18 Eylül 2008 Perşembe

KENDİ İRADEMİZİ, KENDİMİZ KULLANALIM.

İnsan ilişkilerinde en çok bu deyim bana yapmacık olarak geliyor. Eğitimde kullanıyoruz, Meslek seçimlerinde kullanıyoruz. Herhangi bir olayda ileri sürülen olmazsa olmaz deyimlerden olduğunu biliyorsunuz. İnsanın istediği, arzu ettiği, bir tercih söz konusu olduğunda ilk sarf edilen deyimdir değil mi?
Neden yapmacık geldiğini açıklayayım isterseniz.
İrade; İnsanın arzu ve isteklerinin bir şeyi yapma veya yapmamayı tercih etme, seçebilme gücüdür. Yeteneğidir. Yalnız bir yeteneğe sahip olmak ayrı şeydir, onu kullanabilmek ayrı şey olduğu da bir gerçektir. Peki, insandaki bu irade yeteneğini kullanmayı gerektiren, arzu ve isteklerin nasıl meydana geldiğini hiç düşündünüz mü?
İnsan biyolojik bir canlıdır, biliyoruz. Bunun sonucu olarak hem bedensel ihtiyaçları için hormonlarının tetiklediği dürtüler, hem de nefs dediğimiz içgüdülerimiz, egolarımız meydana getirir arzu ve isteklerimizi. Bu arzu ve isteklerin uygun olup olmadığını sorgulayan aslında akıl, bilinç olmalıdır. Onlara hayır diyebilecek tek güç odur. Hayvanların kendi davranışlarını sorgulamaması, onlarda akıl, bilinç olmadığı içindir. Ama onlar masumdur, sorumlu değildir. Onlar yaratıcının kontrolünde yaşamlarını sürdürürler. Ya insan?
Ne yazık ki günümüzde insanoğlu da isteklerini teminde sorgulamaya gerek duymuyor. Her tür davranışından sorumlu olduğunu, etkileneceğini bile bile. Ne pahasına olursa olsun İSTİYORUZ.
Bunları hepimiz biliyoruz. Biliyoruz da irade gücümüzün işte bu dürtülerin kontrolünde olduğunu bir türlü kabul edemiyoruz.
Hiç düşündünüz mü? İnsanı; Şuurlu, bilinçli, aklını kullanabilen bir varlık olarak tanımak istediğimiz halde neden bu yönde hiçbir eğitim yok? Şuur, bilinç, akıl insana özgü yeteneklerdir tamam ama, bunları nasıl kullanacağı öğretilmiyorsa bir işine yaramaz ki? Doğarken verilmiş olan yetenek ve beceriler, eğitilip, öğretilip geliştirildiğinde ancak kullanılabilir. Aksi halde toprak altında kalmış altın madeninden farkı kalmaz. Öyle değil mi?
Şunu açıklamaya çalışıyorum. İrade gücümüzün gerçek kullanıcısı; varlığından kuşku duymadığımız, ama atıl durumda olan bilinç, şuur, akıl melekelerimiz değil, bedensel dürtülerimizin, nefsi arzu ve isteklerimiz olduğudur. Lakin inatla irademizin Bilinç, şuur ve aklımızın kontrolünde olduğunu zannediyoruz, öyle düşünmek istiyoruz. İrademiz gerçekten bizi biz yapan Bilincimiz, kişilik şuurumuz, aklımızın kontrolünde olsa idi, kullanacağımız irade işte o zaman Özgür irade tanımına uygun düşerdi. Çünkü bedenin bildirdiği arzu ve istekleri sorgulayarak doğru veya yanlış olması veya zamanını seçme gücünü kullanmış olurdu.
Bindiğimiz otomobil bizim istek ve emirlerimizin doğrultusunda değil de kendine göre hareket ederse o otomobil için, arızalı, tehlikeli, olduğunu söyleye biliyoruz da, Bedenimizin de bir araç konumunda olduğunu bildiğimiz halde onun kendi arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmesini, iradeyi kullanmasını uygun gördüğümüzün farkında değilmişiz gibi davranıyoruz.
Benim görüşüme göre insanın hem dünya yaşamında, hem ahiret boyutunda en çok sıkıntıya sebep olan şey bu benimseyiş olduğu inancındayım. Çünkü Kuran nefs konusunda eğitilip akıl kontrolüne alınmadığı takdirde hep zararlı tercihler ve zorlamalarda bulunacağını bildiriyor. (…çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder… Yusuf/53)
Diğer canlıların yaşam programları sabit ve aynı boyut itibarıyla dönüşüm içinde olmaları, İrade kullanmayı gerektirmiyor. O canlıyı yaratan bizzat kendisi yönetiyor, yönlendiriyor. Tıpkı Japonya’da yıkılan bir evin duvarının arkasında çakılmış bir çiviye takılı halde 10 yıl yaşayan kertenkele gibi. O kertenkeleyi çiviye takılı hale getiren de, Onun yaşamasını temin etmek için dişisine 10 yıl boyunca yiyecek ve su taşıtan da, ibret olsun diye dünya aleme duyuran da o.(1)
Ancak insanın durumu farklı. İnsanı yaratan Allah, onu davranışlarından sorumlu tutmak için iradesini kullanmayı serbest bırakmış. Hatta nasıl kullanırsa akıllıca ve doğru olacağını da gönderdiği kitap ve peygamberlerle tarif etmiş, öğretmiş. Bedenin bir değeri olmadığını, ölümle birlikte parçalanıp çürüyüp yok olacağını, Halbuki insanın bilinçli, akla sahip olarak ruh bedeniyle sonsuza kadar yaşayacağını bildirmiş.
Peki biz ne yapıyoruz? İnsanı sanki bedenden ibaret bir varlıkmış gibi kabul ediyor, onun arzu ve isteklerini kendi isteklerimiz olarak görüyoruz.
Bu hiç akıllıca değil. Çünkü duygularımız, hislerimiz bedenimize özgü değil, bilincimize özgü yeteneklerdir. Mesela bir hipnozla bilinç bloke edildiğinde acı duyma hissinin kaybolduğunu biliyoruz. Ameliyatlar bile yapılabiliyor. Zaten bilincimizin beynin dışındaki manyetik bir alanda olabileceği artık kesinlik kazanmış durumda.(2)
Konuyu açıklığa kavuşturduktan sonra irade gücümüzün bilincimizin kontrolünde olmadığını, bir araç niteliğindeki bedenin hormonlarının ve içgüdülerinin kullandığını, ama neticelerini bilincimizin, benliğimizin karşılamak zorunda kaldığını anlıyoruz. Bu da bizim özgür irademizin değil, hormonsal arzu ve isteklerimizin esareti altında olduğumuz gerçeğini işaret ediyor.
Aslında var oluş ve yok oluş süreci diğer canlılar gibi madde boyutu ile sınırlı olsaydı, hiçbir sorun olmazdı. Ama Allah ölümü insana bir geçiş olarak koymuş. Tıpkı bir tırtılın kozasında değişim geçirip kelebek haline gelmesi gibi, insanoğlu da bilsin bilmesin, inansın inanmasın, bir şeyler yapsın yapmasın, bedeninde değişim geçirerek bir başka boyuta istemsiz olarak geçecektir. Tırtıldan tek farkı, onunkini Allah kontrol ederek tamamlıyor, insanın ise bizzat kendisi tercih ediyor, davranışları ile de tescil ediyor, Allah ise İnsanın bu seçimlerini rızası olsun olmasın yaratarak yerine getiriyor.
İşte ölüm aşamasından sonra da irademizin; Aklımızın doğrultusunda mı, yoksa bedenimizin arzu ve istekleri doğrultusunda mı olmasının bir önemi kalmıyor. Doğru verilmiş ise onun karşılığını, yanlış verilmiş bir karar ise onun acısını maalesef beden değil, Ruh- Bilinç benliğimiz sonsuza kadar yaşamak zorunda kalıyor.
Naçizane önerim, Bilinç, hakkında Ruh hakkında, aklı kullanma hakkında bilgi edinelim. Bunlar okullarda verilmiyor. Ailede öğretilmiyor. Ne yaparsak kendi kendimize yapacağız. Hayali vehimler, soyut varsayımlarla oluşturulmuş felsefi görüşler, kulaktan duyma bilgilerle kalırsak gerçekten işimiz çok zor. Fırsat varken bir şeyler yapalım.
Allah, herkesin aklını kullanmasını, doğru bilgilere ulaşmasını, idrak ederek yaşamına geçirmesini böylelikle selamete kavuşmasını dilerim.
Her şey gönlünüzce olsun.

(1) http://www.edebiyatogretmeni.net/kertenkele.htm

(2) http://www.unisci.com/stories/20022/0516026.htm