10 Ağustos 2010 Salı

AHİRET BİLİNCİ (7)

Hakikaten bu evrensel sistemde işleyen ilahi kanunları çözer, bu işleyişin ebedi yaşamındaki önemini fark ederse, bu aynı zamanda onda kendi varlığının hakikatine ulaşması açılımını yapar. O vakit der ki;

Beden olarak kendimi aynada görüyorum ve tanıyorum, fakat "bilinç" olarak ben neyim?

Nasıl bir varlığım? Özelliklerim nelerdir, bunlar nerede biter?

Benimle bu algıladıklarım arasında nasıl bir ilinti var? Bildiklerimin ötesinde ne tür özellikleri, güçleri, hangi kemalâtı ortaya koyabilirim?

Bu arada, kendi varlığının hakikatini anlamaya, fark etmeye, –bir tanrının hakikatini değil, "ALLAH" ismiyle işaret edilenin kendi varlığının hakikati olduğunu anlamaya, gereğini yaşamaya yöneldiği zaman da "Rasûlullah" kavramının –"peygamber"in değil– bilincine varır ve Allah Resûlü’ne imanlı bakış, ondan açığa çıkmaya başlar.

Daha açıkçası, "Hakikat-i Muhammedî" olarak işaret edilenin, evrensel bilinci meydana çıkaranın ve tüm evrensel mânâların orijininin "Esmâ mertebesi" denen hakikat olduğuna ve bu "Esmâ mertebesinin" insanın hakikati olduğuna iman eder. Kendi "hakikatinin", tüm varlık suretlerinde açığa çıkan (irsal olan) Esmâ mertebesi'nden başka bir şey olmadığını, dolayısıyla, o özelliklerin kendi varlığını oluşturduğunu ve de o özelliklerin melekî yapı olarak varlığında açığa çıktığını ve sonsuz biçimde çıkabileceğini fark eder.

Eğer var oluş amacı, özündeki (içselliğinde) gizli sonsuzluğu yaşamak ve o kuvveleri açığa çıkartarak cennet denen gerçekliğe ulaşmaksa, işte o aşamada, yaratılış amacına hizmet vermekte olan “Rasûlullah”a yönelir –ölmüş peygambere değil– ve O'nun şefaatine nail olur.

Bu fark edişleri düzeyinde de "bilincine" hak ettiği formasyonu kazandırma sürecine girmiş olur. İşte o zaman bilinç, kendisindeki potansiyelin açığa çıkışını kemâliyle gözlemleyebileceği, ayna nöronları sayesinde kendisine "özenebileceği" bir model arar! Kendinde var olup da yaşayamadığını görmesi suretiyle kendisine aşkı yaşatabilecek, gönlünde yer edecek, haliyle hallenebileceği bir mahâl arar. Eğer var oluş amacı, özünde (içselliğinde) gizli sonsuzluğu yaşamak ve o kuvveleri açığa çıkartarak cennet denen gerçekliğe ulaşmaksa, işte o aşamada, yaratılış amacına hizmet vermekte olan "Rasûlullah"a yönelir –ölmüş peygambere değil– ve böylece O'nun uzanan eline, şefaatine nail olur. Çünkü insanlara, vahye dayalı bir şekilde hakikatlerini açıklayan ve hakikatlerinin "ALLAH" adıyla işaret edilenin Esmâ mertebesi olduğuna "iman" etmelerini teklif eden "Allah Resûlü", bunun gereğini yaşamak üzere var olanların talebine ayna olur.


Ahmet hulusi arşivinden