- Ben Muhammed Akif, siz öyle diyorsunuz. Mehmet Akif bir talimatla yapılan meale girişti, yaptı, fakat bu mealin akıbeti ne oldu hocam. Siz bunlara meraklısınız.
- Bu konuda gerçekten Dücane kardeşimizin çok emek mahsulü, çok güzel müstakil çalışması var. Bendeniz Mısır’da iken de konunun tarafları ile dolaylı taraflarıyla birkaç kez görüşmüştüm. Tüm bilgilerimiz bir tek hakikati gösteriyor. Muhammed Akif üstadımız, Kur’an şairimiz mealini yapmış, bitirmiş. Hem de büyük emek mahsulü ve gerçekten de Türk diliyle yazılmış şiiriyeti de içinde taşıyan. Ki bugünkü meallerin en büyük problemi ses değerliliğinden yoksu olmaları. Kur’an ın ses değerini kaynak dilden hedef dile taşıyamamış, yani taşıma gayreti gösterememiş olmaları.
- Yani düz, takır tukur, katır kutur ibareler.
- Evet. Merhum Elmalı’lı üstadımız buna çalışmış, fakat o dilde bugün artık demode olmuş durumda. Bu onun kusuru değil, maalesef dilimizi iğdiş ettikleri için, dilimizi katledenlerin kusuru. Bu ayrı bir hadise. Ama vakâ bu. Artık o meali bu nesil anlayamaz. Bugün dolayısıyla Kur’an ın şiiriyetinin, yani kaymak dilden hedef dile taşındığı bir şiiriyet göremiyoruz. Bu bir ihtiyaç, bu bir eksiklik aynı zamanda. Bunu hedefleyen bir çalışma göremiyoruz daha doğrusu. Çalışma, başında bunu hedeflemiş olmalı. Bunu hedeflemek için de mutlaka ve mutlaka edebiyatla yüreğinden ilgilenmiş olmalı. Şiirle yüreğinden ilgilenmiş olmalı.
- Çok fark ettiriyor hocam o. Şiirden nasip almak veya almamak çok fark ettiriyor.
- Hiç şüphesiz. Ettirmez mi, Kur’an boşuna mı;
Ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh (Yasin/69)
Yani şiiri kendisine rakip ilan ediyor. Aslında bu Kur’an ın şiire verdiği ödüldür aslında. Yani ben şiir değilim derken, benden başka bir şey olsaydım o olurdum gibi zımni bir anlam da içerir aslında.
Dolayısıyla Muhammed Akif Üstadımızın o muhteşem mealinin sonucunda bittiğini anlıyoruz, biliyoruz. Hatta şahitleri buna şahadet ediyorlar.
- O zamanın konjonktüründe şu doğrumu, yani şu Kur’an bir tercüme edilsin de halk tarafından ne olduğu görülsün. Halk bunu anlamadığı için yüceltiyor, çok büyük bir şeymiş gibi zannediliyor, tercüme edelim bakalım görelim der gibimiydi?
- Doğrusu Kur’an ın tercümesine karar veren devlet erkanının kafasındaki değer de bu dilinde ki de bu, itirafları da bu. Yani bu konuda kimseyi zorla inandırmaya kalmanın hiçbir yararı yok. Yani kimseyi olduğundan farklı da göstermeyelim, olduğundan yüksekte göstermeyelim. Yani inkar etme hakkını Allah vermiş, biz kim oluyoruz. Eğer inkar ediyorsa inkarıyla bilinsin insan. Yani Kur’an ın tercümesini isteyen insanların, iradenin maksadı bu. Bu kayıtlara da geçmiş durumda. Yani ne olduğunu bilsinler de insanlar inandıkları kitabın arkasından gitmesinden vazgeçsinler.
Böyle zihni bir arka plan var. Ama Muhammed Akif bu zihnin arka planı zaten gördüğü için vatanını terk ediyor. Gurbete niye düşüyor Muhammed Akif. Unutmayın jön Türkler gibi, ittihatçılar gibi Paris’lerde işretle yaşamadı Muhammed Akif. Onun bunun parasıyla yaşamadı. Dolayısıyla kan ağladı tabir caizse. Aile darmadağın oldu, bir ekmeğe muhtaç oldu o koca insan. Ki o bir şahsiyet abidesi idi. Meclisin İstiklal marşı için verdiği parayı, sırtında paltosu olmadığı halde almayacak kadar bir şahsiyet abidesi idi. Dolayısıyla onu diline dolayanlar onun tırnağı etmezler. Bunu da biliyoruz.
Devam ediyor.
Kaynak vahyin penceresinden