9 Mayıs 2008 Cuma

İNANMAK VEYA İNANMAMAK İŞTE...

İnanma duygusu son bilimsel verilere göre genetik olarak gerçekleştiğini öğrendik. İnanç geni aktif ise salgıladığı hormon sayesinde İNANMA yönünde pozitif olunabiliniyor. Gen pasif ise inanç ve inanmakla ilgili kavramlara pozitif bakmama şeklinde gerçekleşiyor. Yani gen pasifse, ne kadar anlatırsanız anlatın, hangi delili getirirseniz getirin nafile.
Aslında bu bilgi İslam dininin öğretilerine de uyuyor. Orada insanın yaratıldığı anda Sadî mi, şakî mi olduğu belirlenir deniyor. Dolayısıyla insanlara sen neden inanıyorsun veya neden inanmıyorsun demenin bence bir anlamı yok.
Forumda bir arkadaşla bu konuyu tartışmıştık. O İnsan biyolojik, maddi bir canlıdır. Beyni ile doğruyu yanlışı ayırt eder, ölümü ile de yok olur diye ısrar ediyordu. Hem de üniversite talebesi. Bir an bilgisini kullanarak ikna edebileceğimi düşünmüştüm. Madde denilen şeyin atomlardan meydana geldiğini, onunda çeşitli elektro manyetik enerjilerin değişik şekillerde yoğunlaşmasıyla meydana geldiğini, dolayısıyla kainatın bir enerji dönüşüm sistemiyle varlığını sürdürdüğünü, bizlerinde bu enerjinin bir parçası olarak farklı frekans boyutlarında yaşamın süreceğini, asla bir son olmadığını anlatmaya çalıştım. Biz insanların bir sonraki yaşam aşamasına, şu anda sahip olduğumuz biyolojik bedenimiz, bilhassa beyin sayesinde bir sonraki aşamaya şimdiden hazırlanma şansımız olduğunu anlattım. Bedenin kolu bacağı hatta beynin yarısı bile alınsa idrak kaybolmadığını, çünkü onun Ruh bedenimizin özelliği olduğuna bir türlü inandıramadım.
Aslında arkadaşım Dini bugün anlatılan şekliyle yarım yamalak öğrendiği için mantıksal bir bütünlük kuramamış, Bu nedenle de kendini bu tür bilgilerin tümüne kapatmış. Hepsine safsata deyip geçiyordu.
Haklıydı da. Bugün sanki göklerde bir yerde veya boyutta bir tanrı varmış, biz insanları, yeri göğü o yaratmış, tapınmamızı isteyen, yapmadığımız zaman kızıp ortalığı dağıtan, dünyada elinden kaçırdıklarını ölünce yakalayıp sorgulayan, beğendiklerini, yan gelip yatacakları, bilmem kaç bin huriyle sonsuza kadar zevku sefa içinde yaşayacakları cennetlere koyacak olan bir tanrı, Halbuki cinsellik, kadın, erkek, mal, mülk bu dünya yaşamının özellikleridir. Çoğalma, nesli devam içgüdüsünün gereği olan hususlar.Tıpkı tüm diğer hayvanlar gibi. O boyutta artık çoğalma ve biyolojik olarak bedenleşme yok. O zaman bu tür istek ve arzularında bir önemi kalmıyor. Kızdıklarını ise altında kızgın ateşler yanan kazanlara atacak bir tanrı kavramı.
Ha.. bir de emirlerini ve yasaklarını yazdığı kitap ve onu getiren postacısı var. Böyle bir kavrama ben de inanmıyorum. Yalnız ben kendimi kapatmıyorum. Araştırıyorum. Çünkü inanıyorum ki ölümle her şey bitmiyor. Tam tersi yeni başlıyor. Tıpkı Kozasındaki ipek böceği gibi; kurtcuk ölecek ama, o kelebek olup uçacak. Bizim de bedenimiz ölecek, çürüyecek ama ruh sonsuza kadar yine kendi bilincinde yaşamına sonsuza kadar devam edecek. Bilmem gereken bundan sonraki aşamada ne konumda olacağım. Ekvatora veya kutuplara zorunlu yapılacak bir seyahat varsa ve siz gereken hazırlığı yapmamışsanız, yaşamınız çekilmez olur, yani cehenneme döner. Yaparsanız, keyfini sürersiniz. İşte kainatı yaratıp programlayan Varlığın yani Allah’ın sistemi, sünnetullahı bu. Onda da bir değişiklik olması söz konusu değil
Sevgiler saygılar. Her şey gönlünüzce olsun.