12 Haziran 2009 Cuma

İBN. SİNA'YA HAKSIZLIK ETMİŞİM.


Bundan önceki blogumda (Ben aydın olamam.) İbn. Sina’ kaynaklı "Bu "DİNSEL SEREMONİ" ler HALK İÇİNDİR... Bir dinin seremonilerini yerine getirmek halka emirdir... Ama AYDINLAR için böyle bir şey söz konusu değildir... Bir AYDIN, "AKLIYLA" tanrının varlığına varabilir... DÜŞÜNEREK TANRININ VARLIĞINA VARABİLEN AYDININ, dini seremonilere katılması saçmadır... AYDIN'ın, günde beş vakit namaz kılarak, oruç tutarak , içki içmeyerek vb. tanrının varlığını kabullendiğini göstermesine GEREK YOKTUR... AYDIN, AKIL YOLUYLA TANRININ VARLIĞINI ZATEN BULUR..." yazısını okuyunca araştırmadan, önyargılı davranarak neredeyse inançsız biri olarak tanıyordum.

Yanılmışım. İbn. Sina’nın “AYDIN'ın, günde beş vakit namaz kılarak, oruç tutarak , içki içmeyerek vb. Tanrının varlığını kabullendiğini göstermesine GEREK YOKTUR..” sözüne ulaşamadım. Fakat buna benzer bir tabire ulaştım. Deniyor ki; “Din; nefsi insaniyi şeytani bulanıklıklardan, beşeri hatıralardan süzmek ve temizlemek ve dünyaya ait kötü kin, nefret gibi niyetlerden, emel ve arzulardan yüz çevirmektir. Peygamberlerin tebliğ ettikleri akidelerin yer etmesi, Peygamberler öldükten sonra bu akidelerin unutulmaması, pratiklerinin bir meleke haline gelmesi, İnsanlarda ahiret hayatı ile ilgili korku ve ümitlerin canlı tutulabilmesi için bazı yollar göstermesi gerekir. Bunlar devamlı bir şekilde Allah’ı ve ahireti hatırlatan pratiklerdir. Namaz gibi bir takım hareketler, oruç gibi bazı yasaklar şeklinde tezahür eden ibadetlerin yanında, hac ve cihad gibi dini yaymaya ve güçlendirmeye ait emirler bu faaliyetlerden sayılır.” Tüm bu özellikleri kendinde toplayan din’in ise, “Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği din.” Yani “İslam” olarak tanımlar.” (İbn. Sina, Namaz risalesi.)

Yine araştırmalarımda o devirde bazı Müslüman filozoflar arasında tasavvufi hareket ve davranışlarda, İslam'ın namaz ve diğer emirlerinin zorunlu yerine getirilmesinden kaçınmak gibi aşırı uçlara yönelimler olduğunu öğrendim. Bunlar çoğunlukla yunan filozofların (Aristo, Eflatun, Sokrat gibi.) etkilerinde kalarak rasyonalist felsefeye yöneldikleri ortaya çıktı. Salt akılla tanrıyı bulmanın mümkün olduğunu, dolayısıyla dinin zorunlu emirlerine uymanın ÜSTÜN AKIL’ lılara gerekmediği, bilimin iman faktöründen daha önemli olduğunu ileri sürmüşler.

Gazali işte bu noktada eleştiride bulunuyor. Bilimin bulgularının zaman içinde değişebileceğini vurgulayarak şüpheci bir yaklaşımda bulunuyor. Bu nedenle bilimin, kanıtlanması olanaksız bulunan temellere dayandığını, bunun için güvenilir olmadığını, bilimin bulgularını, dini dogmaların yerine konamayacağını savunur. Günümüzdeki bilimsel gelişmelere baktığımızda da bunu rahatlıkla görebiliyoruz. (Dalton’un Atom teorisi gibi).

İbn. Sina felsefesini oluştururken sistemi; Yaradılış (evren), Ahiret, Peygamberlik ve Allah olarak dört temel üzerine oturtur. Allah dışında her şeyin yaratılan sınıfına girdiğini, Allah’ın varlığının zorunlu olduğunu, ahiretin varlığın hem başlangıç, hem de dönüş yeri olduğunu, Peygamberlerin ise, özgür iradeye sahip olmalarının yanı sıra, diğerlerinden farklı ve yüksek bir sezgiyle donatıldığını kabul eder. Dolayısıyla vahiylerin, bu akıl ve sezginin birleşiminden ortaya çıktığını savunur.

İbn. Sina bilginin ancak sezgi ile kazanılan, kesin ilkelerle sonuçlandırmak suretiyle elde edilir der. Ayrıca mantığın önemli olduğunu, bilgiye ulaşmada, sadece düşünce yetisinin etkin şekilde kullanılmasına yardımcı bir araç olarak açıklar.

İbn Sina, fiziksel kuramları, metafiziğin çıkış noktası olarak benimser. Ruhun bedenden ayrı olduğunu, basit algılardan akıl yürütmeye kadar birçok yetenekleri olduğunu açıklar.

Gazali ise bilimi, Dini ve Dünyevi olarak ikiye ayırır. Bilim sayesinde kazanılan bilgilerin yaratılan varlık aleminin anlaşılmasında aklın yardımcısı konumunda olduğunu, insanoğlunun küçük bir âlem olup, onun vücut yapısı üzerinde sadece hekimler değil, Allah’ı daha iyi bilme, yani marifete ulaşmak isteyenler tarafından da çalışılması gerektiğini savunur. İbn. Sina’yı eleştirirken; Yunan felsefesi karşısında taklitçi, teslimiyetçi ve pasif kaldıklarını, Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi filozofların sanki hiç hata yapmayan insanlar olarak tanımladığını söylüyordu.

İbn. Sina; Peygamberin öte dünyaya ait açıklamalarında niçin simgesel bir dil kullanmış olup, gerçekliğini açıkça göstermekten kaçındığını ve Yine Peygamberin açıklamalarında niçin buyruklar ve kulluk görevleriyle sınırlandırdığını, dünya hayatına ilişkin bir takım konuları, mesela, mal biriktirmeyi, bol bol yeme içmeyi mubah kılmıştı soruları üzerine de çalışmalar yapmıştır. Bu sorulara; insanların somutlaştırma gibi, Allah’ın en uzak olduğu şeylere inanmak gibi bir tehlikeye düşmelerine neden olabilirdi. Aynı zamanda ödül ve ceza hakkında da gerçek dışı bir takım batıl inançların doğmasına sebep olabilirdi der. Yine insanın mal biriktirme, bol bol yeme içme nedeniyle batıl şeylere yönelebilmeleri, Tanrı’dan yüz çevirebilme tehlikesi vardı diye açıklar. Dolayısıyla insanlardan namaz, oruç, hac, zekat ve benzeri yükümlülüklerden fazlasını beklemek mümkün olmadığı görüşüne varır.

O dönemin filozofları insanları avam, orta sınıf ve havas diye üç bölümde sınıflandırmışlar. Saf hakikati, seçkinler (havas) anlayabilir. Ancak halkın bunları anlayabilmesi için sembolik ifadeler kullanılabilir diye ileri sürmüşlerdir. Bu ayırımın ise kesin bir sınırı, ölçüsü olmadığı için sizler avamsınız, biz havasız gibi bir sınıflandırma objektif olamaz sonucuna ulamışlardır. Zaten bu nedenle Dinin emirleri konusunda ayırım söz konusu olmayacağı, peygamberler dahil tüm insanların sorumlu olması gerektiği açıklanmıştır.

İşte tüm bunlardan sonra sen şusun, ben buyum gibi söylemlerin kimse için geçerli olmayacağına, kendince herkesin aydın olduğuna, her şeyin en doğrusunu ancak Allah’ın bildiğine, ölüm ötesine geçildiğinde herkesin kendi doğru ve yanlışları ile yaşamına devam edeceğine inanıyorum. Ben inançlıyım diyen kişinin Kur’an ve hadisleri anlama yolunda ister İbn. Sina, ister Gazali, ister herhangi birinin görüşlerini kullanmalı, okuyup öğrenmeli, kendi görüşünü oluşturmalıdır diyorum. Kapasitem kadarıyla da ben böyle yapıyorum. Karanlık insan olmadığını, sadece kişinin kendisini kararttığını, bunun da sonucunu kendisinin yaşayacağını kabul ediyorum.

Allah herkesi doğrulara ulaşan onları yaşayan kullarından eylesin.

Her şey gönlünüzce olsun.