Reenkarnasyonu, M.Ö. 7 - 6
asırlarda ortaya çıkmış, insan aklının kendisi ve kainat düzeni ile ilgili
düşünce ve beklentilerini ifade eden bir
inanç şekli olarak ta tarif edebiliriz. Yahut, İnsanın aklını, düşünce
boyutunda kendini ve kainatı yarattığını
düşündüğü tanrısının yerine koyarak hayalindeki olması gereken düzenin
oluşumunu tarif etmeye çalıştığı sistemdir de diyebiliriz.
Reenkarnasyonun herhangi bir delile, kaynağa dayanmamasına rağmen bu kadar taraftar
bulmasını, Dini inancı olmayanların bilinçaltlarındaki ölümle yok olma
endişesinin dışa vurumu olarak değerlendirebiliriz. Çünkü dünya yaşamında
herhangi bir sınırlamayı kabul etmeyen bir zihniyetin, ölüm ötesinde sorumlu
tutulması ihtimali bu korkunun ana kaynağı olduğunu düşünüyorum.
Reenkarnasyonla
ilgili ilk yazılı kayıtlara Hinduizmin upanişad
yazıtlarına rastlanmaya başlamıştır. Bazı kaynaklar ilk olarak Mısır’da
çıktığını, oradan; Hindistan’da mistik, Yunanistan’da felsefi, İran’da ise
Batıl bir inanç ve ahlaki şekle büründüğünü görüyoruz.
Hinduizm
nazariyesine göre yeniden doğuş bir tekamül’den ziyade, günahkar olan bir
Ruh’un, cezası nedeniyle yeniden yaratılmasıdır. Bu şekilde ölen Ruh; Ya şeytan
olarak, Ya herhangi bir hayvan olarak, yahut ta Direkt olarak cehennemde yaratılacağını
ileri sürer.
Yunanistan da Pythgoras;
Ruhun ölümsüz olduğu, Ruh- beden ikilisinde Ruhun hakimiyeti görüşünden hareket
eder. Bununla birlikte Ruh ve beden arasında bir ahenk, bir uyum olması
gerektiğini savunur. Ruhun kirlenmemesi için inzivada yaşamayı, Dünyadan el
etek çekmek gerektiğini öğütler.
Daha sonra
gelen Eflatun, yine Ruhun yüceliğini esas alarak onun gelişimini felsefi olarak
sistematize eder. Ona göre Ruh; Ya seçim sistemine göre; Ruh eski yaşamındaki
eylemlerine uyacak bir hayvan veya insan bedenini seçer. Yani Ruh yaşam
koşullarını önceden seçmiş ve böylece kaderini belirlemiş olur.
Yahut denge
sistemi içerisinde eski yaşantısında işlediği hataların cezasını yeni yaşamda
çekmek şeklindedir. Örneğin zenginken fakiri horlayan birisi, yeni yaşamda
fakirin durumuna düşebilir ve o fakirin çekmiş olduğu acının aynısını yaşar. Kainattaki adalet sistemi bütün kullara hak
geçirmeden sunulur. Yaratılmış bütün Ruhlara aynı şartlar sağlanır. Sınavın
sonuçları bir sonraki yaşam şeklini belirler. Eflatun’a göre; Tanrının
kullarına sağlayacağı adalet, ancak reenkarnasyon yasası ile sağlanabilmesi
mümkündür.
Yeniden doğuş,
felsefesi Dünyanın çeşitli yerlerinde bir çok inanç gruplarınca kabul görmüş,
Mesela Hinduizm de Tanrıların bile ölmeleri sonra tekrar başka kalıplarda
yeniden doğmaları bile kabul görmüştür. Yine bu gibi toplumlarda hayvan etinin
yenilmemesinin sebebi Ruhların sadece insan bedeninde değil tüm canlılarda
dolaştığının kabulü nedeniyledir.
Budizm de ise
bir Ruh’un intikali en küçük bir böcekten insana kadar her canlıda olabilir.
Amaç Nirvana (Dünyevi her arzudan soyutlanma)dır.
Reenkarnasyon görüşünden büyük semavi Dinler de etkilenmiş,
taraftar bulmuştur.
Hıristiyanlıkta;
Yeniden doğuş, tövbe edildiği halde günahkar ölen Ruh için kişiye, yeni bir
doğa, ve yeni bir yürek ile yeni bir başlangıç sağlar. (Hezekiel 36:26 – 27) Bu
sadece Tanrı tarafından gerçekleştirilebilir.
Yeniden doğuş, ruhsal bir
doğuştur. Nikodim’in Yuhanna 3:4 da düşündüğü şekilde fiziksel bir doğuş
değildir. Bu görüşe göre insan ruhu zaten Tanrısına yabancı ve günahkar olarak
doğar. Bizler Ruhlar olarak zaten ölüyüz der. Yeniden doğuşla insana ruhsal bir
varlık kazandırır tezini ileri sürer.
Yeniden
doğuş felsefesinden İslamiyet’te nasibini almıştır. Bu etkilenme;
İslam’dan önceki Şamanlık ve gök tanrılı inançların, Gökteki bir tanrı ve
yerdeki bizler olarak bildiğimiz batıl inançlarından kaynaklanır. Madde – Ruh
ikilemi hakkındaki batıl anlayış, bilgi yetersizliği, yeniden doğuş anlayışının
kabulünü kolaylaştırmıştır.
Bu görüşe sahip
olanlar, Kur’an ve Hadisleri yetersiz bilgileri nedeniyle yanlı yorumlayarak
sapkınlığa düşen tarikat ve mezheplerde görüyoruz.
Hatta bazıları o kadar ileri
gidiyor ki; Muhittidin- i Arabi’nin Vahdet- i Vücut görüşünü bile kendilerine
dayanak teşkil ettiğini söyleyebiliyorlar. Halbuki ileri sürdükleri görüş
Vahdet- i Vücut değil Panteist (Kainat = Tanrı) görüşüdür. Vahdet’i Vücut;
Allah ayrı bir varlık, kainat ve insan ayrı bir varlık değildir der. Özünde
hepsi Allaha ait vasıflardan oluşan Tekliktir görüşünü savunur. Allah’ın doğup
ölmesi söz konusu olmadığına göre Vahdet- i Vücut görüşünün Yeniden doğuşu
benimsemesi söz konusu bile olamaz.
Ayrıca Muhiddin’i Arabi Hz. Böyle
kişiler için; Batıl itikatlara meyl edenlerin çoğunlukla cinlerin tasarrufunda
olanlardan oluştuğunu, bunların ortak
özelliklerinin; hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı halde kimseyi beğenmeme,
kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu söylediklerini
açıklar.
Büyük veli
İmam-ı Rabbani Hz. Mektuba tında aynen şunları söyler;
“Bazı mülhitler
var ki, batıl olarak, seyhuhet mesnedine (siginagina) oturmuşlardır; Tenasühün
cevazına hükmederler. Zannederler ki: Nefis kemal haddine ulaşmadıkça,
bedenlerde döner durur. Bu manadan olarak derler ki:
Nefis, kemal haddini bulduğu zaman, bedenlerde
tekallübden fariğ olur. Hatta, bedenlerle alâkası da kalmaz. Zira, onun
yaratılmasından gaye kemalidir. Onun kemali ki, müyesser oldu; maksat dahi
hâsıl olmuş olur. Bu kavi, sarih küfürdür. Tevatür ile Dinde sabit olanı
inkârdır. Her nefis ki, kemal haddine ulaştı; o zaman cehennem kimin için
olacak? Ve kim azap görecek? Onların
bu kavli, ayni zamanda cehennemi ve uhrevî azabı inkârdır. Keza, cesetlerin haşrını
dahi inkârdır. Zira, onların fasit kanaatine göre, nefsin cesede ihtiyacı
kalmamıştır ki: Cesetler haşr ola.. Zira o, kemalâtına bir âlettir.”
İslam Din’ine
inandıklarını söyledikleri halde yeniden doğuşa inanan mezhep ve tarikatlar
olmuştur. Karmatiler, Batınilerin bir kısmı, Nusayriyye
tarikatı, Dürziler de tenasühe inanırlar. Batıl Mezhep ve tarikat
olduklarına İslam alimleri hemfikirdirler.
Nusayriyye
tarikatına göre; kendileri gibi inanmayan Müslümanların, Hıristiyan ve
Yahudilerin Ruhları köpek eşek gibi hayvanların cesetlerine girdiği halde kendilerinki yıldızlar haline dönüşerek
nurlar alemine yükselir derler.
Dürziler ise
akıl ve nefsi bir cevhere benzeterek gömlek değiştirir gibi bir bedenden bir
bedene geçer durur. Ölmeyi, başka bir bedene göçmek olarak kabul eder. Dünyada
mahlukların sayısı aynıdır ve değişmez derler.
İslam
Halifelerinden Me’ mun kendi zamanında Kur’an la ilgili araştırmalar yaptırıyor
yerli ve yabancı Din ve Felsefecileri toplayarak daha detaylı bilgi arıyordu.
Zamanının alimlerinden İmam Rıza( Caferi mezhebinden)ya bu tenasühle ilgili
soru yönettiğinde;
Tenasüh’e
inanan kafir olur. Çünkü o Cennet ve cehennemi inkar demektir. Diye cevap
vermiştir.
Konuyu fazla
detaylandırmak istemiyorum. İslam
Dininden oldukları halde hala reenkarnasyon,( yeniden doğuş, tenasüh)
görüşüne inananların, Kur’an dan ileri
sürdükleri ayetleri, onların tefsirlerini yorumlarını ve buna karşılık
Müfessirlerin, Alimlerimizin tefsir ve yorumlarını ele alacağım.
Reenkarnasyon görüşünü ileri
sürenler Kur’an da şu ayetleri öne sürüyorlar;
1 – Allah’a
nasıl olup ta küfrediyorsunuz? Siz ölüler iken O diriltti. Sonra sizi yine
öldürecek, tekrar O sizi diriltecek. Ve nihayet O’na döndürüleceksiniz. (Bakara/
28)
2 – Geceyi
gündüzün içine sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diri çıkartırsın,
dilediğine hesapsız rızık verirsin. (Ali İmran/ 27).
3 – Allah
sizi yerden ot gibi bitirdi. (Nuh- 17)
Allah
yeri sizin için döşek yapmıştır. ( Nuh 18)
Onun geniş yollarında gezip dolaşasınız
diye… (Nuh 19,20)
4 - Diyecekler ki, Ya Rab bizi iki kere öldürdün.
İki de dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat var mı çıkmaya bir yol?(Mü’min/
11)
5 - "Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki
kanadıyla uçan hiçbir kuş hariç olmamak üzere hepsi sizin emsaliniz
(benzerleriniz) olan ümmetlerdir..." (En'âm/38).
6 – Hem
Rabbin Beni Adem’den bellerinden zürriyetlerini alıp da onları da nefislerine
karşı şahit tutarak “ Rabbiniz” değil miyim işhad ettiği(Şahit gösterdiği)
vakit, “Bela” (Evet Rabbimizsin)dediler.(Araf-172).
Birinci ayette,
Reenkarnasyona inananlar;
1 - Ayette geçen “ölüler iken diriltilme”
ifadesi bazı kimselerin aklına tek bildikleri ölüm şeklinde yani, Allah
insanları yarattı. Sonra öldürecek, sonra tekrar yaratacak, sonra tekrar
öldürecek şeklinde olduğunu zannederek
reenkarnasyon yani yeniden doğuşa sıcak bakmalarına sebep olmuştur.
Halbuki bu
ayette Allah; Ademoğlu yani insan; Cansız, hiçbir varlığı yokken, cansız
nesneler halinde iken kendisine bir varlık, bir hayat verildiğini, yani
diriltildiğini, yani varlık aleminde mevcut hale getirdiğini. Bu hayatı
müteakip ölümü tadarak, ahiret âlemi olarak ifade edilen âlemde, boyutta
yeniden, farklı şekilde yine bir varlık olarak yaratılacağını izah etmiştir.
(F. Razi, E.H.Yazır tefsirleri) .
2 - İkinci
ileri sürdükleri Ayetle ilgili reenkarnasyona inananlar; Gece ve gündüzün her an ve devamlı birbirini
takip etmesini, Ruhun bir bedenden diğer bedene geçmesinde delil olarak kabul
etmişlerdir.
Halbuki bu
ayette Allah; Yarattığı kainattaki sistem ve düzenden bahsettiği son derece
açıktır. Bunu Tenasüh’e delil zannedenler kainat düzenini bilmeme nedeniyle
yanlış yorumlamışlar, Gecenin gündüzü takip etmesinin Allah’ın ilmine ve
Kudretine misal olarak verildiğini düşünememişlerdir.
3 - Üçüncü
sıradaki ayetle ilgili Reenkarnasyona inananlar; Yerden ot gibi bitirme, Ruhun
her canlıya geçebileceğine delildir şeklinde düşünmüşlerdir.
Halbuki bu
ayette Allah; Tıpkı ikinci ayette olduğu gibi,
Allah’ın İlmine ve Kudretine misal olarak verildiğini anlayamamışlardır.
Bu örneğin, insan bedeninin yeryüzü elementlerinden, su ve minerallerden oluştuğunun
izah edildiğini anlamamak bana biraz tuhaf geliyor.
4 - Dördüncü
ayetin açıklamasını zaten birinci ayet veriyor. Yani insanın bir varlık haline
gelmeden önceki hali ölü olarak tarif ediliyor. Yaratılmasını insanın
diriltilmesi olarak, yeniden ölümü tadacak olmasının ardından farklı bir yaşam
formunda (buna ister kabir de deyin, ister kıyamette deyin) tekrar
yaratılacağını ifade ediyor. Yani üçüncü bir ölülük halinin olmadığını
anlatıyor.
5 - Beşinci
ayeti ise açıklama yapmayı gerektirmeyecek kadar belirgin. Bugün biliyoruz ki
her canlının genetik bir yapısı olduğu, bu yapının canlıdan canlıya
farklılıklar gösterse bile yaratılış olarak aynı maddeler kullanılıp aynı
sistemle yaratılmış olduklarını anlıyoruz. Aynı özellikleri taşıyan (genetik
kodları aynı olan) canlı gruplarını ümmet olarak ifade etmiştir.
Reenkarnasyon,
yeniden doğuş felsefi görüşünün batıl
olduğunu anlayabilmek için Melek, kainat, Cin, İnsan ve onun bilinci, ruhu
kavramlarını bilmemiz gerekiyor.
Melek, Varlık
alemi olarak bildiğimiz ve bilmediğimiz her varlığın ana kaynağıdır. Şöyle ki;
Kainat dediğimiz boyut itibarıyla maddeyi incelersek oluşumunun kaynağı olarak;
Hücre, molekül, atom, proton-nötron-elektron-kuark...gibi tanecik-enerji ve
nihayetinde de Salt Enerji denizinin meydana getirdiği, dalgasal Enerji tabanlı
bir yapı kaynağına ulaşırız. Yüksek frekanslı dalgasal enerji tek bir formda
değildir. Sonsuz çeşitlilikte ve frekanstadır. İşte bu, yüksek frekanslı enerji
yapısı da Allah’a ait isim ve sıfatlar adını verdiğimiz MÂNÂ
Kûvve’lerinden meydana gelmiştir. Bu
mânâ kuvvelerinin en küçük birimlerine melek(Melk) diyoruz.
Daha basit olarak şöyle
söyleyeyim; Bugünün teknolojisini kullanarak(Nano teknolojisi) Bir robot
yaptığımızı düşünün. Robotu meydana getiren atomlar, önceden programlanarak,
tek tek veya birlikte çalışan bir birimler halindedir öyle değil mi? İşte
meleklerde maddeyi meydana getiren yüksek frekanslı enerji yapısının oluşumunu
sağlayan, Allah’a ait bir veya daha fazla mânâ kuvvesine sahip birimlerdir.
Yaratılmış her birim, bu bilinçli, nur yapılı çok yüksek frekanslı yapıdan
meydana gelmiştir.
Kainat ise
bizim algılama organ ve aletlerimizle tespit edebildiklerimiz
ve edemediklerimizle birlikteki varlık alemidir. Bizim tespit
edebildiğimiz kısım ise adına madde evreni dediğimiz küçük bir
katmanıdır.. Hawkins’in de dediği gibi algıladığımız kısım; Sonsuz boyut ve
katmanlar denizinden sadece bir katmandır. Farklı enerji katmanlarında, farklı formatlarda
yaşayan bilinçli yapılarda mevcuttur. İnsanlar, hatta hayvanların bazıları da
bu değişik frekanstaki bilinçli varlıkları algılayabilir, iletişime geçebilir.
Cin dediğimiz
varlık ta bizimle aynı boyutta, farklı frekans katmanında yaşayan, bugün radyasyon dediğimiz, eskiden
dumansız ateş denilen bir yapıdaki bilinçli varlıklardır. Bizden farklı olarak
onlar bizi görmekte ve zihinsel formatta etkileyebilmektedirler.
Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte
böyle bir kavram olmadığı için onlarca bilinmez. İstemsiz meydana gelen bazı
olgulara peri, hayalet, uzaylı vs. gibi isimler verdikleri varlıklardır. İnsan
beynine impuls yapabilen, fikir, görüntü, vehim oluşturabilen varlıklardır.
Yaşam süreleri 2000- 3000 yıla kadar çıkabilir. İnsanlar gibi doğar, evlenir,
ölür. Yaşadıkları yerler sadece Dünya ile sınırlı değildir. Atom altı boyutta
diğer gezegenlerde de hatta güneşte de yaşayanlar vardır. Güneçte yaşayanlara
Zebani denir. İnsanlar arasında nasıl ırk ve renkte çeşitlilik varsa onlarda da
vardır. İnsan sayısına göre çok fazla oranda cin vardır. Ölüm değişiminden
sonra birlikte aynı boyutu paylaşacağımız nefsi gücü bizden çok fazla olan
bilinçli varlıklardır.
Ruh; Madde
boyutunda en üstün vasıf ve yeteneklerle yaratılmış olan insanın, sahip olduğu
BEYİN sayesinde madde bedeninin gıda ve içeceklerden sağladığı enerjiyi; farklı
bir forma çevirerek insan bilincinin bir üst katmanda yaşayabilmesini
sağlayacak oluşumun adıdır.
RUH. Bilimin bugün geldiği
noktada evrenin holografik bir tümel yapı olduğu, maddenin de enerji tabanlı
bir yapı olduğu kesinleşmiştir. Ruh ta bir tür enerji tabanlı holografik bir
yapıdır. İnsana özgü olarak bildiğimiz düşünme, hayal, zeka, akıl gibi
özellikler, bilince ait özelliklerdir. Bilinç dediğimiz kimliğimizin madde
bedenimiz olmadığını; Profesör McFadden ve ondan bağımsız olarak Yeni Zelandalı
nörobiyolog Sue Pockett, sinirsel sinyallerin beynin dışında bir
elektromanyetik alana yönlendiğini ve tekrar işlenip oradan diğer tüm sinirsel
yapıya dağıldığını deneylerle tespit etmişlerdir. Teorileri; bilinç dediğimiz
olgunun bu elektro manyetik alanda var olduğu görüşüdür.
İmam-ı Gazali
Hz. ise Ruh’un varlığını;”Bil ki Kalbin varlığı iki delil ile sabittir;
Delillerden biri şudur. İnsanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsan
varlığının fiziki yapısıyla olmadığı da bir gerçektir. Çünkü ölülerin de fiziki
bir yapısı vardır. Ancak ölülerde kalp yoktur. Kalpten maksat RUH’ tur.
Diğer bir delil
de şudur; Bir kimse gözünü yumup kendi bedeninden, yerden gökten ve bütün
duyulardan, duyularını alıkoyduğu anda bile
kendi varlığını kesinlikle bilir. Bu itibarla kesinlikle anlaşılıyor ki;
Kalp (Yani RUH) bedensiz de mevcuttur.”
Günümüzde
ise; New York Hunter Yüksek Okulu'nda
mukayeseli din hocası olan Robert K. Foreman, yapılan araştırmaklar
sonucunda "Bilinç hiçbir objeye
ihtiyaç duymaz ve duyusal aktiviteler sonucu ortaya çıkan bir yan ürün
değildir." Sonucuna vararak bilimsel olarak ta RUH’un varlığı
benimsenmiştir.
Sonuç olarak
Ruh; İnsana ait fıtri, karakteristik, genetik ne derseniz deyin, insan olma
özelliklerinden biridir, kişiye özgüdür, İnsanın var olması ile oluşur, Ne daha
önce yaratılmış, ne de yok olacak bir varlıktır.
“Bellerinden zürriyetlerini
aldı” ifadesi ise insanın çoğalmasını
sağlayan spermler ve onun ihtiva ettiği genetik kodlar anlatılmaya
çalışılmıştır. İlgili ayette İnsanın; Spermindeki bilgiler, genetik kodlar, o
genlere yüklenmiş insana mahsus özelliklerle; Düşünerek, araştırarak, tefekkür
ederek RABBİNİ BİLME yeteneğine sahip olabileceği gerçeği vurgulanmaktadır..
Yapmadığı takdirde, beden sınırlaması kalktığında gerçekleri görüp
algılayabilecek, kendi hatalarının farkına varacaktır denmektedir. Bu daha açık
nasıl söylenebilir ki?
Buraya kadar hangi
özelliklerinden bahsettik? İnsanların felsefi olarak yaşamdaki adalet
mekanizmasının nasıl olması gerektiği konusunda yürüttüğü fikir olduğundan
bahsettik. Diğer inançla ilgili görüşler gibi dünyaya dağılmış. Bilhassa gerçek
vahy kaynaklı Dini bilgi eksiklikleri, yaşadıkları zaman dolayısıyla evren,
insan ve yaşam sistemleri hakkında bilgi sahibi olunmadığı için kabul görmüştür
dedik. Semavi din adını verdiğimiz dinler de bu felsefeden etkilenmiş olup,
taraftar da bulduğunu izah ettik.
Asıl konumuz
İslami görüş açısından reenkarnasyonun değerlendirilmesi olduğu için
Kendilerini İslam dini mensubu gördükleri halde reenkarnasyona neden sıcak
bakıldığını, Delil olarak ileri sürdükleri ayetler ve onlara ait yorumları
inceledik. Bu işin gerçekten uzman oldukları tarihsel süreçte ispatlanmış
mütefekkirlerin konu ile ilgili görüş ve beyanlarını okuduk. Böyle batıl bir
görüşe ancak İslam dininin kaynaklarını
doğru algılamamış veya büyük velilerin bazı beyanlarını yanlış yorumlayıp,
tezlerine destek olarak göstermişlerdir dedik. Bu bilgisizliğe neden olarak
gördüğümüz Vahdet-i Vücut görüşünü, Kainat, insan, ruh, Cin, ve yaşam sistemleri
hakkında az da olsa sağlam
kaynaklardan bilgilendik.
Şimdi de yine
İslami kaynaklardan, yani Kur’an ayetleri, Hadis, bahsi geçen büyüklerimizin
beyanlarını işleyeceğiz.
Reenkarnasyon(Yeniden
Doğuş) Görüşünün mümkün olmadığını gösteren ayetleri görelim isterseniz;
1- “Nihayet
her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki; Rabbim döndür. Döndür beni döndür.
Belki ben o bıraktığında(Dünya da) Salih bir amel işlerim. Hayır. Hayır. O boş
bir kelimedir.(Boş bir sözdür.) ki onu o söyler. Önlerinden ise bir
berzah(Perde) vardır. Ta ba’s olacakları (Diriltilecekleri) güne kadar…..
(Mü’minûn 99/100)
2 - Değil mi
idi? Ayetlerimiz size okunuyordu da siz onları tekzip ediyordunuz… Rabbimiz
derler.Bize şekavedimiz galebe etti ve biz sapkın bir kavim idik. Çıkar bizleri
bundan. (Ateşten) Döner bir daha edersek, herhalde bizler zalimiz… Buyurur ki:
SİNİN orada.(Kalın kaldığınız yerde) Söylemeyin bana. Çünkü kullarımdan bir
fıkra vardı…… Siz onları maskara yerine tuttunuz…. Onlara gülüyordunuz… Onların
sabretmelerine karşılık onlardır murada erenler… (Mü’minıun 105 – 1119)
3 - İlk
ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından
korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk
ve kurtuluş' budur. (Duhan , 56-57)
4 - Nasıl,
biz ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle
mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz? (Saffat, 58-59)
5 – Onların
ateşin karşısında durdurulup” ah keşke dünyaya geri gönderilsek te bir daha
rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak.” Dediklerini bir
görsen. Hayır, Daha önce gizlemekte oldukları şeyler(Günahlar) kendilerine
göründü. Eğer dünyaya geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere
dönecekler. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar. ( Enam , 27/28)
Görüldüğü gibi
ayetleri tefsir etmeye, üzerinde yorum yapmaya bile gerek yoktur.
Resulallah’ın
hadislerinde ise;
1 - CABİR Bin
Abdullah( RA) dan rivayet edilmiştir.
-Uhud Savaşı günü ravî Câbir’in babası şehîd olmuştu.
Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem bana rastladı ve
şöyle dedi:
-Yâ Câbir, neden ben seni kırgın
(üzgün) görüyorum?..
-Yâ Rasûlullah, babam şehîd
edildi ve çoluk çocuk ile borç bıraktı!..diye cevap verdim.
Rasûlullah buyurdu ki:
-Ey Câbir; o halde Allah’ın
babanı nasıl bir hitâp ile karşıladığını sana müjdelemeyeyim mi?
-Buyur yâ Rasûlullah!..
-Allah hicap ardından olmaksızın
hiç kimse ile katiyen konuşmamıştır!. Bunun ile beraber Allah, babanla vicâhen
(perdesiz) konuştu ve ona şöyle buyurdu:
-Ey kulum, benden iste; sana
vereyim..? Baban da:
-Ey Rabbım, beni dirilt (yeniden
dünyaya iade et), ben de ikinci defa senin uğrunda şehîd edileyim!..’
Bunun üzerine Rab Subhanehû ve
Teâlâ:
-İNSANLARIN DÜNYAYA HİÇ GERİ
DÖNMEYECEKLERİ HÜKMÜ ŞÜPHESİZ BENİM TARAFIMDAN ÖNCEDEN VERİLMİŞTİR"
buyurdu. Baban:
-“Yâ Rabbi, o halde (durumumu)
arkamda kalanlara tebliğ buyur” dedi. Rasûlullah buyurdu ki:
-İşte bunun üzerine Allahû Teâlâ
şu âyeti inzal etti:
-Sırf Allah için öldürülenleri
sakın "ölü" sanma!.. Hakikatte onlar Rabları katında diridirler.
Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. (Al-imran-169)’ (İbn-i Mâce - Mukaddime)
2 – Öldükten
sonra geri çevrilecek yoktur.(Kuran dili 6.cilt, S, 4197)
İmam-ı Rabbani
Reenkarnasyona inanmayı kat’i küfür olarak beyan etmiş gerekçesini ise
Reenkarnasyonun islamın şartlarından olan ahiret (VEL YEVMİL ÂHİR) inancını
reddettiği için dinden çıkma sebebi olarak açıklamıştır.
Günümüz
düşünürlerinden Ahmet Hulusi gayet geniş bir şekilde gerekçeleri ile açıklamış
zaten. Ben de onun görüşlerinden çok büyük oranda faydalandım.
Yine günümüz
akademisyenlerinden bu görüşü benimseyen kimseyi tespit edemedim. Zaten
beklemiyordum da. Gerçekten bilenlerin bu görüşü kabullenecekleri ihtimali
yoktu.
Reenkarnasyon konusunda son
olarak sık sık gündeme gelen, ben bundan önceki yaşamımda şu idim, bu idim gibi
söylemler, ruh çağırma olayının aslı, uzaylı efsaneleri gibi kavramlara
değinelim istedim.
Aslında bu olayların tek bir
müsebbibi var. Onlar da Cin dediğimiz varlıklardır. Onları normal insanlar
algılayamadığı için tespit edemiyor. Bu yüzden de yok farz ediyor. Halbuki
onlar bizi görebiliyor, etkileyebiliyorlar. Hatta hassas beyinlere (Asabi
kadın, kız çocuğu, hamile kadın, genetik olarak hassas beyne sahip insanlar,
birçok hayvan.)sahip olanlarla irtibata geçebiliyorlar. Bazen zorla
hakimiyetleri altına alma konumuna girebilirler.
Bunu beynin acı merkezlerine
uygulayacakları impulslarla yaparlar. Bazen de haber vermeden kişinin
bilincinde şekil oluşturarak görme efektleri yaratabilirler. Madde ile sınırlı
olmadıkları için zaman ve mekan kavramları onlar için söz konusu değildir. Bir
anda Amerika’da, bir anda Japonya’da olabilirler.
İşte bu varlıklar kontrolleri
altına aldıkları kişileri diledikleri gibi kullanırlar. İstedikleri gibi
konuştururlar. Tıpkı geçenlerde küçük çocuğun ağzından Barış Manço idim
masalını izlediğimiz gibi. Bazılarına “evliyasın” telkini verirler. Gaipten
haber verir gibi daha önce yaşanmış bir olayı tüm detayları ile anlatırlar.
Günümüzde Medyum dediğimiz
insanlar gerçekten hassas bir beyne sahipse onlarla iletişime geçebilirler. Ruh
çağırma seansları cinlerin eğlence alanlarıdır. Güçlü beyinler cinleri kontrol
edebilir, istediklerini yaptırabilir. Zaten büyücülüğün en etkin olanı,
büyücünün cinleri kullanarak yapılan türüdür.
İslam’dan başka dinler de cin
kavramı işlenmediği için onlar uzaylı, hayalet, peri, gibi kavramlarla
tanırlar. Yüksek frekanslı enerji tabanlı varlıklar olduğu için yakın zamanda
aletlerle varlıklarının ispatlanacağını göreceksiniz. Artık insanlardan
çekinecekleri bir konum kalmadı çünkü.
Bilinç olarak insandan farkı
derinlikli düşünememe yeteneğidir. Zeka seviyesi yüksektir. Ama akıl dediğimiz
derinlikli düşünebilme yeteneği yoktur. Bu nedenle çok çabuk görüş
değiştirirler.
Şimdi soracaksınız peki be
birader sen nerden biliyorsun, görebiliyor musun diye. Hayır göremiyorum. Ancak
Kur’an da 12 değişik bölümde onlardan bahsedilmiş, Resulallah’ın onlarla ilgili
onlarca bilgi verdiği hadisi bize ulaşmış. Büyük Alimlerimizin tespitleri ve
tarifleri sayılamayacak kadar çok. İnanmamak sizce de aptallık olmaz mı.
Üstelik ölüm değişiminden sonra onlarla aynı boyut içinde yaşayacağımız gerçeği
de cabası.
Cin dediğimiz varlıkların bizimle
ne alıp veremediği konusuna gelince; Onlar da güç zincirinin en üstündeki
varlık olmak istiyorlar. Bulundukları boyutta bu imkâna sahipler. Aslında bizim
madde boyutunda da çoğunluğumuzu kontrol altında kullanıyorlar.(Sigara
müptelaları gibi) Ancak İslam inançlı insanların inançları doğrultusunda
çalışmalar yaparak güç edinme sonucu dengenin tersine dönmesini istemiyorlar.
İstedikleri şey; Hiçbir çalışma yapmadan, (bilhassa namaz kılmadan) hatta hiçbir
şeye inanmadan ölünce yok olacaksın veya tekrar tekrar dünyaya gelip kemale
ereceksin telkinleri ile zayıf, güçsüz, rahat kontrol edebilecekleri halde
diğer aleme geçiş yapmalarını sağlamak.
Tıpkı bizim koyun sürülerini
besleyip hem etinden hem sütünden faydalandığımız gibi. Hayvanların biz
insanlardan daha zeki ve güçlerini kullanmayı bilen varlıklar olabilme yeteneği
olduğunu bir hayal etsenize. Onlara bu şansı vermek ister miydik. İşte İslam
inançlı, inançları doğrultusunda çalışma yapanlar da onların kabusudur.
Cin dediğimiz varlıklar
kendilerini gizlemek için kontrol ettikleri insanlara, cin diye bir varlığın
olmadığını telkin ederler. Nitekim Muhyiddin-i A`rabi Hazretleri bir eserinde,
bu tip kişilerin en büyük özelliklerinin hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı
halde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma
olduğunu yazmaktadır.
Günümüzde kişinin kendisini
farklı kimliklerde tanıtmasını İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Uzman
psikiyatrist Dr. İlhan Yargıç da bir makalesinde dissosiyatif bozukluk adı
altında psikolojik bir rahatsızlık belirtisi olduğunu yazıyor ve “Bu hastalığın
en şiddetli biçimine çoğul kişilik (dissosiyatif kimlik bozukluğu) denilir ve
hasta farklı zamanlarda farklı kimliklere bürünür, bu kimlikler birbirinden
kısmen habersizdir." Açıklamasını yapıyor.
Reenkarnasyon konusunu burada
bitiriyorum. Yazdıklarım inanın kendi hayalimde yarattığım kavramlar değildir.
Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilerdir. İsteyenlere kaynak gösterimi de
yapabilirim. Benim elimden gelen bu kadar.
Her şey gönlünüzce olsun.
Faydalandığım kaynaklar:
1- Kur’an tefsiri ( Elmalı)
2- Kur’an tefsiri( Fahrettin Razi)
3- Kütüb-ü Sitte (İbrahim Canan)
4- İhya ( İmam-ı Gazali)
5- Kimya yı Saadet “( İmam-ı Gazali)
6- Mektubat ( İmam-ı Rabbani)
7- Brain fingerprinting’ makalesi(Biliçle ilgili)
8- Stephen Hawking, ’in sonsuz evrenler(M – terisi makalesi)
9-Fizikçi Alain Aspect bilimsel deneyi(Atomik parçacıkların
birbiri ile iletişim halinde oluşu, haberleşmeleri) Yazan: Michael Talbot
Çeviren Esin Tezer.
10- Profesör McFadden ve Sue Pockett, in Bilinç le ilgili
bilimsel makalesi.
11- Ahmed Hulusi’nin tüm eserleri.
12- Muhtelif internet sitelerindeki bu konu ile ilgili
yazılar.