Bugün insan kavramını ele alıp incelemek, genellikle hepimizin kullandığı İNSAN OLMAK kavramını yorumlamak istiyorum. Bu anlamda İnsan olmak demenin; bedensel olarak insana benzemek olmadığını kabul ediyorum.
İnsanın en önemli özelliği olan akıl faktörünü ön plana alırsak. Akıl; Olayları ele alış açısından derinliğine ve geniş açılı olarak algılama, sebep ve sonuçlarını tayin edebilme, ileriye dönük önlemler alabilme gücüdür. Bunun sayesinde yaptığı hatalardan sonuçlar çıkararak tekrarlamaması gibi, kendisine yönelik teklifleri de aynı şekilde değerlendirerek kendi menfaatlerini koruyup kollayabilme özelliğidir.
Yalnız burada akıl ile zeka genellikle karıştırılıyor. Halbuki zeka anlık algılamaları menfaatine yönelik değerlendirme demektir. Derinliğine değil yüzeyseldir. Zeka fotoğrafı görür, akıl hem fotoğrafı hem makineyi, hem çekeni hem de fotoğrafı oluşturan objeleri algılar, değerlendirir.
Şimdi biraz büyük ve çevresel düşünelim; İnsan aklının gereği olarak bugünün bilimsel gelişmeleri altında Kainatın; algılayabildiğimizin çok fevkinde bir derinlikte ve genişlikte sonsuz sayıda boyut ve katmanlardan meydana geldiğini biliyoruz. Onun da bir işleyiş sistemi olduğunu kabul etmemek akılsızlık olur. Son bulgulara göre Kainat; holografik özellik taşıyan bir şekilde, enerji tabanlı olarak birbirlerine dönüşüm şeklinde süregelen ve giden, bilinçli yaşam dediğimiz formatta bir hareketliliğin var olduğu bir kainattır. İnsan dediğimiz varlıkta kapasite olarak bir üst boyut veya başka bir kesite geçebilecek özellik ve formatta yaratılmış bir varlıktır. Algılayabildiğimiz bu kesit, İnsanın bir üst yaşam formunda, bilinç ve beden varlığını oluşturduğu, kısa bir an için bulunduğu bir kesittir. Diğerleri(Bitki, hayvan, tüm atomik varlıklar), varlık ve bilinçleri bu kesitle sınırlı olan varlıklardır. Bunlar bilimin ve aklın gereği olan gerçeklerdir. Birçoğu değiştirilmiş olsa da din olgusunun insana fark ettirmeye çalıştığı budur. Kainatı yaratan, sistemi kuran, programı yazan bir varlığın olması gerçeği, biz insan cinsini de bu sistemi algılayabilecek çözebilecek, kullanabilecek, en iyi şekilde kendisini sisteme entegre edebilecek yetenekte yarattığı yorumunu yaparak kabullenmekte, yine aklın gereğidir.
Şimdi kendimizi(haşa) O varlığın yerine koyup düşünelim. Yarattığımız kainatın bu kesiminde bir üst kesit veya boyuta geçebilecek kaabiliyette bir varlığı yaratmış kabul edelim. Bizi algılayabilecek, yaptığımız programı okuyabilecek, sistemin inceliklerini çözerek zorunlu olarak geçeceği üst boyutta kendi istediği şekilde bir yaşam sürebilecek bir varlık. Hem biyolojik olarak diğer canlılar gibi özellik ve yeteneklere sahip, hem de kendisininki dahil tüm diğer varlıkları da kendi istekleri doğrultusunda kullanabilen akıllı ve zeki bir canlı. Yani İnsan.
Yavaş yavaş kendimizi ve çevremizi okumaya başladık sanırım. Yaşadığımız ve algılayabildiğimiz bir dünya ve uzayın oluşturduğu atomik yapıda bir evren var. Bu atomik evren ise enerji tabanlı bir oluşum olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden diyebiliyoruz ki evren; sınırlarını bilemediğimiz için sonsuz kabul ettiğimiz kainatın küçük bir kesiti. Bu kadar kapsamlı bir kainatın tesadüfler şeklinde oluşmayacağı ise zaten aklın gereği. Yani kainatı bir yaratan, onu programlayan, işleten, tasarruf eden bir varlığın mutlaka olması gerekir. O da Allah olarak adlandırdığımız varlık.
Dikkat edelim Tanrı veya ilah değil. Çünkü onlar insan zihninin yarattığı hayali varlıklardır. Onların yarattığı, ortaya koyduğu kendilerini işaret eden bir şey yoktur. Kainattaki her şey, bizim gibi YARATILMIŞTIR. Dolayısıyla Tanrı, İlah diye bir varlığın olabilmesi akıl dışıdır.Olmadığı için de tapılacak, saygılar sunulacak, hediyeler ikram edilecek tanrı, ilah yoktur. Bugün orijinal olmasa bile anlatılmaya çalışılan İslam dinine göre de ibadet adı altında yapılması zorunlu davranış şekillerinin bir tanrı veya ilahı memnun etmek, gönlünü almak, rızasını kazanmak için değil; Kendisinin bir sonraki yaşam boyutunda rahat ve huzuru için mutlaka gerekli özelliklerin bu yaşamında kazanabilme çalışmalarıdır.
İşte tüm bunları kavrayabilen, istemese bile zorunlu olarak geçeceği bir üst boyutu düşünerek kendini ona göre hazırlama gayreti içinde olan varlık aklını kullanıp geleceğini düşünebiliyor demektir ki, bu özelliğinden dolayı kendisine gerçek İNSAN adını veriyor; Bedensel olarak aynı özellik ve yeteneklere sahip olduğu halde, yaşamını sadece bu dünya yaşamıyla sınırlı kabul ederek, davranışlarını da bitki, hayvan adını verdiğimiz canlılar gibi hormonlarının dürtüleri ile davranan, içgüdüleri ile yaşayan varlığa da İNSANSI diyoruz. Aslında bunu ben değil, Ahmed Hulusi diyor. Ben de daha iyi ifade edemediğim için onun ifadesini benimsiyorum.
Bugünün dünyasında kendimizi ve birlikte yaşadığımız bireyleri, davranışlara bakarak İNSANSI bir yaşam formuna göre mi, yoksa gelecek yaşamını düşünüp araştırarak hazırlık yapan, eski tabirle insan-ı kamil yolunda olan İNSAN’ mı olduğunu algılayabiliriz.
Şöyle ki; Yapılan bir davranış, sarf edilen bir söz, hatta düşünce bazında; Amaç, sadece dünya yaşamına yönelik beklentiler içerisinde kalıyorsa, hayvansı zeka düzeyinde kalmış, görünüşte faydalı bile olsa sonuçları hesaplanmamış davranış türü olduğuna, yani insansı bir yaşam biçimine; Bunun aksi ise, yani sonuçları hem bu yaşamda, hem de sonraki yaşamında faydalanabileceği şekli hesaplayan kişi konumunda ise akıla dayalı insanca yaşamı benimsediğine karar verebiliriz.
Şimdilik burada kesiyorum. Selam ve saygılarımla, her şey gönlünüzce olsun.