Günümüzde ütopya olarak görülen bir yaşam şeklini, çok değil birkaç yüzyıl önce fiilen yaşandığını biliyor muydunuz. Bu yaşam şekli Osmanlı döneminde yaşandı. Belki hala kırıntıları vardır, bilemiyorum. Osmanlı da yaşam konusunda araştırmacı yazar dostum Canmehmet küçük bir araştırma yapmış, bu bile insana, özlem dolu bir iç çektirmeye yetti. Bu yazı serisinde onun bu araştırmasını paylaşmak istiyorum. Kendisine tekrar teşekkür ediyorum.
OSMANLIDA KENT YAŞAMI.
“Gülümseyiniz, müminin mümine gülümsemesi sadakadır” hadisi ve “Selamı yayınız” tavsiyesi çerçevesinde, karşılaştıkları herkese gülümseyerek selam verirler, Tanıdıklarına ayrıca hal-hatır sorarlar, aile efradına (ailenin diğer bireylerine) selam yollarlardı. Böylece gönüller birbirine ısınır, geniş anlamlı toplumsal bir mutabakat oluşurdu.
Osmanlı gerçek anlamda bir “Barış ve kardeşlik toplumu” idi. Hasbelkader nefsine yenilip biriyle kavga edeni, mahallenin önde gelenleri birkaç gün içinde barıştırırdı. Olmaz da küslük uzarsa, dört gözle bayram beklenir, bayramlar barışın ve kardeşliğin vesilesi yapılırdı.
Bu durumu Avrupalı gezginlerden Villamont, takdir hisleriyle kaydeder:
- Her kimin bir düşmanı varsa, bayramlarda ona gidip af dilemek zorundadır. Öteki de el öpmeden ve tokalaşmadan önce affettiğini söylemek mecburiyetindedir. Aksi takdirde bayramlarının mübarek olması mümkün değildir. Bu esaslara riâyet etmeyen kimseler ise, neredeyse fâsık telâkki edilip dışlanırlar.”
Du Loir görüp incelediği toplumsal yapıdan o kadar etkilenmiştir ki, Osmanlı Türk toplumunun bazı kötülüklerden haberdar olmadığını düşünmekten kendini alamamıştır:
- Türkler herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler: Dinlerinin bu hususa âit bir hükmü gereğince Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını affettiklerini adetâ ilân etmek durumundadırlar. Aksi halde namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar.
Devam edecek.
OSMANLIDA KENT YAŞAMI.
“Gülümseyiniz, müminin mümine gülümsemesi sadakadır” hadisi ve “Selamı yayınız” tavsiyesi çerçevesinde, karşılaştıkları herkese gülümseyerek selam verirler, Tanıdıklarına ayrıca hal-hatır sorarlar, aile efradına (ailenin diğer bireylerine) selam yollarlardı. Böylece gönüller birbirine ısınır, geniş anlamlı toplumsal bir mutabakat oluşurdu.
Osmanlı gerçek anlamda bir “Barış ve kardeşlik toplumu” idi. Hasbelkader nefsine yenilip biriyle kavga edeni, mahallenin önde gelenleri birkaç gün içinde barıştırırdı. Olmaz da küslük uzarsa, dört gözle bayram beklenir, bayramlar barışın ve kardeşliğin vesilesi yapılırdı.
Bu durumu Avrupalı gezginlerden Villamont, takdir hisleriyle kaydeder:
- Her kimin bir düşmanı varsa, bayramlarda ona gidip af dilemek zorundadır. Öteki de el öpmeden ve tokalaşmadan önce affettiğini söylemek mecburiyetindedir. Aksi takdirde bayramlarının mübarek olması mümkün değildir. Bu esaslara riâyet etmeyen kimseler ise, neredeyse fâsık telâkki edilip dışlanırlar.”
Du Loir görüp incelediği toplumsal yapıdan o kadar etkilenmiştir ki, Osmanlı Türk toplumunun bazı kötülüklerden haberdar olmadığını düşünmekten kendini alamamıştır:
- Türkler herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler: Dinlerinin bu hususa âit bir hükmü gereğince Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını affettiklerini adetâ ilân etmek durumundadırlar. Aksi halde namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar.
Devam edecek.