Kendisini et-kemik bir bedenden ibaret zanneden ise, varlığın her zerresi olarak kendi mânâlarıyla açığa çıkmakta olanın ete-kemiğe bürünüp Muhammedî sûretle seslenişine ve "b sırrıyla iman edin Allah'a ve Resûlüne" hitabına anlam veremez! Değerlendirmeleri, beş duyu algısından öteye geçemediği için irsal oluşu "elçilik, peygamberlik" sanır, "kişi peygamber" ile bloke olup, yöneldiğinin kendi hakikati olduğundan perdelenir. Âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına şahit olup da kendisine uzanan yardım eline nâil olamaz.
Sonuçta, Allah Resûlü’nün dillendirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edileni anlamak yerine, ya bu ismi hayalinde tasavvur ettiği tanrısına verir, ya da ateist olur!
Kendi özündeki sınırsız, sonsuz mânâ okyanusunun farkına varan birim, Rasûlullah (A.S.) a ve dolayısıyla varlığının hakikatinin "Esmâ mertebesi" olduğuna "iman" ederse, dışsallıkla kayıt altına girmez; dış dünyaya sahiplik ve bağımlılık ile kendini sınırlamaz; böylece kaybetme korkusu da olmaz!
"Ela inne evliyaullahi la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun.”
(Yunus/62)
“Onlar için ne korku söz konusudur, ne de hüzün!"
"Allah ahlâkıyla ahlâklanma" sırrını kavrayabilme sürecine girişin koşulu "ahırete imandır" ki onsuz asla "tahalluku biahlâkillah" gerçekleşmez.
"Taklidi iman" ile "Nübüvvet"e tâbi olarak "gizli şirk" denen anlayış içinde gereken çalışmaları yapmış ve bu halde boyut değiştirmiş olanlar buradaki konumuz değil elbette.
Sonuç...! İman sahibinin yaptıklarıyla yakîni artarken; iman sahibi olmayan, dışarıdaki bir tanrının vereceği karşılığı bekleyerek yaptıklarıyla perdeliliğini artırır.
Bütün bu gerçekler dolayısıyla, Rasûlullah (A.S.)’a imanı olmayanın, "Rasûlullah" kavramıyla nasıl bir gerçekliğe işaret edildiğinin farkına varmayanın ve yaşantısında Rasûlullah (A.S.)'a özenmeyenin, yönelmeyenin (salâvat), "yaşam" dediği, sadece dünyada ortaya koyduğu, kişisel zevkleri ve mutlulukları olmanın ötesine geçemez!
Ahmed Hulusi Arşivinden.