26 Mayıs 2009 Salı

BELEDİYELERE BÜYÜK KAYNAK

Şehir yaşamında insanların en rahatsız oldukları şeyin otopark sorunu olduğunu bilmeyen yoktur. Caddeler, ara sokaklar, kaldırımlar otopark haline geldi. Yaya olmak için neredeyse ip cambazı eğitimi almak gerekiyor. İşin garibi en büyük gelir kaynağı olma özelliği de bu sorunun altında gizli.
Belediyeler neden bu konuyu çözemiyorlar diye şöyle bir araştırma yaptığımda, hukuksal olarak bir eksiklik bulamadım. Ama kurallara uymayan yöneticiler ve sürücüler gördüm. Herhalde seçim dönemlerinde göz yumulan kaçak yapılanma, bugünün kuralsızlık ve düzensizliğini oluşturdu.
Şehir içi ulaşım belediyelerin kontrolünde olduğuna göre onların bu işi çözmesi şart. hukuki açıdan bakıldığında, yol ve kaldırıma araç park edenlerden belediye bu ücretleri alma yetkisi de vardır. Belediyelerin otopark sorununu çözebilmek için “Paramız yok.” faktörünü kabul etmiyorum.
Sebep ne olursa olsun birileri hukuk kurallarına riayet etmiyor, cadde, sokak, kaldırımlara park ediyorsa bedellerini de ödemelidir. Yayalar için yapılmış yerlere, acil durumlarda tehlike yaratacak cadde ve sokaklara park edilmemesi kesinlikle sağlanmalı, uymayanlara bedeli mutlaka ödetilmelidir. Hazır Belediye seçimleri yapılmış, yeni seçimlere 4 yıl varken bu sorunu çözmeye yönelebilirler diye düşünüyorum.
Belediyelerin yapması gereken iki şey var;
1 - En önemlisi özel araç kullanımını şehir içinde zorlaştırmak, toplu taşıma araçlarına yönlendirmek, otopark sayısını çoğaltmak, Kural dışı hareketlere gerçekten caydırıcı cezalar getirmek.
Bu nasıl olacak derseniz, öncelikle park edilmesine müsait yerler belirlenmeli, gerekirse eski binalar, sahipsiz veya kullanılmaz durumdaki alanlar düzeltilerek otopark haline getirilebilir.
Park edilmesi uygun olmayan cadde ve sokaklara her 10 metrede bir park yapılmaz levhası konacaktır. Bunun nedenini sonra anlatacağım.
Kendi oturduğum bölge Bursa’nın Nilüfer ilçesi İhsaniye bölgesidir. Yaklaşık 17 yıldır buradayım. Sitelerin ilk yapılım zamanında otopark ve yeşil alanlara daha fazla yer ayrılıyordu. Ne olduysa giderek yeşil alan ve park yeri sayısı iyice azalarak devam ediyor. Birçok oturan ise var olduğu halde park yerine değil, yollara, kaldırımlara koymayı tercih ediyorlar. Belediyenin otopark çözümü için o kadar boş alan var ki, neden değerlendirilmediğini anlamıyorum. Tek yapılması gereken zemini düzleyip uygun hale getirmek. Alan, ister belediyenin olsun, ister kişilere ait olsun kullanılmıyorsa, belirlenecek bir süre için bu amaçla değerlendirilmelidir. Bu bölgede de bildiğim 17 yıldır kullanılmayan bir sürü alan vardır.
2 – Şehre giriş yapan araçlardan bedel almak. Bunun uygulaması diğer ülkelerde de yapılıyor örneğin; 1977'lerde Singapur'da merkeze girerken ödenen para 25 dolarmış . Şimdilerde 50 dolar seviyesine çıkarılmış. Yine 1977'de Washington'da merkeze girerken ödenmeye başlanan para 2.5 dolar imiş. Şimdi 25 veya 50 dolarak uygulanacağı belirtiliyor. Üstelik onlarda otopark sorunu epeyce sağlandığı halde. Şehir merkezine giriş yerleri tespit edip, özel araçlardan ücret alınarak toplu taşıma araçlarına yönlendirilebilir. Bunun için giriş bankoları ve kameralı sistem yeterli gelecektir. Sağlanan para otopark temin alanları ve yapımında kullanılabilir.
Bunun dışında teknoloji kullanılarak yasak yerlerde park edenlerin cezalandırılması için vatandaş kullanılabilir.Çünkü en fazla mağdur olan, yaya olanlardır. Ben dahil herkesin büyük bir zevkle kabul edileceğinden şüphem yoktur. Tabii şehrin, cadde, sokak ve kaldırımları ancak araç sahiplerinin kullanacağı alanlardır. Çünkü onların araçları vardır gibi düşünülüyor, yayalar önemsenmiyorsa o başka.
10 metrede bir park yapılmaz levhası demiştim ya, işte vatandaş kendisini rahatsız eden, yasak yerlere, kaldırımlara park edenleri görüntülü telefonları ile, kurulacak bir merkeze bildirmeleri sağlanabilir. Görüntü iletimi hem canlı olacak, hem de aracın plakası, tarih, saat, bilgileri çok rahat belirlenip kayda alınabilecektir. Geriye sadece adrese bildiri göndermek kalacaktır.
Biliyoruz ki trafik polisi ve zabıta bu konuda hem yetersiz, hem de çekinme söz konusu. (Sen benim kim olduğumu biliyor musun hikayesi) İşte bu nedenle vatandaş kullanılabilir. Üstelik böylece oto kontrol yöntemiyle vatandaşların da kendi aralarında kurallara uyum alışkanlığı sağlanmış olacaktır. Emin olun bizimki gibi bir toplumda yıllık emlak vergisinin en az 10 katı gelir sağlanabilir.
İşte bu tür uygulamalar belediyelerin faydalanabileceği gibi vatandaşların da rahat ve huzurunu sağlayabilecektir. Elde edilecek gelir, Maliyeye bildirilen emlak değer beyannamesi rakamları seviyesinde bakarsak çok rahat eski apartmanlar bile bedelini ödeyerek kamulaştırılabilir.
Beni normal bir vatandaş olarak aklıma gelenlerin bir kısmı bunlar. Dikkate bile alınmayacağını biliyorum. Bundan önce de dilencilerle ilgili yazımın dikkate alınmadığı gibi. Bu sefer işin içinde para söz konusu olduğu için belki okurlar. Ne yapalım sağlık olsun. Herhalde bu işleri yapabilecek yetenekte olmadığım için o makamlara gelemiyorum. Gelseydim sanırım çok düşmanım olurdu.
İnşallah her şeyin düzeleceği ümidiyle her şey gönlünüzce olsun.


Resim link; http://www.marmaratv.com.tr/resimler/haberler/7407.jpg

KARMA EĞİTİM FİYASKOSU

      Eğitim konularında günümüzde bir sürü olumsuzlukların yaşandığını hepimiz biliyoruz. Eğitimin sadece Türkiye’ de değil, tüm dünyada sorun haline geldiği, verimlilikten ziyade topluma zarar veren konumu artık fiilen yaşanmaktadır. Geleceğini düşünen ülkeler bu konuda yüzlerce araştırma yapmaktadırlar..

      Eğitim politikası tüm dünyada 68 kuşağı döneminin materyalist ve feminist ideolojiler yönünde değiştirilmiş, o gün için reform olarak kabul edilen KARMA EĞİTİM dönemine geçilmişti. Güya kadın erkek eşitliği sağlanacaktı. Maalesef fos çıktı. Gelinen noktada eşitlik sağlanamadığı gibi, tam tersi durum kadınların aleyhine dönüştü. Artık kadın sadece cinsellik objesi olarak dikkate alınıyor. İşten atılma tercihi sıralamasında kızlar başı çekiyorlar. Günümüzde daha ergen bile olamadan yaşanan duygusal ilişkiler, flörtler, gençlerde bunalımlara, başarısızlıklara, cinayetlere, intiharlara, güvensizliğe ve tatminsizliğe neden olmaktadır.

      Yaşanan bu olumsuz tablo sonucunda ülkeler, verimlilik esasını dikkate alarak daha bilimsel eğitim yöntemleri araştırmaya ve bunları eyleme geçirmeye başlamışlardır. Bu araştırmalardan en önemlisi karma eğitim yerine ayrı eğitimin devreye sokulmasıdır. Örneğin, bugün ABD’de 253 okulda ayrı eğitim yapılıyor, 51 tane okul ise sadece kız veya sadece erkek öğrencilerin başvurularını kabul ediyorlar. 200 okulun daha ayrı eğitim yapmak için devlete başvurduğu, yakın bir gelecekte ise bu tür okul sayısının 5.000’i bulabileceği belirtiliyor.

      Eğitim kavramına geniş açıdan bakıldığında karma eğitim düzeninin zaten bilimselliğe dayanmadığı, tamamen ideolojik olduğu görülmektedir. İnsanları tek fabrikadan çıkmış, aynı yeteneklerle imal edilmiş araçlar gibi düşünmenin bilimsel olduğunu iddia eden; zaten bilimden anlamıyor demektir.

      Eğitimini ideolojik olarak ele alan Türkiye’nin durumunun, diğer ülkelerle kıyaslandığında akıl sağlığı yönünden en alt düzeyde, yani aptallıkta en ön sırada olduğunu bilmeyen kalmadı.(1) Bir eğitim sisteminin verimli olup olmadığını, ancak 20 yıllık bir süre sonunda tespit etmek mümkündür. İşte bizde de çıkan sonuç budur.

      İnsanların kadın ve erkek cinsiyetlerine göre farklı yaratılışlara, karakterlere sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Böyle olduğu halde kişilikleri sosyokültürel olarak oturmamış ve cinsel kimlikleri tıbbi olarak olgunlaşmamış iki çocuğu, ergenlik döneminde bir araya getirerek eğitmek çok yanlış bir uygulamadır, Ve bu uygulamanın sonuçlarını çocuklar ve aileleri en acı şekilde yaşamaktadırlar. İşte bu yüzden kendi insanlarının geleceğini düşünen devletler araştırmalar yapmakta, eğitimi ideolojik değil, verimlilik esasına göre ele almaktadırlar.

      Mesela; bir araştırmaya göre, (Non-academic -or extra-academic- benefits of single-sex education) erkek öğrenciler, dersi hareketli işlemeyi, derste aktivite olmasını beklerken, kız öğrenciler kendilerini sakin bir ortamda ifade etmeyi isterler. Cinsiyet farkına göre yetenekleri, göz önünde bulundurmayan bir eğitim sisteminde; öğrencilerin uyum sağlamakta zorlandıkları (örneğin kızların; dil öğrenimine ve sözlü iletişim konularına, erkeklerin ise el becerisi ve hesaplamaya daha yatkın olduğu) bilimsel sonuçlarla tespit edilmiştir.

      Kız ve erkek ayrı öğretim yapan okullarda öğrencilerin, kendilerine güvenleri daha yüksek olup, karakterlerini daha rahat olgunlaştırmaktadırlar.

      Karma okullarda, öğretmenlerin bildirdiklerine göre bilhassa dört konuda öğrenciler sorun yaşamaktadırlar. Bunlar; öğrenci motivasyonu, davranışı, sınıf yönetimi ve disiplin olarak sıralanmıştır. Özellikle motivasyon konusunda kız-erkek ayrı sınıflarda öğrencilerin daha verimli oldukları gözlenmiştir.
Yine karma okullarda, ergenlik dönemindeki öğrencilerin, birbirleriyle olan kız-erkek ilişkileri sonucunda bunalımlar geçirdikleri ve derslere ilgi seviyesinin çok düştüğü de ispatlanan gerçekler arasındadır.

      Yukarıda da belirtildiği gibi, sadece kızlara yönelik eğitim veren okullarda, derslere yönelimin daha fazla olduğu ve karakterlerin daha rahat olgunlaştığı gözlenirken; karma okullarda eğitim gören kızların ise daha ziyade görünümlerine önem veren davranışlara yöneldikleri saptanmıştır.

      Kızların başarı oranları incelendiğinde çıkan sonuç oldukça ilginçtir. Sadece kızların gittiği okullardan mezun olanlar, karma okullardaki hemcinslerine oranla hem daha iyi üniversitelere girebildikleri, hem de daha üst seviyelerde iş bulabildikleri tespit edilmiştir. Örnek olarak, ABD senatosundaki kadınların % 40’ı, karma olmayan okullardan mezundur. Bu durum, başarı oranının tescili bakımından önemli bir delildir.

      Karma olmayan okullardaki uygulamalar; hem öğretmenleri hem de aileleri rahatlattığı için, kızlarını bu okullara göndermeyi istedikleri, yapılan başvurulardan ortaya çıkmaktadır.

      Bu tür araştırmalar dünyanın pek çok ülkesinde giderek artan oranlarda yapılmasına rağmen ne yazık ki Türkiye’de dikkate bile alınmıyor. Öyle ki, bütün dünya ülkeleri çocuklarının daha iyi eğitimli olmalarını, başarılı olmalarını amaçlarken Türkiye halen; ideoloji ağırlıklı bir tavır içinde eğitim sistemini sürdürmeye çalışıyor. Değil araştırma yapmak, kız erkek ayrı öğretimin sözü bile edildiğinde eğitimin verimliliği değil, ideolojik vehimler ön plana çıkıyor. Günümüzde gelişmemiş kimlik yapımız yüzünden kızlarımız, en savunmasız en saf ve en güzel dönemlerinde acımasızca kullanılıyor. Magazin dünyası ve televizyonlar bunun en bariz örnekleridir.
Neticede görülen kadarıyla, ülkemizde kendilerine aydın diyen bilimden uzak ama etkin olan kesim genç nesli; bilgili, cinsel kimliğini olgunlaştırmış, kendine güvenen bir yapıda görmek istemiyor. Bunun yerine öğrencilerin, tüketim sektörünün vazgeçilmez müşterileri haline getirilmesi amaçlanıyor. Sonuçta sisteme empoze edilmiş öğrenciler; okul, dershane ve üniversite eğitim süreci boyunca acımasızca kullanılıp, sonrada paçavra gibi atılan zavallılar haline geliyorlar.

      Bu durumun üzücü yanı ise, genç neslin iş işten geçinceye kadar kullanıldıklarının farkında olamamaları, anne babanın finans desteği ile gençlerin magazin tarzı bir yaşamı tercih etmeleridir. Bunu da normal bulmaktayım. Çünkü hormonları ve içgüdüleri onları yönlendirmekte, kendilerini kontrol edebilmeyi, sorumluluğu, toplumsal kuralları, özgürlük dışı kabul edip karşı çıkmaktadırlar.
Tabii sonunda da dünyanın en yüksek üniversiteli işsizler ordusu, olgunlaşmamış kişiliklerle kurulan birlikteliklerin çok kısa sürede boşanmayla bitmesi, anlaşmazlıklar, çatışmalar, intiharlar, cinayetler, uyuşturucu, alkol bağımlılığı kaçınılmaz sonuçlar olmaktadır.

      Ne için? Materyalist bir ideoloji için. Herhalde bu yöntem toplumların intihar yöntemi olarak tarihe geçecektir. “Milletlerin de canlılar gibi bir ömür süreci vardır.” diye boşuna dememişler.
Her şey gönlünüzce olsun.

Not; (1) http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1091712

16 Mayıs 2009 Cumartesi

GÜZEL AHLAK - 3 - İDEAL İNSAN, İNSAN-I KÂMİL OLMAK


İnsan tarifine uygun bir varlık olduğunu ileri süren bir canlının, diğerler canlılardan farklı olduğunu, ister besin zincirinin en üstünde olan hayvan konumunda olsun, isterse inanç yönünden Eşref-i Mahlukat tarifine göre olsun; davranışlarında bir asalet, bir bilgi, bir düşünce eseri olmak zorundadır. Bu farklı özellikler ahlak dediğimiz kavramı oluşturur.

Ahlaki bakış açısı yönünden kimisi;

“Bilimler insanın harcı değildir ve insan onları bilmekle, bilmemekten daha çok yitirir insanlığını” (Pascal) hatta;

“Bilimler, insanları kafa işlerine adayıp büyük ölçüde kölelikten kurtaracak yerde, onları makinenin kölesi yapmıştır.” (Einstein) şeklinde yaklaşanlar olduğu gibi;

“Bilim ahlaka aykırı değildir, yalnız gerçeği aramaktan başka
kaygısı olmadığı için iyi ve kötü ile ilgilenmez “Ahlakçı” olması gerekeni, bilgin de olanı arar. Bilmekte usta, iyiyi kötüyü göstermekte güçsüz olan bilim, özü gereği ahlak dışıdır.” (Albert Bayer)
şeklinde yorumlayanlarda olmuştur.

İnsanların salt bilimle istenen “insanca farklılığa” ulaşmalarının mümkün olmayacağı açıktır. Güzel ahlakın başlangıç noktası, bireylerin kendilerini bu olgunluğa eriştirmeleridir. Üstelik bunu da bizzat insanın kendisi tarafından oluşturulması şarttır. Çünkü genlerinden gelen sabit davranış motifleri olmadığı için davranışları daha sonra; Aile, çevre ve eğitim ile şekillenmektedir. Konuya ilişkin Allah Resulü;

“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” Hadisiyle uyarır. Yani huy dediğimiz davranış motifleri sonradan kazanılmaktadır.

Bunun anlamı insan dediğimiz canlının; İDEAL İNSAN, İNSAN-I KÂMİL haline gelebilmesi için özel eğitim ve çalışmalar yapması, en azından bunun çabası içinde olması gerekmektedir.

Bugün en çok eksikliğine ihtiyaç duyulan davranış; Sevgi, saygı, iyilik, görgü, nezaket ifade eden davranışlar değimidir. Ancak bu davranışların kazanımına yönelik hiçbir eğitim verilmediği için, sevgiyi cinsel istekler, saygıyı ise parası olandan, yüksek makamda olanlardan, fayda edinmek veya zarar görmemek için gösterilen yapmacık, dalkavukvari davranışlar olarak ortaya çıkıyor. Tabii o da insanı tatmin etmiyor.

İnsanın Ruhsal yapısı gereği duygusal bir varlıktır. Maddesel etkenlerden çok manevi duygulara ihtiyaç duyar, etkilenir. Bu nedenle ilgi görmeye, sevmeye, sevilmeye, takdir edilmeye, saygı görmeye ihtiyacı sınırsızdır.

Allah Resulü bunu işaret ederek;
“Ahlak ve tabiatlarınızı güzelleştirin, güzel huylu, güzel tabiatlı olun, hoyrat olmayın, kaba saba olmayın.”

“İmanı en yüksek olanınız, imanca en güzeliniz ahlakça en güzel olanınızdır." Hadisleri ile ahlaklı olmanın önemini anlatırken Resullük görevi için de;

“Ben ahlâkî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.”
Açıklamasını yapmaktadır.

Ahlaki kurallara tabi olmayan kişi; İnsan bedenine sahip görünümde olmasına rağmen diğer hayvanlardan farklı konumda olmayacaktır.(İnsansı) İslam inancındaki namaz, oruç, zekat gibi çalışmalar dahi (İbadetler); insanın ahlaki yapısını düzeltip amacına ulaşabilmesini sağlamak için önerilmiştir.

Cahil olan, idrakten yoksun olan kişi;
- Ben büyüğüm..! Ben şöyle zenginim..! Ben var ya ben..! der.
Sorsanız kendisine neden büyüksün diye;
- Dünya kadar malım, param, fabrikalarım, yüksek makamım, villalarım var. Bir sürüde çocuğum var. Benden büyüğü yok..! diye açıklar.

Halbuki bu büyüklenmenin sadece kısa dünya yaşamı süresince geçerli olabileceğini düşünememesi demektir. Sonsuz yaşamın yanında 3 – 5 saniyelik bir büyüklenme..! Kibir…! Akıllı insanın yapacağı şey değildir. Bilindiği gibi sadece Samanyolu galaksimizde güneşin bir yıllık dönüş süresi, dünya senesi ile 255 milyon yıldır. İnsan hayatını ortalama 80 yıl kabul etsek bile bu süre içinde 7 – 8 saniye kadar yer alır. Değer mi..!

Dünya yaşamında şöyle bir baktığımızda her mesleğin özel bir eğitimi olduğunu görürsünüz. Doktorluk, Avukatlık, mühendislik, gibi becerilerini elde etmek, dünya yaşamı için kullanabilecekleri özelliklerdir. İnsanın ahlaklı hale gelmesi için de özel bir eğitim görmesi, ve bizzat çaba göstermesi i gerekir. Sadece okumak, Dünyevi bilimlerin tahsilini görmek, izlemek davranış motiflerimize şekil vermekten yoksundur. Tabii bu her iki alemde de insan muamelesi görmek istiyorsa bu geçerlidir. Ben dilediğim gibi davranırım düşüncesi; Diğer canlılardan karakter bazında daha aşağı konuma düşmek anlamına gelir.

Allah resulü bunu, ashabını sohbetler yaparak, bir fiil göstererek, hatalarında uyararak onları İnsan- kamil seviyesine çıkardı. Üstelik İslam dan önce o dönemin en asi, en cahil insanları olduğu halde. Her kişinin kendi seviyesinde bilgilendirerek, kendisi de bizzat yaşayarak bunu başardı.
Demek oluyor ki; insanın davranışlarını istenen bir konuma getirebilmek için, bizzat bilen, uzman bir kişinin eğitiminden geçmesi en doğru yol olacaktır. Zaten tarikat, cemaat oluşumu da bu ihtiyaçtan doğmuştur. İnsanlar din konusunda ilim sahibi olmuş, eğitim sistemini kendileri için uygun bulduğu uzmanların etrafında toplanmışlardır.

- Peki günümüzde bu işi nasıl yapacağız?

Öncelikle Ülkemizin tüm bilim dallarında uzmanlardan kurulu bir heyet oluşturulmalıdır. Bu iş için özel bir üniversite oluşturmak en makul olandır. Yalnız bu üniversitelere gerçekten bu yola gönül koyan, Allah’tan başka kimseden karşılık beklemeyecek kişilerden oluşmalıdır. Onların ihtiyacını halkın kendisi karşılayacak, onların sohbetleri ve eğitimi ile inanç ihtiyacını karşılayacaktır.

- İlahiyat fakültesi var ya..!

Demeyin. Onlar sadece soyut din konusunda eğitim görmektedirler. Devlet memuru zihniyetinde eğitilmektedir, Manevi güçleri varsa bile eğitilmemiş, aşılanmamış fidan gibi büyümüşlerdir. Kimseyi etkilemeleri söz konusu değildir. İ. Gazali Hz.;

Dünyevi bilimler manevi ilimlere geçişin ilk aşamasıdır.” Açıklaması ile dünyevi bilimleri de bilmenin önemini vurgulamıştır. Kur’an da Kalp gözü olarak işaret edilen gönül gözü açılmamış kişi, değil başkalarını irşad etmek, eğitmek, kendini bile kontrol etmekten acizdir. Günümüz bu tür sözde mürşidlerle doludur.

İnsanların ihtiyacı basit, güncel, kabul edilebilir, bilimsel, kolayca yaşayabileceği bir sistemdir. Din olgusunun soyut alanda kalmış özelliklerinin günlük yaşamda nedenleri, niçinleri, sakınca ve yararları insanların rahatça algılayabilecekleri konuma getirilmelidir.

Mesela Hollandalı bilim adamı psikolog Vander Hoven; ALLAH kelimesini oluşturan harflerin sırrı ile ilgili çalışmaları, aldığı sonuçlar gibi (1), Suriye’nin muhtelif Üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubunun Şam’da 3 yıl süre ile Besmele ile kesilen hayvan etleri ile Besmelesiz kesilen hayvan etleri laboratuar ortamında deneysel incelemelerde bulunup tespit ettikleri sonuçlar gibi(2) bilimsel çalışmalar yapılabilir. Hatta karşıt görüşteki iddiaların bile araştırılması, açıklığa çıkarılması sağlanmalıdır.

Uygulama safhasına geçirilmesi için bu tür pozitif bilimlerin ışığı altında bir proje, bir sistem haline getirilmeli, bu sitem konusunda eğitilerek uzman haline yetiştirilen cihat ehli insanlar, inancına ait bilgiye ihtiyaç duyan, eğitilmek, bilgilenmek isteyen kişilere rehberlik yapmalıdır.

Bu işi kimse babasının hayrına yapmaz diye düşünenler olabilir. Hayır, gerçekten vardır ve çıkacaktır. İnançlar devletlerin desteği onların maaşlı görevlileri ile bugünlere gelmedi. Bilakis; İnanç için yapılacak bir hizmetin bedeli dünyada karşılık beklenerek yapılıyorsa, bu hizmetin Ahiret yaşamına yararı yoktur. (Hadis) Kuralı vardır.

Bir şeyi daha belirtmeliyim, tüm insanların bu rehberler seviyesinde olmaları gerekmiyor. Hatta onlara bile gitmeleri zorunlu olmayacaktır. Sadece ihtiyaç duyan, rehber arayanlar, aradıklarını kolayca bulabilecektir. Bu oluşuma ister tarikat deyin, ister cemaat deyin, ister dernek deyin, ismi önemli değildir, işlevi önemli olacaktır. Sonuçta toplumun fertlerinin en güzel, en ideal, insanca yaşamaları; işte bu şekilde yetiştirilecek rehberlerle gerçekleşebilir.

Aklımın ve bilgimin erdiğince insanların hem bu dünya hem de ölüm ötesi yaşamlarında aradıkları sevgi, saygı, ilgi ihtiyaçlarını ancak bu yolla bulabileceklerini açıklamaya çalıştım. Allah herkesi bu sonuca ulaşanlardan eylesin.

Her şey gönlünüzce olsun.

GÜZEL AHLAK - 2 - HAYIR ve ŞER, İYİLİK ve KÖTÜLÜK

Bugün ahlak dediğimiz kavramın içeriğini doldurma, iyilik- kötülük, doğru- yanlış diye işaret ettiğimiz kavramları ele almak istiyorum. Fakat daha önce açıklığa kavuşturulması gereken önemli bir kavram var. Din. Yani İslam inancı gerçeği.

İnsan da kâlp( Organik kâlpten bahsetmiyorum), gönül, nefs, düşünce, fikir, vehim, sevgi, sevinç, üzüntü gibi kavramlar bedensel organlarımızın değil, Ruhsal varlığımızla ilgili kavramlar olduğunu biliyoruz. Bunlar maddesel olarak ölçülemeyen, görülemeyen, sadece “Hal” olarak yaşanan duygulardır. Tıpkı vehim dediğimiz olmayan bir şeyleri varmış gibi düşünüp içimizin sıkılması, sağlığınız yerinde olduğu halde aşık olup ona kavuşamadığınızda yaşanılan ”HİS” gibi diyebiliriz. Ölçemezsiniz, göremezsiniz ama yaşarsınız. Araştırdığınız bir sorunun cevabını bulduğunuzda ve ondan artık emin olduğunuzda, idrak ettiğinizde hissettiğiniz duygudur. İşte bu duruma “Hali yaşamak” diyoruz. Bunun madde bilimleri ile ispatı söz konusu değildir.

Din olarak İslam kavramı hakkında bilgilerlimizi hatırlayalım;(1)

En önemli şartı Allah varlığı, bunun dışında herhangi bir varlığın olmadığı, olamayacağı şartıdır.

- İyi de, var olan sadece ALLAH ise koskoca evren ne oluyor; varlık alemi dediğimiz evreni nasıl açıklayacağız? Bizler neyiz?

İşte İslam bunlara cevap veriyor. Diyor ki;

Var olan sadece ALLAH tır.
Allah, kendi varlığının bilinmesini istedi,
Varlığını bilecek gücü, aklı yarattı.
Sonra bunu kullanabilecek yetenekte İnsanı yarattı.
İnsana özgür, bağımsız bir varlık olduğunu hissedebilmesi için “BEN..!” lik duygusuna sahip kıldı.
İnsanın Allah’ı bilmek, varlığını algılayabilmek için akıl melekesini test edeceği mânâ ve madde dediğimiz bir yapıda bedenimizi oluşturdu.
İnsan varlığının oluşması ve yaşamının sonsuzluk süreci için madde ve manâ evrenlerini yarattı.
Madde bedenin diğer canlılar gibi yaşamasını da sağlayacak, ihtiyaçlarını elde etmek için zekasını kullanabilen bedensel kimliğini, Hayvansı yaşam) “Nefs”i var etti.
Davranış şekillerinde bağımsız yarattığı için nefs dediğimiz etkeni kontrol edebilecek, onu engelleme gücüne sahip AKLI yerleştirdi.
İnsanın sonsuzluk yaşam sürecinde, yaşamak istediği şartları oluşturabilmesi, aklı test için etki - tepki sistemi formatında kısa bir süreç(Dünya hayatı.) belirledi.
Bu sürecin sonunda da dünya yaşamında bilinçli davranışları ile şekillendirdiği yaşamını sürdüreceği boyuta geçiş olarak ta Ölüm aşamasını yarattı. Ölüm yok olmak değil, bir geçiştir.

Bütün bunları nerede, nasıl yaptı diye bir soru artık mantıksız olur. Kendisinden başka herhangi bir varlığın, nesnenin olmadığı bir varlık, ancak kendi varlığında; zihin, düşünce, hayal etkeni gibi bir alanda, sahip olduğu ilim ve güçlerle gerçekleştirebileceği açıktır.
Evrene atom boyutundan bile daha yüksek, Kuantum seviyesinde bakarsanız daha rahat algılarsınız.
İşte bu evreni Allah; Kendine ait kuvve, güç, özellikler ile var kılmıştır. (Esma, Allah’a ait isimlerin işaret ettiği anlamların kuvveleri ile.)
Kısaca; tüm varlık alemi; “İlmiyle ilmini, ilminde seyrettiği” bir oluşumdur. (2)

Allah ismi ile işaret ettiğimiz varlık, insana; Yarattığı bu sistemin programını,(Sünnetullah) İnsanın kendi özellik ve güçlerini, bunları KENDİ İSTEKLERİ doğrultusunda nasıl kullanması gerektiğini, yani bilmesi gerekenleri, bildiren, öğretici açıklayıcı olarak ta yüksek seviyede kavrama, algılama seviyesinde yarattığı bazı insanları seçti. Resul, Nebi (Peygamber). Onların ölümlerinden sonra takip edebilecekleri kullanma kılavuzu mahiyetinde kuralları işaret etti (Kitap).
İnsanın bilinç yapısı bazı zaman süreçlerinde oluştuğu için her aşamada bir ileri safhaya geçiş sağlanarak ”ideal insan, insanı kamil” olunabilecek, Allah’ın varlığını bilip kabullenerek O’nun işaret ettiği tavsiyeleri yerine getirebilme, sayesinde sonsuz sürecek yaşamını da kendi iradesi ile şekillendirmesi ortamı yaratıldı.

Kısaca bizim ahlak dediğimiz kuralların neler olabileceği tespitini yaparken bu boyutta ele almamız gerekiyor. Dolayısıyla tespit edilecek kuralları hem Dini ilimler hem Dünyevi bilimler kullanılarak sağlanabilecektir. Tek yönlü bir bakış açısı yanlış olacak kayıp çok yüksek olacaktır. Bile bile zararlıyı yapmak, akıl sahiplerinin yapacağı iş değildir.
İşte bizim güzel ahlak kavramının içeriğini, İyi-kötü, Doğru- yanlış olarak işaret edilen uyarılar ışığında ele almamızı zorunlu kılmaktadır.

İnanç faktörü dikkate alınarak iyilik nedir onu tarif edelim;

“ İyilik insanın Mele-i a’laya boyun eğip, Allahtan gelen ilhamı almada kendi benliğinden vazgeçerek, Hak Teala’nın muradı içerisinde yok olarak işlemiş olduğu her şeydir.”
“İyilik insanın dünya ve ahiret boyutunda mükafatlandırılmasına sebep olacak hareketlerdir.”
“İyilik, insanlık nizamının kendisine bağlı olduğu sosyal ihtiyaçları karşılamaya yönelik olan her yararlı fiildir.”
“İyilik,İlahi nizama boyun eğme manasına gelen fıtratınortaya çıkmasını engelleyen perdeleri ortadan kaldırmayaçalışan her türlü davranıştır.”

Şimdide kötülüğün tarifini yapalım:

“Kötülük, insanın şeytana boyun eğerek kendi benliğimden vazgeçip, şeytanın muradı içerisinde yok olarak yapmış olduğu her şeydir.”
“Kötülük, insanın dünya ve ahiret boyutunda cezalandırılmasına sebep olacak her ameldir.”
“Kötülük, İnsanlık nizamının kendisine bağlı olduğu sosyal ihtiyaçların karşılanması düzenini bozmaya yönelik her türlü muzır fiillerdir.”
“Kötülük, ilahi nizama isyan manasına gelen fıtratın ortaya çıkmasını engelleyen perdeleri tekit ve teyit eden her türlü davranışlardır.”(3)

Sonuç olarak bilmemiz, kabul etmemiz gereken gerçek; insan dediğimiz varlığın dünya yaşamında bilinçli her davranışı (ameli) hem kendi sonsuz yaşamını, hem de diğer insan, çevre vs. nin oluşum ve geleceklerini etkilemektedir. Dolayısıyla ahlak kuralları dediğimiz davranış motifleri her iki faktör de dikkate alınarak oluşturulmalıdır. İnanmayan kişilikler kendi hayatlarını umursamasalar bile diğer insanlara ve çevreye saygı, koruma, hasar vermeme bilincinde olmaları gerekir.

İçeriği de oluşturduk diyelim. Bunları nasıl hayata geçireceğiz? Hem kendimizi, hem sorumlu olduğumuz insanların İNSANI KAMİL olabilmesini sağlayacak nasıl bir düzen oluşturabiliriz ona gelelim.

Blogu fazla uzun tutup sıkmamak için bunu daha sonraki blog’um da işlemenin daha iyi olacağını düşünüyorum.

Şimdilik her şey gönlünüzce olsun.

Not ;
(1) İslam hakkında biraz daha geniş bilgiyi İslam da tevhit 1 – 2 bloglarımdan ve Ahmed Hulusi’nin eserlerinden (sitesinde ücretsiz) araştırabilirsiniz.
(2) Söz Ahmed Hulusi’ye aittir.
(3) Hüccetullâhil – bâliğa cilt/1 (Şah Veliyullah Dihlevi Hz.)




GÜZEL AHLAK - 1 - AHLAKIN GEREĞİ

İnsanlığın yaratılışından beri ilişkilerde karşısındaki ve çevresine saygı mahiyetinde davranışlara ihtiyaç duyuldu. Sonuna kadar da böyle devam edeceği kesin. Sanırım buna ahlak kavramı diyoruz. Sorulacak soru bu nasıl sağlanacaktır. Bu yazımda ahlakı güzelleştirebilmek konusu üzerinde düşünelim diyorum.

Ahlak kavramının ihtiyaç duyulması için önce insanların iletişim içinde olması ve ortak payda dediğimiz, kimsenin karşı çıkmayacağı hususların belirlenmesi gerekir.

Bunun içinde öncelikle İnsan dediğimiz varlığı çok iyi tanımamız gerekiyor. Bunu nasıl yapacağız, tabii insanın fiziksel yapısını, karakter oluşumunu, etkilendiği faktörler, diğer canlılardan farklı özellikleri tespit edilmelidir ki, ahlak olarak adlandıracağımız ortak davranış motiflerini oluşturma aşamasına gelelim. Bildiğiniz gibi diğer canlıların genetik formlarındaki sabit davranış işlevi insanlarda yoktur. Her canlı yaratıldığı programa sabit kalarak yaşamını sürdürür. Davranış işlevleri değişken olan tek canlı insandır.

İnsanın doğal yapısı gereği ilişkilerinde; yeme, içme, barınma, sex gibi motifler hakimdir. Bu motiflerin etkilerinin insanda çıkış alanı ise Kalp’te (Gönül veya ruhi de diyebiliriz.) üzüntü, sevinç, öfke, korku gibi tepkisel hallerin algılandığı alandır. Dolayısıyla insan sürekli olarak bu hallerin etkileşimi içindedir.

Farklı etkilere maruz kalan kişi, eskiden “NEFS” olarak tanımlanan “benlik” kimliğinin, etkileyen unsura yöneltmesi, onun dışındaki faktörlerden uzak kalması zaafını da doğuracaktır. Kişi yaşamı boyunca kendisinin algılamalarına cevap aramakla geçirecek demektir. Bunun anlamı; Düzensiz, dengesiz, adil olmayan bir yaşama neden olacaktır ki, insanın gelişimini, kemale ermesini engellemekten başka sonuç vermeyecektir. Tek çözüm; Nefs’in, yani “ben”lik duygusunun aklın kontrolüne olmasını sağlamaktır. Sadece bedensel arzu, istek, ve ihtiyaçların giderilmesine yönelik bir yaşam; İnsana değil, davranış şekilleri sabit olan canlılara, hayvan ve bitkilere özgü bir davranış şeklidir.

İnsanın bu değişebilen davranış motifleri, iletişim içinde bulunduğu her şeyi etkileyebilmektedir. Buna, insanların yanı sıra fiziksel çevre, temizlik, bakım gibi unsurlar da dahildir. Doğru veya yanlış, İyi veya kötü kavramlarının oluşması bu aşamada devreye girer. Çünkü iletişimin devamı ve sıhhati için bu temaların herkes tarafından bilinmesi, benimsenmesi, idraki içinde olması zorunludur.

Peki bu kavramların içerikleri nasıl oluşacak dediğimiz anda, tek bir faktör öne çıkıyor. Ruhsal faktörler. Çünkü fiili davranışların etkileri duygular, düşünceler, değerlendirme, tahmini beklentiler, ümit ve ümitsizlik, vehimler şeklinde açığa çıkar. Bunlar ise Ruhi yapımızın(Kalbin, gönül’ün) alanına girmektedir. Doğru ve iyi davranışlar; sevgi, saygı, güven, huzur ve mutluluk hissi ile sonuçlanmakta, yanlış ve kötü davranışlar ise; kızgınlık, kin, nefret, mutsuzluk, huzursuzluk olarak hissedilmektedir. İnsanlar arası birlikteliklerin istenilen düzende, seviyede oluşması için, bireylerin tüm bu kavramların içeriklerini bilmeleri ve benimsemeleri sayesinde gerçekleşme şansı vardır.

Peki bu benimseme, benimsetebilme nasıl gerçekleşecek? Çünkü insanın genetik yapısı gereği davranışları SABİT refleksler halinde olmadığına göre bunun tek çözümü; Belirlenebilecek davranış motiflerinin çok küçük yaşlardan başlayarak eğitilmesi, ikna edilmesi, benimsemesinin sağlanması sayesinde yaşama geçirilebilir. Ergin seviyeye gelmiş bir insan artık neyin doğru neyin yanlış, iyi ve kötü kavramlarının içeriğini öğrenmiş, benimsemiş olması gerekir ki, gerek kendi, gerekse muhatabının davranışlarını değerlendirebilsin. Yani bir nevi değerlendirme terazisi diyebileceğimiz ana kurallar anlamına gelir. Toplumların bu karakteristik yönü kültür yapısını, yaşam düzeyini oluşturan faktörlerdir.

Evet geldik işin en can alıcı noktasına. Doğru, yanlış, iyi kötü davranış motiflerinin içini doldurmaya. Çünkü her insan farklı yetişip farklı bilinç seviyesinde olduğu için kavramları zıt değerlendirme olabilecektir.

İsterseniz bundan sonraki blogta motiflerin içeriği konusunu işleyelim.

Her şey gönlünüzce olsun.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

AHİRET A.Ş. NE GENEL MÜDÜRLER ALINACAKTIR.

Evrensel sistemi hani diyorum ki; Büyük bir şirketler grubu, bir holding olarak hayal etseydik. Sahibi de Allah olacak tabii.

Evreni, Alemleri maddi ve manevi boyutları ile İSLAM A.Ş. isminde şirket olarak düşünün. Dünya da insan kaynakları departmanı.

İnsanları, milyonlarca (sperm) müracaatçı arasından seçilerek şirket bünyesinde DENEME SÜRECİNDE işe alınmış elemanlar olarak kabul edelim. Siz de bunlardan birisiniz.

Tabi tutulacağınız deneme süreci, adı üstünde bir nevi sınav formatında olacak. Hizmet, uyum, çalışkanlık yeteneklerinizin kaydı tutuluyor. Deneme sürecinde her türlü iş yapılacak, temizlikçilik, hamallık, tuvalet temizlikçiliği gibi işler de dahi deneneceksiniz. Henüz kadroya geçmediğiniz için sizden sonra geleceklerin alt yapı hizmetlerinde de görev alacaksınız. Askerdeki mıntıka temizliği gibi.

Dünya departman müdürü olarak peygamberleri, şef olarak ta Veliler ve Evliyaları hayal ediyoruz, Yani şirket adına gerekli kuralları elemanlara bildiren, onları deneme sürecinde organize eden, eğitmeye çalışan görevli elemanlar.

Deneme sürecinde işbaşı yaptığınız işletmenin neler yaptığını merak ediyorsunuz diyelim. Size verilen bilgiye göre, akla gelecek tüm sektörlerde faaliyetleri olan, hayal bile edemeyeceğiniz çok büyük bir şirket olduğunu öğreniyorsunuz. Deneme süresi sonucunda hangi bölümde, hangi görevde olacağınız belirlenecek. Tabii şirket çok büyük olduğu için işsiz kalma ihtimaliniz yok.

Denendiğiniz işyerine, dünyaya geldiğinizde ilan panosunda;
Deneme süreci içinde olan işçilerin dikkatine.” Diye bir ilan görüyorsunuz. Deniyor ki;

“Şirketin ahiret bölümlerinde görevlendirilmek üzere genel müdürler alınacaktır. İlgilenenlerin CV lerini doldurup başvurmaları rica olunur.”

İlanın altında bir not daha var.

Not; Deneme süreci bitene kadar CV lerini vermeyen elemanlar değerlendirmeye alınmayacak, yine AHİRET A.Ş. bünyesinde alt yapı ve hizmet bölümlerinde görevlendirilecektir. Yazıyor.

Yanında bir bölümde de sizinle ve sizden önce gelmiş işçilerin yorum yazılarını okuyorsunuz;

- Git be..! dandik işçiden genel müdür mü olurmuş, inanmayın, daha sıkı çalıştırmak için yalan söylüyorlar.”

Siz ne yapardınız?

- Boş ver, nasıl olsa bir işe atanacağımız kesin. Dolayısıyla kendimizi fazla yormaya gerek yok.

Diyerek CV nizi vermez misiniz, yoksa,

- Ne kaybederim ki. Şirket çok büyük ve her seviyede çok elemana ihtiyacı var. Neden yönetici kadrosunda olmayayım ki, neyim eksik.

Diyerek CV nizi teslim edip, Üst yetkili konumda iş sahibi olmak için biraz fazla yorulmayı, verilen her görevi itirazsız yaptığınız da kayıtlarınız CV nize işlenerek sık sık güncelleme sayesinde avantajlı olmayı mı tercih ederdiniz.

Bu yazılanları günümüz insanının daha rahat gözünde canlandıracağını düşündüm. Çünkü yaşananlar aynı formatta devam ediyor. Üzüldüğüm tek şey, dünyada geçirdiğimiz sürecin bir deneme süreci olduğunu unutup, sürekli bu bölümde kalacağını, süreç bittiği zaman ne olacağını o zaman görürüz, işimize gelmezse gideriz şeklinde düşünen çok kişi var. Halbuki seçilip dünyaya geldiğiniz anda yaptığınız sözleşmeyi iptal edebilmenin, geri dönüşün mümkün olmadığını bilmeniz gerekiyor.

Hz. Ali ile ilgili bir hadis vardı, hepiniz bilirsiniz.
Adamın biri Hz. Ali’ye; ölümü, tekrar dirilmeyi, ahreti, cennet ve cehennem ihtimallerini kabul etmediğini söylüyordu. “Sizler bir sürü ibadet yapıyor, mal harcıyor, zahmete giriyor, yoruluyorsunuz. Bu değer mi? Bunların gerçek olduğu ne malum ki.” Diyordu.
Hz. Ali cevap verdi.
- Evet bu bahsettiklerin ya gerçekten vardır yahut ta yoktur.
Önce senin dediğinin gerçek olduğunu varsayalım, öyle olduğu takdirde seninle biz aynı konumdayız. Sana da yok bana da yok demektir. Bu yaptıklarımızın bize bir zararı olur mu, hayır. Ama..! Ya ahiret gerçekten varsa, senin halin ne olur, hiç düşündün mü?
Deyince adam biraz düşündü, taşındı;
- " Vallahi, her iki durumda da siz kârdasınız, ahiret varsa vay bizim hâlimize! Yolunu öğret, ben de Müslüman olacağım," Dedi ve Müslüman oldu.
Bizim örneğimize göre adam, CV sini doldurup teslim etmiş oluyor.

Bizlerde bu ahiret ihtimalini ne olur savsaklamayalım. Çünkü gerçekten var. Üstelik sonsuz bir yaşamın başlayacağı bir süreç. İşin kötüsü ahiret ortamına hazırlanmak dünyamızda madde bedenimizle, beynimiz sayesinde gerçekleştirdiğimiz eylemler, ameller ile şekillenecektir.

Ne olur zaman geçirmeden Ahiret A.Ş. ya CV nizi şimdi hemen verelim, gereği neyse üşenmeyelim, kendimizi layık gördüğümüz yaşam seviyesine ulaşmaya çalışalım. Sürecin geri dönüşü de yok, sonraki dönemde şartları değiştirebilme şansımız da yok. Ne olur kendimizi kirli, acı, zor, ayak işleri yapan konumdan kurtaralım.

Her şey gönlünüzce olsun.