'Abese ve tevella; Yüzünü ekşitti ve
arkasını döndü. Ayette ki ‘Abese
fiili yüzünü ekşitmek, tevellâ fiili
ise “arkasını dönmek” demektir.
Bu iki
fiilin kime ait olduğu noktasında alimlerimiz arasında hemen hemen fikir
birliği vardır. Nüzül sebebi rivayetinde de aktardığımız üzere olay,Hz.
Peygamber’in görme engelli bir sahabîye karşı tutumuyla ilgili görülmekte ve
devam eden ayetlerde bunun yanlış bir davranış olduğu beyan edilmektedir. Bu
konu ile ilgili iki görüş hakkında bilgi verecek ve bazı değerlendirmeler
yapacağız.
A) Yaygın
kabule göre görme engelli bir sahabî daha önce başlamış bir tebliğ faaliyetinin
arasına girince Hz. Peygamber bundan hoşlanmamış ve arkasını dönmüştür.
1 – Aslında
bu sahabî her ne kadar görme engelli olsa da duymasında bir sorun yoktu ve
muhtemelen Hz. Peygamberin yanında birilerinin olduğunu işitmekteydi. Bu
nedenle onun da söze girmemesi ve konuşmanın bitmesini beklemesi gerekirdi.
2 –
Esasında Hz. Peygamber yakın akrabasını uyarmakla emr olunmuştu ve söz konusu
kişilerle de bu emir doğrultusunda görüşüyordu. Bu durumda daha önce Müslüman
olan İbn, Ümmi Mektûm’un Hz. Peygamberden ilk etapta alabileceği bilgileri
almış olması gerekirdi, muhtemelen bunları almıştı da. Dolayısıyla daha acil
olan durum diğerlerinin dini dinlemesi ve tebliğden yararlanmasıydı. İbn. Ümmi
Mektûm daha önemli olanı, daha az önemli olana tercih etmeli ve konuşmanın
bitmesini beklemeliydi.
Buradan
bakıldığında Hz. Peygambere nispet edilen “ilgilenmeme” davranışı mazur
görülebilirdi. Ancak “Seni izleyen Mü’minlere kol kanat ger” şeklinde ki
Şu’arâ/215 ayetinde ise onun çevresinde ki mü’minleri dışlamamak ve onları
koruyup gözetmek emri de yer almaktaydı. Bu nedenle Hz. Peygamber Yüce Allah
tarafından uyarılmak durumunda kalmıştı. Demek ki Hz. Peygamber burada bir
içtihat hatası yapmıştı ve bu nedenle de uyarılmıştı.
3 –
Toplumda fakirler ve düşkünler kendilerinin ikinci plana itildikleri gibi bir
kanaate sahip olmamalıydı bireysel ve toplumsal olarak onlara bir önceliğin
verilmesi gerekliydi. Bu açıdan Hz. Peygamber uyarılmış ve davranışının
yanlışlığı mesajı kendisine verilmişti. Aslında yüce Allah En’am/52 de Hz.
Peygambere; “Rablerinin rızasını gözeterek sabah akşam O’na yalvaranları
huzurundan kovma” buyurarak bu konuda bir uyarıda bulunmuştu.
Eğer ‘Abese
suresinin ilk ayetlerinde ki fiiller Hz. Peygambere aitse En’am/52 deki bu
uyarının da ‘Abese/1 deki davranışla ilgili olduğunu söylemek durumundayız.
Çünkü bir peygamber uyarıldığı bir konuda aynı hatayı iki kere yapmaz. Kaldı ki
Hz. Peygamber Kehf/28 de ”Rablerinin rızasını gözeterek sabah akşam O’na
yalvaranlarla birlikte sen de sabret” buyurularak sabırlı olması noktasında
uyarılmıştı. Durum böyle olunca En’am/52 ve Kehf/28 deki uyarıların ‘Abese/1
deki davranıştan sonra indirildiğini söylemek zorundayız. Ancak surelerin kabul
edilen iniş sırası bu görüşü zora sokmaktadır.
B) Yüzünü
ekşitip arkasını dönme işini Mekke’nin ileri gelenlerinin yaptığını
benimseyenler de vardır. Buna göre yüzünü çevirip arkasını dönen kişi peygamber
değil yanında ki kibirli şahıstı. Bu görüşün bazı delilleri olduğunu
düşünmekteyiz.
1 – Âyette
ki ‘Abese ve Tevellâ fiillerinin ait olduğu kişinin Müddessir/22-23 geçtiği
üzere Velid Bin Muğira olmaihtimali yüksektir. Orada hem ‘Abese hem de arkasını
dönmek anlamında ki edbera kelimeleri geçmektedir Söz konusu fiillerin vahyin
muhatabı bir peygambere aidiyeti noktasında sorun görülebileceği için yüzünü
çevirip arkasını dönme eylemi Hz. Peygambere nispet edilmek istenmemektedir.
Kur’an da iki kez geçen ‘Abese fiilinin bir yerde Velid Bin Muğira ya, diğer
bir yerde Hz. Peygambere nispeti zihinleri yorabilecek sonuçlara da neden
olabilir. Fiili Hz. Peygambere nispet etmeme durumu çok önemli bir hassasiyet
ifadesidir Hz. Peygamberi böyle bir davranıştan uzak görme arayışıdır. Bu yaklaşımın
saygıdeğer olduğu kuşkusuzdur.
2 – ‘Abese
suresi iniş sırasına göre 23. Sırada ki Necm suresinin hemen sonrasıdır, yani
24. Sıradadır Bu durumda ’Abese suresinin ilk iki ayetinde ki zamirlerin ait
olduğu şahsı Necm’de aramak yanlış değildir. Hatta eğer bir sorun varsa,
zamirin ait olduğu kelimeyi orada aramak bir zorunluluktur. Buna göre
Necm/33-42. Ayetlerdehaktan yüz çeviren bir tipten söz edilmekte ve 33. Ayette
bu kişinin ilk özelliği tıpkı ‘Abese de olduğu gibi tevellâ fiiliyle ifade
edilmektedir. Kaynaklarda belirtildiğine göre bu şahıs ta Müddessir de olduğu
gibi Velid Bin Muğira dır.
Anlaşılan o
ki bu kişi hem kendini diğer insanlardan üstün gören, >hem de başkalarının
dertleriyle ilgilenmemede ısrarcı bir anlayışa sahip birisiydi. Dolayısıyla
görme engelli sahabî Hz. Peygamberin yanına geldiğinde yüzünü ekşitip arkasını
dönenin Velid olduğunu söylemek diğer görüşe göre daha doğrudur. Çünkü bu iki
sure peş peşe indirilmiştir. Dûha ve İnşirah’ta veya Fil ve Kureyş surelerinde,
hatta bütün surelerde olduğu gibi Necm ve ‘Abese sureleri arasında da konu
ilişkisinin bulunduğunu ifade ederek bu yaklaşımın isabetli olduğunu belirtmek
zorundayız. Vahyin indiriliş sırasına göre peş peşe olan surelerden zamirlerin
önceki suredeki bir isme ait olmasında bir sorun yoktur.
3 – Surenin
ilk 2 ayetinde ki fiillerin gaip, yani 3. Tekil şahıs sigasında getirilmesi de
bu tercihin dolaylı destekçisi durumundadır. Her ne kadar 3. Ayette ki muhatap
zamirine geçişin bir “iltifat sanatı” gereği olduğukabul edilse de ilgili
fiilleri bir önceki sırada indirilen surede ve sözü edilen Velîd’e ait görmenin
önemli bir tercih olabileceğini belirtmek durumundayız.
4 – İniş
sırasında ki peşpeşeliğe ilaveten resmi sıralamada ‘Abese suresinden önceki
sure olan Nâzi’ât suresinde de iki insan tipinden söz edilmektedir. Buna göre
surenin 37 – 39 ayetlerinde azgın insana yer verilmekte, onun dünya hayatını
tercihi gündeme getirilmekte ve sonunda varacağı yerin Cehennem olduğu beyan
edilmektedir. İşte ‘Abese’de ki yüzünü ekşitip arkasını dönen kişinin böyle bir
tip olduğunu söylemek ve maksadı Velîd bin Muğıra olarak belirlemek gerekir.
Çünkü resmi sıralamada da sureler arasında çok önemli konu bağlantıları
mevcuttur.
5 – Bir
peygamberin yanında bulunan mağdur ve mazlum kişilerin oradan uzaklaştırılması
isteği kâfir yöneticilere ait bir talep olarak Kur’an da yer almaktadır. Kâfir
ileri gelenler; “ayak takımı, sığ görüşlüler, toplumun en düşükleri” olarak
gördükleri o günün mü’minlerini Hz. Nuh’un yanındanuzaklaştırmasını ondan
istemiş, Hz. Nuh ise bunu yapamayacağını kendilerine ifade etmişti. (Hud/27-31
,Şuârâ/111-115) Bu ayetlerden de açıkça
anlaşılacağı üzere küfrün tabiatında İblis’ten gelme bir bozukluk olarak “İmanı
ve Mü’mini hakir görmek” vardır. Eğer ‘Abese suresinin ilk ayetlerinde ki
fiilleri Velîd bin Muğira ile ilişkilendirirsek bunu küfrün tabiatını devam
ettirmesi olarak anlayabiliriz. Onların isteği Statü farkı yaratmak ve sınıf
ayırımı yamaktı.
6 – Ebu Leheb
örneğinde de olduğu üzere çevredeki diğer mü’minleri hor ve hakir görenler
vardı Tebbet suresinin iniş nedeni olarak gösterilen rivayete göre Ebu Leheb; “Yuh
olsun, yazıklar olsun sana bizi bunun için mi buraya topladın” diyerek kalkıp
gitmişti.
Diğer bir
rivayete göre ise şu bilgiler yer almaktadır. Bir gün Ebu Leheb Hz. Peygambere
hitaben “Sana inanırsam bana ne verilecek?” diye sorunca Nebî (as.); “Müslümanlara
verilen ne ise o” cevabını vermişti. Bunun üzerine o; “Benim onlara göre bir
üstünlüğüm yok mu?” deyincebu defa Hz.
Peygamber; “Ne ile üstün tutulacaksın ki?” demiştir. Bu cevabı alan Ebu Leheb; “>Böyle
bir dine yazıklar olsun Beni diğer insanlarla bir tutan böyle bir din olmaz
olsun.” Demişti. (Taberi)
İşte küfrün
yapısında imanı hakir görmek olduğu için ‘Abese suresinin ilk iki ayetinde ki
fiillerin Velîd Bin Muğira’ya ait olması fikrinin diğer görüşe göre daha
tutarlı olduğunu belirtmek durumundayız. Bu nedenle saydığımız gerekçeler
doğrultusunda “yüzünü ekşitip arkasını dönen kişinin Hz. Peygamber değil Velîd
Bin Muğira olduğu görüşünü benimsediğimizi özellikle belirtmek istiyoruz.
Medeniyetlerin
ilkelden gelişmişe doğru ilerlediği iddiası evrimcilerin tarihe uyguladıkları
bir safsatadır. Tarihi kaynaklar ve bulgular evrimci safsatalar ve önyargılar
terk edilerek incelendiğinde karşımıza ileri teknolojiler kullanılan
medeniyetler çıkmaktadır. Antik Mısır, Maya’lar ve Sümerler den geriye kalan
izler geçmiş çağlarda elektrik, elektrokimya, elektro manyetik, metalürji,
hidro jeoloji, tıp, kimya, fizik gibi bilim dallarının geniş ölçüde
kullanıldığına işaret eder. Eski Mısır’da elektrik verimli şekilde
üretilebiliyor ve geniş çapta kullanılabiliyordu. Bağdat pili, ilk ark
lambaları o dönemde kullanılmıştır.
Peki, eski Mısır’da elektrik
üretimi bununla sınırlı mıydı? Mısır tarihi dikkatle incelendiğinde
aydınlatmada ki mükemmellik hemen göze çarpar. Piramitler Kral mezarlarının
koridorlarında hiçbir iz kalıntısına rastlanmamıştır, çünkü bu bölgeler
elektrik kullanılarak aydınlatılmıştır. Rölyeflerde görüldüğü gibi Mısır’lılar
kablosuz bir elektrik kaynağıyla yanan ve elde taşınan lambalar kullanmışlardır.
İskenderiye fenerinde kullanılan ark lambası da antik Mısır’da elektriğin
kullanıldığının bir başka delilidir. 24 saat aydınlık olan İskenderiye
fenerinin ihtiyacı olan enerji ancak düzenli elektrik kaynağıyla
sağlanabilirdi.
Mısır piramitleri alternatif
elektrik üreten dev enerji santralleri idi. Büyük piramidin dışı bir jiletin
bile arasından geçemeyeceği kadar sıkı şekilde beyaz kireç taşıyla
kaplanmıştır.
1 - Beyaz kireç taşı magnezyum
içermez ve yüksek derecede yalıtkan özelliğe sahiptir. Bu yalıt kanlık özelliği
nedeniyle piramidin içinde ki elektrik kontrolsüz şekilde dışarı yayılmaz.
2 – Piramidin içinde kullanılan
taş bloklar elektriği maksimum seviyede iletme özelliğine sahip kristal ve az
miktarda metal içeren bir başka tür kireç taşından yapılmıştır. Piramidin
içinde ki tüneller ise granitle kaplanmıştır. İletken bir taş olan granit eser
miktarda radyo aktif bir maddedir ve tünellerin içinde ki havanın iyonize
olmasını sağlar. Yalıtkan bir elektrik kablosunu incelediğimizde iletken ve
yalıtkan maddelerin piramitlerde olduğu gibi aynı sıra ile kullanıldığını
görürüz.
3 – Piramidin iletken ve
yalıtkan yapısı mükemmel bir mühendislik örneğidir. Ancak elektriğin üretimi
için bir enerji kaynağına ihtiyaç vardır. Piramitlerin üzerinde bulunduğu Giza
vadisi yeraltı su kanallarıyla kaplıdır. Piramitler arası suyla dolu olan bir
kireçtaşı kayacının üzerinde yükselir. Yeraltı sularını yüzeye taşırken
elektriği de yukarılara ileten bu özel kayaç katmanlarına akifer adı verilir.
Akiferlerden geçen Nil nehrinin yüksek debili suyu elektrik akımı üretir buna
fizyo elektrik adı verilir. Piramidin yeraltı odaları bu fizyo elektrik yüklü
kayacın içine yapılmış granit iletkenlerdir. Bu elektrik akımı piramidin
granitle kaplı yer altı odalarından üst bölümlerine doğru iletilir. Granit
elektriği yüksek derecede iletme özelliğine sahiptir. Piramidin zemininde doğal
olarak bulunan elektro manyetik alan böylece konsantre şekilde piramidin üst
katmanlarına iletilir.
Piramidin en tepesinde yüksek
iletkenliği ile bilinen altın bir bölüm bulunur. Bu bölüm günümüzde yerinde
bulunmamaktadır. Bu nedenle piramidin tepesi kusursuz geometrik şeklini
kaybetmiştir. Bu altın bölüm negatif iyonların İyonosfer’e iletilmesinde etkili
rol oynar. Bu şekilde bir akım oluşturulmuş olur.
Peki, bir akifer yardımıyla
elektro manyetik alanı toprak üstüne iletmek ne işe yarar? Mısır da 5.000 yıl
önce kullanılan bu teknolojinin aynısını 1900 lerin başında elektrik
teknolojisinin mucidi olarak bilinen Nikola Tesla Amerika’da inşa ettiği kulede
uygulamıştır. Alternatif akım, elektrik motoru, radyo, lazer, radar gibi temel
elektrik teknolojisinin mucidi olan Nokola Tesla 1901-1917 yılları arasında
inşa ettiği Wardenclyffe kulesinde ses ve görüntüleri eş zamanlı olarak kıtalar
arasına aktarırken dışarıdan elektrik kaynağı kullanmamış, hatta kablosuz
enerji aktarımı teknolojisini uygulamıştır. Tesla’da bu kuleyi bir akiferin
üzerine inşa etmişti ve akiferin negatif iyonlarını kuleye aktarıyordu.
Teslanın ünlü Wardenclyffe kulesinde kullanılan elektro manyetik teknoloji ile
piramitlerin inşasında oluşturulan elektro manyetik alan tıpatıp aynıdır. Her
iki yapıda negatif iyon üreten ve elektriği kabloya ihtiyaç duymadan
aktarabilen sistemlerdir.
Peki, Mısır’lılar elektriği ne
amaçla kullanmışlardı? Rölyeflerde Mısırlıların kablosuz bir elektrik
kaynağıyla yanan ve elde taşınan ampul tipli lambalar kullandıkları açık ve net
olarak görülür. Bu ampuller Nikola Tesla’nın alternatif akımın zararsız
olduğunu göstermek için yaptığı tanıtımnlardan hatırlayabiliriz. 1893 Şikago
dünya fuarında Nikola Tesla alternatif akımı vücudundan ileterek elindeki
ampulü hiç kablo kullanmadan yakmıştır. Bu rölyefte kablosuz bir anten
görülmektedir. Mısırlılar kablosuz iletişim için anten ve kablosuz enerji
kaynağı kullanmışlardır.
Solda gördüğünü rölyefte bir
verici, sağdaki ise bir alıcıdır. Bu deliller Mısırlıların iletişim için
kablosuz enerji kullandıklarına işaret eder. Bu rölyef bir iplik üretme
tesisini göstermektedir. Mısırlıların o dönem dokumada kullandıkları ipliklerin
inceliği, bugün makine ile dokunan ipek kumaşlar ayarındadır. Mısırlıların
dokuma tesislerinde de elektrik enerjisi kullanılmıştır. Antik Mısırdan kalma
birçok altın eşyanın aslında çok ince altın kaplama olduğu anlaşılmıştır. Bu
parçalarda görüldüğü gibi böylesine mükemmel bir altın kaplama yapmak için
elektrik kullanmak gerekir.
Büyük piramidin çevresinde
yapılan elektro manyetik ölçümlerin toplamı, dünyanın herhangi bir yerinde
yıldırımlarla dolu bir fırtınada yapılan ölçümle aynıdır. Piramit çevresinde
yüksek elektro manyetik alan bulunmaktadır. Bunu basit bir deneyle de anlamak
mümkündür. Piramidin tepesinde ıslak bir bezle sarılmış bir şişe ile
durulduğunda yüksek voltaj bobininin tepesindeymişsiniz gibi şişeden
kıvılcımlar çıkar.
Piramitler Mezar olarak
kullanılmadı, bugüne kadar piramitlerin firavun mezarları olduğuna dair pek çok
yorum yapılmıştır. Ancak büyük piramidin koridorlarında hiçbir süsleme veya
yazı bulunmamaktadır. Bu yapı bir anıttan daha çok işlevsel bir binayı andırır.
Arkeologlar piramidin kral odası olarak adlandırılan merkez odasında boş bir
taş sandık buldular. Bu taş sandığın içinde bir zamanlar firavunun tabutunun
olduğu, ancak çalındığı için boş olduğu iddia edildi. Ancak taş sandığın
boyutlarına ve yerleştirildiği özel noktaya bakıldığında başka bir gerçek
ortaya çıkar.
Bu nokta piramidin özel iletken
yapısında ve geri kalan tüm tasarımında eksik kalan bir maddenin olması gereken
bir noktadır. Burada süper iletken bir madde olduğu takdirde piramit tüm Mısıra
yetecek kadar elektrik üretebilir. Antik zamanlarda Mısır’da olduğu bilinen
boyutları da tam olarak taş sandığın içine sığacak kadar olan bu süper iletken
maddenin kutsal ahit sandığı olduğu düşünülmektedir.
Hz. Musa Firavun tarafından
evlat edinilmiş ve tarihi kaynaklara göre üstün ahlakı, aklı ve yetenekleri
sebebiyle Mısırda yönetici olarak yetiştirilmiştir. Antik Mısırdaki yöneticimi
eğitimi aşamalarından biride Mısırın tüm gizli sırlarının ve enerji ilminin
öğretilmesidir. Çeşitli kaynaklarda ahit sandığının diğer özelliklerinin
yanısıra bir kapasitör olarak işlev gördüğü ve bu kapasitörün Mısırın enerji
kaynağı olduğu yazılıdır. Hz. Musa’nın Mısırdan çıkarken ahit sandığını da
yanına aldığı bilinmektedir. Tarihi kaynaklara göre firavunun son ana kadar Hz.
Musa’yı takip etmesi ve her ne pahasına olursa olsun ona yetişmeye çalışmasının
nedenlerinden biride kutsal ahit sandığıdır. Çünkü firavun Mısırın sahip olduğu
tüm zenginlik ve ihtişamın elektrik enerjisi kullanılmadığı takdirde yok
olacağının farkındaydı.
Tarihi kayıtlara bakıldığında
Hz. Musa ile aynı dönem de yaşayan II Ramses döneminde Mısır en yüksen
medeniyet seviyesindeyken II. Ramses’in ardından 10 yıl bile geçmeden
medeniyet tamamen çökmüş hatta Giza terk edilmiştir. Bir sonraki sülalenin
gelip buraya yerleşmesine kadar da bir zamanlar medeniyetin merkezi olan bu
şehir boş kalacaktır.
Peki,
bu dönemde kablosuz enerji teknolojisini bilen tek toplum Mısırlılar mıydı?
Maya’ların ve Asur’luların geride bıraktıkları rölyefler incelendiğinde
Piramitlerde uygulanan benzer tekniği andıran çizimler hemen göze çarpar. Tüm
bu bilgiler bir kez daha göstermektedir ki geçmişte devrimcilerin iddia ettiği
gibi ilkel insanlar ve toplumlar yaşamamıştır. Tarihin her döneminde medeniyet
açısından ileri ve geri kalmış toplumlar bir arada varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Binlerce yıl önce yaşayan bir toplum 20. Yy. daki bir
topluluktan çok daha ileri teknolojiye ulaşabilmiştir. Bu da bize gelişimin
devrimsel bir süreç içinde oluşmadığını, yani tarih içinde ilkel toplumdan medeniye
doğru bir gelişim bulunmadığını göstermektedir.
Epeydir sadece habercimde olan
yazarları okuyup çıktığımdan olsa gerek, MB’da bazı ilginç yazıları kaçırdığımı
şimdi fark ettim. İki gün önce sevgili Tülin Aksoy’a yorum yazarken sayfanın en
altında, tesadüfen reklamını gördüğüm bir blog çok ilgimi çekmişti. Yazının
başlığı müthiş bir keşiften bahsediyordu. Yazarın dediğine göre, eski Mısır’da,
piramitlerin yapımında elektrik kullanılmıştı! Üstelik sadece elektrik de
değil, kablosuz elektrik.
Yıllar yılı bilim ve teknikle
uğraşan ben eski uygarlıkların tarihine bu kadar düşkün olan ben, bu müthiş
olayı nasıl kaçırmışım diye hayıflanarak, heyecanla yazıyı okumaya daldım.
Yazar önce; geçmişte yaşayan insanların evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel
olmadığını, insan ve medeniyetlerin hiç de sanıldığı gibi evrim geçirmediğini,
tarihte ilkel toplumdan medeniyete doğru bir gelişimin olmadığını MB’da yazdığı
yazılarda ispat ettiğini yazıyordu. İspatlamıştır, mümkündür, olabilir tabii
ki!
Sonra verdiği linkteki videodan, eski Mısır’lıların nasıl kablosuz elektrik
ürettiğini izlememizi istiyordu.
O linki nasıl heyecanla
tıkladığımı söylememe gerek var mı bilmiyorum?
Linkteki videoda anlatılanlara
bakılırsa; Eski Mısır piramitleri, elde taşınan lambalarla, kablosuz bir
elektrik kaynağı kullanılarak aydınlatılmıştı. Yine antik Mısır’daki, 24 saat
aydınlık olan İskenderiye fenerindeki (gündüz neden yanıyormuş ki bu fener?)
ark lambası da elektrik kullanılarak aydınlatılmıştı. (İskenderiye fenerinde
ark lambası mı kullanılmıştı? Bir yaşıma daha girdim…)
İnanılır gibi değil ama videoda
anlatılanlara göre Mısır piramitleri, elektrik üreten dev elektrik
santralleriydi! Burada okumaya ara verip ilgili yazıyı* okumanızı ve söz konusu
videoyu izlemenizi öneririm. Ama videoyu izlemek zahmetine katlanmayanlar veya
vakti dar olanlar için özetliyorum. Videoda özetle şunlar anlatılıyor:
“ 1-Mısır piramitlerinin dışı beyaz kireçtaşından yapılmıştır ve
kireçtaşı magnezyum içermediği için yüksek derecede yalıtkan özelliğe sahiptir.
Bu yalıtkan özellik nedeniyle piramidin içindeki elektrik kontrolsüz şekilde
dışarı yayılmaz.
2-Piramidin içinde kullanılan kireçtaşı blokları elektriği
maksimum iletme özelliğine sahip kristal ve az miktarda metal içeren bir başka
tür kireçtaşından yapılmıştır. Piramidin içindeki tüneller ise granitle
kaplanmıştır. İletken bir taş olan granit eser miktarda radyoaktif bir maddedir
ve tünellerin içindeki havanın iyonize olmasını sağlar.
3-Piramidin yalıtkan-iletken yapısı mükemmel bir mühendislik
örneğidir. Ancak elektrik üretimi için bir kaynağa ihtiyaç vardır. Piramitlerin
üzerinde bulunduğu Giza vadisi yer altı su kanallarıyla kaplıdır. Piramitler
arası suyla dolu olan bir kireçtaşı kayacının üstünde yükselir. Yer altı suyunu
yere taşırken elektriği de yukarı taşıyan bu özel kayaç katmanlarına AKİFER adı
verilir. Akiferlerden geçen Nil nehrinin yüksek debili suyu elektrik akımı
üretir. Buna ( eğer yanlış anlamadıysam) gizaelektrik adı verilir. Piramidin
yer altı odaları bu gizaelektrik yüklü kayacın içine oyulmuş iletkenlerdir. Bu
elektrik Akımı Piramidin granitle kaplı yer altı odalarından üst bölümüne doğru
iletilir. Granit elektriği yüksek derecede iletme özelliğine sahiptir.
Piramidin zemininde doğal olarak bulunan elektromanyetik alan böylece konsantre
şekilde piramidin üst katmanlarına iletilir. Piramidin en tepesinde yüksek
iletkenliği ile bilinen altın bir bölüm bulunur. Bu bölüm günümüzde yerinde
bulunmamaktadır. Bu nedenle Piramidin tepesi kusursuz geometrik şeklini
kaybetmiştir. Bu altın bölüm negatif iyonların iyonosfere iletilmesinde etkili
rol oynamaktadır. Bu şekilde bir akım oluşturulmuş olur.”
Benim yazılarımı okuyanlar, bir
ara MB’da evrim teorisini yalan yanlış şeylerle çürütme iddiasında bulunan bir
yazarın bloglarına cevaben, “Bilim dinin hizmetinde 1 ve 2”** ile “Darwin ve
bilimin entrikaları 1 ve 2” *** başlıklı yazılarımı hatırlayacaklardır. O
bloglarımda mesleğimi ilgilendiren konularda yazılarını yoruma kapatmış olan
yazarın yanlışlarına, hatta bilinçli olarak söylediği bazı yalanlara dikkat
çekmiş, bazı iddialarını ispatlamasını istemiştim. (Hâlâ ispatlayacak!)
Ama doğrusunu isterseniz şu son
yazıyı okumam bitince o yazılara rahmet okudum. Hatta yıllar önce bir yazarın
elektrik kelimesinin aslında Türkçe olduğunu ve elektriği Türklerin icat
ettiğini iddia etmesine ve kendince bunu ispatlamasına bile rahmet okudum.
Şimdi; mesleğimi ilgilendiren,
uzmanlık alanıma giren birkaç konuyla, bu müthiş buluşu müjdeleyen yazının ne
çeşit yanlışlarla, daha doğrusu ne menem saçmalıklarla dolu olduğunu
açıklayacağım.
Önce size kısa bir jeoloji
bilgisi vereyim: Kireçtaşları; durgun okyanus ve denizle bağlantılı göl
sularındaki kalsiyumun milyonlarca yılda çözünerek (ve varsa eğer fosillerle
birlikte) deniz tabanında birikmesinden oluşan ve yeryüzünde çok geniş yayılım
alanları olan bir kayaçtır ve kireçtaşının hiçbir çeşidinin jeoelektriksel
özelliği yoktur. Yani, yazarın sandığı gibi magnezyum içerse de içermese de
kireçtaşları elektrik akımını iletmezler.
Yazarın yukarıda iddia ettiği
gibi; “Piramitlerin içinde kullanılan kireçtaşı bloklarının elektriği maksimum
iletme özelliğine sahip kristal ve az miktarda metal içeren bir başka tür
kireçtaşından yapılmış” olması son derece saçmadır. Bir defa kireçtaşları
içlerinde elektriği iletme özelliği olan kristaller içermez.
“Az miktarda metal” konusuna gelince, bu zaten
yerküremizin jeolojik yapısında mümkün olmayan bir durumdur. Zira maden
oluşumları; kireçtaşının çökeldiği durgun ortamlarda değil, tam tersine
hareketli tektonik ortamlarda; yani kıtasal plakaların çarpıştıkları
dalma-batma zonları, okyanus ortası sırtlar, ada yayları ve volkanizma gibi
aşırı hareketlilik ve yüksek ısıl ortamlarla ilişkilidir. Kısacası kireçtaşı
formasyonları ister plaket, ister kristalin, ne çeşit olursa olsunlar yazarın
sandığı gibi maden içermezler ve elektrik akımını da iletmezler!
“Piramidin içindeki tüneller ise
granitle kaplanmıştır. İletken bir taş olan granit eser miktarda radyoaktif bir
maddedir…” Bu cümle
de yanlıştır. Daha doğrusu bu da saçmadır.
Granit de, tıpkı kireçtaşı gibi
jeoelektriksel olarak iletken sınıfına girmeyen bir kayaçtır. Ortaokul
öğrencileri bile bilir ki; elektriği iyi iletme özelliği, kireçtaşı ve granit
gibi kayaçlara değil, metallerle sıvılara has bir özelliktir.
Bunları bir tarafa bırakıp,
dananın kuyruğunun koptuğu asıl yere gelelim, yani akifer konusuna! Yazar,
iddiasına temel yaptığı akiferi şöyle tarif ediyor;
“Piramitler arası suyla dolu olan
bir kireçtaşı kayacının üstünde yükselir. Yer altı suyunu yere taşırken
elektriği de yukarı taşıyan bu özel kayaç katmanlarına AKİFER adı verilir.”
Hani, “Ört beni öleyim…” derler ya! İşte tam da bu durum için
söylenmiştir. Her şeyden önce akifer bir katman değildir. Jeolojide katman
terimi tabakalaşmayı ifade eder.
Peki, yazarın kaşla göz arasında
elektrik ürettiği (!) bu akifer neyin nesidir?
Yağmur ve kar gibi atmosferik
sular; yeryüzünü oluşturan kayaçların kırık, çatlak ve gözeneklerine dolarak
yerin altına doğru bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk, geçirgen olmayan bir
jeolojik yapıyla ya da kiltaşı gibi geçirimsiz bir kayaçla karşılaştığında
suyun birikmesiyle son bulur. İşte yeraltı sularını içinde depolayan
kırıklı-gözenekli bu jeolojik birimlere (İster kireçtaşı, ister kumtaşı, ister
konglomera vb. olsun) akifer denir. Yani akifer yazarın sandığı gibi bir kayaç
veya kayaç katmanı değildir.
Bu tanımdan sonra gelelim
akiferlerin elektriği yukarıya taşıması olayına: Önce sormak lazım; hangi
elektriği kardeşim? Sular yeraltına sızarken bir elektrik mi oluşuyor? Kim
diyor bunu? Kim görmüş, kim ölçmüş, kim ispatlamış? Yıllarca arazide, yerin elektrik
ve elektromanyetik alanındaki değişimlerinin ölçümünü yapmış, bu jeofizik
metotlarla maden, petrol, kömür vb. aramış biriyim. Ne ben, ne de başka bir
meslektaşım akifer sahalarda böyle bir elektriğe rastlamadık! Nerede bu
elektriğin bolluğu öyle? Demek akiferlerde yer altı suları aşağı taşınırken,
aşağıdaki (!) elektrik de yukarı taşınıyor, öyle mi?
Ama keşke bu iddia gerçek
olsaydı! İnsanlar, bunca masraf edip hidroelektrik ve nükleer santrallerden
elektrik elde etmek yerine kireçtaşı akiferlerinden elektrik elde etseydi!..
Geri kalmış yoksul ülkeler için bulunmaz bir nimet olmaz mıydı bu? Laf aramızda
Antalya şehri, bu durumda doğal olarak, 40 adet nükleer santrale bedel devasa
bir elektrik santrali olurdu! Yalnız Antalya’nın değil, Türkiye’nin elektrik
ihtiyacını bile karşılardı. Çünkü Antalya’nın zemini binlerce metre
kalınlığında ve boşluklu kireçtaşından oluşuyor. Yazarımız bunu da biliyor
muydu acaba?
Onu da geçtim, diyelim ki,
yazarın dediği her şey doğru!
“Piramidin yer altı odaları bu
elektrik yüklü kayacın içine oyulmuş iletkenlerdir. Bu elektrik Akımı Piramidin
granitle kaplı yer altı odalarından üst bölümüne doğru iletilir. Piramidin
zemininde doğal olarak bulunan elektromanyetik alan böylece konsantre şekilde
piramidin üst katmanlarına iletilir. Piramidin en tepesinde yüksek iletkenliği
ile bilinen altın bir bölüm bulunur…. Bu altın bölüm negatif iyonların
iyonosfere iletilmesinde etkili rol oynamaktadır. Bu şekilde bir akım
oluşturulmuş olur..”
İşte burada duralım! Piramidin
zeminindeki elektromanyetik alan (nereden çıktıysa artık!), konsantre şekilde
piramidin tepesindeki altın bölüme de geldi diyelim. Ya sonra? Negatif iyonlar
nereden çıktı? Ki, tepedeki altın bölüm bu negatif iyonları iyonosfere
iletsin?
Hadi bunu da kabul ettim! Peki,
şu; “Bu şekilde bir akım oluşturulmuş olur..” cümlesi ne demek oluyor?
Yani negatif iyonlar iyonosfere iletilince piramitlerde bir elektrik akım mı
oluşuyormuş? Tam bir; “Hokus-pokus, ben dedim oldu!” durumu.
Eh, ne de olsa burası Türkiye!
Koca koca profesörlerin, kerli-ferli politikacıların, yaşlı başlı köşe
yazarlarının bile hiç sıkılmadan utanmadan her gün bin bir çeşit yalan
söylediği bir ülkede bu kardeşimizin de bu kadarcık hakkı olsun ama, değil
mi?
Çocukluğumuzda bize öğretilen
şeylerin başında yalan’ın hem günah, hem de ayıp olduğu gelirdi. İyi ki yalan
hem ayıp, hem günahmış. Maazallah, ya bir de olmasaydı?
Bitmedi! Gelelim saçmalığın
daniskasına: Alternatif akım! Sayın yazar diyor ki;
“Eski Mısırın zenginliği
piramitlerde üretilen elektrikti. Bu elektrik kablosuz olarak alternatif akım
kullanılarak elde ediliyordu."
Dikkat ettiniz mi? Kablosuz
alternatif akım kullanılarak yine alternatif akım elde ediliyormuş? Tıpkı;
güneş ışığı kullanılarak güneş ışığı elde ediliyormuş gibi bir saçmalık!
Samimi olarak söylüyorum, eğer sayın yazar; Mısır piramitlerinden çevreye nur
yağıyordu ve bu nurla elektrik elde ediliyordu deseydi, inancıdır diye saygı
duyar, eleştirmeye de kalkmazdım. Ama şimdi elinizi vicdanınıza koyarak
dinleyin; Fizikte iki türlü elektrik akımı vardır:
1-Doğru akım: (Pil ve akülerden
elde elden akım.)
2-Alternatif akım: (Mekanik
enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren her türlü dinamodan elde edilen
elektrik. Termik ve hidroelektrik santraller ile nükleer santrallerden elde
edilen elektrik akımı alternatif akımdır.
Sayın yazar çok doğal bir şeyden
bahseder gibi; “Bu elektrik kablosuz olarak alternatif akım kullanılarak
elde ediliyordu. Alternatif akım insan vücuduna zarar vermediği için şehrin her
yanına piramitlerden yayılıyordu.” diyor ya!
Siz hiç, “El insaf ya hu!” diye
bir laf duymuş muydunuz?
Alternatif akım; evlerimizdeki
lamba, tv, buzdolabı vb. cihazları çalıştırmakta kullanılan ve 1 saniyede 50-60
kez kutup değiştirdiği için dalgalı akım da denilen akım türüdür ve bırakın
insan vücuduna zarar vermemeyi, alimallah katır tepmiş gibi çarpar adamı!
Denemesi bedava sayın yazar! Alın
elinize bir tel, sokun bir prize! Görün bakalım dünya kaç bucakmış? Yazacak
mecaliniz kalırsa alternatif akım hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi bizimle
paylaşırsınız, olur mu?
Her gün insanlara bir şeyler
öğretmesi ve insanların kültür seviyesini yükseltmesi beklenen gazetelerde ve
televizyonlarda; insanların aklını dumura uğratan saçma sapan yazı ve diziler
yetmezmiş gibi bir de bu ve buna benzer, ustaca kılıfına uydurulmuş, işin ehli
olmayan insanların kolayca kanacağı yazılar genç nesillerin aklını çelmeye
yarıyor.
Sonra bu aklı çelinmiş; olay ve meseleleri
sorgulamayan, sorgulama yeteneği gelişmemiş, en mantıksız bilgileri bile
hakikat sanan, doğru bilgiyi arama zahmetine katlanmak yerine kendisine altın
tepside sunulan akıllara seza fikirlere kolayca inanan ve böylece
kapitalist-faşist-ırkçı-gerici sistemlerin koyun gibi kolayca güttüğü yeni
nesiller yetiştiriliyor.
Sonra kalkıp; halkımız niye
batılılaşmıyor, niye kitap okumuyor, niye gerici oluyor, niye aydınların
peşinden gitmiyor, niye şeriatçı oluyor, niye türban örtüyor, niye siyah çarşaf
giyiyor, niye peçe örtüyor, niye cübbe giyiyor, niye ırkçı, nurcu, Hizbullahçı
oluyor, niye sağcı- milliyetçi-muhafazakâr-şeriatçı partilere oy veriyor, niye
darbeleri, darbecileri savunuyor diyoruz. Pardon, diyorsunuz. Çok basit, işte
bu yüzden!
{{ Videoyu hazırlayan Harun yahya gurubu olduğu görüşü ile bilgi istedim ulaşamadım. Doğruluğu hakkında bir şey diyemiyorum. Dolayısıyla eleştiri yazısı daha bilimsel ve doğru görünüyor. }}