6 Ağustos 2010 Cuma

AHİRET BİLİNCİ (5)

Ahıret bilinci olmayınca, kişinin kendini "sonsuz yaşama sahip bilinç" olarak kabul hali olmamasından dolayı, tüm yaptıkları, kendini madde bedenden ibaret varsaydığı için sadece dünyalık düzeyinde kalır.

Buradaki incelik şudur: Kendi hakikatine, dolayısıyla ahırete "iman"ın olmaması, dünyada yaşananların neticesinin ölüm ötesi yaşamda ne şekilde görüleceğinin farkında olunmaması yanı sıra, bütün o yaşananların tamamen beş duyu düzeyinde, bedensel davranış ve tutum düzeyinde kalması, yaşamın içselleştirilememesi, asıl kişiliklerine, bilinçlerine nüfuz etmemesi sonucunu getirir! Çünkü "ahıret bilinci" demek, kişinin "bilinç" dünyasının o değerlere göre şekillenmesi demektir. Oysa ahırete iman olmayınca, kişinin kendini "sonsuz devam eden yaşama sahip bilinç" olarak kabul hali olmadığından dolayı, tüm yaptıkları, kendini madde bedenden ibaret varsaydığı için sadece dünyalık düzeyinde kalır.

Bunun bir başka açıklaması da, ne kadar iyi ve güzel davranış ve tutumlar ortaya koyarsa koysun, kişinin yaşamının yalnızca bedensel ilişkiler düzleminde, yani "dışsal bağlar ve bağlantılar" içinde geçmesidir! Oysa, insanı ebedi saadete erdiren güçler kendi özünde bulup yaşayacağı, "içselliğinde" gizli güçlerdir. Bunlara yönelememesi durumunda da elbette kendisinden açığa çıkmayan bilincine ait değerleri, yani "içsel hakikati" fark edemez, yaşayamaz!.. Hakikatini yaşayamayınca, istediği dışsal şeylere sahip olmayı amaç edinir, onlara sahip olunca (ve de sahiplik duygusuyla dağıtınca) sevinir, mutlu olur, fakat sahip olduğunu sandığı her şeyi sonunda kaybedeceği için de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba düşer!

“Bel tü'sirun elhayat eddünya”

–Ne çare siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

“Vel'ahıretü hayrun ve ebkâ “

–Oysa, ahıret daha hayırlı ve bakidir. (87: 16-17)

Sonuçta, kendini madde beden kabul ederek madde dünyasında ortaya koyduğu davranışları, tutumları, iyilikleri, ahlâkı, velhasıl tüm Dünya'daki yaşantısı, ahıret bilinci olmadığı için, kişiliğinin, karakterinin ve yaşantısının bu dünya değerlerine göre şekillenmesini sağlar, bilincine mal olmaz (ahıretine kazanç sağlamaz)! Yaşadıkları dışsal bağ ve bağlantılarını güçlendirir; buna karşılık, "içselliğinde" gizli güçlere yönelemez. (Hatta ve hatta "iman" bilgisi, yani neye nasıl iman etmesi gerektiği konusunun "bilgisi" dahi sonuçları ve getirisi yaşanmadığı sürece bilince mal olmaz.)

Ama eğer ahırete iman varsa, yani kendi varlığının bilinç olduğu gerçeğinden hareket etmekteyse, o zaman hakikatinin farkında olarak, düşünce ve uygulamaları ile selliğinde" gizli güçlere, evrensel kuvvelere yönelir, "bilinci" melekeler kazanır, bilinci yaşadıklarının değerine göre formasyon kazanır, kendinde bulduğu mânâlar ve kuvvelerle zenginleşir.

Diğer bir değişle, o güzellikleri, mutlulukları paylaşmak, iyilik yapmak, hayırsever, yardımsever olmak dediğimiz şeyler, şayet ahırete "iman" varsa, "bilincin haline" ve "melekelerine" dönüşür; o hal ile hallenmiş olur bilinç, o mânâlarla ahlâklanmış olur; hulku, halk oluş, var oluş, işleyiş biçimi öyle olur...