Bir bilenden daha iyi bir bilen
vardır. Bunun doğru olduğunu “Melek” kavramı üzerinde yoğunlaştığımda fark
ettim. (Kendisinin Ahmed Hulusi olarak anılmasına müsaade ettiği için o hitapla
hitap ediyorum.) Ahmed Hulusi gerçekten konu üzerinde yoğunlaşmış ve ledünni
bir bilgiye kavuşmuş olduğunu gördüğüm için sizinle burada bazı bilgilerini
paylaşırken bazı ilaveler ile tekrar etmek istiyorum.
Ruh-u Muhammedî ya da Ruh-u
Âzam ismiyle işaret edilen orijin (Köken, başlangıç, kaynak) ilk
varlıktan O’nun ilminde-O’nun enerjisiyle-kudretiyle meydana gelmiş nur yapılı
varlıklardır. Işık kuantlarından yani Nur’dan var olmuştur.
“Melek” kelimesi” ,melk”ten gelir
ki , “güç, kuvve” anlamınadır.” ALLAH”ın kuvvede mevcut özelliklerinin-esmâsının-açığa
çıkması ile oluşan birimler anlamınadır.
Bu itibarla; Melekler, “ALLAH” Rasûlleridir! (Hizmetkârlarıdır)
Melâike varlığını “ALLAH”ın
“Esmâ-ül Hüsnâ”sından alır! “ALLAH”’ın isimleri yani Esmâ-ül Hüsnâ,(güzel
isimler) mânâlarını ortaya koymaya başladığı anda oluşan mânâ varlıklar “melek”
adını alır.
“Melek” ler de insanlar
gibi “esmâ terkipleri”dirler!..Tek bir ismin açığa çıktığı birimler değil!… (Havas ilmiyle meşgul olanlar her bir ismin hizmetkar olan
meleğin adını bulurlar. Başına “Ya” sonuna “il” ekler isim bulunur. “İl”
İbranicede “Allah” demektir.) Yani, “melek” denen varlıklar da ana
yapılarının mâhiyeti itibariyle “ALLAH” isimlerinin bir bileşimidirler. Ne var
ki, bileşimlerinde bir veya bir kaç ismin mânâsı büyük ağırlıklı olarak açığa çıkmaktadır.
Belirli çok çok yüksek frekanslardır, titreşimlerdir! ( ve yazılımlardır.)
Melekler aslında, orijin yapı
olarak sûretsiz ve şekilsiz varlıklardır. Ancak meleğin, işlevi ve bağlantılı
bir frekansı vardır! Ve bu titreşimlerin ihtiva ettiği anlamlar söz
konusudur. (Bu kısımda onları bilgisayarın
yazılımları da olarak düşünebiliriz.)
İnsan bedeninde nasıl bir
karaciğer, canlı ve bilinçli olarak yapısının özelliklerini ve gereğini ortaya
koyuyorsa; ve öte yandan bedeninin diğer organlarıyla da birleşerek, beden
dediğimiz üst yapıyı oluşturuyorsa; ve bu bedenden de beden üstü bir varlık
olan “İNSAN ŞUURU-BİLİNCİ” meydana geliyorsa; aynı biçimde atomaltı ve atomüstü
boyutun kendine özgü canlı-şuurlu varlıklarından oluşan sistemik, galaktik ve
galaksiler bileşiği “CANLI BİLİNÇ SAHİBİ” özgün varlıklar da sözkonusudur ki,
bunların da dini terminolojideki adı “MELEK”lerdir!
Melekler nur yapılıdır. Bunu
bugünkü dille ifade etmek gerekirse, enerji kökenlidir diyebiliriz. Her şey
enerjiden meydana gelmiştir dendiği zaman, burada bahsedilen enerjidir!
Enerji ,”ALLAH”ın “kudret” vasfının kuvveden fiile çıkması
halindeki adıdır. Yani “Nur”dur.
”Nur”diye bahsedilen şey “salt
enerji”dir. Bu bilinçli enerji (kudret),-kozmik
bilinç- evrende var olan her şeyi kendisinden meydana getirmiştir.
Bir diğer ifade ile, bu kâinatta
var olan her şey, O “RUH” adlı meleğin gücünden “O”nun ilmiyle meydana
gelmiştir!
Varlıkların tüm nesneler, yani kesitsel algılama araçları
ile algılayabildiğimiz veya algılayamadığımız; tespit edemediğimiz ama akıl
yollu varlığını kabul ettiğimiz bütün varlıklar, gerçekte hep meleklerin
varlığından ibarettir. Çünkü, evrende var olan her şey “enerji”den meydana
gelmiştir. Yani, “nur”dan meydana gelmiştir.
Esasen yaşamda var olan her şey,
“CAN”lılığını ve “BİLİNCİNİ” bahsetmekte olduğumuz “MELEK”lerden alır.
Kâinatta yaygın ve de evrenin hammaddesi varlıklar da
“MELEK”ler.
“MELEK” denilen varlıkların
yapısının ana cevheri, foton türlerinden bir yapıdır. “NURÂNİ”dir yapıları. Hatta
bir diğer ifade ile şöyle izaha çalışayım.
Biz sayısız türden ışınları
incelerken, aslında “Melek”lerin orijin yapısını incelemekteyiz ve bunun
bilincinde değiliz!..
Bilgisayar kelimesiyle işaret ettiğimiz yapının varlığındaki
atomlar ve ışık kuantları, nasıl bir boyutsal derinlik ve öze işaret ediyorsa;
“insan” veya “hayvan” veya “cin” dendiğinde de, onların alt yapısını oluşturan
öze, cevhere, alt yapıya “MELEK” denir.
Bu yüzdendir ki, insan ve cin ve
hayvan denilen tüm varlıkların orijini tümüyle meleklerdir. Meleklerin varlığı
da “nur”dur; Dolayısıyla, meleklerden meydana gelmemiş hiç bir şey yoktur! Atomüstü
boyutun tüm birimleri gerçekte “melek” diye anlatılmak istenen boyut
varlıklarıdır.
“İnsan” denen varlığın aslı,
orijini de melektir. İnsanlar, Cennete (oradaki
yaşama uyarlanmış) melekî yapıya dönüşmüş olarak gireceklerdir.
“Genetik yapı” dahi bir melek
kökenli yapıdır. (Yazılımlar)
Cin veya bunların insanları saptırıcı türü olan şeytanların,
iblis’in orijin hammaddesi de melektir!
(Hacker: “Bilgisayar ve haberleşme teknolojileri konusunda bilgi
sahibi olan, bilgisayar programlama alanında standardın üzerinde beceriye sahip
bulunan ve böylece ileri düzeyde yazılımlar geliştiren ve onları kullanabilen
kişi” olarak tanımlanır. Hacker, yetenekli ve zeki bir bilgisayar kurdudur.
Gerçek yeteneği ise bilgisayar güvenliği ve mantıksal programlama üzerinedir.
Hacker
kavramının nasıl Türkçeleştirileceği konusundaki karmaşa dışında, bu kavramın
evrensel boyuttaki anlamı da gerçek bir muammadır. Değişik sözlüklerde bu kavram
hakkında bazı ortak ifadeler olsa da, bu konuda tam anlamıyla bir mutabakata
varılmış değildir. Bilgisayar programcılığı alanında, bir hacker bir exploit’e
bir dizi düzeltme uygulama ya da var olan kodları kullanma yoluyla bir amaca
ulaşan ya da onu ‘kıran’ bir programcıdır. Bazıları için, hacker sözcüğünün
olumsuz bir çağrışımı vardır ve sistem “kıran” gibi çirkin, verimsiz ve kaba
saba programcılık görevlerini yapan kişileri anımsatır.)
Cehennem varlıkları olup “zebâni”
adıyla tanınanlar da “melek”tir! Maddenin aslı melektir! “Melek” dendiği zaman
iki tür yapı anlayacağız;
Birinci tür yapı; Evren`de ve
içinde bulunduğumuz sistemde var olan her şeyi meydana getiren, bu günkü
tanımıyla, kuantsal kökenle açığa çıkan yapıdır. “Melk” kökünden gelen melek, kuvvet, enerji
yapı anlamındadır.
Bildiğimiz gibi enerjinin yoğunlaşması ile kuantlar,
mezonlar, nötrinolar, nötronlar. elektron, pozitron, atom ve atom
bileşiklerinden, atom moleküllerinden oluşan maddeler.
Evet!. Biz, her hangi bir madde, dediğimiz zaman, bu madde,
beş duyu verilerine göre, maddedir! Yani, “görece (izâfi) madde”dir!
Bugün modern bilim tespit
etmiştir ki, gerçekte madde diye bir şey yoktur!. Beş duyu dolayısıyla, biz
maddenin var olduğuna hüküm veriyoruz.. Oysa gerçekte, evrende var olan her
şey, çeşitli dalga boylarındaki manalardan ibarettir.
Her ne kadar 1900`lerin başına kadar, koyu bir maddecilik,
“madde vardır, ötesi yoktur” görüşü hâkim olsa da, dünya üzerinde, 1910`lardan,
1920`lerden, bilim dünyasında başlayarak günümüze gelen bilim seviyesi artık,
madde diye bir şeyin var olmadığını, sadece, bizim beş duyumuzun maddeyi bize
var gösterdiğini, esasında madde denilen her şeyin atomlardan ve atomların da
ışık kuantlarından, çeşitli dalga boylarından var olduğunu gösterdi.
İşte var olan; Dünya üzerinde ve
Evrende var olan her şeyin meleklerden meydana gelmesi demek, bu dalgasal yapı
ve atom altı boyutun, ışınlarından ve kuantsal enerjiden meydana gelmesi
demektir.
Yalnız, burada çok önemli bir
husus var. Burayı hiç bir zaman gözden kaçırmamak gerekir. En azından, olaya
basit bir şekilde baktığımız zaman, evrenin tüm katmanlarında, boyutlarda
geçerli olan bir “sistem” görüyoruz.
Her boyutun, her katmanın kendine
has bir “sistemi ve düzeni” var!. (Bir bilgisayar
gibi yazılımı vardır.)
Kısaca, evrende kaos yok, kargaşa, karmaşa yok!. Belki,
sistemin ve düzenin getirdiği, gerekçesini henüz fark edemediğimiz lokalize
kaoslar var; ya da bize öyle geliyor ki gerçekte o da sistemin bir parçası! Her
şey bir sistem içinde doğuyor, büyüyor, ölüyor!. Yok olmuyor, bir başka şekle
dönüşüyor!. “Yok” olmuyor, yani, yok olma diye bir şey evrende yok!. Çünkü
zaten “yok”tan var olmuş ve aslı yok olan, hiç bir zaman “var” olmadı ki, “yok”
olsun!. Bu da bir sistemin sonucu; sistem ise bir bilincin ifadesi.
Maalesef, batı bilim dünyasının
çok iyi bildiği bu gerçekleri, henüz Türkiye`de bilen adam sayısı parmakla
gösteriliyor. Ve, Bugün ilim, artık Batı`dan geliyor. Güneş dünyaya batıdan
doğuyor(!).
Şu anda biz, “madde var” diyoruz!
Bilim dünyası diyor ki:
“Madde diye bir şey yok, bu gözle gördüğümüz, içinde
yaşadığımız her şey bizim hayâlimizden, şuurumuzun oluşturduğu hayâlden
ibarettir!”
Bu varlıkta gördüğümüz her şey,
enerjiden, enerjinin yoğunlaşması ile meydana geldiğine göre, demek ki bu
varlıkta olan her şey, dinî tâbirle meleklerden meydana gelmiştir! Her şeyin
aslı melektir! Cüz`i mânâda, zerresel mânâda, senin şu vücudun, trilyonlar kere
trilyonlarca meleklerden meydana geldiği gibi, çeşitli katmanların yoğunlaşması
ile meydana gelen ayrı melekler vardır. Bunu şöyle izah edelim:
Sizin vücudunuz, sayısız
hücrelerden meydana gelmiştir. Bu hücreler değişik terkipler şeklinde
bileşimler meydana getirerek, bir karaciğeri, bir kalbi, bir mideyi, bir beyni
meydana getirmiştir. Karaciğerin görevi ayrıdır, karaciğerin kendine has bir
bilinci vardır. O bilincin meydana getirdiği karaciğerin bir çalışma sistemi
vardır. Kalp böyle, beyin böyle, mide böyle… Her bir organın kendine has bir
bilinci vardır.
Ama, bizim beynimizde oluşan
bilinç, buralardaki bu bilinç türlerini algılayamaz. (Yazılım)
Çünkü onu algılamak için, gerekli açılıma, gerekli kapasiteye sahip değildir.
Bunu, basit olarak şöyle izah edelim:
Gözünüz, şu sehpayı görür; ama şu
odada, şu salonda boşluğa baktığı zaman bir şey görmez. Hâlbuki şu odada, şu
anda belki milyonlarca ses ve milyonlarca görüntü dalgası var.
Ancak bu odada mevcut olan milyonlarca ses ve görüntüyü,
ancak o dalgaların dalga boyuna ayarlı, bir televizyon veya radyo ile tespit
edebiliriz!
O dalga boylarını kulağımız ve gözümüz
almaz!. Çünkü gözümüz, santimetrenin on binde dördü ile on binde yedisi
arasındaki dalga boylarını alabilecek kapasite ile kayıtlıdır, sınırlıdır.
Kulağımız ise, 16 ile 16.000
hertz arasındaki dalgaları alabilme kapasitesiyle sınırlı ve kayıtlıdır! Bu
ikisi arasında çeşitli mânâlar ihtiva eden, milyarlar ve milyarlarla dalga boyu
var olmasına rağmen, biz bunlardan gâfil yaşıyoruz…
Burada şu hususa dikkat etmeliyiz!
Biz, ilkel bir şartlanma sonucu
olarak, sadece beş duyu verilerini var kabul edip, beş duyunun tespit edemediği
verileri yok sayıyoruz! Gözle göremediğimizi inkâr ediyoruz!
Bundan yüz sene öncesine kadar böyle düşünülebilirdi; ancak
günümüzde bu tür fikirler geçersiz sayılmaktadır!. Çünkü, göremediğimiz bir çok
şeyin var olduğunu kesinlikle biliyoruz artık.
Kesinlikle, tutamadığımız birçok
şeyin, var olduğunu biliyoruz! Duyamadığımız pek çok şeyin mevcûdiyetinden
haberimiz var; ne çare ki, bunlarla iletişim kurma imkanımız yok!
Din bize, 1400 sene öncesinden, Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın
ağzı ile bu gerçeği sanki şöyle haber veriyor:
“Sizin, hücresel yapılı bir
bedene sahip olmanız gibi; ışınsal bedenli yapıyla meydana gelmiş cinlerin var
olması gibi; bunun ötesinde, ışık kuantlarından, yani Nur`dan var olmuş
melekler de vardır! Ki, evrende, bünyesinde bunları barındırmayan, bunların
varlığından meydana gelmemiş hiç bir nesne yoktur!
Evrende var olan her birim-nokta,
bu ışık kuantlarından meydana gelmiştir. Yani, meleklerden meydana gelmiştir!
Ve bunlar, evrendeki mutlak bilinçten gelen bir şekilde, yapısal özelliklerine
göre bilinçli birimlerdir!
SONUÇ
Ahmed Hulusi’nin “melek tarifi”
içine ilave kıldığımız “Bilgisayar Yazılımı-
Genetik Kod” için şu bilgileri hatırlayalım.
[Bilgisayarlar üzerlerinde çalışan yazılımlar olmadan sadece
dijital yığındırlar. Dijital devrelere hayat veren ve kullanıma hazır hale
getiren teknoloji yazılımdır. Kısacası bilgisayarı kullanılabilir yapan
yazılımdır.
Yazılım, bilgisayar sistemleri
üzerinde çeşitli işlemleri ve fonksiyonları yerine getirmek üzere düzenlenmiş
komutlar düzenidir. Yazılım soyut bir üründür, elle dokunulup, gözle görülmez,
tadılmaz, koku vermez. Ürün olarak ele alındığında ölçülmesi ve
değerlendirilmesi zordur ve kişiye bir bakışta fikir vermez. Üründeki hatalar
ürün kullanılırken bile fark edilemeyecek kadar sanaldır. Buna rağmen çok
önemli ve vazgeçilmez işlemler yapar.
Yazılım kompleks ve karmaşık bir
üründür. Birkaç satırdan oluşabildiği gibi milyonlarca satırdan da oluşabilir.
Üzerinde birçok parametre, statü, değişken, programlama dillerine has kodlar
barındırır. Uzman bir göz ile bakılmadığında karmaşık harf dizileri olarak
algılanır. Diğer taraftan yazılım esnek bir üründür.
Yazılım ürünü fabrikasyon bir
ürün değildir. Tekrarı azdır, her yeni proje başlı başına yeni bir iştir. Her
ne kadar mümkün olduğu kadar koyulan kurallar, modeller ve yazılım geliştirme
araçları kullanımları ile standart geliştirmeler yapılmaya çalışılsa ve çoğu
zaman bir takım halinde yazılım geliştirilse de yazılım kişisel bir üründür.
Aynı yazılım ürünü iki farklı
kişi tarafından farklı şekillerde geliştirilebilir. Her iki ürünün çıktıları
aynı olsa dahi riskleri, zayıf noktaları ve güçlü yönleri farklılık gösterir.
Tüm bunlar ölçülmesi zor bir ürünü karşımıza getirmektedir.
Yazılım doğası gereği gösterdiği
farklılıklar kendine has kalite modellerinin geliştirilmesini de beraberinde
getirmiştir.] (Reşit ALTUN, Yazılımda Kalite Kontrol Ve Bir Uygulama
, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı
Sayısal Yöntemler Bilim Dalı , Yüksek Lisans Tezi-254276, İstanbul, 2010,
s.3-4)
[1948 yılında, ENİAC adındaki,
elektrik ile çalışan ilk bilgisayar yapıldığında 30 ton ağırlığında idi ve
bugün cebimize koyduğumuz bir hesap makinasının yaptığı işleri bile
yapamıyordu.
Silikonun ve mikroçiplerin
bulunmasıyla bilgisayarların hacimleri hızla küçülmüş, işlem hızları artmış ve
çok büyük bilgi bankaları kurulmuştur. Bu sayede, birçok giriş ünitesi yoluyla
veri tabanlarında depolanan bilgiler istenildiğinde görüntülenmekte,
değişiklikler, eklemeler ve silmeler yapılabilmektedir. Bu fonksiyonların
yanında, üretilen ve depolanan bilgiler, elektronik yollarla çeşitli adreslere
aktarılabilmekte ve bilginin çoğalmasına yardımcı olmaktadır.
Oysa en güzel şekilde yaratılan
insanın biyolojik fonksiyonlarının yanında, beyin fonksiyonları ve kayıt
sistemleri öyle ideal çalışmaktadır ki, göz, kulak, burun, deri gibi
ünitelerden sürekli bilgi depolanmaktadır. Doğumumuzdan, hatta ana rahminden
başlayan kayıt işlemi, ölünceye kadar devam etmekte ve bütün bu bilgiler
beynimiz içinde nohut tanesi büyüklüğünde bir et parçasında saklanmaktadır.
Hafızamız öylesine büyük bir
kapasiteye sahiptir ki, sesler, renkler, görüntüler, ısılar, kokular hülasa
çevremizden gelen bütün girdiler kayıtlanmakta, hem içtimai hem de biyolojik
hayatımızı yönlendirmektedir. Bilgisayar teknolojisi bugün kokuları henüz kayıt
ettirememektedir, fakat insan gibi harikulade bir modelin varlığı bu alandaki
çalışmalara örnek hedef olmaya devam edecektir.
Göz, kulak, burun, dil gibi
organlarımızdan -bir saniyesini dahi kaçırmadan gelen bilgiler, hafızamızda
defter-i amalimizin eksiksiz kayıtlarıdır. Hatta günlük hayatımızı
paylaştığımız eşimiz, dostumuz veya mesai arkadaşlarımızın hafızalarına
aldıkları kayıtların şahsımızla ilgili bölümlerini de “şahit kayıtlar” olarak
değerlendirmek lazımdır.
Bilgisayarların hafızalarında
saklanan bilgileri istediğimiz zaman ekrana veya yazıcılar vasıtasıyla kâğıda
aktarabildiğimizi düşünürsek, ömrümüz süreğince hafızamızda toplanıp saklanan
bilgilerle hesaba çekileceğimiz çok daha rahat anlaşılabilir.
Toprakta çürüyen bedenimizle
birlikte, süper bilgisayar beyinlerimiz ve hafızalarımız da yok olmaktadır.
Ancak bütün ömrü hayatımızda bizi terk etmediğine inandığımız nurani
varlıkların kayıtları ve şahitlikleri yanında, ruhumuzu teslim ederken
hafızalarımızdaki kayıtların muhafaza edilmesi ve daha sonra da, defter-i amal
olarak, elimize verilmesi maksadıyla, vazifeli melekler tarafından
alınabileceği de düşünülmelidir.
“Kitap (ortaya)
konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak: “Vah bize, bu kitap da ne
oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp
döküyor!” dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye
zulmetmez.” (Kehf, 49)] ( Bilgisayarlar Ve Şahit Kayıtlar-Yrd. Doç. Dr
Şemseddin SEÇİLMİŞ)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem bulunduğu günün şart ve bilgilerine uygun olabilecek uygunlukta ifade
ettiği “melek” kavramının ne kadar kapsamlı olduğunu yeni yeni anlamaktayız. Bu
nedenle “melekler” in hakikati üzerinde çokta kesin bir bilgiye sahip
olmadığımız anlaşılmaktadır.