Ebu Hayyan, tefsirinde Hasen'den
rivayetle "tennur"un "gemide suyun toplandığı yer" olduğunu
nakletmiştir, ki bu ifade hemen hemen geminin kazanını andırıyor.
Görülüyor ki, tefsir âlimlerinin
rivayetlerinin bazı noktaları yukarıda arz ettiğimiz mânâya değinir yapıdadır.
Yani geminin yelkenli bir gemi değil, kazanla çalışan bir vapur olduğunu
hatırlatır niteliktedir. Rivayetlerdeki bu ayrıntılar da görüldükten sonra biz
şimdi hakkıyla diyebiliriz ki, tennurun gerçek anlamıyla bir ocak olması, aynı
zamanda onun gemide su toplanan bir kazan ile ilişkili olmasına da engel
değildir. Cumhurun ocak olduğu hakkındaki rivayetiyle bu rivayet arasında
çelişki de yoktur.
Harf-i tarif ile "ettennur"
buyurulması, bunun gemiye ait bir tandır, bir ocak olmasını açıkça belli eder.
Ayı zamanda Hz. Nuh'a ait bir tennur olması da buna engel değildir. Çünkü bu
onun bir mucizesidir. "Keşşaf" sahibinin, sarahatle belirttiği
üzere, âyette gayesi yukarıdaki fiiline müteallik olup, mânâ demek olduğundan,
tennurun feveranı gemideki yapım işinin sona ermesi, yükleme ve hareket emrinin
de başlangıcı ve şartı olarak gösterilmiştir. Bunun böyle olduğu göz önünde
bulundurulursa, tennurun feveranı gemiyi harekete geçiren kuvvetin kendisini
ifade ettiği anlaşılır.
Bu günkü söylenişi ile "nihayet
emrimiz gelip gemi ateşlendiği vakit" demek olur. Ve bunda tennur ve
feveran kelimeleri gerçek anlamda kullanıldığı ve âyetin bu mânâda gayet zahir
olduğu da şüphesizdir. Şu halde nassta hakikat anlamını ve zahiri bırakıp da
te'vil aramaya hiç de sebep yoktur. Geminin yapımı tamam olup "fayrap"
haline gelmesi, ilâhî emir olan tufanın başlayacağına bir alâmet olmasına da
engel olan bir durum değildir.
Âyetin bu zahirine karşı, "O
zaman öyle bir vapur nasıl yapılabilirdi? Yapılmış olsa bu sanat unutulur mu
idi?" gibi vehim ifade eden bir iki sual akla gelebilir. Halbuki daha
önceki çağlarda bilinip de sonradan kaybolup gitmiş bir takım sanatların olduğu
bile tarihi misallerle sabittir. Kaldı ki Nuh, gemisini beşerin bilgi ve
tecrübe birikimiyle değil, doğrudan doğruya "Bu gemiyi Bizim gözetimimizde
ve vahyimize göre yap!" âyetinde de ifade buyrulduğu gibi, Allah'ın vahyi
ile ve yine O'nun gözetiminde yapmıştır.
Her çiftten iki tane, yani erkeği
ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane ki, bunun miktarını Allah bilir, gemiye
alınmıştır. Bu kadar canlıyı alabilen ve bunlarla beraber Hz. Nuh'un bir
oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da kavminden kendisine iman etmiş
olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri
dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin harikulade
bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor.
"O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?" sorusuna
karşılık, "Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük
bir yelkenli taşıyabilir mi?" sorusuyla cevap vermek gerekir. (Yazı
akılcı ve mantıklı geldi. Yazarını bulamadım. Aldığım site;
http://www.forum.medineweb.net/nuhun-gemisinin-kazani-t3557.html?s=f2df4e4c612a81b18c0fe8b2f9094a4d&
BU GÖRÜŞÜN KARŞISINDA;
Kur’an da
sözü edilen tennür kelimesinin söz konusu ayette buhar kazanı anlamına
gelmediği, bu kelimenin yeryüzü anlamına geldiği hususunda (Biri hariç) bütün
müfessirler birleşmektedir. Diyanet işleri vakfının tefsiri de aynı yöndedir.
Dolayısıyla benim Nuh’un gemisinin kürekli ve/veyayelkenli olabileceği
konusundaki düşüncelerim Kur’an ayetlerine ters düşmemektedir. Buharlı gemi
düşüncesini “tamamıyla Allah’ın kudretine” bağlamak ise ne kutsal kitaplara ne
de bilime uygun düşmektedir. Eğer amaç Kur’an ı kutsal kitapları ve Allah’ı
yüceltmekse bu gibi akıl ve bilim dışı yorumlar onları yüceltmez. Tam tersine
okuyucuları yanlış duygulara yöneltir. Etmeyin yazıktır, günahtır. (Prof Mümin Köksoy- Nuh
tufanı ve Sümerlerin kökeni-s/207-209)
BU GÖRÜŞÜN KARŞISINDA;
Hz. Nuh’un gemisi konusunda Köksoy’un
söyledikleri Kur’an ayetlerine ters düşer, Kamer/13 ayetinde geçen şu ifade
“Biz Nuh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.”. Geminin o
zamanki teknolojisine göre farklı şekilde olduğu ve hatta kavminin Nuh ile; “Bu
kadar büyük levhalardan oluşmuş bir gemi Dicle ve Fırat’ta nasıl yüzecek”
türünden alay geçildiği söylenir. Hz. Nuh “Gözetimimiz altında ve vahyimize
göre gemiyi yap.”Hud/37. emrine göre yeni bir teknolojiye göre yeni mucizevi
bir gemi inşa ediliyor.
Onun yüzüp gitmesi de durması da
Allah’ın adıyladır denilmesinden mucizevi olarak geminin dalgalar arasında
girmesi kürek ve yelkenli ile olmayıp tamamen ilahi kudret boyunduruğu
altındaydı. “Nihayet emrimiz gelip tandır kaynamaya başlayınca
(fare’t-Tennur)(Hud/40) ifadesi insanın aklına buharlı gemi düşüncesini
getirmektedir.
“Tennur” lügatte kapalı bir
ocak bir fırındır ki dilimize tandır
olarak geçmiştir. Feveran kelimesi de biliniyor ki kuvvet ve şiddetle kaynamak
ve fışkırmaktır. Şimdi biz gemiden söz edilirken tam ocak feveran ettiği sırada
yürü emri verildiğini işittiğimiz zaman o geminin hareket etmeye hazır bir
vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Lakin vapuru görmemiş olanlar
bunu anlayamazlar ve “acaba bu ocağın feveranı ne demektir bu olsa olsa bir
işaret olacaktır.
Denilerek eleştirilmiştim.
Kutsal kitaplarda, Sümer ve Babil
tabletlerinde tarif edilen gemi 2 – 3 katlı ve sağanak yağışlardan ve
dalgalardan içine su almaması için üstü kapalı olarak yapılmıştır. Geminin bir
kapısı ve bir de penceresi bulunmaktadır. Bu kadar büyük ve yükü ağır bir
gemiye sağlamlık kazandırmak için tahta levhalar demir çivilerle perçinlenmiştir.
Geminin tamamı içine su geçirmemesi için ziftle sıvanmıştır.
Gerçekten o günkü gemi yapım
teknolojisinde bulunmayan bu özellikler nedeniyle Nuh kavmi yapılmakta olan bu
gemi ile alay etmektedirler. Onun için bu geminin büyük bir mühendislik ve
teknoloji harikası olduğu doğrudur. Kutsal kitaplar bu harika geminin
yapılışının Allah’ın gözetimi altında ve vahiylere uygun olarak gerçekleştiğini
yazmaktadırlar.
Ancak geminin bir buharlı gemi
olduğunu iddia etmek bilimsel ve tarihsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu
ayeti incelediğim 20 kadar Kuran mealinde (Ahmet Tekin’inki hariç) Hiçbir
Kur’an tefsircisi de böyle bir yorumda bulunmamıştır. Ünlü müfessirlerimizden
elmalının orijinal tefsirinde de böyle bir bir yorum bulunmamakla birlikte
Elmalı’nın başkaları tarafından sonradan basılmış olan tefsirinde metinde
değişiklik yapılmış geminin kazanı kelimeleri eklenmiştir. Halbuki Elmalı’nın
böyle bir yorumu yoktur. Bilimsel ahlaka uymayan bu eklenti Elmalı’ya ve Kur’an
a yapılmış olan büyük bir haksızlıktır.
Tartışmanın ana kaynağı Tennur
kelimesinin anlam farklılığından kaynaklanmaktadır. Tandır sözcüğü günümüzde
tandır olarak bilinen bire tür ocaktır. Çoğu müfessirler bu sözcüğe ocak anlamı
vermeden olduğu gibi tennür olarakkullanmışlardır. Çünkü tennür kelimesi yer
yüzü, yerin yüzü anlamına da gelmektedir. Benim bu konuda en tatmin edici
açıklama Muhammed Esed’in 2001 yılında yayınlanan KURAN MESAJI, meal tefsir
isimli kitabının 431-432 sayfalarında yapmış olduğu açıklamayı aynen aşağıya
aktarıyorum.
Lafzen yerin yüzü kaynayıp
coşuncaya kadar (Fara’t- tennür) bu ibare kaynak olarak Talmut’ta ki
menkıbelerden başka dayanağı olmayan çok sayıda çelişik, tutarsız yorumlara
konu olmuştur.(Menar)
Ötekiler yanında en akla yakın
açıklama İbn. Abbas ve İkrime’ye dayanarak Taberi Beğavi ve İbn. Kesir’in
verdiğidir. Buna göre tennür(lafzen ocak/tandır)yerin yüzü, arzın sathı
demektir. Razi de Arapların arzın yüzüne tennür dediklerinden söz eder. Kamus
(sözlüğü) ise Tennür’ün anlamlarından birinin; “suyun kaynayıp fışkırdığı yer.”
olduğunu kaydetmektedir Lügat olarak kaynayıp coştu, ya da taştı anlamına gelen
fara fiili burada yer yüzünü kaplayıp sulara gark eden azgın su taşkınlarını,
selleri dile getirmektedir.(İbn.Kesir)…
…Gelelim Nuh’un buharlı gemisine.
Buharlı gemilerin icadı 19. yüzyılın başlangıcındadır. Ondan önceki bütün
gemiler ya kürekli ya da yelkenlidir.Buharlı geminin icadından yaklaşık 5.000
yıl önce inşa edilmiş olan Nuh’un gemisinin buharlı gemi oluşu ne akla ne de
bilime uygun değildir. Adeta bir deli saçmasıdır. Bunu Kur’an ayetlerinin
yorumuna dayandırmak ise hem Kur’an a, hem de dine zarar verir. Dolayısıyla
büyük bir günahtır.
(Kişisel düşüncem; Sn. Prof Dr. Mümin Köksoy hoca da haklı. ama tamamıyla Allah'ın kudretine bağlamak düşüncesi pek yanlış gelmiyor. Çünkü mucize olayı tüm peygamberler için de geçerli olmalı. Hz. Musa'nın asası, yedi beyza, Hz. İbrahim'in ateşten etkilenmemesi, Hz. Muhammed (AS) ın Kur'an mucizesi gibi durumlarda bilimle açıklanacak olaylar olmasa gerek. Geminin illâki bizim icat ettiğimiz buhar kazanı şeklinde de olması gerekmez. Zaten vahiy gözetiminde yapıldığı ifade ediliyor. Söylenecek tek şey Allahu alem her şeyin doğrusunu Allah bilir.)