20 Eylül 2008 Cumartesi
MÜBAREK AY, GÜN, VE SAATLER NEDEN ÖZELDİR?
İnanç dünyamızda özel günler, vakitler vardır. Bunların âdet olarak anıldığı, kutlandığını düşünürüz. Bugün bunlar hakkında sohbet edelim istedim.
İnançlarımızın kaynağı olan Kuran ve Allah Resulünün beyan ve uygulamalarını esas aldığımızda işaret edilmiş çeşitli vakitler vardır. Bu vakitler üç kısımda incelenebilir.
1 – Senede bir gelen özel vakitler. Mesela, Haram aylar, Ramazan, kandil geceleri, Bayramlar, Arife günleri gibi. Bilhassa Kadir gecesi özeldir. Bu gecenin özel olduğunun kaynağı bizzat Kur’an dır. (1, 2 )
Hazır konusu açılmışken bir hatırlatma yapmak istiyorum. Geçen yıl Kadir gecesi ile ilgili yazımda (A) İmam Şar ani Hz. erinin açıkladığı, ramazanın başlama günlerine göre kadir gecesi tespiti, Ahmed Hulusi gibi düşünürlerinde aynı fikirde olduğu bilgiye göre bu yıl kadir gecesinin kesin tarihi 20 sini 21 ine bağlayan gecedir. İlgilenenlerin bilmesini istedim.
2 – Haftada bir gelen özel vakitler. Perşembeyi cumaya bağlayan gece ve Cuma günü içinde geçen bir vakittir ki, Cuma ezan ile hutbe arasında olduğu rivayet edildiği gibi, ikindi ile akşam vakitleri arasında bir saat olara işaret edilmiştir. Hatta bu saatte bazı hayvanların etkilendikleri ve farklı davranışlar sergilediği de ifade edilmiştir. Ayrıca Allah Resulü amellerin karşılığının bu günde arz olunduğundan bahisle oruçlu geçirilmesini bile önermiştir.
3 – Her gün tekrarlanan özel vakitler. Güneşin doğmasının az önceki saat, doğduktan biraz sonraki saat, güneşin batmasından hemen sonraki vakitler, gece yarısından sabah namaz vaktine kadar olan saatler özel saatleri teşkil eder.
Mübarek saatler de denilen bu saatlerde yapılan dualar, ibadetler daha değerli tutulmuştur.
Bunun nedeni birilerinin bu böyle olsun demesiyle değil, bizzat Kuran ve Allah Resulünün, daha sonraları onun vekilleri olarak kabul ettiğimiz kalp gözü açık alimlerin tespitlerinden sonra kabul edilmişlerdir.
İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı (4) , Kadir gecesi, (1, 2.), haram ayları (5), Namaz vakitleri (6), Cuma namazı (7) örnekleri Kuran’ın bizzat işaret ettiği özel vakitlerdir.
Böyle vakitlerin değerli olmasına birinci sebep, o anların insan beyninin etkilenim için uygun durumda olduğunun işaretidir. Çünkü Dünyamızdan geçen ve yansıyan ışınımlar insan beyninde farklı etkileşimlere sebep olur. Mesela gündüz öğle saatlerinde güneşten gelen ışınımlar yoğun olduğu için konsantrasyon bozuklukları, yorgunluk hissi, uyku isteği oluşması gibi. Ayın dünyaya yakın geçtiği dönemlerde kanın beyne hücum etmesi( Bir nevi med cezir) gibi. Daha büyük çapta etkileşime neden olan yıldız ve galaksilerin konumları ise astroloji alanına girer.
İşte Gerek Kuran’ın gerek Allah Resulünün, ve gerekse ilahi ilimlere vakıf olan alimlerin işaret ettiği bu özel zaman birimleri, insan beyninin diğer zamanlara göre çok daha az bir çalışma ve enerji ile, çok daha fazla pozitif enerji sağlayabilmesini gerçekleştirir, Hatta basiret dediğimiz kalp gözünü açılma konumuna bile getirebiliriz. Onun için ısrarla böyle özel vakitleri değerlendirmemiz öneriliyor.
Aslında vakit birimlerinin yanı sıra mekanlarda farklılıklar arz eder. Kabe, mekan olarak farklıdır, Medine farklıdır diğer yerlerde de enerji çekim alanları farklıdır. (ley hatları) Allah Resulü, Kabe’de kılınan namaz, başka yerde kılınan namazdan yüz bin kat daha değerli olduğunu beyan ederken kastettiği şey, Kabe’de var olan pozitif enerji kaynağının diğer mekanlardan yüz bin kat fazla olduğu, odaklaşma ve açılımlarında çok daha yoğun olacağının ifadesidir. En yoğun olduğu vakit Hacc(Kurban) bayramı arife günü, saat öğle ile ikindi arası, mekan olarak ta Kabe ve Arafat dağının bulunduğu mekandır. O nedenle hacc o zaman diliminde ve o mekanında yapılır. Neyse bunlar farklı konu dağıtmayalım.
Özel vakitlerin diğer vakitlerden ikinci bir farkı da insanın ibadet çalışmaları esnasında odaklaşma ve motivasyon bu saatlerde daha rahat sağlandığıdır. Gece namazı bu nedenle üstün tutulması gibi.
Sonuç olarak mübarek aylar, günler, saatler diye bildiğimiz özel vakitlerde dünyamıza ilahi feyz ve ruhaniyet yayılmakta, Yapılan dualar ve ibadetlerin etkisi çok daha etkili ve pozitif olmaktadır. Böyle zamanlarda insandaki meleki ruh güçlenmekte, nefsin ve hayvani ruhun (İçgüdü ve hormonsan dürtüler)kontrolü çok daha kolay hale gelmektedir. (8)
Allah inanan herkesi bu özel vakitlerin farkında olan ve değerlendirebilenlerden eylesin.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) Kadr suresi; (… Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır….)
(2) Duhan suresi ; (… Gerçekten Biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten Biz uyaranlarız…)
(3) http://ekabir.blogcu.com/kadir-geceniz-kutlu-olsun_4335481.html
(4) Bakara/185 ; (…Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kuran onda indirilmiştir...)
(5) Tevbe/36 ; (Gerçek şu ki, Allah Katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur…)
(6) Hud/114 ; (..(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl.)
İsra/78 ; (..Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl…)
(7) Cuma/9 ; (…Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın..)
(8) Ruhun hakikati ve özellikleri 1 – 2 – 3 – 4 – 5 yazı serisi.
18 Eylül 2008 Perşembe
HAYDİ BUGÜN ALLAHTAN BAHSEDELİM.
Bugün Allah’tan bahsedelim, O’nu tanımaya çalışalım istedim. Rabbim inşallah anlatmada doğrulardan şaşırmaz ve kolaylaştırır. Böylelikle de Allah hakkında tefekkür edilmesi sanki yasaklanmış gibi düşünenlere öyle olmadığını, Allah hakkında da düşünüleceğinin, fikir yürütüleceğinin mümkün olduğunu örneklemiş oluruz.
Allahın varlığını kendi algıladığımız verilerle, duyularla tanımaya çalışmak, bir nevi felsefe yapmak yanlış olur. Çünkü Allah kendini tanıtırken insana ait duyuların, hayallerin Zat’ını tanımakta, tarif etmekte yetersiz kalacağını, (1) onun için kendisine ait özelliklerin, yani isim ve sıfatlarının düşünülmesini istiyor (2,3). Demek oluyor ki Allah’ın; bizzat Zat’ını, kişiliğini, ne olduğunu, nerede olduğunu değil; hangi özelliklere sahip olduğunu, ne olup ne olmadığını düşünebileceğimizi, ancak bunları idrak edebileceğimizin yolunu gösteriyor .
Allah’ı tanımaya bu açıdan yaklaşırsak, hiçbir yaratılmışın onu tasvir edebilmesinin, idrak etmesinin mümkün olmadığı kesin hale geldiği açıktır. Çünkü onu hayal etmek, tasvir etmek ona sınır getirmek demektir. Ne kadar büyük hayal ederseniz edin, sonuçta belirli bir sınıra ulaşır. İşte insanın algılamakta, hayal etmekte zorlandığı bu özellikten dolayı kavram kargaşası yaşar (4).
Allah hakkında doğru düşünmemize en büyük engel sonsuzluk kavramıdır. Sonsuzluk kavramını idrak edebilirsek ancak o zaman O’nu özellikleri ile tanımayı düşünebilir, özümseyebiliriz. Aksi halde Allah farklı, başka mekanda olan bir varlık; yaratılmışlar farklı, başka bir mekanda bir varlık gibi algılamaya başlarız ki; İslam’ın olmazsa olmazı olan teklik, Tevhit unsurunu inkar etme, kabul etmeme konumuna düşeriz. Bu ise şirktir.
Sonsuzu hayal edebilmenin zorluğu aşıldığında Allah kendisini tarif ettiği İhlas suresindeki “Ehad” isminin ne ifade ettiği anlaşılır hale gelir. Allah’tan BAŞKA bir varlığın da olamayacağını algılamaya başlarız. (5)
Ehad; Bir tek, cüzlerden, parçalardan meydana gelmemiş, herhangi bir şeyin ona girmesi veya çıkması söz konusu olmayan bütün, yekpare demektir.
Bu özelliği sonsuz seviyede düşünürseniz, Allah’ın beraberinde herhangi bir varlığın bulunabilmesinin mümkün olamayacağını kavramak kolaylaşır. Yani ezelde de, ebediyette de var olan tek O’ dur. Tüm yaratılmış bildiğimiz ve bilmediğimiz alemler, O’nun ilminde var olan (Haşa) bir nevi onun düşünce dünyasıdır..
İ. Rabbani Hz., varlık alemini sanki Allahın gölgesi diye benzetme yaparak cisim ile gölge arasındaki ilişki gibi düşünmemizi tavsiye etmiştir.
Şahsen ben varlık alemini, bilmem hatırlar mısınız? Hani bir çizgi adam karakteri vardı. Ona benzetiyorum. Türlü maceralar yaşıyor, var olduğunu düşünüyor, ancak varlığı görünmeyen çizerine ve onun iradesine bağımlı olduğunun farkında bile değil. Tabii bu benim fikrim. Teşbihte hata olmaz derler.
Şimdi biraz da Allah ait özelliklerden bazılarını hatırlayalım. Bu konu aşırı derecede önemlidir. İtikat dediğimiz olgudur. Allah’ı tanımada düşülecek yanlışlık, bağışlanmayan günah, ŞİRK olarak tarif edilmektedir.
Allah tüm inananları kendisini doğru tanıyanlardan eylesin.
Allah tektir. Onunla birlikte başka bir şey yoktur.
Allah, eşten ve çocuktan münezzehtir.
Allah, her şeyin sahibidir, ortağı yoktur,
Allah, Yaratandır. Onunla beraber bir idareci yoktur.
Allah’ın, özü gereği vardır ve kendisini var edecek bir yaratana muhtaç değildir. Aksine her şey onun vasıtası ile var olmuştur.
Allah’ın varlığının başı sonu yoktur. Sınırlanamaz.
Allah, mekanlı, yönlü bir varlık yani bir cisim değildir.
Allah, dilerse dilediği şekilde kalplerde ve gözlerle görülebilir.
Allah’ın akıl edilebilir bir benzeri olmadığı gibi, akıllarda ona delil olamaz.
Allah’ı ne zaman ne de mekan sınırlayabilir, taşıyabilir. Aksine zamanı ve mekanı yaratan O dur.
Allah tek yaratandır, her şeyi yaratan O’dur, Yarattıklarını korumak gözetmek ona güç gelmez. Bir şeyi yaratmak ondan bir şey eksiltmediği gibi, yarattığında da kendisine ek bir nitelik kazandırmaz.
Allahın yarattıklarının kendisine yerleşmesi veya kendisinin onlara yerleşmesi söz konusu değildir.
Allah tüm yarattıklarını belli bir programla fıtratla ve kaderle yaratmıştır.
Allah her şeyi kendi istediği için önceden bilerek yaratmıştır. Bu nedenle Allah sürekli bilicidir.
Allah bütün alemleri bir örnek olmadan kendi ilminde yaratmıştır.
Allah insanı ruh sahibi olarak yaratmış ve onu dünyada halifesi yapmıştır.
Allah yarattığı insana gökleri ve yeri amade kılmıştır.
Allah, yarattığı varlıklarda bulunan; isyan- itaat, kazanç-hüsran, köle-hür, soğuk –sıcak, diri-ölü, gerçekleşme-kaybolma, gündüz-gece, itidal-sapma, deniz-kara, çift-tek, enerji-madde, hastalık-iyilik, sevinç-keder, ruh-beden, karanlık –aydınlık, yer-gök, birleşme-ayrışma, çok-az, dal-kök, beyaz-siyah, uyku uykusuzluk, hareketli-durağan, kuru-yaş, kabuk-öz… Kısaca birbiri ile çelişen, benzer, zıt bütün bu bağıntıları bizzat kendisi irade edilmiştir.(6)
Allah, seslerin, harflerin ve dillerin de yaratıcısıdır.
Allah’ın kendi zatında artma ve eksilme söz konusu değildir.
Allah sonsuz sayıda özelliklere sahip bir varlıktır. Bizler sadece insana bildirilenler kadarıyla, O’nun isim ve sıfatları olarak bilebiliyoruz.
Allah her şeyi en mükemmel haliyle yaratmıştır. Tek tasarruf edici O’dur.
Allah yarattığı sorumluların nefislerinde takva duygusunu ve taşkınlık duygusunu ilham edendir.
Allah’ın yarattığı her şey, isimlerinin tasarrufu altındadır.(7)
Allah hakkında tefekkür edecek o kadar çok konu ve içerik var ki, bize kalan acizlikten başka bir şey değil. Allah cümlemizin ilmimizi arttırıp kendisine yönelmemizi sağlayacak gerçekleri idrak etmeyi nasip etsin.
Allah’ın selamı ve muhabbeti hepimizin üzerine olsun.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) (Enam/103; Gözler onu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder…)
(2) (Araf/180; En güzel isimler (el-esmâü'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın…)
(3) (İsra/110; De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.").
(4) (Hacc / 74;. …Allah’ı hakkıyla tanımadılar….)
(5) Hadis; ALLAH var İDİ ve O'nunla beraber hiç bir şey yok İDİ, Bu hadise ye Hz. Ali’nin cevabı; El ân kemâ kân Yani, hala o andaki gibidir. Açıklaması.
(6) ( İnsan/30; ..Siz, Allah dilerse dileyebilirsiniz…)
(7) Tariflerde kaynak; ( İbn. Arabi/ Fütuhatı Mekkiyye)
Allahın varlığını kendi algıladığımız verilerle, duyularla tanımaya çalışmak, bir nevi felsefe yapmak yanlış olur. Çünkü Allah kendini tanıtırken insana ait duyuların, hayallerin Zat’ını tanımakta, tarif etmekte yetersiz kalacağını, (1) onun için kendisine ait özelliklerin, yani isim ve sıfatlarının düşünülmesini istiyor (2,3). Demek oluyor ki Allah’ın; bizzat Zat’ını, kişiliğini, ne olduğunu, nerede olduğunu değil; hangi özelliklere sahip olduğunu, ne olup ne olmadığını düşünebileceğimizi, ancak bunları idrak edebileceğimizin yolunu gösteriyor .
Allah’ı tanımaya bu açıdan yaklaşırsak, hiçbir yaratılmışın onu tasvir edebilmesinin, idrak etmesinin mümkün olmadığı kesin hale geldiği açıktır. Çünkü onu hayal etmek, tasvir etmek ona sınır getirmek demektir. Ne kadar büyük hayal ederseniz edin, sonuçta belirli bir sınıra ulaşır. İşte insanın algılamakta, hayal etmekte zorlandığı bu özellikten dolayı kavram kargaşası yaşar (4).
Allah hakkında doğru düşünmemize en büyük engel sonsuzluk kavramıdır. Sonsuzluk kavramını idrak edebilirsek ancak o zaman O’nu özellikleri ile tanımayı düşünebilir, özümseyebiliriz. Aksi halde Allah farklı, başka mekanda olan bir varlık; yaratılmışlar farklı, başka bir mekanda bir varlık gibi algılamaya başlarız ki; İslam’ın olmazsa olmazı olan teklik, Tevhit unsurunu inkar etme, kabul etmeme konumuna düşeriz. Bu ise şirktir.
Sonsuzu hayal edebilmenin zorluğu aşıldığında Allah kendisini tarif ettiği İhlas suresindeki “Ehad” isminin ne ifade ettiği anlaşılır hale gelir. Allah’tan BAŞKA bir varlığın da olamayacağını algılamaya başlarız. (5)
Ehad; Bir tek, cüzlerden, parçalardan meydana gelmemiş, herhangi bir şeyin ona girmesi veya çıkması söz konusu olmayan bütün, yekpare demektir.
Bu özelliği sonsuz seviyede düşünürseniz, Allah’ın beraberinde herhangi bir varlığın bulunabilmesinin mümkün olamayacağını kavramak kolaylaşır. Yani ezelde de, ebediyette de var olan tek O’ dur. Tüm yaratılmış bildiğimiz ve bilmediğimiz alemler, O’nun ilminde var olan (Haşa) bir nevi onun düşünce dünyasıdır..
İ. Rabbani Hz., varlık alemini sanki Allahın gölgesi diye benzetme yaparak cisim ile gölge arasındaki ilişki gibi düşünmemizi tavsiye etmiştir.
Şahsen ben varlık alemini, bilmem hatırlar mısınız? Hani bir çizgi adam karakteri vardı. Ona benzetiyorum. Türlü maceralar yaşıyor, var olduğunu düşünüyor, ancak varlığı görünmeyen çizerine ve onun iradesine bağımlı olduğunun farkında bile değil. Tabii bu benim fikrim. Teşbihte hata olmaz derler.
Şimdi biraz da Allah ait özelliklerden bazılarını hatırlayalım. Bu konu aşırı derecede önemlidir. İtikat dediğimiz olgudur. Allah’ı tanımada düşülecek yanlışlık, bağışlanmayan günah, ŞİRK olarak tarif edilmektedir.
Allah tüm inananları kendisini doğru tanıyanlardan eylesin.
Allah tektir. Onunla birlikte başka bir şey yoktur.
Allah, eşten ve çocuktan münezzehtir.
Allah, her şeyin sahibidir, ortağı yoktur,
Allah, Yaratandır. Onunla beraber bir idareci yoktur.
Allah’ın, özü gereği vardır ve kendisini var edecek bir yaratana muhtaç değildir. Aksine her şey onun vasıtası ile var olmuştur.
Allah’ın varlığının başı sonu yoktur. Sınırlanamaz.
Allah, mekanlı, yönlü bir varlık yani bir cisim değildir.
Allah, dilerse dilediği şekilde kalplerde ve gözlerle görülebilir.
Allah’ın akıl edilebilir bir benzeri olmadığı gibi, akıllarda ona delil olamaz.
Allah’ı ne zaman ne de mekan sınırlayabilir, taşıyabilir. Aksine zamanı ve mekanı yaratan O dur.
Allah tek yaratandır, her şeyi yaratan O’dur, Yarattıklarını korumak gözetmek ona güç gelmez. Bir şeyi yaratmak ondan bir şey eksiltmediği gibi, yarattığında da kendisine ek bir nitelik kazandırmaz.
Allahın yarattıklarının kendisine yerleşmesi veya kendisinin onlara yerleşmesi söz konusu değildir.
Allah tüm yarattıklarını belli bir programla fıtratla ve kaderle yaratmıştır.
Allah her şeyi kendi istediği için önceden bilerek yaratmıştır. Bu nedenle Allah sürekli bilicidir.
Allah bütün alemleri bir örnek olmadan kendi ilminde yaratmıştır.
Allah insanı ruh sahibi olarak yaratmış ve onu dünyada halifesi yapmıştır.
Allah yarattığı insana gökleri ve yeri amade kılmıştır.
Allah, yarattığı varlıklarda bulunan; isyan- itaat, kazanç-hüsran, köle-hür, soğuk –sıcak, diri-ölü, gerçekleşme-kaybolma, gündüz-gece, itidal-sapma, deniz-kara, çift-tek, enerji-madde, hastalık-iyilik, sevinç-keder, ruh-beden, karanlık –aydınlık, yer-gök, birleşme-ayrışma, çok-az, dal-kök, beyaz-siyah, uyku uykusuzluk, hareketli-durağan, kuru-yaş, kabuk-öz… Kısaca birbiri ile çelişen, benzer, zıt bütün bu bağıntıları bizzat kendisi irade edilmiştir.(6)
Allah, seslerin, harflerin ve dillerin de yaratıcısıdır.
Allah’ın kendi zatında artma ve eksilme söz konusu değildir.
Allah sonsuz sayıda özelliklere sahip bir varlıktır. Bizler sadece insana bildirilenler kadarıyla, O’nun isim ve sıfatları olarak bilebiliyoruz.
Allah her şeyi en mükemmel haliyle yaratmıştır. Tek tasarruf edici O’dur.
Allah yarattığı sorumluların nefislerinde takva duygusunu ve taşkınlık duygusunu ilham edendir.
Allah’ın yarattığı her şey, isimlerinin tasarrufu altındadır.(7)
Allah hakkında tefekkür edecek o kadar çok konu ve içerik var ki, bize kalan acizlikten başka bir şey değil. Allah cümlemizin ilmimizi arttırıp kendisine yönelmemizi sağlayacak gerçekleri idrak etmeyi nasip etsin.
Allah’ın selamı ve muhabbeti hepimizin üzerine olsun.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) (Enam/103; Gözler onu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder…)
(2) (Araf/180; En güzel isimler (el-esmâü'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın…)
(3) (İsra/110; De ki: "İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır.").
(4) (Hacc / 74;. …Allah’ı hakkıyla tanımadılar….)
(5) Hadis; ALLAH var İDİ ve O'nunla beraber hiç bir şey yok İDİ, Bu hadise ye Hz. Ali’nin cevabı; El ân kemâ kân Yani, hala o andaki gibidir. Açıklaması.
(6) ( İnsan/30; ..Siz, Allah dilerse dileyebilirsiniz…)
(7) Tariflerde kaynak; ( İbn. Arabi/ Fütuhatı Mekkiyye)
KENDİ İRADEMİZİ, KENDİMİZ KULLANALIM.
İnsan ilişkilerinde en çok bu deyim bana yapmacık olarak geliyor. Eğitimde kullanıyoruz, Meslek seçimlerinde kullanıyoruz. Herhangi bir olayda ileri sürülen olmazsa olmaz deyimlerden olduğunu biliyorsunuz. İnsanın istediği, arzu ettiği, bir tercih söz konusu olduğunda ilk sarf edilen deyimdir değil mi?
Neden yapmacık geldiğini açıklayayım isterseniz.
İrade; İnsanın arzu ve isteklerinin bir şeyi yapma veya yapmamayı tercih etme, seçebilme gücüdür. Yeteneğidir. Yalnız bir yeteneğe sahip olmak ayrı şeydir, onu kullanabilmek ayrı şey olduğu da bir gerçektir. Peki, insandaki bu irade yeteneğini kullanmayı gerektiren, arzu ve isteklerin nasıl meydana geldiğini hiç düşündünüz mü?
İnsan biyolojik bir canlıdır, biliyoruz. Bunun sonucu olarak hem bedensel ihtiyaçları için hormonlarının tetiklediği dürtüler, hem de nefs dediğimiz içgüdülerimiz, egolarımız meydana getirir arzu ve isteklerimizi. Bu arzu ve isteklerin uygun olup olmadığını sorgulayan aslında akıl, bilinç olmalıdır. Onlara hayır diyebilecek tek güç odur. Hayvanların kendi davranışlarını sorgulamaması, onlarda akıl, bilinç olmadığı içindir. Ama onlar masumdur, sorumlu değildir. Onlar yaratıcının kontrolünde yaşamlarını sürdürürler. Ya insan?
Ne yazık ki günümüzde insanoğlu da isteklerini teminde sorgulamaya gerek duymuyor. Her tür davranışından sorumlu olduğunu, etkileneceğini bile bile. Ne pahasına olursa olsun İSTİYORUZ.
Bunları hepimiz biliyoruz. Biliyoruz da irade gücümüzün işte bu dürtülerin kontrolünde olduğunu bir türlü kabul edemiyoruz.
Hiç düşündünüz mü? İnsanı; Şuurlu, bilinçli, aklını kullanabilen bir varlık olarak tanımak istediğimiz halde neden bu yönde hiçbir eğitim yok? Şuur, bilinç, akıl insana özgü yeteneklerdir tamam ama, bunları nasıl kullanacağı öğretilmiyorsa bir işine yaramaz ki? Doğarken verilmiş olan yetenek ve beceriler, eğitilip, öğretilip geliştirildiğinde ancak kullanılabilir. Aksi halde toprak altında kalmış altın madeninden farkı kalmaz. Öyle değil mi?
Şunu açıklamaya çalışıyorum. İrade gücümüzün gerçek kullanıcısı; varlığından kuşku duymadığımız, ama atıl durumda olan bilinç, şuur, akıl melekelerimiz değil, bedensel dürtülerimizin, nefsi arzu ve isteklerimiz olduğudur. Lakin inatla irademizin Bilinç, şuur ve aklımızın kontrolünde olduğunu zannediyoruz, öyle düşünmek istiyoruz. İrademiz gerçekten bizi biz yapan Bilincimiz, kişilik şuurumuz, aklımızın kontrolünde olsa idi, kullanacağımız irade işte o zaman Özgür irade tanımına uygun düşerdi. Çünkü bedenin bildirdiği arzu ve istekleri sorgulayarak doğru veya yanlış olması veya zamanını seçme gücünü kullanmış olurdu.
Bindiğimiz otomobil bizim istek ve emirlerimizin doğrultusunda değil de kendine göre hareket ederse o otomobil için, arızalı, tehlikeli, olduğunu söyleye biliyoruz da, Bedenimizin de bir araç konumunda olduğunu bildiğimiz halde onun kendi arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmesini, iradeyi kullanmasını uygun gördüğümüzün farkında değilmişiz gibi davranıyoruz.
Benim görüşüme göre insanın hem dünya yaşamında, hem ahiret boyutunda en çok sıkıntıya sebep olan şey bu benimseyiş olduğu inancındayım. Çünkü Kuran nefs konusunda eğitilip akıl kontrolüne alınmadığı takdirde hep zararlı tercihler ve zorlamalarda bulunacağını bildiriyor. (…çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder… Yusuf/53)
Diğer canlıların yaşam programları sabit ve aynı boyut itibarıyla dönüşüm içinde olmaları, İrade kullanmayı gerektirmiyor. O canlıyı yaratan bizzat kendisi yönetiyor, yönlendiriyor. Tıpkı Japonya’da yıkılan bir evin duvarının arkasında çakılmış bir çiviye takılı halde 10 yıl yaşayan kertenkele gibi. O kertenkeleyi çiviye takılı hale getiren de, Onun yaşamasını temin etmek için dişisine 10 yıl boyunca yiyecek ve su taşıtan da, ibret olsun diye dünya aleme duyuran da o.(1)
Ancak insanın durumu farklı. İnsanı yaratan Allah, onu davranışlarından sorumlu tutmak için iradesini kullanmayı serbest bırakmış. Hatta nasıl kullanırsa akıllıca ve doğru olacağını da gönderdiği kitap ve peygamberlerle tarif etmiş, öğretmiş. Bedenin bir değeri olmadığını, ölümle birlikte parçalanıp çürüyüp yok olacağını, Halbuki insanın bilinçli, akla sahip olarak ruh bedeniyle sonsuza kadar yaşayacağını bildirmiş.
Peki biz ne yapıyoruz? İnsanı sanki bedenden ibaret bir varlıkmış gibi kabul ediyor, onun arzu ve isteklerini kendi isteklerimiz olarak görüyoruz.
Bu hiç akıllıca değil. Çünkü duygularımız, hislerimiz bedenimize özgü değil, bilincimize özgü yeteneklerdir. Mesela bir hipnozla bilinç bloke edildiğinde acı duyma hissinin kaybolduğunu biliyoruz. Ameliyatlar bile yapılabiliyor. Zaten bilincimizin beynin dışındaki manyetik bir alanda olabileceği artık kesinlik kazanmış durumda.(2)
Konuyu açıklığa kavuşturduktan sonra irade gücümüzün bilincimizin kontrolünde olmadığını, bir araç niteliğindeki bedenin hormonlarının ve içgüdülerinin kullandığını, ama neticelerini bilincimizin, benliğimizin karşılamak zorunda kaldığını anlıyoruz. Bu da bizim özgür irademizin değil, hormonsal arzu ve isteklerimizin esareti altında olduğumuz gerçeğini işaret ediyor.
Aslında var oluş ve yok oluş süreci diğer canlılar gibi madde boyutu ile sınırlı olsaydı, hiçbir sorun olmazdı. Ama Allah ölümü insana bir geçiş olarak koymuş. Tıpkı bir tırtılın kozasında değişim geçirip kelebek haline gelmesi gibi, insanoğlu da bilsin bilmesin, inansın inanmasın, bir şeyler yapsın yapmasın, bedeninde değişim geçirerek bir başka boyuta istemsiz olarak geçecektir. Tırtıldan tek farkı, onunkini Allah kontrol ederek tamamlıyor, insanın ise bizzat kendisi tercih ediyor, davranışları ile de tescil ediyor, Allah ise İnsanın bu seçimlerini rızası olsun olmasın yaratarak yerine getiriyor.
İşte ölüm aşamasından sonra da irademizin; Aklımızın doğrultusunda mı, yoksa bedenimizin arzu ve istekleri doğrultusunda mı olmasının bir önemi kalmıyor. Doğru verilmiş ise onun karşılığını, yanlış verilmiş bir karar ise onun acısını maalesef beden değil, Ruh- Bilinç benliğimiz sonsuza kadar yaşamak zorunda kalıyor.
Naçizane önerim, Bilinç, hakkında Ruh hakkında, aklı kullanma hakkında bilgi edinelim. Bunlar okullarda verilmiyor. Ailede öğretilmiyor. Ne yaparsak kendi kendimize yapacağız. Hayali vehimler, soyut varsayımlarla oluşturulmuş felsefi görüşler, kulaktan duyma bilgilerle kalırsak gerçekten işimiz çok zor. Fırsat varken bir şeyler yapalım.
Allah, herkesin aklını kullanmasını, doğru bilgilere ulaşmasını, idrak ederek yaşamına geçirmesini böylelikle selamete kavuşmasını dilerim.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) http://www.edebiyatogretmeni.net/kertenkele.htm
(2) http://www.unisci.com/stories/20022/0516026.htm
Neden yapmacık geldiğini açıklayayım isterseniz.
İrade; İnsanın arzu ve isteklerinin bir şeyi yapma veya yapmamayı tercih etme, seçebilme gücüdür. Yeteneğidir. Yalnız bir yeteneğe sahip olmak ayrı şeydir, onu kullanabilmek ayrı şey olduğu da bir gerçektir. Peki, insandaki bu irade yeteneğini kullanmayı gerektiren, arzu ve isteklerin nasıl meydana geldiğini hiç düşündünüz mü?
İnsan biyolojik bir canlıdır, biliyoruz. Bunun sonucu olarak hem bedensel ihtiyaçları için hormonlarının tetiklediği dürtüler, hem de nefs dediğimiz içgüdülerimiz, egolarımız meydana getirir arzu ve isteklerimizi. Bu arzu ve isteklerin uygun olup olmadığını sorgulayan aslında akıl, bilinç olmalıdır. Onlara hayır diyebilecek tek güç odur. Hayvanların kendi davranışlarını sorgulamaması, onlarda akıl, bilinç olmadığı içindir. Ama onlar masumdur, sorumlu değildir. Onlar yaratıcının kontrolünde yaşamlarını sürdürürler. Ya insan?
Ne yazık ki günümüzde insanoğlu da isteklerini teminde sorgulamaya gerek duymuyor. Her tür davranışından sorumlu olduğunu, etkileneceğini bile bile. Ne pahasına olursa olsun İSTİYORUZ.
Bunları hepimiz biliyoruz. Biliyoruz da irade gücümüzün işte bu dürtülerin kontrolünde olduğunu bir türlü kabul edemiyoruz.
Hiç düşündünüz mü? İnsanı; Şuurlu, bilinçli, aklını kullanabilen bir varlık olarak tanımak istediğimiz halde neden bu yönde hiçbir eğitim yok? Şuur, bilinç, akıl insana özgü yeteneklerdir tamam ama, bunları nasıl kullanacağı öğretilmiyorsa bir işine yaramaz ki? Doğarken verilmiş olan yetenek ve beceriler, eğitilip, öğretilip geliştirildiğinde ancak kullanılabilir. Aksi halde toprak altında kalmış altın madeninden farkı kalmaz. Öyle değil mi?
Şunu açıklamaya çalışıyorum. İrade gücümüzün gerçek kullanıcısı; varlığından kuşku duymadığımız, ama atıl durumda olan bilinç, şuur, akıl melekelerimiz değil, bedensel dürtülerimizin, nefsi arzu ve isteklerimiz olduğudur. Lakin inatla irademizin Bilinç, şuur ve aklımızın kontrolünde olduğunu zannediyoruz, öyle düşünmek istiyoruz. İrademiz gerçekten bizi biz yapan Bilincimiz, kişilik şuurumuz, aklımızın kontrolünde olsa idi, kullanacağımız irade işte o zaman Özgür irade tanımına uygun düşerdi. Çünkü bedenin bildirdiği arzu ve istekleri sorgulayarak doğru veya yanlış olması veya zamanını seçme gücünü kullanmış olurdu.
Bindiğimiz otomobil bizim istek ve emirlerimizin doğrultusunda değil de kendine göre hareket ederse o otomobil için, arızalı, tehlikeli, olduğunu söyleye biliyoruz da, Bedenimizin de bir araç konumunda olduğunu bildiğimiz halde onun kendi arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmesini, iradeyi kullanmasını uygun gördüğümüzün farkında değilmişiz gibi davranıyoruz.
Benim görüşüme göre insanın hem dünya yaşamında, hem ahiret boyutunda en çok sıkıntıya sebep olan şey bu benimseyiş olduğu inancındayım. Çünkü Kuran nefs konusunda eğitilip akıl kontrolüne alınmadığı takdirde hep zararlı tercihler ve zorlamalarda bulunacağını bildiriyor. (…çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder… Yusuf/53)
Diğer canlıların yaşam programları sabit ve aynı boyut itibarıyla dönüşüm içinde olmaları, İrade kullanmayı gerektirmiyor. O canlıyı yaratan bizzat kendisi yönetiyor, yönlendiriyor. Tıpkı Japonya’da yıkılan bir evin duvarının arkasında çakılmış bir çiviye takılı halde 10 yıl yaşayan kertenkele gibi. O kertenkeleyi çiviye takılı hale getiren de, Onun yaşamasını temin etmek için dişisine 10 yıl boyunca yiyecek ve su taşıtan da, ibret olsun diye dünya aleme duyuran da o.(1)
Ancak insanın durumu farklı. İnsanı yaratan Allah, onu davranışlarından sorumlu tutmak için iradesini kullanmayı serbest bırakmış. Hatta nasıl kullanırsa akıllıca ve doğru olacağını da gönderdiği kitap ve peygamberlerle tarif etmiş, öğretmiş. Bedenin bir değeri olmadığını, ölümle birlikte parçalanıp çürüyüp yok olacağını, Halbuki insanın bilinçli, akla sahip olarak ruh bedeniyle sonsuza kadar yaşayacağını bildirmiş.
Peki biz ne yapıyoruz? İnsanı sanki bedenden ibaret bir varlıkmış gibi kabul ediyor, onun arzu ve isteklerini kendi isteklerimiz olarak görüyoruz.
Bu hiç akıllıca değil. Çünkü duygularımız, hislerimiz bedenimize özgü değil, bilincimize özgü yeteneklerdir. Mesela bir hipnozla bilinç bloke edildiğinde acı duyma hissinin kaybolduğunu biliyoruz. Ameliyatlar bile yapılabiliyor. Zaten bilincimizin beynin dışındaki manyetik bir alanda olabileceği artık kesinlik kazanmış durumda.(2)
Konuyu açıklığa kavuşturduktan sonra irade gücümüzün bilincimizin kontrolünde olmadığını, bir araç niteliğindeki bedenin hormonlarının ve içgüdülerinin kullandığını, ama neticelerini bilincimizin, benliğimizin karşılamak zorunda kaldığını anlıyoruz. Bu da bizim özgür irademizin değil, hormonsal arzu ve isteklerimizin esareti altında olduğumuz gerçeğini işaret ediyor.
Aslında var oluş ve yok oluş süreci diğer canlılar gibi madde boyutu ile sınırlı olsaydı, hiçbir sorun olmazdı. Ama Allah ölümü insana bir geçiş olarak koymuş. Tıpkı bir tırtılın kozasında değişim geçirip kelebek haline gelmesi gibi, insanoğlu da bilsin bilmesin, inansın inanmasın, bir şeyler yapsın yapmasın, bedeninde değişim geçirerek bir başka boyuta istemsiz olarak geçecektir. Tırtıldan tek farkı, onunkini Allah kontrol ederek tamamlıyor, insanın ise bizzat kendisi tercih ediyor, davranışları ile de tescil ediyor, Allah ise İnsanın bu seçimlerini rızası olsun olmasın yaratarak yerine getiriyor.
İşte ölüm aşamasından sonra da irademizin; Aklımızın doğrultusunda mı, yoksa bedenimizin arzu ve istekleri doğrultusunda mı olmasının bir önemi kalmıyor. Doğru verilmiş ise onun karşılığını, yanlış verilmiş bir karar ise onun acısını maalesef beden değil, Ruh- Bilinç benliğimiz sonsuza kadar yaşamak zorunda kalıyor.
Naçizane önerim, Bilinç, hakkında Ruh hakkında, aklı kullanma hakkında bilgi edinelim. Bunlar okullarda verilmiyor. Ailede öğretilmiyor. Ne yaparsak kendi kendimize yapacağız. Hayali vehimler, soyut varsayımlarla oluşturulmuş felsefi görüşler, kulaktan duyma bilgilerle kalırsak gerçekten işimiz çok zor. Fırsat varken bir şeyler yapalım.
Allah, herkesin aklını kullanmasını, doğru bilgilere ulaşmasını, idrak ederek yaşamına geçirmesini böylelikle selamete kavuşmasını dilerim.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) http://www.edebiyatogretmeni.net/kertenkele.htm
(2) http://www.unisci.com/stories/20022/0516026.htm
9 Eylül 2008 Salı
İSLAM VE MÜSLÜMANLIK
Bu yazımda herkesin kelime olarak çok iyi bildiği fakat anlamına geçildiğinde farklılıklar olan İslam ve Müslümanlık kavramlarından bahsetmek istiyorum.
Günümüzde yaşananları dikkate alarak İslâm’ı eleştirenler, aslında İslam, ve Müslümanlığı aynı zannediyorlar. Aradaki farkı düşünmedikleri için yaşananları öne sürerek İslam’ı çağdışı görme, gösterme konumuna düşüyorlar. Halbuki İslam farklıdır, Müslümanlık farklıdır, mümin farklıdır. Bunu en iyi Kuran açıklıyor. Arap bedevilere hitaben; “Bedevîler: ‘İman ettik’ derler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bâri: ‘Müslüman olduk.’ deyin.” (Hucurat/ 14)
Sadece dil ile “Ben İslam’a girdim” beyanı, hatta bilgisiz, eğitimsiz ne olduğunu ne işe yaradığını bilmeden ibadet çalışmasında bulunmak bile, mümin olmaya yetmiyor. Din nedir, İslam nedir, Allah nedir, kimdir, nasıldır. Bunlar öğrenildikten sonra kişi özgür iradesi, Hüsnü kalp ile teslim olup gereğini yaşamaya başladıktan sonra kendisine ancak mümin denebilmektedir. Kuran bunu;
“Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin” (58/11)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39/9).
“Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar korkarlar” (35/28).
“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun” (21/7) Şeklinde açıklıyor
Müslümanlık; Kişinin İslam kavramından ve Resulünün anlattıklarından anladığı kadarıyla yaşama halidir. Bu nedenle her Müslüman’ın seviyesi farklı, anladığı farklıdır.
Günümüzde inançlarla ilgilenen kesimi şöyle kabaca incelersek iki tür insan yapısı görüyoruz.
1 – İnançları korkmak olarak gören, bu nedenle korkularından kendini kurtarmak için her duyduğunu, her okuduğunu din zanneden taklit ehli olan kesim. Bu kategorideki insanlar tefekkür çalışması yapmaz. Onların tefekkürü, vehme dayalı hayali kurgulardır. Araştırmaz. Öylece benimser.
2 – Din, inanç kavramlarını araştırarak ele alır. Sorar soruşturur. Kıyaslar. Nedenini niçinini öğrenmeye çalışır. Bir türlü bilgiye doymak bilmez. Vehimlerden ziyade sorularına akli, mantıki cevaplar bulmaya çalışır. Çok şükür ki az da olsa böyle kişiler hala mevcut.
Biz de inşallah ikinci gruba dahil olanları tanıyan bahtiyarlardan oluruz.
Bu noktadan sonra İslam nedir. Ne anlamak gerekir dersek, bence en akılcı tarifi Ahmed Hulusi yapmış;
"İSLÂM DİNİ", Allah indindeki, zaman üstü evrensel sistem ve düzendir!. Orijindir; asıldır, zamanla değişmeyendir.” Diye tarif etmiş. İnsanlık tarihindeki inanç orijini başından beri aynı idi. Sadece insanoğlunun zaman içinde Ruh-Bilinç anlamında geçirdiği evrelere göre tebliğlerde bulunulduğu ifade ediliyor.
Hani insan hastalandığında verilen ilaçlar vardır. Aynı hastalık bile olsa verilecek ilaçta etkin olma, yani kullanma süresi araştırılır. Kullanma süresi bitmiş ilaç, kullanıcıya faydadan ziyade zarar verir gerçeği vardır ya, inançlar da aynı konumda değerlendirilmiş. İnsanoğlunun kalbi, ruhsal, akli ihtiyaçlarına göre kitap ve peygamberler gönderilmiş. Ta ki artık gerekli olan tüm ihtiyaçların karşılandığı Dinin Kemale erdiğine karar verilinceye kadar. “..İşte bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamama erdirdim..(Maide/3).
İşte bu değişmeyen, peyderpey gönderilerek Hz. Muhammed ve Kuranla tamamlanan süreçte anlatılan sistemin adıdır İslam. Yeni bir kitap ve şeriat dediğimiz yeni kurallarla gönderilen her Resul, kendisinden öncekinin sürecini tamamladığını, yenilendiğini bildirmiş ve kendisine tabi olunmasını istemiştir. Hz. Muhammed A.S. ve Kuran'ın indirilmesinden sonra da diğer eski tüm inanç sistemleri geçerlilik sürelerini tamamlamış, kullanımdan kaldırılmıştır. Aklını kullanabilen insan, kendi geleceği için süresi geçmiş, bozulmuş, geçerliliğini yitirmiş sistemlere değil, en yeni, en bilimsel, en son sisteme tabi olması gerekir.
İslam’ı bu şekilde yeni kabul edenler Müslüman diye isimlendiriliyor. İslam’a girdikten sonra İslam dininin inceliklerinin eğitimi, öğrenimini tamamlayarak, bilinçli olarak ve inanarak yaşamına geçirenlere de mümin diye tarif ediliyor. Zaten Mümin; Allah’a ve onun kurallarına iman edip itaat eden demektir. Günümüzde Din eğitim ve öğretimi yapılmadığı için maalesef hepimiz müslüman seviyesinde kalmış durumdayız. Sadece biz değil, tüm dünya Ülkelerindeki İslam'a inananlar aynı konumda. Cehaletten İlme bir türlü geçemiyoruz. Onun için Din konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Her kesim İslam'ı kendi anlayışına göre tarif ediyor, kendisinden başka türlü inananları küfr ehli varsayıyor. Herhalde bu da Rabbimin ayırıcı hikmetlerinden biri.Demek oluyor ki; Sadece inanıyoruz işte deyipte kendi bildiği gibi yaşayan, bu zamanda böyle de olur mu canım.! diyen, kuralları, kavramları bilimle değil de kendi hezeyanları ile anlamaya, anlatmaya çalışanlar, okuduklarını, duyduklarını Kuran ve Allah Resulünün işaret ettiği, gösterdiği yönde değil de kendi yorumları ile değişiklikler yaparak yaşayanlar Mümin değil, kendilerine göre bir seviyede Müslümandırlar. Onlar için Allah; “…şüphesiz Allah kıyamet günü bunlar arasındaki hükmünü verecek (haklıyı haksızı ayıracaktır). Şüphesiz ki Allah her şeyi görmektedir” (Hacc/17). Uyarısında bulunuyor.
Allah her Müslüman’a, Orijinal İslam’ı öğrenmeyi, yaşamayı yani Mümin olmayı kolaylaştırsın inşallah.
Her şey gönlünüzce olsun.
Günümüzde yaşananları dikkate alarak İslâm’ı eleştirenler, aslında İslam, ve Müslümanlığı aynı zannediyorlar. Aradaki farkı düşünmedikleri için yaşananları öne sürerek İslam’ı çağdışı görme, gösterme konumuna düşüyorlar. Halbuki İslam farklıdır, Müslümanlık farklıdır, mümin farklıdır. Bunu en iyi Kuran açıklıyor. Arap bedevilere hitaben; “Bedevîler: ‘İman ettik’ derler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bâri: ‘Müslüman olduk.’ deyin.” (Hucurat/ 14)
Sadece dil ile “Ben İslam’a girdim” beyanı, hatta bilgisiz, eğitimsiz ne olduğunu ne işe yaradığını bilmeden ibadet çalışmasında bulunmak bile, mümin olmaya yetmiyor. Din nedir, İslam nedir, Allah nedir, kimdir, nasıldır. Bunlar öğrenildikten sonra kişi özgür iradesi, Hüsnü kalp ile teslim olup gereğini yaşamaya başladıktan sonra kendisine ancak mümin denebilmektedir. Kuran bunu;
“Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin” (58/11)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39/9).
“Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar korkarlar” (35/28).
“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun” (21/7) Şeklinde açıklıyor
Müslümanlık; Kişinin İslam kavramından ve Resulünün anlattıklarından anladığı kadarıyla yaşama halidir. Bu nedenle her Müslüman’ın seviyesi farklı, anladığı farklıdır.
Günümüzde inançlarla ilgilenen kesimi şöyle kabaca incelersek iki tür insan yapısı görüyoruz.
1 – İnançları korkmak olarak gören, bu nedenle korkularından kendini kurtarmak için her duyduğunu, her okuduğunu din zanneden taklit ehli olan kesim. Bu kategorideki insanlar tefekkür çalışması yapmaz. Onların tefekkürü, vehme dayalı hayali kurgulardır. Araştırmaz. Öylece benimser.
2 – Din, inanç kavramlarını araştırarak ele alır. Sorar soruşturur. Kıyaslar. Nedenini niçinini öğrenmeye çalışır. Bir türlü bilgiye doymak bilmez. Vehimlerden ziyade sorularına akli, mantıki cevaplar bulmaya çalışır. Çok şükür ki az da olsa böyle kişiler hala mevcut.
Biz de inşallah ikinci gruba dahil olanları tanıyan bahtiyarlardan oluruz.
Bu noktadan sonra İslam nedir. Ne anlamak gerekir dersek, bence en akılcı tarifi Ahmed Hulusi yapmış;
"İSLÂM DİNİ", Allah indindeki, zaman üstü evrensel sistem ve düzendir!. Orijindir; asıldır, zamanla değişmeyendir.” Diye tarif etmiş. İnsanlık tarihindeki inanç orijini başından beri aynı idi. Sadece insanoğlunun zaman içinde Ruh-Bilinç anlamında geçirdiği evrelere göre tebliğlerde bulunulduğu ifade ediliyor.
Hani insan hastalandığında verilen ilaçlar vardır. Aynı hastalık bile olsa verilecek ilaçta etkin olma, yani kullanma süresi araştırılır. Kullanma süresi bitmiş ilaç, kullanıcıya faydadan ziyade zarar verir gerçeği vardır ya, inançlar da aynı konumda değerlendirilmiş. İnsanoğlunun kalbi, ruhsal, akli ihtiyaçlarına göre kitap ve peygamberler gönderilmiş. Ta ki artık gerekli olan tüm ihtiyaçların karşılandığı Dinin Kemale erdiğine karar verilinceye kadar. “..İşte bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamama erdirdim..(Maide/3).
İşte bu değişmeyen, peyderpey gönderilerek Hz. Muhammed ve Kuranla tamamlanan süreçte anlatılan sistemin adıdır İslam. Yeni bir kitap ve şeriat dediğimiz yeni kurallarla gönderilen her Resul, kendisinden öncekinin sürecini tamamladığını, yenilendiğini bildirmiş ve kendisine tabi olunmasını istemiştir. Hz. Muhammed A.S. ve Kuran'ın indirilmesinden sonra da diğer eski tüm inanç sistemleri geçerlilik sürelerini tamamlamış, kullanımdan kaldırılmıştır. Aklını kullanabilen insan, kendi geleceği için süresi geçmiş, bozulmuş, geçerliliğini yitirmiş sistemlere değil, en yeni, en bilimsel, en son sisteme tabi olması gerekir.
İslam’ı bu şekilde yeni kabul edenler Müslüman diye isimlendiriliyor. İslam’a girdikten sonra İslam dininin inceliklerinin eğitimi, öğrenimini tamamlayarak, bilinçli olarak ve inanarak yaşamına geçirenlere de mümin diye tarif ediliyor. Zaten Mümin; Allah’a ve onun kurallarına iman edip itaat eden demektir. Günümüzde Din eğitim ve öğretimi yapılmadığı için maalesef hepimiz müslüman seviyesinde kalmış durumdayız. Sadece biz değil, tüm dünya Ülkelerindeki İslam'a inananlar aynı konumda. Cehaletten İlme bir türlü geçemiyoruz. Onun için Din konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Her kesim İslam'ı kendi anlayışına göre tarif ediyor, kendisinden başka türlü inananları küfr ehli varsayıyor. Herhalde bu da Rabbimin ayırıcı hikmetlerinden biri.Demek oluyor ki; Sadece inanıyoruz işte deyipte kendi bildiği gibi yaşayan, bu zamanda böyle de olur mu canım.! diyen, kuralları, kavramları bilimle değil de kendi hezeyanları ile anlamaya, anlatmaya çalışanlar, okuduklarını, duyduklarını Kuran ve Allah Resulünün işaret ettiği, gösterdiği yönde değil de kendi yorumları ile değişiklikler yaparak yaşayanlar Mümin değil, kendilerine göre bir seviyede Müslümandırlar. Onlar için Allah; “…şüphesiz Allah kıyamet günü bunlar arasındaki hükmünü verecek (haklıyı haksızı ayıracaktır). Şüphesiz ki Allah her şeyi görmektedir” (Hacc/17). Uyarısında bulunuyor.
Allah her Müslüman’a, Orijinal İslam’ı öğrenmeyi, yaşamayı yani Mümin olmayı kolaylaştırsın inşallah.
Her şey gönlünüzce olsun.
ORUCU KORUYUP KOLAYLAŞTIRALIM
Ramazana hayırlısı ile kavuştuk şükür. Şimdi Müslümanlar arasında hoş bir telaş başlamıştır. İftar sofraları için hazırlıklar, sahur için hazırlıklar, iftara çağrılacaklar, potansiyel çağırabilecekler için hazırlıklar. Teravihe gidilecek cami veya geçici mescitler için, mukabele, kuran okuma toplantıları için hazırlıklar, planlamalar. Sağlıklı ve kesintisiz tutulabilmesi için motivasyon telkinleri, Ramazan ve bayram için ev temizliği, giysiler vs. vs. Bunlar Ramazan ayının hoş gelen telaşlarıdır.
Benim en çok üzerinde durduğum ise tüm bu hazırlıklardan ziyade oruç ibadetidir. Kolay değil 20 saate yakın, bu sıcaklarda aç susuz kalmak, bu haliyle de işini aksatmamak, bu yetmiyormuş gibi insanlarla olan ilişkilerinde yumuşak olmak, incitici olmamak öyle söylendiği gibi kolay şeyler değildir. Tüm bunları yapabilmek için gerçek, saf bir inanç, ve mangal gibi de yürek gerekir.
Bu ramazanda oruç tutmak niyetinde olanları korkutmak için yazmadım bunları. Bu zorluklar inancı zayıf, veya inanmayanlar için geçerlidir. Yoksa Ramazan kolaylık ve bereket ayıdır. İslam’da zorluk yoktur. İnanan için kolaydır. Çünkü Allah onun kolaylığını da vermiştir.(1) Ancak kolaylaştırmak için verilen ruhsatlar, herkesin dilediği gibi davranması demek değildir.
Hani o iftarda ve sahurda aç kalacağımızdan korkup tıka basa yemeye çalışıyoruz ya , aslında gerçeği bilmediğimiz için yapıyoruz. Niyet dediğimiz faktör, beynin kendisine bağlı tüm birimlere talimat vermesini sağlar. Beklenti olmayınca yiyecek, içecek eksikliğinde alarm verilmeyeceği anlamına gelir. Yani, beden niyet unsuru ile kendini her türlü şarta hazırlayabilir, gereken önlemini de alır.
Bir hikaye vardır. Padişah bir gün hekimini çağırıp sorar;
- Bir günde ne kadar yemek yemeli?
Hekim cevap verir.
- Yüz dirhem yetişir. (Yaklaşık 320 gr.)
Padişah kızmış.
- Bu kadarcık bir şey ne kuvvet verir bre hekim? Deyince,
- Bu kadar yiyecek seni taşır padişahım. Bundan fazlasını ise sen taşırsın. Yani bu kadar yiyecek seni ayakta tutar. Buna sen ne eklersen onun hamalı olursun. Cevabını vermiş hekim.(2)
Bizim oruç ve açlık hakkında düşüncelerimiz de Padişahın düşüncelerinden farksız olmadığı için yemek yerken aşırıya gidiyoruz. Bu yanlış. Üstelik çok fazla yediğimiz için alışkın olmayan mide de ekşime yapıyor, gaz yapıyor daha fazla rahatsızlık veriyor.
Oruca niyet çok etkilidir. Mümkünse sesli olarak hatta odaklaşmayı sağlamak için kısa bir dua (mesela Rabbena Atina..), yahut bir ayet( mesela 3 ihlas), veyahut bir salavat okuduktan sonra yapmayı adet haline getirirseniz çok daha yüksek motivasyon sağlar.
Zorunlu değilseniz insanlarla bir arada olmaktan kaçının, mümkün olduğu kadar az konuşun. Zorunlu kaldığınızda kısa cevaplarla geçiştirin.
Kendinizi biraz sinirli, kırıcı, sıkıntılı buluyorsanız (Bu sigara, içki nedeniyle de olabilir, iş şartları nedeniyle de, psikolojik olarak ta. Sebep önemli değil.) fısıltı halinde; “Halim Allah, Selim Allah” kelimelerini dilinizden düşürmeyin.
İnancınızı, inandıklarınızı sorgulamaktan, cevap aramaktan çekinmeyin. RAMAZAN AYININ ÖZELLİĞİ, İNSAN BEYNİNİN ALGILAMA, KAVRAMA, AYDINLANMA KONULARINDA EN UYGUN ZAMAN BİRİMİ OLMASIDIR. Şunu iyi biliniz, sorgulamak ve araştırmak tefekkür demektir. Bir saatlik tefekkür, bir yıllık nafile ibadetten daha faydalı olduğu bizzat Resulallah tarafından bildirilmiştir.
Namaz ibadetine, bilhassa farz namazlara çok önem verin. Hiç namaz kılmıyorsanız ne olur, bir vakit olsun, hatta sadece sabah namazı olsun kılın. Bir vakit farz namazını yerine getirmenin, ömür boyu teravih namazı kılmaktan daha fazla getirisi vardır.(2) Müslüman olmamızın tescilidir namaz.(hadis) Başlangıç olarak bir vakitte olsa yerine getirin. Mahalle muhtarlığına bile kaydınızı yaptırmadığınızda ikamet belgesi çıkaramazsınız. Hüviyet belgesini göstermediğinizde kimseyi inandıramazsınız. İşte namaz da Müslüman’ın tescil belgesi gibidir. Gerçekten samimi iseniz Allah size gereken genişliği verecektir inanın. Aksi halde kendinizden başka kimseyi kandırmış olmazsınız.
Gerekli kitaplara veya internete yakınsanız Allahın isimlerinin manâlarını öğrenin, kendinizde hangi özelliğin az olduğunu düşünüyorsanız o ismi çok tekrarlayın. Mesela iradeniz zayıfsa ve sigarayı bırakmak istiyor, bırakamıyorsanız, “Mürid Allah, Kudüs Allah” isimlerini sabahtan akşama kadar işte, gezerken otobüste, fısıltı şeklinde tekrarlayın. Bir süre sonra bırakmanın ne kadar kolay hale geleceğini göreceksiniz. Okuduğunuzu anlamakta zorlanıyorsanız; “Alim Allah”, akılda tutmakta zorlanıyorsanız, “Hayy Allah, Kayyum Allah” zikirleri gibi. Bunlarda inanmak, yahut inanmamak önemli değildir. Herhangi bir ön şartta gerekmez. Bunlar beyin jimnastiğidir, Su içmek gibidir. İnanan da inanmayan da suyu içince kanar. (4)
Kuran okumayı, meal okumayı istiyor ama zaman ve imkan bulamıyorsanız artık o da kolay. Bir bilgisayara yakındanız, yahut bir mp3 çalar temin ederek internetten indirip kulaklığınızı takıp dinleme şeklinde bu ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Dinlerken diğer işinizi de yapabilirsiniz. Merak etmeyin insan beyni yedi değişik konuyu aynı anda algılayabilecek kapasitede yaratılmıştır. Siz dinlediğinizi unutmuş, hatırlamıyor olabilirsiniz ama beyin onu kayda almıştır. Gerektiğinde size onu sunar inanın. Küçük bir mp3 player’a yükleyip yürürken otobüste, yemek yerken dinleyebilirsiniz. Mesela Kuranın Arapça haliyle İlhan Tok hatim mp3 benim favori dinletimdir. (5). Yine Elmalının Kuran mealini dinleti olarak isterseniz o da mevcut. (6)
Herkes zamanın ahır zaman olduğunda aynı görüşte olduğunu varsayıyorum, böyle olunca her an her şey olabilir diyerek ölüm ötesi hayatınız için her fırsatı değerlendirin. Pişman olmazsınız.
Oruç tutmanın sadece aç, susuz kalmak, gündüz cinsel ilişkide bulunmamaktan ibaret olmadığını, dedikodu gıybetin de en az onlar kadar önemli olduğunu unutmayın. İnsanlar hakkında, ya iyi yönlerini konuşun, yahut susun. Unutmuş, duyduğunda üzüleceği bir şey konuşmuşsanız, hemen içinizden pişmanlık tövbesi edin. Kendinizi cezalandırın. (İ.Gazali Hz. Yöntemi). Mesela hakkında kötü konuştuğunuz kişinin adına fakire sadaka verin. Unutmayın konuştuğunuz özellik o kişide olsa bile, yapılan şey gıybettir. Yoksa iftira demektir ki o daha kötüdür.
Yolda yürürken elden geldiğince başınızı kaldırmayın. Dikkatinizin farklı yönlere gitmesini engellemiş olursunuz.
Size yapılan müdahale ve tacizler karşısında sakın gurur yapmayın. Cevap bile vermeyin. La havle ve lâ kuvvete deyip arkanızı dönüp gidin.(Hadis) Unutmayın tüm bunlar, orucunuzdan bir fayda sağlamamanız için şeytanın önayak olduğu tacizlerdir. Muhatap olmayın.
Yanlışlığını görseniz bile kimseye müdahale etmeyin. Ancak bir insan sizden yardım ister, soru sorarsa detayına girmeden kısaca bildiğiniz kadarıyla cevaplayın. Bilmiyorsanız, bilmiyorum deyin. Unutmayın siz peygamber değilsiniz. Sizin sorumluluğunuz kendiniz ve mes'ul olduklarınızdır.
İnançlara muhalif konuların konuşulduğu konuşulduğu gruplara, toplantılara zorunlu değilseniz katılmayın. Yalnız kalmaya çalışın. Daha huzurlu olursunuz.(hadis)
Benim aklıma gelen ve uygulayıp faydasını gördüğüm davranışları yazmaya çalıştım. Umarım okuyanlar da uygulayıp faydasını görürler.
Ramazanın herkese sağlık, esenlik, huzur ve mutluluk getirmesini dilerim.
Her şey gönlünüzce olsun
Not;
1 - Bakara/185, İnşirah/5)
2 – Gülistan – Sadi (1213-1292)
3 – Ş.Abdülkadir Geylani Hz.
4 – Dua ve zikir Ahmed Hulusi.
5 - http://www.hasenat.net/ilhantok.htm Kuran Arapça hatim
6 - http://www.ankebut.net/9999, 1748, Kuran-i-Kerim-Sesli-Meal-Yusuf-Ziya-Ozkan-PC-CDROM.html Sesli meal hatim.
Benim en çok üzerinde durduğum ise tüm bu hazırlıklardan ziyade oruç ibadetidir. Kolay değil 20 saate yakın, bu sıcaklarda aç susuz kalmak, bu haliyle de işini aksatmamak, bu yetmiyormuş gibi insanlarla olan ilişkilerinde yumuşak olmak, incitici olmamak öyle söylendiği gibi kolay şeyler değildir. Tüm bunları yapabilmek için gerçek, saf bir inanç, ve mangal gibi de yürek gerekir.
Bu ramazanda oruç tutmak niyetinde olanları korkutmak için yazmadım bunları. Bu zorluklar inancı zayıf, veya inanmayanlar için geçerlidir. Yoksa Ramazan kolaylık ve bereket ayıdır. İslam’da zorluk yoktur. İnanan için kolaydır. Çünkü Allah onun kolaylığını da vermiştir.(1) Ancak kolaylaştırmak için verilen ruhsatlar, herkesin dilediği gibi davranması demek değildir.
Hani o iftarda ve sahurda aç kalacağımızdan korkup tıka basa yemeye çalışıyoruz ya , aslında gerçeği bilmediğimiz için yapıyoruz. Niyet dediğimiz faktör, beynin kendisine bağlı tüm birimlere talimat vermesini sağlar. Beklenti olmayınca yiyecek, içecek eksikliğinde alarm verilmeyeceği anlamına gelir. Yani, beden niyet unsuru ile kendini her türlü şarta hazırlayabilir, gereken önlemini de alır.
Bir hikaye vardır. Padişah bir gün hekimini çağırıp sorar;
- Bir günde ne kadar yemek yemeli?
Hekim cevap verir.
- Yüz dirhem yetişir. (Yaklaşık 320 gr.)
Padişah kızmış.
- Bu kadarcık bir şey ne kuvvet verir bre hekim? Deyince,
- Bu kadar yiyecek seni taşır padişahım. Bundan fazlasını ise sen taşırsın. Yani bu kadar yiyecek seni ayakta tutar. Buna sen ne eklersen onun hamalı olursun. Cevabını vermiş hekim.(2)
Bizim oruç ve açlık hakkında düşüncelerimiz de Padişahın düşüncelerinden farksız olmadığı için yemek yerken aşırıya gidiyoruz. Bu yanlış. Üstelik çok fazla yediğimiz için alışkın olmayan mide de ekşime yapıyor, gaz yapıyor daha fazla rahatsızlık veriyor.
Oruca niyet çok etkilidir. Mümkünse sesli olarak hatta odaklaşmayı sağlamak için kısa bir dua (mesela Rabbena Atina..), yahut bir ayet( mesela 3 ihlas), veyahut bir salavat okuduktan sonra yapmayı adet haline getirirseniz çok daha yüksek motivasyon sağlar.
Zorunlu değilseniz insanlarla bir arada olmaktan kaçının, mümkün olduğu kadar az konuşun. Zorunlu kaldığınızda kısa cevaplarla geçiştirin.
Kendinizi biraz sinirli, kırıcı, sıkıntılı buluyorsanız (Bu sigara, içki nedeniyle de olabilir, iş şartları nedeniyle de, psikolojik olarak ta. Sebep önemli değil.) fısıltı halinde; “Halim Allah, Selim Allah” kelimelerini dilinizden düşürmeyin.
İnancınızı, inandıklarınızı sorgulamaktan, cevap aramaktan çekinmeyin. RAMAZAN AYININ ÖZELLİĞİ, İNSAN BEYNİNİN ALGILAMA, KAVRAMA, AYDINLANMA KONULARINDA EN UYGUN ZAMAN BİRİMİ OLMASIDIR. Şunu iyi biliniz, sorgulamak ve araştırmak tefekkür demektir. Bir saatlik tefekkür, bir yıllık nafile ibadetten daha faydalı olduğu bizzat Resulallah tarafından bildirilmiştir.
Namaz ibadetine, bilhassa farz namazlara çok önem verin. Hiç namaz kılmıyorsanız ne olur, bir vakit olsun, hatta sadece sabah namazı olsun kılın. Bir vakit farz namazını yerine getirmenin, ömür boyu teravih namazı kılmaktan daha fazla getirisi vardır.(2) Müslüman olmamızın tescilidir namaz.(hadis) Başlangıç olarak bir vakitte olsa yerine getirin. Mahalle muhtarlığına bile kaydınızı yaptırmadığınızda ikamet belgesi çıkaramazsınız. Hüviyet belgesini göstermediğinizde kimseyi inandıramazsınız. İşte namaz da Müslüman’ın tescil belgesi gibidir. Gerçekten samimi iseniz Allah size gereken genişliği verecektir inanın. Aksi halde kendinizden başka kimseyi kandırmış olmazsınız.
Gerekli kitaplara veya internete yakınsanız Allahın isimlerinin manâlarını öğrenin, kendinizde hangi özelliğin az olduğunu düşünüyorsanız o ismi çok tekrarlayın. Mesela iradeniz zayıfsa ve sigarayı bırakmak istiyor, bırakamıyorsanız, “Mürid Allah, Kudüs Allah” isimlerini sabahtan akşama kadar işte, gezerken otobüste, fısıltı şeklinde tekrarlayın. Bir süre sonra bırakmanın ne kadar kolay hale geleceğini göreceksiniz. Okuduğunuzu anlamakta zorlanıyorsanız; “Alim Allah”, akılda tutmakta zorlanıyorsanız, “Hayy Allah, Kayyum Allah” zikirleri gibi. Bunlarda inanmak, yahut inanmamak önemli değildir. Herhangi bir ön şartta gerekmez. Bunlar beyin jimnastiğidir, Su içmek gibidir. İnanan da inanmayan da suyu içince kanar. (4)
Kuran okumayı, meal okumayı istiyor ama zaman ve imkan bulamıyorsanız artık o da kolay. Bir bilgisayara yakındanız, yahut bir mp3 çalar temin ederek internetten indirip kulaklığınızı takıp dinleme şeklinde bu ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Dinlerken diğer işinizi de yapabilirsiniz. Merak etmeyin insan beyni yedi değişik konuyu aynı anda algılayabilecek kapasitede yaratılmıştır. Siz dinlediğinizi unutmuş, hatırlamıyor olabilirsiniz ama beyin onu kayda almıştır. Gerektiğinde size onu sunar inanın. Küçük bir mp3 player’a yükleyip yürürken otobüste, yemek yerken dinleyebilirsiniz. Mesela Kuranın Arapça haliyle İlhan Tok hatim mp3 benim favori dinletimdir. (5). Yine Elmalının Kuran mealini dinleti olarak isterseniz o da mevcut. (6)
Herkes zamanın ahır zaman olduğunda aynı görüşte olduğunu varsayıyorum, böyle olunca her an her şey olabilir diyerek ölüm ötesi hayatınız için her fırsatı değerlendirin. Pişman olmazsınız.
Oruç tutmanın sadece aç, susuz kalmak, gündüz cinsel ilişkide bulunmamaktan ibaret olmadığını, dedikodu gıybetin de en az onlar kadar önemli olduğunu unutmayın. İnsanlar hakkında, ya iyi yönlerini konuşun, yahut susun. Unutmuş, duyduğunda üzüleceği bir şey konuşmuşsanız, hemen içinizden pişmanlık tövbesi edin. Kendinizi cezalandırın. (İ.Gazali Hz. Yöntemi). Mesela hakkında kötü konuştuğunuz kişinin adına fakire sadaka verin. Unutmayın konuştuğunuz özellik o kişide olsa bile, yapılan şey gıybettir. Yoksa iftira demektir ki o daha kötüdür.
Yolda yürürken elden geldiğince başınızı kaldırmayın. Dikkatinizin farklı yönlere gitmesini engellemiş olursunuz.
Size yapılan müdahale ve tacizler karşısında sakın gurur yapmayın. Cevap bile vermeyin. La havle ve lâ kuvvete deyip arkanızı dönüp gidin.(Hadis) Unutmayın tüm bunlar, orucunuzdan bir fayda sağlamamanız için şeytanın önayak olduğu tacizlerdir. Muhatap olmayın.
Yanlışlığını görseniz bile kimseye müdahale etmeyin. Ancak bir insan sizden yardım ister, soru sorarsa detayına girmeden kısaca bildiğiniz kadarıyla cevaplayın. Bilmiyorsanız, bilmiyorum deyin. Unutmayın siz peygamber değilsiniz. Sizin sorumluluğunuz kendiniz ve mes'ul olduklarınızdır.
İnançlara muhalif konuların konuşulduğu konuşulduğu gruplara, toplantılara zorunlu değilseniz katılmayın. Yalnız kalmaya çalışın. Daha huzurlu olursunuz.(hadis)
Benim aklıma gelen ve uygulayıp faydasını gördüğüm davranışları yazmaya çalıştım. Umarım okuyanlar da uygulayıp faydasını görürler.
Ramazanın herkese sağlık, esenlik, huzur ve mutluluk getirmesini dilerim.
Her şey gönlünüzce olsun
Not;
1 - Bakara/185, İnşirah/5)
2 – Gülistan – Sadi (1213-1292)
3 – Ş.Abdülkadir Geylani Hz.
4 – Dua ve zikir Ahmed Hulusi.
5 - http://www.hasenat.net/ilhantok.htm Kuran Arapça hatim
6 - http://www.ankebut.net/9999, 1748, Kuran-i-Kerim-Sesli-Meal-Yusuf-Ziya-Ozkan-PC-CDROM.html Sesli meal hatim.
30 AĞUSTOS - BİR ZAFERİN YALNIZLIĞI
Günün anlam ve önemini anlatan bir yazı yazmayı uygun bulmuştum, word dosyasını açarken! 30 Ağustos, Zafer Bayramı… Başkomutanlık Meydan Muharebesinden, Anafartalar’dan dem vuracaktım biraz. Ancak parmaklarım klavyede dolaştıkça, aslında 30 Ağustos’un çok daha farklı bir yanının olduğu dikkatimi çekti. 30 Ağustos çok yalnız bir bayram olup çıkıvermiş, biz fark etmeden.
Milli günlerimizi hepimiz biliyoruz, 29 Ekim’in şiirlerini, 10 Kasım’ın matemini, 23 Nisan ve 19 Mayıs’lardaki organizasyonlarını... (Yeni yeni gündem malzemesi yapılmaya çalışılan kız kıyafetlerini)
Ancak 30 Ağustos öyle bir gün değil. Onu diğerlerinden ayıran önemli bir detay var. 30 Ağustos günü, okulların eğitim öğretim yılı kapsamına girmiyor ne yazık ki… Bu sebepten de, 30 Ağustos’u sadece gazete başlıklarında veya haberlerde üstten geçiştirilen bir konu olarak görebiliyoruz. (elbette Köşk’te bir 30 Ağustos krizi patlak vermiyorsa…)
Şimdi burada bunun doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmalı mıyız? Eğer aklınıza gelen ilk soru şuysa, evet tartışmalıyız. “E ne yapalım, okullar gösteri yapmayınca biz nasıl kutlayacağız?” Peki, Milli Bayram olarak nitelendirdiğimiz bugün, sadece çocuklarımız bayrama hazırlansınlar da biz de gidip izleyelim diye mi ilan edildi? Koskoca bir Zaferin, bir Ülkenin doğuşunun kutlanılması gerçeğini, ne zaman bir çocuk müsameresi bahanesine çevirdik biz?
Amerika’nın geçmişinin, Türklerin geçmişi kadar eski olmadığını söylerler, haklıdırlar da… Ancak kültürel bir kazan olmaları ve herkesin kendince bir dini ve milli takvim izlemesi dışında bir gerçek vardır ki ona da 4 Temmuz deniyor… Tıpkı bizimki gibi bir Kurtuluş Günüdür onların bayramı da. Ve bizimki gibi okul yılının dışında gerçekleştirilir. Ancak kutlamalarda gerçekleştirdikleri organizasyonlar, neredeyse yılbaşını aratmaz. Çocuklara bile sakal taktırıp Lincoln kılığına sokarlar o sıcakta. Ne için, kurtuluş günü için. Bu durumda bizim balkonun köşesinden sarkan o bayrak, belki içeriğinde bir ulusu ihtiva etse de, en az kutladığı bayram kadar yalnız duruyor.
Böyle bir günün kutlamasını bu kadar üstten geçiştirmek ve olası bir bayrak töreni eksikliği için çocukların arkasına saklanmak bize göre değil. Biz böyle değiliz.
Evde mantı yaptığınız bir günde çocuğunuzun önüne kereviz koyarak “Tabağındaki bitecek, kereviz çok faydalıdır.” diyemezsiniz. İnandırıcılığı yoktur. Benzeri bir mantıkla da, evde yayılmış klima karşısında otururken, “30 Ağustos sana Türk olduğunu gösteren bir gündür.” demek de aynı inandırıcılığa sahiptir. Ama bir tabak kerevizin sebep olduğu yemek seçme huyunun aksine, bu sefer “vatani ve milli değerlerden yoksun” bir çocuk yetiştirmiş olursunuz.
Bundan kurtulmanın yolu, yine bizden geçer. Morfin tesirli bir dünyadan çıkıp, kendi başımızın çaresine bakmamızın zamanıdır. Nelere sahip olduğumuzun farkına varmamızın, değerini bilmemizin ve bunu en harika şekilde dünyaya göstermemizin zamanıdır. 30 Ağustos’u bir balkon bayrağına sığdırmaya çalışmaktan vazgeçerek, özündeki hazzı duymak için harekete geçmemizin zamanıdır.
Elimizdeki değerlerimizin, 30 Ağustos’larımızın kıymetini bilelim. Çünkü kendimizi toparlamadan bu Zafer Bayramı’nı yitirirsek, yenisini kazanmamız için çok fazla KAN kırmızı bayrak gerekecek…
30 Ağustos zafer bayramımız herkese kutlu olsun.
Milli günlerimizi hepimiz biliyoruz, 29 Ekim’in şiirlerini, 10 Kasım’ın matemini, 23 Nisan ve 19 Mayıs’lardaki organizasyonlarını... (Yeni yeni gündem malzemesi yapılmaya çalışılan kız kıyafetlerini)
Ancak 30 Ağustos öyle bir gün değil. Onu diğerlerinden ayıran önemli bir detay var. 30 Ağustos günü, okulların eğitim öğretim yılı kapsamına girmiyor ne yazık ki… Bu sebepten de, 30 Ağustos’u sadece gazete başlıklarında veya haberlerde üstten geçiştirilen bir konu olarak görebiliyoruz. (elbette Köşk’te bir 30 Ağustos krizi patlak vermiyorsa…)
Şimdi burada bunun doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmalı mıyız? Eğer aklınıza gelen ilk soru şuysa, evet tartışmalıyız. “E ne yapalım, okullar gösteri yapmayınca biz nasıl kutlayacağız?” Peki, Milli Bayram olarak nitelendirdiğimiz bugün, sadece çocuklarımız bayrama hazırlansınlar da biz de gidip izleyelim diye mi ilan edildi? Koskoca bir Zaferin, bir Ülkenin doğuşunun kutlanılması gerçeğini, ne zaman bir çocuk müsameresi bahanesine çevirdik biz?
Amerika’nın geçmişinin, Türklerin geçmişi kadar eski olmadığını söylerler, haklıdırlar da… Ancak kültürel bir kazan olmaları ve herkesin kendince bir dini ve milli takvim izlemesi dışında bir gerçek vardır ki ona da 4 Temmuz deniyor… Tıpkı bizimki gibi bir Kurtuluş Günüdür onların bayramı da. Ve bizimki gibi okul yılının dışında gerçekleştirilir. Ancak kutlamalarda gerçekleştirdikleri organizasyonlar, neredeyse yılbaşını aratmaz. Çocuklara bile sakal taktırıp Lincoln kılığına sokarlar o sıcakta. Ne için, kurtuluş günü için. Bu durumda bizim balkonun köşesinden sarkan o bayrak, belki içeriğinde bir ulusu ihtiva etse de, en az kutladığı bayram kadar yalnız duruyor.
Böyle bir günün kutlamasını bu kadar üstten geçiştirmek ve olası bir bayrak töreni eksikliği için çocukların arkasına saklanmak bize göre değil. Biz böyle değiliz.
Evde mantı yaptığınız bir günde çocuğunuzun önüne kereviz koyarak “Tabağındaki bitecek, kereviz çok faydalıdır.” diyemezsiniz. İnandırıcılığı yoktur. Benzeri bir mantıkla da, evde yayılmış klima karşısında otururken, “30 Ağustos sana Türk olduğunu gösteren bir gündür.” demek de aynı inandırıcılığa sahiptir. Ama bir tabak kerevizin sebep olduğu yemek seçme huyunun aksine, bu sefer “vatani ve milli değerlerden yoksun” bir çocuk yetiştirmiş olursunuz.
Bundan kurtulmanın yolu, yine bizden geçer. Morfin tesirli bir dünyadan çıkıp, kendi başımızın çaresine bakmamızın zamanıdır. Nelere sahip olduğumuzun farkına varmamızın, değerini bilmemizin ve bunu en harika şekilde dünyaya göstermemizin zamanıdır. 30 Ağustos’u bir balkon bayrağına sığdırmaya çalışmaktan vazgeçerek, özündeki hazzı duymak için harekete geçmemizin zamanıdır.
Elimizdeki değerlerimizin, 30 Ağustos’larımızın kıymetini bilelim. Çünkü kendimizi toparlamadan bu Zafer Bayramı’nı yitirirsek, yenisini kazanmamız için çok fazla KAN kırmızı bayrak gerekecek…
30 Ağustos zafer bayramımız herkese kutlu olsun.
2 Eylül 2008 Salı
RAMAZAN SOHBETLERİ
Ramazanın yaklaşması ile birlikte hemen her alanda hummalı bir hazırlık görülüyor. Müslüman olup oruç tutacak olanlar şimdiden kendilerini motive etmeye, esnaf Ramazan nedeniyle talep edilecek malları temine, basın daha fazla tiraj için dini yayınlar, programlar yapma hazırlığında.
Ramazanda ben de kendimce ne yapabilirim diye düşündüm. Sonunda sohbet şeklinde kısa bloglar yazmaya karar verdim. İnşallah seçtiğim konularda hem bilgilerimizi paylaşmış olmayı, hem de okuyan arkadaşlarımın sohbete katılarak yazacağı yorum katkılarıyla hep birlikte Ramazanın feyzinden, bereketinden faydalanmayı umuyorum.
Konular, her zaman iç içe olduğumuz kavramlardan oluşacaktır. Çoğunu zaten biliyor olacaksınız. Zaten amaçta bilgileri tazelemek değil mi?
Ramazanın önemi; Kuranın indirildiği ay olması, oruç ayı olması, Rahmet ve mağfiret ayı olması hasebiyle çok büyüktür. Bu ay tutulması farz olan Oruç ibadeti hakkında ki bilgileri yazmıştım. Dileyen inceleyebilir. (1)
Bir hususu özellikle belirtmekte yarar görüyorum. İbadet dediğimiz çalışmalar tamamen kendi menfaatlerimiz, ihtiyaçlarımız için önerilmiş çalışmalardır. Allahın bunlara bir ihtiyacı yoktur. Namaz hariç tüm ibadet çalışmaları bu dünya yaşamında beyin ve bedensel sağlığımız için asgari düzeyde zorunlu çalışmalardır.
Mesela Oruç, bedenin günlük enerji tüketimini asgariye indirerek beynimizin daha rahat ve güçlü bir şekilde çalışmasını temin ve bedenin de sıhhati için bakıma alınması amacına yöneliktir.
Mesela Zekat, sahip olunan maddi varlığın fazlası üzerinden paylaşılarak toplumdaki bireylerin huzur ve güveni arttırma amacıyladır. Duymuşsunuzdur, bir kişi hakkında başkasının yaptığı duayı Allah geri çevirmez derler. Özel istek dualarında bile önce fakire sadaka, tanıdıklara hediyeler verip, peşinden de namaz kılarak ve sabırla yapılmasını önerilir.
Mesela Hacc, Dünyayı kuşatan pozitif ley hatlarının kesiştiği nokta olan Kabe ve Arafat bölgesi, yıldız konumları itibarıyla da yayınımı en yüksek seviyeye çıktığı bir zamanda, o bölgede bulunanların ruhlarına daha önce işlemiş günah dediğimiz negatif enerjinin deşarjını sağlama amacıyladır.
Mesela Kelime-i şahadet, İnanan bir insan için kesin doğrunun Allaha inanmak, Resulünün onun tarafından özel olarak görevlendirilmiş olduğunu kalp ve dille ifade etmek demektir. Bir bilim adamı laboratuarda bizzat deneyip ispatlayarak edindiği bilgiyi nasıl kesin doğru olarak benimsiyor ve güveniyorsa, İnanan kişide artık Kuran ve Resulünün verdiği bilgileri ve önerilerini aynı şekilde benimsemiş olduğunu, güvendiğini idrak etmesi, beyanı demektir.
Mesela namaz ki en önemli ibadet çalışmasıdır. Çünkü her iki alem içinde vazgeçilmez önemde bir ibadettir. Dünyada yapılan her çalışmanın getirilerinin ruh- bilincimize yüklenebilmesi ancak bu yolla mümkündür. Namaz çalışmasını yerine getirmediğiniz takdirde ne kadar iyilik yapmış olursanız olun, getirisini ancak bu dünyada elde edebilir, kullanabilirsiniz. Ölüm ötesi alemde mahrum kalırsınız. Bir örnekle açıklamak gerekirse; Namaz kılarsanız ahiret boyutunda 30 – 35 yaşında sağlıklı, güçlü bir insan gibi yaşamayı, veya kılmazsanız aynı yaşlarda ama yatalak, kötürüm, ölümcül derecede hastalıklı yaşamayı seçmek gibidir.
Mesela zikir, kelime ve cümle tekrarları yöntemleriyle beynin belli bölgelerine müdahale etmek, ihtiyaç duyulan merkezlere ek enerji yüklemek amacına yöneliktir.
Mesela abdest, vücudun dışa açık kısımlarını ıslatarak derinin osmoz yolu ile ek enerji üreterek beynin enerji ihtiyacını rahatlatma amacını güder. Çünkü beyin vücudumuzun en fazla enerjiye ihtiyacı olan ve tüketen bölümüdür Sadece temizlik amacı olsaydı teyemmüm nasıl açıklanabilirdi. Çünkü teyemmüm taşa toprağa dokunmaktır. Bu şekilde hiç değilse bedendeki negatif enerji fazlalığının deşarjını sağlar. Hatta ölünün yıkama nedeni de Ruh hemen bedenden ayrılmadığı yaklaşık 2 – 3 gün irtibatı devam ettiği için bir müddet daha vücutta az da olsa enerjinin olmasını sağlamaya yöneliktir.
Söylemeye çalıştığım İslam dininin önerdiği her ibadet çalışmasının bir nedeni, bir getirisi vardır. Fakat aynı şekilde de İslam’ın yasakladığı hareketlerde bulunmanın da bir nedeni ve bir götürüsü vardır. İbadet çalışmalarının yapıldığı halde Yasaklardan sakınılmadığı bir yaşam türü; Kuran tabiri ile kişiye yük olan, işe yaramayan, yorgunluk yaratan anlayıştır. (3) Hani derler ya elekle su taşımaya benzer.
Unutulmaması ve kabul edilmesi şart olan şey; Her iki yaşamda da duygusallık yoktur. Ne kadar, neyi doğru olarak yapılıyorsa onun faydasını, ne kadar, neyi yanlış yapılıyorsa onun da zararını mutlaka görüleceğidir. Bu konuda, bilmiyordum, öğretmediler, bulamadım, yapacaktım, özür dilerim gibi mazeretler yoktur. Ahiret boyutuna geçtikten sonra artık telafi etme şansı da yoktur. Çünkü geri dönüp yararlı işler yapma sözünün geçersiz olduğunu yine Kuran açıklıyor.(2).
İşte Ramazan sohbetleri adı altında Ramazanın feyzini, onun huzur verici aydınlığını hissetmek, hissettirmek istiyorum. Sizlerde katılırsanız minnettar olurum.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) http://ekabir.blogcu.com/oruc-ibadeti_4316335.html
(2) Nihayet her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki; Rabbim döndür. Döndür beni döndür. Belki ben o bıraktığında(Dünya da) Salih bir amel işlerim. Hayır. Hayır. O boş bir kelimedir ki onu o söyler. Önlerinden ise bir berzah(Perde) vardır. Ta.! ba’s olacakları (Diriltilecekleri) güne kadar….. (Mü’minûn 99/100)
(3) Namazlarını ciddiye almayanlar..(Maun/5) Nice ibadetlerle meşgul olanlar vardır ki, ellerinde kalan sadece yorgunluk ve uykusuzluktur. (İbn-i Mace, Darimî, Nesaî, Ahmed) ...
Ramazanda ben de kendimce ne yapabilirim diye düşündüm. Sonunda sohbet şeklinde kısa bloglar yazmaya karar verdim. İnşallah seçtiğim konularda hem bilgilerimizi paylaşmış olmayı, hem de okuyan arkadaşlarımın sohbete katılarak yazacağı yorum katkılarıyla hep birlikte Ramazanın feyzinden, bereketinden faydalanmayı umuyorum.
Konular, her zaman iç içe olduğumuz kavramlardan oluşacaktır. Çoğunu zaten biliyor olacaksınız. Zaten amaçta bilgileri tazelemek değil mi?
Ramazanın önemi; Kuranın indirildiği ay olması, oruç ayı olması, Rahmet ve mağfiret ayı olması hasebiyle çok büyüktür. Bu ay tutulması farz olan Oruç ibadeti hakkında ki bilgileri yazmıştım. Dileyen inceleyebilir. (1)
Bir hususu özellikle belirtmekte yarar görüyorum. İbadet dediğimiz çalışmalar tamamen kendi menfaatlerimiz, ihtiyaçlarımız için önerilmiş çalışmalardır. Allahın bunlara bir ihtiyacı yoktur. Namaz hariç tüm ibadet çalışmaları bu dünya yaşamında beyin ve bedensel sağlığımız için asgari düzeyde zorunlu çalışmalardır.
Mesela Oruç, bedenin günlük enerji tüketimini asgariye indirerek beynimizin daha rahat ve güçlü bir şekilde çalışmasını temin ve bedenin de sıhhati için bakıma alınması amacına yöneliktir.
Mesela Zekat, sahip olunan maddi varlığın fazlası üzerinden paylaşılarak toplumdaki bireylerin huzur ve güveni arttırma amacıyladır. Duymuşsunuzdur, bir kişi hakkında başkasının yaptığı duayı Allah geri çevirmez derler. Özel istek dualarında bile önce fakire sadaka, tanıdıklara hediyeler verip, peşinden de namaz kılarak ve sabırla yapılmasını önerilir.
Mesela Hacc, Dünyayı kuşatan pozitif ley hatlarının kesiştiği nokta olan Kabe ve Arafat bölgesi, yıldız konumları itibarıyla da yayınımı en yüksek seviyeye çıktığı bir zamanda, o bölgede bulunanların ruhlarına daha önce işlemiş günah dediğimiz negatif enerjinin deşarjını sağlama amacıyladır.
Mesela Kelime-i şahadet, İnanan bir insan için kesin doğrunun Allaha inanmak, Resulünün onun tarafından özel olarak görevlendirilmiş olduğunu kalp ve dille ifade etmek demektir. Bir bilim adamı laboratuarda bizzat deneyip ispatlayarak edindiği bilgiyi nasıl kesin doğru olarak benimsiyor ve güveniyorsa, İnanan kişide artık Kuran ve Resulünün verdiği bilgileri ve önerilerini aynı şekilde benimsemiş olduğunu, güvendiğini idrak etmesi, beyanı demektir.
Mesela namaz ki en önemli ibadet çalışmasıdır. Çünkü her iki alem içinde vazgeçilmez önemde bir ibadettir. Dünyada yapılan her çalışmanın getirilerinin ruh- bilincimize yüklenebilmesi ancak bu yolla mümkündür. Namaz çalışmasını yerine getirmediğiniz takdirde ne kadar iyilik yapmış olursanız olun, getirisini ancak bu dünyada elde edebilir, kullanabilirsiniz. Ölüm ötesi alemde mahrum kalırsınız. Bir örnekle açıklamak gerekirse; Namaz kılarsanız ahiret boyutunda 30 – 35 yaşında sağlıklı, güçlü bir insan gibi yaşamayı, veya kılmazsanız aynı yaşlarda ama yatalak, kötürüm, ölümcül derecede hastalıklı yaşamayı seçmek gibidir.
Mesela zikir, kelime ve cümle tekrarları yöntemleriyle beynin belli bölgelerine müdahale etmek, ihtiyaç duyulan merkezlere ek enerji yüklemek amacına yöneliktir.
Mesela abdest, vücudun dışa açık kısımlarını ıslatarak derinin osmoz yolu ile ek enerji üreterek beynin enerji ihtiyacını rahatlatma amacını güder. Çünkü beyin vücudumuzun en fazla enerjiye ihtiyacı olan ve tüketen bölümüdür Sadece temizlik amacı olsaydı teyemmüm nasıl açıklanabilirdi. Çünkü teyemmüm taşa toprağa dokunmaktır. Bu şekilde hiç değilse bedendeki negatif enerji fazlalığının deşarjını sağlar. Hatta ölünün yıkama nedeni de Ruh hemen bedenden ayrılmadığı yaklaşık 2 – 3 gün irtibatı devam ettiği için bir müddet daha vücutta az da olsa enerjinin olmasını sağlamaya yöneliktir.
Söylemeye çalıştığım İslam dininin önerdiği her ibadet çalışmasının bir nedeni, bir getirisi vardır. Fakat aynı şekilde de İslam’ın yasakladığı hareketlerde bulunmanın da bir nedeni ve bir götürüsü vardır. İbadet çalışmalarının yapıldığı halde Yasaklardan sakınılmadığı bir yaşam türü; Kuran tabiri ile kişiye yük olan, işe yaramayan, yorgunluk yaratan anlayıştır. (3) Hani derler ya elekle su taşımaya benzer.
Unutulmaması ve kabul edilmesi şart olan şey; Her iki yaşamda da duygusallık yoktur. Ne kadar, neyi doğru olarak yapılıyorsa onun faydasını, ne kadar, neyi yanlış yapılıyorsa onun da zararını mutlaka görüleceğidir. Bu konuda, bilmiyordum, öğretmediler, bulamadım, yapacaktım, özür dilerim gibi mazeretler yoktur. Ahiret boyutuna geçtikten sonra artık telafi etme şansı da yoktur. Çünkü geri dönüp yararlı işler yapma sözünün geçersiz olduğunu yine Kuran açıklıyor.(2).
İşte Ramazan sohbetleri adı altında Ramazanın feyzini, onun huzur verici aydınlığını hissetmek, hissettirmek istiyorum. Sizlerde katılırsanız minnettar olurum.
Her şey gönlünüzce olsun.
(1) http://ekabir.blogcu.com/oruc-ibadeti_4316335.html
(2) Nihayet her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki; Rabbim döndür. Döndür beni döndür. Belki ben o bıraktığında(Dünya da) Salih bir amel işlerim. Hayır. Hayır. O boş bir kelimedir ki onu o söyler. Önlerinden ise bir berzah(Perde) vardır. Ta.! ba’s olacakları (Diriltilecekleri) güne kadar….. (Mü’minûn 99/100)
(3) Namazlarını ciddiye almayanlar..(Maun/5) Nice ibadetlerle meşgul olanlar vardır ki, ellerinde kalan sadece yorgunluk ve uykusuzluktur. (İbn-i Mace, Darimî, Nesaî, Ahmed) ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)