31 Aralık 2011 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (5)


(4. devam.)


- Burada benim zihnimde parıldayan bir müfessir tanımı çıkıyor. Müfessir dediğimiz kişi Kur’an ı karşısına alıp da haydi bakalım ben bunun manalarını açayım, üzerindeki örtüleri kaldırayım diye Kur’an ı nesneleştiren değildir. Öncelikle Kur’an beni tefsir ediyor diye Kur’an ın tefsirine; kalbini, ruhunu varlığını açandır. Kur’an ın talebesi olandır. Alemin içinde ben de varım, Kuran Alemi tefsir ediyor, beni önce tefsir ediyor. Ben onu tefsir etmiyorum, o beni tefsir ediyor.

- Aynen öyle Kur’an beni tefsir et. Yani ben senin nesnen olayım, sen benim öznem ol, beni inşa et. Ey Kur’an benim hakkımda bana neler söylersin. Dediğinizde, o zaman işte diyaloga giriyorsunuz. O zaman Kur’an la diyalojik bir söylem gelişiyor ve siz soruyorsunuz o cevap veriyor.

- Bu diyalojiyi de açalım, monologa dönüşüyor öbür türlü.

- Diyalojik ilişki haddi zatında iki aktif öznenin ilişkisidir. Biri nesne biri özne değildir. Kur’an öznedir, insan da öznedir. Kur’an öznedir ona özneliğini Allah vermiştir. O özneliğini Allah’tan alır. İnsan da öznedir. İnsana da özneliğini Allah vermiştir. İnsan da faildir. Mutlak failden iki kitaptır. Yani hitabi kitap ve fiili kitap.

- Kur’an hitabi kitp olur, insan fiili kitap.

- İki kitap birbirini okusa ne lazım gelir, çok güzel olur. İki kitap birbirini okuyor. Yani Kur’an okuyan birine baktığınızda kitap, kitabı okuyor. Ayet ayeti okuyor. Yani yeryüzüne nazil olmuş insan ayeti. Yani Adem’e inin oradan demekle aslında bir tür nüzuldür. Dolayısıyla Adem’in yer yüzüne nüzulü, vahyin yer yüzüne nüzulünün sebebidir. Vahyin yer yüzüne nüzulü, Adem’in yer yüzüne nüzulünün sonucudur. İnsan ve vahiy birbiri ile sebep sonuç ilişkisine sahiptir. Vahiy inmiştir, çünkü insan nazil olmuştur. İnsan nazil olmuştur sonucunda vahiy inmiştir.

Deliller bahsinde de ihtiram delili olarak (Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.) zikredilir. Yani aslında bu beklide mülazemet demek lazım (Sımsıkı bir işe bağlılık.) buna daha doğru. Yani biri olmadan diğeri olmaz, eksik olur, nakıs olur. Biri diğerinin sebebi sonucudur. Dolayısıyla tıpkı İhlas suresi gibi.

Kul hüve Allahu. De ki O Allah’tır Ahad, Allah bir tektir. Eşsizdir, benzersizdir. O Allah’tır, çünkü eşsizdir, tektir benzersizdir.

Sameddir. Allah sameddir. Çünkü Sameddir. Yani eksilmez ve artmaz. Mükemmeldir. Ekmeldir, tek mükemmeldir. Herkesin ihtiyacını görür, hiç kimseye muhtaç değildir. Hiçbir şey girmez, hiçbir şey çıkmaz. Hulül etmez, ıttihab etmez. (Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.) O sameddir, çünkü tektir, çünkü Allah’tır.

Hepsiyle çünkü ve nedensel ilişkiye sokabilirsiniz. 6 cümle var İhlas, tevhid suresinde, 6 cümleyi sebep sonuç ilişkisiyle 36 ya kadar çıkarabilirsiniz. Dolayısıyla insan ve vahiy, birbirinin sebebi ve sonucudur.


Devam ediyor.
Kaynak; Vahyin penceresinden

30 Aralık 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 23 - AŞKIN İLACI.



Hz. Mevlana beytinde;

“Ey kastı (yahut faydası) hoş olan ve bütün illetlerimizin hekimi bulunan aşk, şad ol.”

Hz. Mevlana bu beytinde ilahi aşkın ahlaki ve ruhani hastalıklar için hem bir tabib-i hâzık (Marifetli, uzman hekim.), hem de devây-ı Muvafık (uygun ilaç.) olduğunu vurguluyor.

Allah’a duyulan sevginin aşkın her türlü manevi hastalıklara hatta bazı psikolojik hastalıklara bile çare oluğu kesindir. İnsanın manevi dünyasını karartan kalbi hastalıklar ancak ilahi aşkla tedavi olur. Örneğin yalan söylemek, gıybet, kalbi bir hastalıktır. Bunun tedavisi ancak Allah’a duyulan sevgi, aşk, ve saygı ile tedavi olur. Çünkü seven insan, aşık olan insan artık sevdiğinin, maşukunun bendesi olmuştur. Onun arzu ve istekleri kendisi için itirazı mümkün olmayan emir niteliğindedir.

Büyük düşünürlerden Plotinus kainatta görülen güzellikleri ve iyilikleri Tanrı’nın habercisi olarak kabul eder. Bunları
hissedebilmek için birleştirici bir güç olarak karsımıza çıkanın ancak aşk olacağını ifade eder.

        İnancımızdaki dua, Allah’tan yardım istemek, ona bağlılığı göstermek amacıyla yapılan ameldir. Duanın ise bir çok psikolojik ve  ruhsal hastalıklara şifa olduğu, tıpta kullanıldığı, sadece dünyevi hastalıklara değil, kalbi hastalıklara da şifadır. Duayı ise ancak Allah’a inanan, güvenen, onu seven insanın  yapacağı şeydir.

        İşte bu yüzden Allah, ilahi aşka tutulanların da her türlü hastalıklarına şifa olarak Kur’an ı indirdiğini bildiriyor.

Kurân'dan, iman edenler için şifa ve rahmet  olan şeyleri inzâl ediyoruz (İsra/82)

Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, müminlere bir hidayet ve rahmet geldi. (Yunus/57)

Kullarını çok seven Allah’ta onların her tür hastalıklarına karşılık en etkin ilacı, şifa kaynağını, Kur’an ı indirdi. Daha ne isteriz ki…!

Allah cümlemizin her tür hastalıklarına deva olan Kur’an dan ayırmasın.

Cumanız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

24 Aralık 2011 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (4)

3. sayfadan devam.


- Kur’an ın müfessir olduğu meselesi günümüz insanının zihninde unutulmuş, yitik, en fazla fulû, belli belirsiz.

- Müfessire düşen aslında öncelikle Kur’an ayetlerinin neyi tefsir ettiğini tespit etmektir. Bu ayet tabiatı tefsir ediyor, bu ayet insanı tefsir ediyor, bu ayet insan psikolojisini tefsir ediyor, bu ayet toplumu, sosyal psikolojiyi tefsir ediyor, bu ayet tarihi tefsir ediyor, bu ayet canlı varlığı tefsir ediyor, bu ayet görünmez varlıkları tefsir ediyor, bu ayet yeryüzünün dinamizmini tefsir ediyor, bu ayet insanın iç dengelerini tefsir ediyor, bu ayet Allah’ı tefsir ediyor demektir. Yani Kur’an baştan sona bir müfessirdir. O zaman Müfessirin yaptığı nedir? Bir müfessiri tefsir etmektir.

- Hocam yine tepetaklak oldu bir çok şey, çünkü alemin Kur’an ı tefsir etmesi meselesi bu konuda tamam. Ama Kur’an ın alemi tefsir etmesi meselesi işi değiştiriyor. O zaman Kur’an tamamen özne ve merkeze oturuyor.

- Eyvallah, zaten bunu böyle yaklaşmadığımızda biz Kur’an ı nesneleştiriyoruz o zaman. Yani Kur’an ı önce müfessir olarak görmez, sadece müfesser olarak görürsek, o zaman Kur’an a anlam giydirmeye ve idhal(Dahil etme içine alma) etmenin önünü açmış oluyoruz. Yani bir tür söyletiyoruz. Ama öncelikle Kur’an ın müfessir olduğunu, hakikati tefsir ettiğini, ölmez, solmaz, pörsümez hakikati, her daim yeni hakikati tefsir ettiğini, dolayısıyla hakikatin kâinattaki tecellilerini tefsir ettiğini ve mutlak hakikatin sonsuz tecellisini tefsir ettiğini ve onun için de tefsirin tükenmeyeceğini. Yani metnin sabit ama tefsirin, yorumun asla sabit olamayacağını ve bu manada tefsirin mutlaklaştırılamayacağını, tefsir mutlaklaşırsa nassın öleceğini, ölü bir metin haline geleceğini, nassın diri oluşunun en güzel sonuçlarından birinin de tefsirin sürekli devam eden, süreli kendini yenileyen, sürekli yorumun arkasının gelmesi olduğunu anlayacağız o zaman.

Devam ediyor.
Kaynak; Vahyin penceresinden

23 Aralık 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 22 - AŞK..!


Hz. Mevlana beytinde;

Her kimin elbisesi, aşkın pençesiyle parçalanırsa, o kimse hırstan da bütün ayıplardan da temizlenir.

Hz. Mevlana bu beytiyle bir soruya cevap vermiş oluyor. Hırs ve tamah ın fenalığı malumdur. Gerek onlardan ve gerekse diğer ahlaki ayıplardan kurtulmak için ne yapmalıdır sorusunu sorduğumuzda Hz. Mevlana aşkı tavsiye ediyor.

Aşk bir insanı yakasından tutup kendine doğru çekmeye başlayınca onu elbise gibi kaplamış olan hırs ve tamahla beraber servete bağlılık, mala düşkünlük, hatta bütün ahlaki ayıplardan da sıyrılır, temizlenir demektedir.

Tabii ki aşk’tan bahsederken ilahi aşkı kastettiği malumdur. Allah’la muhabbeti olan kişi, O’nun emir ve yasaklarına en hassas ve titiz bir şekilde riayet eder. Kur’an bu kişileri tarif ederken;

İman edenlerin Allah’a sevgisi (her şeyden) sağlamdır. (Bakara; 165) Der.

Allah’a iman etmiş olup onun sevdasına tutunan insan ise İlahi muhabbete tabi olarak artık O’na kavuşma arzusu ve isteğinden başka tüm nefsi kirlerden temizlenir. Allah böyle kulları için;

Allah onları, onlarda Allah’ı severler. (Maide; 54)

Demek suretiyle O’na karşı duyulan aşkın, sevdanın karşılıksız kalmayacağı, maşukuna kavuşacağı ümidini vermektedir.

Allah cümlemizi İlahi aşka yakalanan bahtiyar kullarından eylesin inşallah.

Cumanız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

17 Aralık 2011 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (3)





2. sayfadan devam.

- Kur’an ın; müesser ve müfesser oluşundan bahsediyorsunuz. Yani Kur’an bir yerde özne, bir yerde nesne. Yani anlaşılan ve anlayan gibi.

- Müfesser ismi mef’uldür. Tefsirin nesnesi. Genelde bilinen de budur. Kur’an tefsir edilir. Fakat öncelikle Kur’an tefsir eder. Yani kendisi tefsir edicidir Kur’an ın. Hatta Kur’an ın kendi kendisine verdiği üç isim vardır. Kur’an-ı Keriym. Kur’an-ı Hakiym, Kur’an-ı Meciyd. Yani üç sıfat kullanılır. Bakınız üçü de aynı formdadır. Mübalağa ile ismi fail. Kur’an-ı Meciyd, Kur’an-ı Keriym ve Kur’an-ı Hakiym. Yani önce ismi fail, özne. Kur’an kendisine özne vasfını veriyor, ben özneyim diyor. Ben inşa ederim diyor, ben nesne değilim. Yani ben münfail değilim, failim, hem de aşırı özneyim. Dinamik, aktif özneyim, karşımdakinin üstünde vura vura tasarrufta bulunurum.

- Kahhariyyet ve cebbariyyetimle hükmederim diyorsunuz.

- Eyvallah, o kendisini bana teslim ederse ben onun; İşte dağın dağa kavuştuğunu duyarsanız inanın da, insanın huyunu değiştirdiğini duyarsanız inanmayın deseler bile, ben onun huyunu değiştiririm. Öyle bir yoğurur, öyle bir değiştiririm ki tanıyamaz olursunuz. Eşkıyadan evliya çıkarırım.  Ebu Zer gibi. Dolayısıyla Kur’an öncelikle müfessirdir. Biz Kur’an ı tefsirin nesnesi olarak görüyoruz ve Kur’an ın tefsiri diyoruz.

Peki Kur’an neyin tefsiri? Sual bu. Kur’an aslında kendi içinde de tasnif edilmeli bu şekilde. Mesela Medeni ayetler Mekki ayetlerin tefsiridir. Ahkam ayetleri usul ayetlerinin tefsiridir. Yine Sünnet Kur’an ın tefsiridir. Fiili, pratik tefsiri. Mesela İhlas, tevhid suresi; La ilahe illallah’ın mükemmel bir tefsiridir. Yani kelime-i Tevhidin tefsiridir. Eğer siz Kelime-i tevhidin tefsiri olarak okursanız bir şeyler alırsınız. Öbür türlü tefsir etmeye kalkar, fakat tefsir olduğunu anlamazsınız. Rabbimizin tabiri caizse kartvizit gösterdiğini anlamazsınız. Allah’ı anlamadan nasıl bir Allah’a kulluk edeceksiniz.


Devam edecek
           Kaynak Vahyin penceresinden

16 Aralık 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 21 – AÇ GÖZLÜLÜK


Hz. Mevlana beytinde;

Hırs ve tama’ ehlinin gözü doymaz. Halbuki sedef kanaat gösterip kapanmayınca içinde inci olmaz.

İnsanoğlunun yaratılışında bir çok zaaf ve zayıflıkları olduğunu Bize Kuran haber veriyor. Mesela; 

Muhakkak ki insanın yaratılışında hırs ve doyumsuzluk mevcuttur! (Meariç/19)

 Bunların neler olduğu da açıklanmış, mesela;

İnsanlara süslü gösterilerek, kadınlara, çocuklara, kantar kantar altına ve gümüşe, soylu atlara, sığırlara, ekinlere şehvetli bir düşkünlük oluşturulmuştur. Oysa bunlar geçici dünya zevkleridir. (Ali İmran/14) belirtir.

Bu zaaf ve zayıflıkları ile yaratılış amacı ise Allah’ın insana bahşettiği “İrade” gücünü vahiyle bildirilmiş olan emir ve yasaklar çizgisinde kullanmayı öğrenmesi içindir. Fakat insan vahyi kulak arkası eder, nefsine uyarsa kendi iç güdülerinin arzu ve istekleri ile hareket eder. O zamanda zaaflarından olan hırs ve doyumsuzluk tüm hayatını kaplar. Bu ise mutsuzluk ve elemden başka bir şey getirmeyecektir.

Allah resulü de bunu;

Adem oğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka onlara ilaveten üçüncü bir  vadisi olmasını ister. Ademoğlunun içini ancak toprak doldurur.” Hadisiyle ifade etmektedir.

Hz. Mevlana’nın örneğine dönersek sedefin içinde inci olabilmesi için nasıl kanaat göstermesi, kabuklarını kapaması gerektiği gibi, bir insan da kalbinde marifet cevherleri husule gelsin isteyenler, nefislerini eğiterek kanaati, sabrı düstur edinmeleri, hırs, doyumsuzluk ve düşkünlük zaaflarını kontrol etmeyi öğrenmesi gerekmektedir.

Allah hepimizi nefsini kontrol ederek sabredebilen ve kanaat edebilen kullarından eylesin inşallah.

Cumanız Mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi


10 Aralık 2011 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (2)




(1). Sayfadan devam.


- Benim bir tefsir tarifim var. Belki biraz hoşunuza gider;

Mana kaynağından hedefine taşınırken yolda uğradığı anlam kaza ve kalıplarını manaya yeniden kazandırma eylemine tefsir diyoruz.

- Hemen şöyle bir çağrışım oldu; Gözeden su çıktığında berraktır. Fakat gittikçe yalaklara dökülür ve bulanır. Çer çöp karışır, yosun bağlar. Onun tekrar safiyetine irca olunması tefsirdir.

- Eyvallah. Çünkü kaynağından hedefine ulaşırken mana ya kayba uğrar, ya da kendine ait olmayan bir takım bagajlar edinir. Yani yol kazası diyorum ben buna. Ya şişer, ya zayıflar. Dolayısıyla tefsir; mananın aslını bulmaktır. Kökten nasıl çıktı bunu bulmaktır. İşte muradı ilahiyi bulmakta budur.

Ama ben asıl tefsir, kelamı ilahi deyince sadece; hitabî ilahi olarak anlamıyorum. Kelamı ilahi; Kevnî kelâm, tabii kelâm, fıtri kelâm ve hitabi kelâm olarak. Yani kainatta ki her bir şeyi kelam olarak anlıyorum.

- Yani basit ot dediğimiz de kelâm.

- Evet, kelâm. Ayet yani. Kur’an ın ifadesi ile ayet.

(Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O'nun âyetlerindendir.) (Rum/22)

Gece ve gündüz onun ayetlerindendir, karanlık ve aydınlık onun ayetlerindendir. İnsan O’nun ayetlerindendir.

Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn; (Zariyat/20)

Ve fiy enfüsiküm.. (Zariyat/21)

Siz de O’nun ayetisiniz. Yani siz O’nun kitabısınız. Dolayısıyla ne kaldı geriye. Varlık O’nun ayeti.

O zaman Kur’an aslında, varlığı okumaktan söz ediyor. Onun için Kur’an ı tefsir meselesini konuşurken sürekli tekrar edeceğim bir şeyi şimdiden başlayayım; Kur’an herkese müfesser görünür, fakire müfessir görünür.

Devam edecek.
Kaynak; Vahyin penceresinden.

9 Aralık 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ – 20 - KANAAT




Hz. Mevlana beytinde;

Denizi bir kaseye dökecek olsan ne kadar sığar? Ancak bir günlük rızk miktarı..!

Hemen herkesin bildiği ve kullandığı Allah Resulünün dilinden bir hadis vardır.;

Kanaat tükenmez bir hazinedir.

Ne kadar güzel ve doğru bir söz..! Lakin nedense bazı kimseler bu hikmetli sözün anlamını dikkate almaz. Kendisinde bulunanların değerini bilip kafi görmez, daha iyisini, daha ziyadesini elde etmek için çalışıp çabalar, üzülür, sıkılır. Halbuki insan elde ettikleri ile tatmin olabilmeyi becerebilse daha mutlu bir yaşam süreceği kesindir.

Yine Allah Resulünün;

Müslüman olan, geçimine yetecek ölçüde rızk verilen kimse gerçekten kurtuluşa ermiştir.

Diyerek Mutlu olabilmenin asgari sınırını göstermiştir.

Bir hususu da unutmamak gerekir her konuda olduğu gibi ifrat ve tefrit insana mutsuzluk ve acı getirecektir. Yani kanaat ediyorum, bir lokma bir hırka bana yeter diyerek tembelliğe yönelmekte yanlıştır. Boş emeller peşinde koşup elindekilerin değerini aşağı görmekte yanlıştır.

Şeyh Sadi bir seyahatinde pabucu yırtılmış, kaybolmuş bir şekilde yalın ayak yürüdüğüne canı sıkılıyormuş. Sonra Ayakları kesik birinin dizleriyle süründüğünü görünce kendisinin yalnız pabucu olmadığına şükretmiş. İşte bu gerçekler dolayısıyla Hz. Mevlana;

Faraza  bir denizi bir kaseye döksen ne kadar su sığar, diye soruyor. Yani servetin deniz gibi olsa da senin ondan istifade edebileceğin miktar, Karnını doyurabildiğin kadardır demeye getiriyor.

İnsan yaşamına bakarken her zaman kendisinden daha aciz, daha zor durumda olan birinin olabileceği gerçeğini şiar edinip elindekilerle mutlu olmayı bilmelidir.

Allah bizleri de elindekilerle mutlu olabilmeyi başaranlardan eylesin.

Cumanız Mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi



3 Aralık 2011 Cumartesi

KURAN - MEAL - TEFSİR İLİŞKİSİ (1)


- İnsan dünyada kelamı ilahiyi anlamak için bulunuyor vazifesi itibarıyla yani çok spot halinde söyleyecek olursam. Kelamı ilahiyi anladığımız, Allah’ın muradını bugünkü yansımaları itibarıyla devşirdiğimiz oranda hayatımız bir mana kazanıyor ve canlanıyor, öbür türlü ölü, hakikaten ölü. Dolayısıyla Kur’an ı anlamak ki;

Kur’an ın metni bir defa indi, ama manası sürekli inmeye devam ediyor. Tefsir çalışmaları da bu inmeye devam eden manaları herkesin kendi heybesinde, kendi kabında toplamaya çabası.” Gibi çok hoş bir izah. Hakikaten benimde zihnimde yerini buldu.

Bugün tefsir, te’vil, meal, Kur’an ın anlaşılması, tefsir biçimleri, tarih boyunca bu konudaki gelenek, Müslümanlar nasıl bir çaba ortaya koydular bu çerçevede çok yoğun bir gündemimiz var. Uygun görürseniz tefsir dediğimiz şey, Kur’an ı anlama çabası olarak tefsir deyince biz ne anlayacağız hocam. Her zaman yaptığımız gibi sizin sistemli bir tarzınız var. Bu tanımı oturtalım.

- Bismillahirrahmanirrahim.

Tefsir deyince ne anlamalı. Kısaca sualinize cevap vereyim, ondan sonra isterseniz şöyle bir geriye çekilip mevzuu daha genel hatlarıyla ortaya koyalım. Yani önce tefsire zum yapalım ama ondan sonra çekelim kamerayı ve Allah’ın gör dediği yerden nasıl görünüyor oraya bakalım.

Tefsir kelime manası olarak, örtülü bir şeyin üzerini açmak demek. Fesera. Hatta hekimin elindeki numuneye de tefsira denir. Mesela idrar numunesine, -yüzünüze gül suyu- kan numunesine tefsira. Çünkü oraya bakarak hastalığı tefsir edecek. Bu manada teşhis koyacak. Yine tetkik, bir şeyin üstünü açmak, madenin üstünü açmak, kapalı bir şeyin üstünü açmak, yani cevheri ortaya çıkarmak. Tefsir de sözün cevherini ortaya çıkarmaktır. Sözün cevheri ise anlamdır. Cevheri çıkarmak için üstündeki toprağı sıyırmak, tozu almak, hatta kılıfını çıkarmak, kılıcı kınından sıyırmak. Yani işin aslına dönmek. Bu manada tefsir örtülü olan bir şeyi açmak manasına gelir. Kur’an da da zaten bir yerde geçiyor. Orada da yine olumlu manada geçiyor Furkan suresinde 

(Hem onlar sana karşı herhangi bir mesel ile gelmezler ki, biz sana (onun karşılığında) doğrusunu ve tefsirin daha güzelini getirmiş olmayalım.) Furkan/33

(Devam edecek.)


Kaynak Vahyin penceresinden.

2 Aralık 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ -19 - HÜR OLMAK



Hz. Mevlana beytinde;

Oğul, bağını kopar ve kurtul. Ne vakte kadar altın ve gümüş kaydında kalacaksın.”

İnsanın doğal fıtri yapısı gereği nefsi hırslarını dile getiriyor. Zaten Kur’an da  bunu açıkça beyan ediyor;

İnsanlara süslü gösterilerek, kadınlara, çocuklara, kantar kantar altına ve gümüşe, soylu atlara, sığırlara, ekinlere şehvetli bir düşkünlük oluşturulmuştur. Oysa bunlar geçici dünya zevkleridir. Allâh ise... Varılacak en güzel hedef O'nun indîndedir.” (Ali İmran/14)

Yine bir sonraki ayette neyin daha değerli olduğunu öğreniyoruz;

De ki, size, o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında cennetler var ki, altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebedî kalmak üzere onlara, hem tertemiz eşler var, hem de Allah'dan bir rıza vardır. Allah, o kulları görür. (ali İmran/15)

Bundan da anlaşılıyor ki dünya metaına ehemmiyet vermeyenlere onlara bağlanıp kalmayanlara verilecek manevi mükafat daha değerlidir. Dolayısıyla Allah yolunda yürümek isteyenin ayakları, nefsi, bağlı değil serbest bulunması gerekir.

Dünya metaına düşkün olmamak denek bunlardan tamamen uzak kalmak anlamına gelmediğini de bilmeliyiz. Nihayetinde Allah bütün bunları da insan için yaratmıştır. Önemli olan kazanılan şeylerin helal yoldan kazanılması Allah’ın tespit ettiği sınırlar içinde kullanılması gerekmektedir. Bu konuda Allah Resulü;

Helal mal Salih kimse için ne iyidir.

Derken bunu açıklama babında Hz. Mevlana;

Su geminin içine girerse onu batırır. Ama su geminin altında kalırsa rahat yol alır yüzer.” Beytiyle bu hadisin tefsirini yapmış oluyor. Yani mal ve servet hırsıyla kalbi dolan kimseyi içine su dolan gemiye, mevcut servetine gereğinden fazla önem vermeyen kimseyi ise derin bir su üstünde selametle yüzen gemiye benzetmektedir.

Sonuçta bir insan hür olanlar derecesine ulaşmak için onlar gibi davranmaya çalışmak, maddi ve manevi ayak bağı olabilecek her şeyden sakınarak esaretten kurtulmalıdır.

Allah bizleri de hür olanların izinden gidenlerden eyler inşallah.

Cumanız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi


25 Kasım 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ - 18 – İŞİN ERBABI



Hz. Mevlana beytinde;

Ham ervah olanlar, pişkin ve erişkin zevatın halinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerekir vesselam.

Ne kadar veciz bir söz..! Kâmil olan insanı ancak yine kâmil olanlar anlar diyor üstad. Tıpkı aç olanın halinden ancak aç olan anlar, tok açın halinden ne anlar der gibi. 

Bir sanat ehlini düşünün o ana kadar sanatının incelikleri ile hem hal olmuş bir insanla o sanattan hiç anlamayan biri arasında ne konuşulabilir ki. 

Ne zamana kadar? Kişinin o sanata hizmet edip zahmetlerini ve inceliklerini öğreninceye kadar. Ancak o zaman aralarında sohbet ortamı oluşur.

Kur’an – kerimde Allah;

De ki: "Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olur mu? Sadece derin düşünebilen akıl sahipleri bunu anlayabilir." (zümer/9) ayetiyle bunu açıkça ilan ediyor zaten.

En önemlisi; Tasavvuf mesleğinin ince nüktelerini, sûfiyye ehlinin manası çok derin olan sözlerini anlayabilmek, idrak edebilmek ise ancak bir insan-ı Kamile tabi olunarak, onun eğitiminden geçmekle mümkündür. Bilindiği gibi zaten tasavvuf söz ile değil, yaşanan hal ile ilgili bir meslektir. Pişkin ve erişkin olabilmek için bu aşk ocağında yanmak gerekir.

Allah bizleri de en azından pişkin ve erişkin insanlarla hizmetkar eylesin.

Cumanız mübarek olsun.

Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi


18 Kasım 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ -17 – NASİPSİZLİK


Hz. Mevlana bir beytinde;

Balıktan başkası onun suyuna kandı, nasipsiz olanında rızkı gecik ti.Demektedir.

Allah’ın rahmeti bol, feyzi sınırsızdır. Fakat bu feyz kaynağına mazhar olan insanları 3 grupta toplanmıştır.

1 – Ümmetin Kâmil ve mükemmel olanlardır ki ne kadar manevi tecelliye mazhar olsalar da onlara tahammül ederler hatta daha fazlasını talep ederler. Bunlara örnek Allah resulünün; 

Ya rabbi sana karşı olan hayretimi artır. Şeklindeki duasıyla tarif edilebilir.

Allah’a olan yakınlığı hat safhada olan peygamberin varisi-Kâmil olanlar da böyledir. Onlarda bu aşk yolunda suya kanmak, harareti geçmek yoktur. Hep daha fazlasını arzu ederler. Bu konuda Hz. Mevlana da kendisini;

Kum suya kandığı halde ne acayip ki ben kanmadım Şu dünyada benim yayıma layık bir kiriş yoktur.”  İfadesiyle dile getirmektedir.

2 – Bu kısımda ilahi tecellinin az bir kısmına kanaat gösterenler vardır. Ki bir arifin; 

Allah’ın aşk kadehinden o kadar içtim ki, bir yudum daha içecek olsam yok olacağım. Sözü güzel bir örnektir.

3 – İlahi zevklerden nasibi olmayanlardır ki bunların Allah’ın feyzinden ebediyen nasipleri yoktur.

Allah bizleri de ilahi feyizleri ve manevi tecellilerinden bizleri de mahrum etmesin duasıyla;

Cumanız Mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi


11 Kasım 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ -16 - GEÇMİŞE TAKILI KALMA



Hz Mevlana beytinde;


Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pal ve mübarek olan İnsan-ı kamil; hemen sen Varol.

Ömrünün büyük kısmını boşa geçirmiş, diğer yandan da marifet zevkinden  nasip alamamış olmasına üzülenleri teselli etmek için şöyle diyor:

Her kim Allaha ve Ahiret gününe hakikaten iman eder ve Salih bir amel işlerse elbette bunların Rableri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir

Bu demektir ki geçmişe bakarak ümitsiz olmamalı, yaşanılan o anla gelecek için çalışılmalıdır. Nitekim Bakara suresi 62. ayette mealen;

Her kim Allaha ve Ahiret gününe hakikaten iman eder ve Salih bir amel işlerse elbette bunların Rableri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir.(Bakara/62)
 
Buyuran Allah, geçmişini boşa geçirenler için ümit ışığı ve garantisi olduğu açıktır.

Zamanımızda Kamil mürşit aramak, ulaşmaya çalışmak yerine Allah’ın;

(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! (A’raf/3)

Emri gereği Kur’an a sarılmak en doğru ve güvenilir yol olduğu kesindir.

Allah cümlemizi Sırat-ı müstakim üzere yaşabilenlerden eylesin duasıyla:

Cumanız Mübarek olsun.


Kaynak; Tahir-ül Mevlevi şerh-i mesnevi

4 Kasım 2011 Cuma

MESNEVİ SOHBETLERİ -15 – KALBİN YAKARIŞI

Hz. Mevlana bir beytinde;

Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler mahrumiyetten ve ayrılıktan hasıl olan ateşlerle arkadaş oldu.” (Yani ateşlerle yanmalarla geçti) der.

İçindeki ayrılık, hasret ateşi ile yanan bir kalbin yakarışı gibidir. Bu beytinde üstad çok güzelde bir edebiyat üslubu kullanır. Sanki konuşanın başkasına söyleyeceği sözü ve yakarışı, kendi nefsi için söylüyormuş gibi beyanda bulunuyor. Bu usule edebiyatta Uslub-u Hakim denir. Bundan amaç; muhatabını kızdırmaksızın kendi acısını, eksikliklerinden aldığı dersin sızlanışını ifade etmektir.

Bu usulü Kur’an da kullanmaktadır. Mesela Yasin/22-25 ayetlerinde;

22 -  "Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."

23 - "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar." 

24 - "Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum." 

25 - "Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni." 

Şeklinde hikaye edilir. Burada ki; “Bana ne oluyor ki beni yaratan Allah’a ibadet etmeyeyim” derken aslında demek istediği; “Size ne oluyor ki sizi yaratan Allah’a ibadet etmiyorsunuz.” Demektedir. 

Hz. Mevlana; ulvi akılın lisanını idrak edemeyen, lakin idrak edenlerden olmak için ilahi lütuf bekleyen talipleri ümitsizliğe düşürmemek için kendisini onlara benzetmekte, geçen günlerin de bir surette geçtiğini söylemektedir. 

Allah bizlere de Ulvi aklın lisanını idrak edebilmek için ilahi lütfûnu nasip eder inşallah. 

Cumanız ve önümüzdeki Mübarek Hacc (Kurban) bayramınız mübarek olsun.


Kaynak; Tahir -ül Mesnevi