, asla bilemez ve bu ilmi kapsayamaz!...
Keza, "ALLAH" Zâtı
itibariyle "Mutlak Gayb"tır!... Bilinmesi, kavranılması, tefekkürü
kesin olanaksızdır!... Hiç bir yaratılmış, O "ZÂTI" algılayamaz!...
Ancak izhar ettiği mânâlar yollu, bu mânâları yaratan şu özelliklere de
sahiptir, denebilir!...
-"GAYBI ANCAK ALLAH BİLİR,
başkası bilmez" denilen gayb, "mutlak gayb"tır!...
"Mutlak Gayb"ın
dışındaki "izâfi gayb" ise, "ALLAH" dilemesi ve takdiri
sonucu olarak bilinebilir... Ve bu biliş, "Allah"ın muradı
doğrultusunda çok yönlü olabilir...
Gerek kerâmet adı verilen yoldan Evliyaullah’ın
"keşif" ve "fetih" sonucu erdikleri; ve gerekse de istidrac
yollu gerçekten sapmış kişilerin bildikleri "algılayamadıklarımız"
hep bu durum sonucudur...
Öte yandan, "göresel
gayb"ın en önemli bölümü, "âhiret" dediğimiz, ölüm ötesi yaşam
boyutudur... Kabir alemi; berzah alemi; mahşer âlemi; sırat süreci; cehennem ve
cennet yaşamları hep bu "göresel gayb" ismi altında mütalâa edilir...
(Ahmed Hulusi-HZ. MUHAMMED NEYİ
"OKU"DU / http://tumkitaplar.org/find/default.asp?KA=0&Sub=1&chk_BKD=&chk_TMK=&chk_HPI=0&txtFind=&cmb_Kitaplar=&SubID=308
)
Bu açıklamalardan görülüyor ki
Gayb konusu hakkında konuşmayı konunun uzmanlarına bırakmak en doğru davranış
olacaktır. Ben Sn. Ahmed Hulusi’nin açıklamalarını daha akla yatkın buluyorum. Tabii ki Allah en doğrusunu bilendir.
Her şey gönlünüzce olsun.