21 Mayıs 2012 Pazartesi

Hz. NUH'UN GEMİSİ BUHAR KAZANLIMIYDI?


Ebu Hayyan, tefsirinde Hasen'den rivayetle "tennur"un "gemide suyun toplandığı yer" olduğunu nakletmiştir, ki bu ifade hemen hemen geminin kazanını andırıyor.

Görülüyor ki, tefsir âlimlerinin rivayetlerinin bazı noktaları yukarıda arz ettiğimiz mânâya değinir yapıdadır. Yani geminin yelkenli bir gemi değil, kazanla çalışan bir vapur olduğunu hatırlatır niteliktedir. Rivayetlerdeki bu ayrıntılar da görüldükten sonra biz şimdi hakkıyla diyebiliriz ki, tennurun gerçek anlamıyla bir ocak olması, aynı zamanda onun gemide su toplanan bir kazan ile ilişkili olmasına da engel değildir. Cumhurun ocak olduğu hakkındaki rivayetiyle bu rivayet arasında çelişki de yoktur.

Harf-i tarif ile "ettennur" buyurulması, bunun gemiye ait bir tandır, bir ocak olmasını açıkça belli eder. Ayı zamanda Hz. Nuh'a ait bir tennur olması da buna engel değildir. Çünkü bu onun bir mucizesidir. "Keşşaf" sahibinin, sarahatle belirttiği üzere, âyette gayesi yukarıdaki fiiline müteallik olup, mânâ demek olduğundan, tennurun feveranı gemideki yapım işinin sona ermesi, yükleme ve hareket emrinin de başlangıcı ve şartı olarak gösterilmiştir. Bunun böyle olduğu göz önünde bulundurulursa, tennurun feveranı gemiyi harekete geçiren kuvvetin kendisini ifade ettiği anlaşılır.

Bu günkü söylenişi ile "nihayet emrimiz gelip gemi ateşlendiği vakit" demek olur. Ve bunda tennur ve feveran kelimeleri gerçek anlamda kullanıldığı ve âyetin bu mânâda gayet zahir olduğu da şüphesizdir. Şu halde nassta hakikat anlamını ve zahiri bırakıp da te'vil aramaya hiç de sebep yoktur. Geminin yapımı tamam olup "fayrap" haline gelmesi, ilâhî emir olan tufanın başlayacağına bir alâmet olmasına da engel olan bir durum değildir.

Âyetin bu zahirine karşı, "O zaman öyle bir vapur nasıl yapılabilirdi? Yapılmış olsa bu sanat unutulur mu idi?" gibi vehim ifade eden bir iki sual akla gelebilir. Halbuki daha önceki çağlarda bilinip de sonradan kaybolup gitmiş bir takım sanatların olduğu bile tarihi misallerle sabittir. Kaldı ki Nuh, gemisini beşerin bilgi ve tecrübe birikimiyle değil, doğrudan doğruya "Bu gemiyi Bizim gözetimimizde ve vahyimize göre yap!" âyetinde de ifade buyrulduğu gibi, Allah'ın vahyi ile ve yine O'nun gözetiminde yapmıştır.

Her çiftten iki tane, yani erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane ki, bunun miktarını Allah bilir, gemiye alınmıştır. Bu kadar canlıyı alabilen ve bunlarla beraber Hz. Nuh'un bir oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da kavminden kendisine iman etmiş olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin harikulade bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor. "O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?" sorusuna karşılık, "Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük bir yelkenli taşıyabilir mi?" sorusuyla cevap vermek gerekir. (Yazı akılcı ve mantıklı geldi. Yazarını bulamadım. Aldığım site; 

http://www.forum.medineweb.net/nuhun-gemisinin-kazani-t3557.html?s=f2df4e4c612a81b18c0fe8b2f9094a4d&


BU GÖRÜŞÜN KARŞISINDA;

 
Hz. Nuh’un gemisi konusunda Köksoy’un söyledikleri Kur’an ayetlerine ters düşer, Kamer/13 ayetinde geçen şu ifade “Biz Nuh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.”. Geminin o zamanki teknolojisine göre farklı şekilde olduğu ve hatta kavminin Nuh ile; “Bu kadar büyük levhalardan oluşmuş bir gemi Dicle ve Fırat’ta nasıl yüzecek” türünden alay geçildiği söylenir. Hz. Nuh “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap.”Hud/37. emrine göre yeni bir teknolojiye göre yeni mucizevi bir gemi inşa ediliyor.

Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır denilmesinden mucizevi olarak geminin dalgalar arasında girmesi kürek ve yelkenli ile olmayıp tamamen ilahi kudret boyunduruğu altındaydı. “Nihayet emrimiz gelip tandır kaynamaya başlayınca (fare’t-Tennur)(Hud/40) ifadesi insanın aklına buharlı gemi düşüncesini getirmektedir.

“Tennur” lügatte kapalı bir ocak  bir fırındır ki dilimize tandır olarak geçmiştir. Feveran kelimesi de biliniyor ki kuvvet ve şiddetle kaynamak ve fışkırmaktır. Şimdi biz gemiden söz edilirken tam ocak feveran ettiği sırada yürü emri verildiğini işittiğimiz zaman o geminin hareket etmeye hazır bir vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Lakin vapuru görmemiş olanlar bunu anlayamazlar ve “acaba bu ocağın feveranı ne demektir bu olsa olsa bir işaret olacaktır.

Denilerek eleştirilmiştim.

Kutsal kitaplarda, Sümer ve Babil tabletlerinde tarif edilen gemi 2 – 3 katlı ve sağanak yağışlardan ve dalgalardan içine su almaması için üstü kapalı olarak yapılmıştır. Geminin bir kapısı ve bir de penceresi bulunmaktadır. Bu kadar büyük ve yükü ağır bir gemiye sağlamlık kazandırmak için tahta levhalar demir çivilerle perçinlenmiştir. Geminin tamamı içine su geçirmemesi için ziftle sıvanmıştır.

Gerçekten o günkü gemi yapım teknolojisinde bulunmayan bu özellikler nedeniyle Nuh kavmi yapılmakta olan bu gemi ile alay etmektedirler. Onun için bu geminin büyük bir mühendislik ve teknoloji harikası olduğu doğrudur. Kutsal kitaplar bu harika geminin yapılışının Allah’ın gözetimi altında ve vahiylere uygun olarak gerçekleştiğini yazmaktadırlar.

Ancak geminin bir buharlı gemi olduğunu iddia etmek bilimsel ve tarihsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu ayeti incelediğim 20 kadar Kuran mealinde (Ahmet Tekin’inki hariç) Hiçbir Kur’an tefsircisi de böyle bir yorumda bulunmamıştır. Ünlü müfessirlerimizden elmalının orijinal tefsirinde de böyle bir bir yorum bulunmamakla birlikte Elmalı’nın başkaları tarafından sonradan basılmış olan tefsirinde metinde değişiklik yapılmış geminin kazanı kelimeleri eklenmiştir. Halbuki Elmalı’nın böyle bir yorumu yoktur. Bilimsel ahlaka uymayan bu eklenti Elmalı’ya ve Kur’an a yapılmış olan büyük bir haksızlıktır.

Tartışmanın ana kaynağı Tennur kelimesinin anlam farklılığından kaynaklanmaktadır. Tandır sözcüğü günümüzde tandır olarak bilinen bire tür ocaktır. Çoğu müfessirler bu sözcüğe ocak anlamı vermeden olduğu gibi tennür olarakkullanmışlardır. Çünkü tennür kelimesi yer yüzü, yerin yüzü anlamına da gelmektedir. Benim bu konuda en tatmin edici açıklama Muhammed Esed’in 2001 yılında yayınlanan KURAN MESAJI, meal tefsir isimli kitabının 431-432 sayfalarında yapmış olduğu açıklamayı aynen aşağıya aktarıyorum.

Lafzen yerin yüzü kaynayıp coşuncaya kadar (Fara’t- tennür) bu ibare kaynak olarak Talmut’ta ki menkıbelerden başka dayanağı olmayan çok sayıda çelişik, tutarsız yorumlara konu olmuştur.(Menar)

Ötekiler yanında en akla yakın açıklama İbn. Abbas ve İkrime’ye dayanarak Taberi Beğavi ve İbn. Kesir’in verdiğidir. Buna göre tennür(lafzen ocak/tandır)yerin yüzü, arzın sathı demektir. Razi de Arapların arzın yüzüne tennür dediklerinden söz eder. Kamus (sözlüğü) ise Tennür’ün anlamlarından birinin; “suyun kaynayıp fışkırdığı yer.” olduğunu kaydetmektedir Lügat olarak kaynayıp coştu, ya da taştı anlamına gelen fara fiili burada yer yüzünü kaplayıp sulara gark eden azgın su taşkınlarını, selleri dile getirmektedir.(İbn.Kesir)…

…Gelelim Nuh’un buharlı gemisine. Buharlı gemilerin icadı 19. yüzyılın başlangıcındadır. Ondan önceki bütün gemiler ya kürekli ya da yelkenlidir.Buharlı geminin icadından yaklaşık 5.000 yıl önce inşa edilmiş olan Nuh’un gemisinin buharlı gemi oluşu ne akla ne de bilime uygun değildir. Adeta bir deli saçmasıdır. Bunu Kur’an ayetlerinin yorumuna dayandırmak ise hem Kur’an a, hem de dine zarar verir. Dolayısıyla büyük bir günahtır.

Kur’an da sözü edilen tennür kelimesinin söz konusu ayette buhar kazanı anlamına gelmediği, bu kelimenin yeryüzü anlamına geldiği hususunda (Biri hariç) bütün müfessirler birleşmektedir. Diyanet işleri vakfının tefsiri de aynı yöndedir. Dolayısıyla benim Nuh’un gemisinin kürekli ve/veyayelkenli olabileceği konusundaki düşüncelerim Kur’an ayetlerine ters düşmemektedir. Buharlı gemi düşüncesini “tamamıyla Allah’ın kudretine” bağlamak ise ne kutsal kitaplara ne de bilime uygun düşmektedir. Eğer amaç Kur’an ı kutsal kitapları ve Allah’ı yüceltmekse bu gibi akıl ve bilim dışı yorumlar onları yüceltmez. Tam tersine okuyucuları yanlış duygulara yöneltir. Etmeyin yazıktır, günahtır. (Prof Mümin Köksoy- Nuh tufanı ve Sümerlerin kökeni-s/207-209)

(Kişisel düşüncem; Sn. Prof Dr. Mümin Köksoy hoca da haklı. ama tamamıyla Allah'ın kudretine bağlamak düşüncesi pek yanlış gelmiyor. Çünkü mucize olayı tüm peygamberler için de geçerli olmalı. Hz. Musa'nın asası, yedi beyza, Hz. İbrahim'in ateşten etkilenmemesi, Hz. Muhammed (AS) ın Kur'an mucizesi gibi durumlarda bilimle açıklanacak olaylar olmasa gerek. Geminin illâki bizim icat ettiğimiz buhar kazanı şeklinde de olması gerekmez. Zaten vahiy gözetiminde yapıldığı ifade ediliyor. Söylenecek tek şey Allahu alem her şeyin doğrusunu Allah bilir.)