4 Temmuz 2012 Çarşamba

MODERN TANRILAR


        Yıl 2012. İnsanlığın teknolojik olarak her an yeni bir çağ atladığı yıllardayız. Ahir zaman olarak da geçiyor bazı kaynaklarda… Dünyevi bilincin hat safhaya ulaştığı bu dönemde elbette ki, hiçbir insan evlâdının her ne değer için olursa olsun önüne topraktan yapılmış bir heykelcik dikerek önünde secde etmesini bekleyemezsiniz. Ancak yine de bir yaratıcı arayışı içinde olan fıtrat, her an kendinden daha büyük bir kuvvete yönelmek, sığınmak, istemek için arayışını sürdürür;

        Nefs ise her an daha fazlasını istemek, üstelik acil, acele etmek güdüsüyle yaratılmıştır. Haliyle şeytanın oyun parkı haline gelen bir dünyada, tanrıların da çağ atlaması hiç de şaşılacak bir durum değildir.

        Geçmişten küçük bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Konuyla pek alâkalı olmasa da stratejik benzerliklere dikkat çekeceğim. Birinci dünya savaşına kadar Türk ve İslam İmparatorlukları’nın hemen hepsi doğrudan dış saldırılara maruz kalmış, ama üstün savaş yetenekleri sayesinde tüm saldırılara göğüs gererek düşmanı pek çok seferde bertaraf etmeyi başarmıştır. 19. Yüzyılın başlarında ise, dış güçler olarak tarif ettiğimiz toplumlar kökten bir strateji değişikliği izleyerek, içten çökertme programlarına başlamış ve inanılmaz bir hızla koca imparatorlukları, temelini farelerin kemirip devirdiği bir bina enkazına çevirmişlerdi. Dikkat edilirse, hala bizi dünya sahnesinden indiren bu güçlerin arkalarından gitmeye çalışıyoruz.

        Şimdi bunca şeyi neden anlattım. Bir düşünelim. Yüzyıl evvel, kıt zekalı insanoğlunun uygulamaya koyarak kendisini zihnen köleleştirdiği bir dünyada; korkunç zekasından şüphe duyamadığımız şeytan, hala karşımıza kil putlar, güneş, ay ya da bereket tanrısı heykelcikleri çıkararak “Bunlara Tapın” diyeceğini mi sanıyorsunuz?

        Hayır, efendim. Oynanan oyun çok daha büyük ve karmaşık. Daha da kötüsü, artık dönemimizin “Modern Tanrıları”, gizliler ve hiç de talep kâr değiller. Bu yüzden pek çok insan, birisi gözlerine sokana kadar taptıkları yaratığın ne olduğunu anlayamıyor bile.

        Peki neden böyle oluyor? Yazının başında da söylediğim gibi, İnsanın yaratılış fıtratı, yönelebileceği bir kudret ve güç kaynağı arıyor. Nefs ise, yapısı gereği bunu, önüne gelen her güçlü kaynağa yöneltmeye çalışıyor.

        Şimdi, cennet yolundaki tekerimize çomak sokan nefsimizi A. Hulusi’nin kaleminden biraz tanıyalım.

Nefs demek; bir insanın doğumu ve büyüme aşamalarında astrolojik ve çevresel etkilerle o kişide bir bilinç oluşmaya başlaması. Bu bilinç birikimine de “ben” diye ifade etmesidir. "Ben" kavramı hep aynıdır, Ancak, o "ben"i şartlanmalar nasıl oluşturmuşsa, öyle bir "ben" kabul ediyor. Ve bu "ben" dediği "Nefs"i, şartlanmaları dolayısıyla oluşan değer yargıları nedeniyle, neyi isterse onu yapmak istiyor. "Nefs", bilincinizin rengine bürünen, "ben" kelimesiyle işaret ettiğiniz soyut varlığınızdır! Nefs"in var oluş hükmü, bilinç düzeyine göre dilediğini yapmasıdır! Nefs"in istekleri diye bilinen şeylerse, ya bedenin tabiatının gerektirdikleri, ya da şartlanmalarının getirdikleridir. (Kaynak: A. Hulusi.)


Kısaca tapmanın da ne demek olduğunu bilirsek konu daha net anlaşılacak ki o da; Tutku, sevgi ve saygıyla bir şeye bağlanmak, kendisinden üstün kabul edip efendi edinmektir.

İnsan nefsinin ruhani boyutundaki özelliklerini biraz önce bahsetmiştik. Hep daha fazlasını istemek, acele, egosu yüksek vs. Birazda nefsin bedensel boyutundan bahsedelim.

Nefsin bedensel arzu ve istekleri; çağımızda tespit edilmiş insan bağırsağında bulunan 2. beyin tarafından yönetildiğini, listeyi ise 1. beyne verip bunların çok acil ihtiyaçlar şeklinde talepte bulunduğunu bilmemiz gerek. Dikkat edin bunlar maddeye dönük ihtiyaçlardır.



Bildiğimiz 1. beyin ise iradenin ve insani nefsin merkezi konumundadır. Doğuşta sadece fıtri yetenekleri ile doğan insan kişilik karakterlerini sonradan eğitim ve çevre faktörleri tarafından şekillenir. Bu aşamada kişiye insanın bedenden ibaret olmadığı, sonsuz bir hayatı olduğunu bunun için nelere dikkat etmesi gerektiği öğretilmemişse o kişi kendisini bedenden ibaret kabul edeceği için nefs dediğimiz “ben” olgusunu tamamen dünyaya, maddeye dönük bir kişilik şeklinde oluşturacaktır.

Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü? (Furkan/43)

İçerik olarak çok dolu bir ayet bu. Çoğu kendine dokundurmuyor tabii. Ama kaybedişe ne kadar yakın olduğumuzun bir göstergesi. Öyle ki, Allah yolu dar bir köprü, dışarıda kalan tüm alan ise uçurum.

Eski çizgi filmler vardır, denk gelmişsinizdir belki. Çakal kuşu kovalar. Bulutla kaplı uçurumun kenarına gelmiştir. Yürümeye devam eder. Bir süre sonra bulut dağılır ve çakal havada durduğunu fark eder. Çırpınır ama sonunda kameraya el sallayarak kanyondan aşağı uçuruma doğru düşmeye başlar. Klasik bir sahnedir.

Şu anki durumumuz da buna benziyor. Yol ayağımızın altında bitse bile, nefsine zulmeden hakikat bilgilerinden mahrum “ben”lik onu fark edemiyor. Bu sapkınlığı zevkle izleyen şeytan ise, bulutlar dağıldığında başımıza gelecekleri düşünerek eğleniyor.

        Günümüzün modern tanrıları; hem uzaklarda yaşayan, bize dokunmayan ak sakallı dede imajlı figürler olarak karşımıza çıkıyor, hem de bizi gerçekten, Allah’tan ve ibadetten uzaklaştıran tüm nefsi varlıklar olarak… Para… Cinsellik… Güç… Güzellik… Makam… vs. vs…

        Dolayısıyla artık bunları başka varlıkların arkasına saklama ihtiyacımız da ortadan kalktı. “Para için her şeyi yaparım.” “Bu kız için cehennemde yanmaya değer.” “Güzelliğimi kaybetmemek için şeytanla bile pazarlık ederim.” Rutin Hollywood kalıpları dostlar. Film izlemeyin demiyorum. Ama bir dahakine bu gözle bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.


        Bazı anlayışlar da kökende güzel başlayıp sonradan sapıtabiliyorlar. Mesela kuantum düşünce olayı… Duamı evrene gönderiyorum. Evren bana istediğimi veriyor.” Bu şahsa istediğini veren evren değil, aslında rabbinin Esma’sından istiyor. Zihni tıpkı bir yağmur duasına çıkan köylü grubu gibi, odaklanıyor ve özünden çektiği nimeti hayata geçiriyor. Buraya kadar bir problem yok. Ama “evrenden aldım” dediği anda çok kötü batırıyor. Hani aylık maaşını veren patronuna, parayı aldıktan sonra küfür etmeye benziyor.

Bazen de tanrı fikri tamamen devreden çıkarılıp her şeyin tesadüflerden oluştuğunu varsayan düşünceler vardır ki bunlar da aslına tesadüfü tanrı edinmiş kesim olarak mevcuttur. Onlar daha da fena. Seni yaratan gücün bir boşluk olduğunu fikrini ne fıtrat kabullenebilir, ne nefs. Ama doğru paketlenince, her şey doğru görünebiliyor demek ki.

Bir Hollywood dizisinden alıntı yapıyorum.

“Hayır. Siz… Siz insanlar delisiniz. Eskiden tanrılara tapardınız. Ama bu!!! Putperestlik böyle mi oldu? Ünlüler mi? Küçük köpekleri ve bronzlaştırıcı spreylerinden başka neleri var? Eskiden kalıcı dinlere bağlıydınız. Şimdi ise, haftalık tanrılarla geçiniyorsunuz.” Cümlesinin Paris Hilton tarafından söylenmiş olması da ayrı bir ironi…

Demem o ki, dostlar; elle tutulur, gözle görülür ve afiyetle yenilir tanrılar dönemi kapandı. Nefs ve şeytan zamana adapte oldular. Bir zamanlar tenezzül etmeyeceğimiz değerlerin köleleri hatta kulları olma tehlikesiyle yüz yüzeyiz. Ne kadar çabuk toparlanıp ana köprüye dönersek o kadar çabuk kurtuluruz.

Unutulmaması gereken önemli bir şey daha var. Her şeyi yaratan Allah bir düzene, bir sisteme, bir hikmete göre yaratmıştır. Bu düzen ve sisteme Sünnetullah diyoruz. Yaratılan her varlık bu yasalar içinde yaşamını sürdürür. Yaşamının zaman ve zemin şartlarına göre değişmeyen yasalardır. Duygusallık, tesadüf, ihmal, gözden kaçma, unutma, mazeret gibi etkilenmeler söz konusu bile değildir.

Rabbim hepimizi, kendi nefsinin yarattığı bu tehlikeli tanrılardan korunarak, Allah’ın yolunda dosdoğru ilerleyen kullarından eylesin.

Sağlıcakla kalın.

Özgür Akar (Fiz. Öğrt.)