İnsan olarak en öğündüğümüz vasıflarımızdan biride özgürce kullandığımızı savunduğumuz irade yeteneğimizdir öyle değil mi. Gelin bugün özgür irademizden bahsedelim.
İrade; İnsanın arzu ve isteklerinin bir şeyi yapma veya yapmamayı tercih etme, seçebilme gücüdür, yeteneğidir. Kişiden kişiye göre azalan çoğalan oranda kullanılır biliyorsunuz. Hem de ne kullanma…!
İnsanın akla gelen her türlü işlevi için gerekli olan güç anlamına geliyor. Yani öz benliğinin ayrı istekleri vardır, genlerinden gelen mizaç dediğimiz içgüdülerinin istek ve ihtiyaçları vardır, Beden olarak hormonsal salgılarının talep ettiği istek ve ihtiyaçlar vardır.
İsterseniz önce insan dediğimiz varlığın profilini bir çizelim. Sahip olduğumuz bazen istemli, bazen istemsiz istek ve ihtiyaç kaynaklarının tespitini yapalım.
İnsanın öz benliği, “Ben” dediğimiz, "Bilinç" dediğimiz kimliğimiz vardır. Bu kimliğimizi ve kendine has isteklerini "nefs" adı altında tanımlıyoruz. Kendine has istekleri her zaman en başta olmak, en iyilere sahip olmak(en zengin olmak, en iyi yemekleri yemek, en güzel kadın/erkek e sahip olmak, en.. en…en..lere sahip olmak)(1) Tüm bu sonsuz isteklerini elde etmek için irade gücüne ihtiyacı vardır.
Ruh- Bilinç bedenimiz; Yani ruhumuz. Onun sahip olduğu vasıflar; Hayal gücü, düşünme, ezberleme, hatırlama, vehim(Zannetme), karar verme, tercih edebilme(İrade), aklı kullanabilme, kalp gözü-basiretle görme, hissedebilme, sevinme, üzüntü, acı çekme gibi özelliklerdir.(2) Gücü, kapasitesi sonsuzdur ancak onların dünya yaşamı süresince biriktirebildiği ilim ve sevap enerjisi dediğimiz pozitif enerjisi ile etkinleştirebildiği kadarını kullanabilecektir. Bir başka deyişle madde boyutunda gerçekleştirdiği her davranışın sonuçlarını görecek, yaşayacak olan bedenimizdir.(3)
Madde beden; Madde olarak bedenin, beyin dışında fazla bir önemi yoktur. Bilindiği gibi madde, atomlardan, atomlar nötron-nötrünolar, kuark, kuant, parçacıklar, onlar da elektro manyetik enerji cinslerinin yoğunlaşması ile meydana gelen bir yapıdır. Aynı boyut içinde devinim halinde seyrine devam eder. Yalnız beyin, hem biyolojik bedenimizin hareket ve kontrolünü sağlaması, hem de 5 duyu dediğimiz giriş üniteleri ile bilgi ve enerji kazanımlarını ruha yüklemesi açısından önemi büyüktür. Vücut ona enerji sağlamak için vardır.
Madde bedenimizin istek ve ihtiyaçlarını iki kategoride toplayabiliriz.
1 – Mizaç, yani otonom sinir sisteminin özelliği olan ve iç salgı bezlerinin az veya çok çalışması gibi kalıtımla gelen fizyolojik özelliklerinden kaynaklanan davranışlar. (Çabuk kızmak, soğuk kanlılık, sıcak kanlılık, saldırganlık, kin vs. gibi.)
2 – Şehvet; yani cinsellik, yemek, içmek, uyumak gibi bedenin genellikle istemsiz olarak ihtiyaçlarını temin etme davranışlarıdır.
Bu özellikler tüm biyolojik canlılarda ortaktır.
Mizaçtan kaynaklanan istekler sert, kural tanımaz, kavgacı karakterdedir. Ancak Akıl dediğimiz Ruh-bilincimizin kullanabildiği yetenekle frenlenebilir. Akıl ise ancak ilim ve bilgi ile ikna olması halinde veya şartlanma ile bloke edilmiş ise müdahale eder. Bir başka deyişle sözünü dinletebilir.
Şehvetten kaynaklanan istekler, arsız, onursuz, yüzsüz, sırnaşık, şımarık karakterdedir. Fakat kontrol altına alınması daha kolay, gücü mizaca göre daha azdır. Buna karşılık iradeye en çok ihtiyaç duyan ve kullanan kaynaktır.
Görüldüğü gibi İrade dediğimiz yeteneğimizi kullanan, yönlendiren etken, Ruh- bilince sahip kimliğimiz değil, Biyolojik bedenin kendi yaşam döngüsünü devam ettirmek için kullandığı mizaç ve şehvettir. Halbuki Ruh-Bilinç kimliğimizin gelişimi için kendisine tahsis edilmiş araç konumunda olması gerekiyordu değil mi? Ama Maalesef.
Bu konuda İ. Gazali Hz. diyor ki; “Sendeki bu sıfatlar, sana hakim olup seni kendilerine esir yaparak kendi hizmetinde çalıştırmak için mi yaratılmıştır. Yoksa vaki olan yolculuğunda sana angarya olmak, sana binek hayvanı ve silah olmak için mi yaratılmıştır… O halde bunların hepsini bilmen lazımdır.” Ne kadar doğru değil mi?(4)
Görünen o ki gerek bilgisizliğimiz, gerek eğitimsizliğimiz yüzünden benliğimize ait irade gücümüz, içgüdüler ve hormonsal salgıların esiri olmuş. Acı ve kederle sonuçlanacak davranışların sorumluluğu da Ruh-Bilincimize kalmış konumdadır. Tıpkı bir arabaya binmişsiniz, direksiyonu ise kucağınızdaki 3 yaşındaki durdan sustan anlamayan, haşarı çocuğunuz kullanıyor ve siz de bunun doğru bir davranış şekli olduğunu düşünüyorsunuz. Birisini ezdiğinizde, kaza yaptığınızda kim zararlı çıkar? Kim suçlanır. Tabiî ki siz. Kimseyi ikna edemezsiniz arabayı çocuğum kullanıyordu, araba arızalıydı, öyle olmasını istememiştim diye.
İşte İrademiz, Ruhsal gelişmemizi sağlayacak davranışlar (sevap kazanmak, pozitif enerji edinmek) yerine mizaç ve şehvetin güdümünde işlev yaptığı için günümüzde en çok özlemini çektiğimiz, iyilik, dürüstlük, fedakarlık, sevgi, saygı gibi davranış biçimlerinin artık görülememesi, anlık görülse bile çabucak kaybolması ve gösterildiğinde karşılık beklenmesi, başa kakılması, minnet yaratması nedeniyle insanları tatmin etmiyor. Ruhumuz gıdasız kalıyor. İçimiz kararıyor. Üstelik bu durum sadece dünya yaşamıyla sınırlı kalmayıp ölüm ötesine geçildiğinde artık telafi edilemeyecek hale geleceği de kesin. Tek sebebi de insanlığın tercih ettiği yaşam biçimi, yaşam felsefesidir.
Üç beş kişiye hava atacağım, üstün olacağım, güçlü olacağım, en zengin ben olmalıyım, en iyi yemeği ben yemeliyim, en güzel / yakışıklı, kadın / erkek benim olmalı, ne pahasına olursa olsun istiyorum diye tepinmenin nelere mal olacağının farkında mısınız?
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) Şems/ 7-10; (..Nefse ve onu düzenleyene sonra da ona bozukluğunu (sınır tanımayan günah ve kötülüğe olan düşkünlüğünü) ve (ondan) korunmasını ilham eyleyene ki, gerçek felah bulmuştur onu temizlikle parlatan ve ziyan etmiştir onu kirletip gömen.)
(2) İ.Gazali Hz. İhya.
(3) Nahl/111; (O gün ki herkes nefsi için mücadele ederek gelir. Her nefse işlemiş olduğu amel tamamıyla ödenir ve hiç birine zulmedilmez.)
(4) İ.Gazali Hz. Kimya-yı saadet