27 Nisan 2008 Pazar

SEVGİYİ TANIMAK

Sevgi kelimesini hepimiz bilir ve kullanırız. Anlamını kendimize göre yapar, öyle de inanırız. Tuhaf olan taraf, bizim bu tarifimizi herkes bilsin, kabul etsin ve uygulasın isteriz. Hatta bunun için bazen zorlarız.
Üniversite yıllarımda yaşadığım bir olay, sevgi kavramına bakış açımı değiştirmişti. Bunu sizlerle paylaşmak istedim. Belki sizlerin de sevgi kavramınıza değişik bir boyut getirebilir.
İktisat ikinci sınıfta idim. Çok sevdiğim bir kız arkadaşım vardı. Her an onunla olmak, ondan hiç ayrılmamak isterdim. O İşletme de olduğu için derse gitmek bana acı veriyordu. Hani bugünkü gibi cep telefonlarımız olsaydı herhalde derste bile sohbet edebilirdik. Neyse arkadaşlığımız uzunca bir süre güzel devam etti. Ta o okul gezisine kadar.
Bir okul gezisine katılmıştık. Uludağ'da Kirazlı yayla'da piknik yapacaktık. Ne hayaller kurmuştum. Elele tutuşup kırlarda koşuşturacaktım. Kayaların tepesine birlikte oturup hayaller kuracaktık. O ağacın dibinde otururken ben onun dizlerine başımı koyup... anlayın işte, romantik bir havaya girmiştim. Ertesi gün olduğunda neşe içinde alana geldik. Ben hemen hadi biz gezelim dedim. O hayır bugün arkadaşlarla beraber olacağız. Bazı eğlenceler düzenledik sende gel dedi…..! Bana... Sevdiği adama... Çok bozulmuştum. Çok kızmıştım. “Bizde aynı. Arkadaşlarlayız, fırsat bulursan gel” deyip oradan uzaklaştım. Bir mazeret uydurarak şehre dönen bir arabayla geri döndüm. Tamam diyordum işte gerçek yüzünü gördük. Sever gibi davranıp bizi kullanmış. Sırf hoş vakit geçirmek için, can sıkıntısından kurtulmak için benimle olmuş. Neler düşünmedim ki. O hırsla nereye gittiğimi bilmeden. Mudanya arabasına binmişim.
Mudanya'yı bilir misiniz bilmem. Çıkışında Arnavut köy diye küçük bir koyu vardır. Üst kısmı denizden 80- 90 metre yukarıda bir tepe vardır. Oraya gitmeye karar verdim. Tepeye ulaştığımda tuhaf bir durumla karşılaştım. Biraz yaşlı, buruşuk pardösü ve fötr şapkalı bir adam vardı. Tuhaf olan martıların durumu idi. Adam elindeki poşetten bir balık alıp havaya kaldırıyor, martılarda onu kapma yarışına giriyorlardı. Sanki birlikte oyun oynuyorlardı. Bir tanesi omuzun da, bir tanesi başında, gerisi de havada çığlık çığlığa oynuyorlardı. Ben yaklaşınca martılar uzaklaşmaya başladılar. Adam bana dönüp "yavaş ol hareket etme" dedi. Elindeki torbadan birkaç balık alıp havaya savurdu. Martıların onları havada kapmalarını gülümseyerek izledi. Bu sanki bir işaretmiş gibi Martılar uzaklaştılar.
Adam gülümseyerek gelip yanıma oturdu. Cebinden çıkardığı su şişesiyle ellerini yıkarken, sanki beni daha önce tanıyormuş gibi "Merhaba, hoş geldin" dedi. "Ne o, suratın mahkeme duvarı gibi olmuş. Kız meselesi mi?" Hiç sesimi çıkarmadım. Ama kızmıştım. Beni hiç umursamadan konuşmaya devam ediyordu. "Bilirim o duyguyu. Ben de yaşadım". Dayanamadım "seni bu hale o mu getirdi" diye alaycı bir şekilde konuştum. Zaten çatmaya adam arıyordum... Adam eğilip yüzüme, gözlerime baktı. "Çok mu seviyordun?" cevap vermedim. "Seni ilgilendirmez" diyecektim demedim. Artık kimseyi sevebileceğime de inanmıyordum. Konuşmak bile istemiyordum.
Adam başını çevirip gözlerini denize diktikten sonra; "Evlat sen onu sevmemişsin. Hoşlanmışsın, beğenmişsin, ama sevmemişsin" dedi. Sevmek başka nasıl olurdu ki. Adam mırıldanarak devam ediyordu. "Sevmek sevilene tabi olmaktır. Onun için yaşamak, onun için nefes almak, Onun kendisini alıp sahiplenmesini, hissetmek demektir. Birisini seviyorum dediğin zaman onun gibi düşünen, onun gibi gören, onun gibi değerlendiren kişi olursun. Sana karşılık vermesini değil seni kullanmasını istersin. Sen ise onun sana ait olmasını istiyorsun, seninle olmasını, sana, senin istediğin gibi davranmasını bekliyorsun. Kendi egon yüzünden onun da bir kişiliği, iradesi, tercihleri olacağı hiç aklına gelmiyor. Sen ona sahip olmak, ondan faydalanmak istiyorsun. Bunun adı sevgi değil hoşlanmak, beğenmektir. Unutma sevmek sevdiğine teslim olmak, hoşlanmak, beğenmek ise teslim almaktır. Şimdi git ona olan duygularını yeniden bir değerlendir. Doğru karar vermemen hem kendini hem de sana değer verenleri üzer. Sana da onlara da yazık olur."
Adam kalkıp yavaşça oradan uzaklaştığında, ben yerimden kalkamamıştım bile. Kafam allak bullak olmuştu. Bende yavaşça kalkıp dönüş yolunu tuttum. Ama artık sakindim. Sevgiyi tanıyordum. Daha şimdiden onun sıcaklığını hissediyordum. İşte sevgiyle böyle tanıştık.
İnsanın bazı güzel şeyleri idrak edebilmesi için illaki acı çekmesi mi gerekiyor acaba?
Her şey gönlünüzce olsun.